Neredeyse herkes tarafından biliniyor; edebiyat ödülleri ile ödüllendirme sistematiğine karşı müthiş tepkiliyiz ve yıllardır canımızla, kanımızla büyük bir mücadele veriyoruz. Şu hakikati ortaya koyalım hemen: Ödüllendirme sistematiği, egosantrik yemlerle devam eden bir haksızlık yordamıdır...
Heladan hane, insandan nane olmaz.
Hani sağımıza bakıyoruz, solumuza bakıyoruz, konuşmaları izliyoruz, tartışanlara kulak veriyoruz. Salaklık haddi aşmış, karaktersizlik bentleri patlatmış. Bir cümleyi bile anlayamıyorlar, tek tümceyi bile dürüstçe yorumlayamıyorlar. Bu insanlar iki romandan hangisi iyi, iki
Dr. Murat Alten bizi Denizli’de karşılamıştı.
Kalp damar cerrahisi uzmanı Dr. Murat Alten “Tıp Bu Değil” toplantısı için Denizli’ye çağrıldığımızda bizi karşılayanlardandı. Toplantıda ve sonrasında güzel bir konukseverlik göstermişti.
Denizli’de hemen herkesin tanıdığı, sevdiği, Denizli toplumsal yaşamının canlı bir
Değerli bir insanın erken kaybı her zaman acı. Nasıl başarılı ve çalışkan bir akademisyen, nasıl özverili ve candan bir hekim, nasıl sevimli ve duyarlı bir hoca ve arkadaş olduğunu, düzgün bir aydın olduğunu biraz bakan herkes fark eder zaten. Benim için
Kültür ve sanatta bize “en iyi” diye sunulanlar esasında sadece seçim sürecini tekelinde bulunduran güçlerin bize uzattığı menüdeki tercihlerle sınırlıdır.
Yarın edebiyat yasaklansa ne değişir? Artık roman, öykü ya da şiir yazılmasa bugünden yarına ne kaybederiz?
Besin gruplarını karbonhidrat, protein, yağ, mineral, vitamin şeklinde sayarız. Şeker karbonhidratlar içinde yer alır. Karbonhidratları kan glikoz seviyesini yükseltme hızlarına bağlı olarak basit ve kompleks karbonhidratlar olarak ikiye ayrılır. Örneğin beyaz undan yapılan ekmek basit
Vakti zamanında biz buna kompartımanlı bilinç diyorduk. Bölmeli bilinç. Kompartıman, İngilizce compartment, “bölme”, sözcüğününün söylenişine göre birebir Türkçe yazımıyla tirenlerin odası için kullanılırdı. Eskiden Ankara’ya giderken tireni kullanırdım. Şimdi, hızlı tiren var ama Pendik’ten binebilmek için tirenin hızıyla
Leman Dergisi'nin kapağına koyarak suçladığı adamı bulduk ve konuştuk. Önce bu zalimce saldırıyı içtenlikle kınadığımızı belirtelim, sonra söz konusu beyefendinin bize neler söylediğini paylaşalım:
İşte, adının açıklanmasını istemeyen mağdurun ifadesinden bazı satır başları:
"Ben entelektüel bir insanım.
“Duygusal cehalet” kavramını daha önce de kullanmıştım. Özellikle günümüz Türk romanlarının kahramanlarının “özne” olarak; romanın atmosfer, zaman ve mekân boyutları içinde devinmesine sıra geldiğinde, ilişkiler ve olaylar karşısında gösterdikleri insani ve duygusal reflekslerin sığ kaldığına, dolayısıyla “duygusal cehalet”
Platon: Gerçek lig, “ide”ler dünyasında oynanıyor. Burada seyrettiklerimiz onun ekranlardaki kötü yansımalarıdır.
Aristo: Bu futbol kurallarında mantık varsa ben Aristo değilim. Eğer ben Aristo’ysam futbol aşırılıktır.
Epiktetos: Takımı, taraftarı düzelteceğim diye boşuna uğraşmayın, düzelmezler. Herkes sadece kendini
MUHALEFETİN BİRLEŞMESİNİ ASLA İSTEMİYORUM.
Evet istemiyorum. Nedenlerini ve yol açacağı felaketli sonuçları çok kısaca açıklamak isterim:
(1) Büyük çoğunluğu denetim altında olan bir muhalefetin birleşmesi, bunun içerisinde gerçekten muhalefet yapmak isteyen ve hala vicdani bağımsızlığını yitirmemiş olan unsurları büsbütün etkisizleştirir.
