Yerim sizin “daha önemli” gündemlerinizi!
Bu sitede ve önceki birkaç yılda bizce çok hayati olan, aslında gerçek siyaset olan, şu gündemleri açmaya, şöyle tartışmaları alevlendirmeye çalıştık:
Orhan Kemal ve öteki edebiyat ödüllerindeki rezaletler.
Edebiyatta-sanatta sol-liberal hegemonya, piyasacılık ve kalitesizlik.
Gezi hareketinin
Bir süredir üzerinde zihin yürütmeyi ve nasipse kalem oynatmayı düşündüğüm bir mevzu idi. Demek ki kısmet bugüneymiş. Ülkemin genelde pek çaplı sayılamayacak insan hammadesinin içinde daha da az çaplı bir altgrubu oluşturduklarını düşündüğüm grafik tasarım tayfasının kıt ve
“Auschwitz duygusu”nun benim için ilk algısı donmuş ayaklardır. Tarihte gerisin geri bakarak Auschwitz’i kim hazmedebilmiştir? Yapılanların korkunçluğu, insanın bu derece alçaklaşabileceğine inanamamak olayları idrak etmeyi zorlaştırır: ama gerçektir işte.
Birkenau’da mart ayında atkı, bere ve eldivenlerimle son derece kalın
İki yıl kadar önce tıbbın sermayenin boyunduruğuna girmesinden rahatsız olan bir grup hekim, Tıp Bu Değil başlıklı bir kitap yayınladı. Farklı dünya görüşlerine ve siyasi düşüncelere sahip bu hekimleri bir araya getiren tek şey, tıbbın artık topluma hizmet
ÇGD’de yazar Kaan Arslanoğlu’nu izleyen sevgili dostum İhsan Orak bir ileti yollamış bana şöyle diyor iletide Orak:
‘’Arslanoğlu anlatırken, iç dünyamda öz eleştiri yaptım. Kendini solcu, sosyalist, devrimci olarak tanımlayanlar; kapitalist hayat tarzıyla yaşadığı sürece, düşüncesindeki dünyayı gerçekleştirmesi imkansız.
Hilda’nın gelişine altı ay vardı. Hamileliğinin üçüncü ayına birkaç gün eklenmişti ki Sima sıkıntı içinde yatağına süzüldüğünde, eşi ve yaşamının geleceği hakkında içini kemiren belirsizlik bu gece de uyku tutmayacağını ona hatırlatıyordu. Tanrı’dan biraz uyuyabilmeyi ve sadece güzel
Bursa Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin düzenlediği etkinliğe konuşmacı olarak katıldım. Konu “Hayatta ve edebiyatta solculuğun anlamı ve sansür” idi. 20 Kasım akşamı gerçekleşen toplantıya katılım yoğundu, üç buçuk saat hararetli şekilde konuştuk, tartıştık.
Toplantının kalabalık ve canlı
Sahte muhalefet “son kullanma tarihi geçmiş” iktidarlar üzerinde tatmin edilen “muhalefet”tir. Gerçek bir muhalif, “tedavüldeki” iktidara karşı çıkar; bir iktidara karşı çıkmak için güncelliğini yitirmesini beklemez, “güvenli mesafe” gözetmez.
Toplumcu Sağlık Söyleşileri’nin ilkini gerçekleştirdik. (22 Kasım Cumartesi günü) Katılan bütün dostlarımıza çok teşekkür ederiz.
1. Birincisi ve en önemlisi salon doldu. Bu bizi geleceğe yönelik umutlandırdı. Salonun dolması bu alanda
İnmeyen ve dinmeyen bir edimdir şairlik; yaşadığı topluma, yaşayan insan üzerinden yaklaşır. Değerleri hiçleyemez, solgun bir dünyada geleneklerden yükselir, arazlardan beslenir ve “Bağdat’ta bombaların bebek gülüşlerine” yanar, dört bucaktır şairin ömrü.
Bireylerin aylık gelirini yok etmemenin bedeli bilimin ilerlememesi; bu hümanist ve işveren zihniyet marifeti ile bireyler para kazanabiliyor ve hayatlarını idame ettirebiliyorlar. Bireylere sunulmuş olan sürtünme kuvveti, sınavlar, doğru politik kumaşlı kişiler-arası ilişkiler kurabilme özelliği bulundurabilme ve yaşamın
Kapana kapan
Sokal Kapanı diye adlandırılan olayı bilen bilir. Çok uzatmadan anımsatarak başlayayım: Bin dokuz yüz doksan sekiz yılında fizik profesörü Alan Sokal ve fizik kuramcısı Jean Bricmont birlikte “Son Moda Saçmalar/Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları”(*) adlı ortak bir
Sanatta kullanılan ilericilik-gericilik kavramları, güncel siyasette kullanılanlardan tamamen farklıdır. Bir sanatçının siyaseten ilerici olmasının sanatının konumu ile hiçbir ilgisi yoktur. Bir sanatçının sanatını değerlendirirken, güncel siyasi duruşu ile sanatsal duruşu birbirinden mutlaka ayırt edilmelidir.
Ya kendini akıl-fikir-Avrupa kültürü-edebiyat sülfürü ile bezemiş gösterenler. En radikali, en solcusu Sırrı Süreyya, Selahattin Demirtaş kültünden. En danteli Ece Temelkuran, Nuray Mert kertesinden. Kürtlere haklarının sonuna dek verilmesi taraftarıyım, onların bu yönleri kaşındırmıyor beni. Kürtleri
Silikozis hastalığı, kot kumlamada çalıştırılan işçilerde ardı ardına ölümlere neden olması ve binlerce insanın bu hastalığa yakalanarak ölümü bekler hale gelmesiyle kamuoyunun gündemine geldi. Sonraki süreçte verilen mücadelelerle kot kumlamanın yasaklanmasıyla silikozis gündemdeki yerini kaybetti.
Körfez’de Edebiyat dergimizin, Ekim sayısında; “Şâkir Şırıldak Şiir Yarışması” ilânını mutlaka gördünüz! Ve bu ilâna, otuzu aşkın kişi başvuruda bulundu. Elbette, yarışmanın, şiir ödüllerinin, şiir yarışma/yarıştırmalarının, anlamsızlığını eleştirmek olduğunu bilmeden! Yarışma ismi kurmacayken, yarışma jürisindeki isimler
Akif Akalın arkadaşımızın yürüteceği “Toplumcu Tıp Sohbetleri” serisi 22 Kasım Cumartesi günü Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde (Kadıköy) başlıyor. Toplantıların duyurusunu sunuyoruz:
Değerli katılımcımız,
Sağlığın yalnızca hastalık ve sakatlığın yokluğu olmayıp, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve toplumsal bakımdan tam
İnsan zekasının iflas ettiği, daha doğrusu bu iflasın kesin kanıtlandığı alanlardan biri de trafik. Her yıl katliam boyutunda ölüm, yaralanma ve organ kaybı yaşanıyor, ama insanlığın gündemine bir türlü giremiyor trafik sorunu.
Size fotoğraf sanatçısı, yazar İbrahim Akyürek’in hazırladığı
İnsan beyninin gelişimi ve