[Sesonline] Ağustos 2008 / 300 akademisyen, hukukçu, hak ve özgürlük savunucusu, sanatçı ve medya mensupları özgür bir ülkede yaşamak isteyen herkesi Ergenekon Davası'nın takipçisi olmaya çağırdı. Aydınlar açıklamalarında; "Ergenekon İddianamesi ahtapotun kollarından birini yakalamıştır. Ancak,
1970’lerin sonlarında henüz tıp fakültesinde öğrenciyken meslek örgütünün yayın organlarında sosyalist ülkelerdeki tıp uygulamalarına ilişkin makaleler okuduğumu anımsıyorum. Öğrencilerin çıkarttığı birkaç dergi de vardı. Çok uzun zaman geçti fakat sanıyorum birinin adı “Tıp Yolunda Sesimiz” dergisiydi. Kurtuluşçu arkadaşlar
Bir önceki yazımda ülkenin seçim sürecine girdiğini belirtmiş ve geleceğe yönelik olarak ihtiyaç duyduğumuz politikaların sağlıklı bir şekilde oluşması için iyi işleyen demokratik sisteme olan ihtiyacımızdan bahsetmiştim. Ancak demokrasinin tek başına yeterli olmayacağını, bilimsel yöntemlere de ihtiyaç duyulduğunu
Bebeğini evde bırakıp tatile giden kadından sonra şimdi de uçağını dağa çakan pilot gündemde. Ortak nokta ikisinin de psikolojik sorunlar yaşadıklarının iddia edilmesi ve antidepresan ilaçları tedavi amacıyla kullanıyor olmaları. Geçen hafta Lufthansa'ya bağlı Germanwings adlı şirketin yolcu
Fakat çok manidardır ki Hitler’le savaş yıllarında bu politikadan vazgeçildi. Sovyetler Birliği tıpkı ağır stres altındaki bazı ateistlerde görüldüğü gibi, savaş zamanında dinden ve Rus milliyetçiliğinden medet aradı. Kapanan birçok kilise yeniden açıldı, Moskova radyosu “Din Saati” yayını
Ülkemiz seçim dalgası içine girdi. Demokrasi, karar mekanizmaları üzerinde temsilciler yoluyla söz sahibi olabildiğimiz, ileri bir yönetim biçimi. Günümüzde tek kişinin karar vererek bir toplumu yönlendirmesi gerçekçi olmadığı gibi bilimsel de değildir. Ancak ülkemizdeki siyasi ve
Bir şey ne kadar kötücülse, o kadar çok seviliyor he mi? Bizim gibiler katmerli mahalle baskısı altında. Sol mahallelerde oturuyoruz ister istemez. İletişimde bulunduğumuz insanların büyük çoğunluğu solcu doğallıkla. Gericiliğin mahalleye baskısı bir yana, biz bir de soldaki
Türkiye Cumhuriyeti tarihi aynı zamanda yeni bir sınıf yaratma projesinin tarihidir. Bu sınıfı yaratma yönünde ilk adım İzmir İktisat Kongresiyle atılır. İzmir İktisat Kongresi Lozan’ın bitmesi bile beklenmeden 17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında
İnsan soyu her nedense kalıtım ve evrim hakkındaki bilgilere büyük direnç gösteriyor. Sanırım muhteşem varlığının büyüsü bozulsun istemiyor. Rahip Gregor Mendel birçok kişinin ilgi duyduğu, üstünde çalıştığı, ama düzeneğini bir türlü ortaya koyamadığı kalıtım kurallarını ilk
İnsanın ne olduğu, kendi yaşam alanında yaptıklarıyla belli olur. Bir insanı verdiği oydan değil lokantada garsona nasıl davrandığıyla tanıyabilirsiniz. Bir insanı siyasal nutuklarından değil, evdeki temizlikçiye, sokaktaki dilenciye davranışlarından anlayabilirsiniz. Büyük ölçekte “söyledikleri” değil, küçük ölçekteki “yaptıkları”dır insan.
Bir şeyin iyi veya kötü olduğunu değerlendirirken, şu tanımı yapıyor ve kullanmaya çalışıyorum:
“En fazla (maksimum) sayıda -ideali tüm- canlı ve doğa için maksimum yarar taşıyan ve bununla birlikte en az (minimum) oranda -ideali hiç- zararlı olan şey veya
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından yayınlanan bilgileri (2009) esas alarak ve Türkiye nüfusunu 75.000.000 kişi kabul ederek yapılan hesaplamaya göre;
- Ortaokul mezunu % 4.82, Lise mezunu % 5.11, Yüksekokul ya da fakülte mezunu % 7.55, Yüksek lisans
Beynin bir inanç motoru olduğundan bahsetmiştik. İstisnasız her insan yargı kalıplarıyla düşünür, bunlara inanır, sonra da inandığını doğrulamaya çalışır.
Bunu söylediğimizde “Standart Toplumsal Bilim Modeli” ile, yani alışılmış kültürel kalıplarla düşünen büyük çoğunluktan birileri hemen itiraz
Akil İnsanlar Heyeti'ne katılan ve adı HDP’den milletvekili adaylığı için geçmekte olan Kadir İnanır bugünlerde dikkat çekici açıklamalar yapıyor. Ancak 2007'deki söyleşilerinde bu söylediklerinden çok çok farklı, bambaşka şeyler söylemişti. Söylediklerinin içeriğini, hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu tartışmıyorum.
Ne kadar engellemeye çalışırsanız çalışın "doğru" denen şey, yeşil sürgün gibidir, taşı-betonu deler kafasını bir yerden kaldırır.
Bundan 15 yıl önce Ahmet Aydın Hoca'nın sözlerini işiten hekim arkadaşlarımız, diyetisyenler, aydınlar gülüp geçiyor, üsteleseniz alaya alıyorlardı. Bilimi cebe attıklarını,
Gözümüz aydın, psikiyatri alanında dünyada yaygın olarak kullanılan tanı koyma ve tanıları sınıflandırma el kitabı olan DSM (Diagnostic and Statistical Manual), 1952 den sonra altıncı kez yenilenerek psikiyatristlerin kullanımına sunuldu. Her yeni DSM el kitabı çıktıktan sonra kitaptaki
Bir süredir 1- Reductio ad absurdum, 2- İgnoratio elenchi, 3- Non sequitur başlıkları altında bir şeyler yazıp yazmamayı kafamda evirip çeviriyordum. Metin’in yazı başlığını görünce diğer iletileri atlayıp ilk onu okudum. Okuduklarım hiç aklıma yatmadı. Bir cevap veren
Sovyetler Birliği’nin dinle imtihanı:
Moskova Kızıl Meydan’daki Aziz Vasili Kilisesi sosyalist rejim için ciddi bir sorundu. Düşünsenize, “Komünist İhtilal”in simgesel meydanının baş köşesinde her kubbesinde bir haçla görkemli bir katedral durup duruyordu. Parti ve devletin iftiharla düzenlediği
Adını ilk kez dokuz on yaşlarında bir çocukken duymuştum. Doğuya açılan uzak bir İç Anadolu köyünün yaz sıcağında, öğlen saatlerinde radyonun başına toplanıyorduk. Bu günlerde boşa harcayacak beş dakikaları bile olmayan köylüler, tarlada orakla ekin biçmeyi bırakıyor, dağdaki
14 Mart tıp bayramıdır. Türkiye’de tıp bayramı 1960’lara kadar devletin korporatist yapısına uygun olarak, illerde başhekimlerin ve askeri tabiplerin yönetiminde örgütlenen Tabip Odaları tarafından, daha çok lüks otellerde veya orduevlerinde düzenlenen “balolarda” kutlanmıştır. 1960’larda sınıf mücadelesinin toplumsallaşması
Doğanın karmaşasına bakışımız idealist uyum arayışlarımızın etkisinden kurtulmasıyla olgulara bakışımız da Gauss’un normal perspektifinden çıkıp Pareto’nun güç dünyasına kayıyor.
Sıradanlığın rahat fakat sıkıcı dünyası:
Normal dağılım olarak da bildiğimiz Gauss dağılımı çan şeklindeki eğrisi ve simetrik eğimleriyle yabancımız değil.
On dört yıl kadar önce girdi yaşamımıza. Sağlık ve tıpla ilgili görüşlerimizde devrim yaptı. Onunla tanışmadan önce de sosyalisttik, ondan önce de tıbba, sağlık sistemine eleştirel bakardık. Kişisel pratiğimizde olabildiğince koruyucu hekimlikten, bilgilendirmeden ve “iyi hekimlikten” yana durmaya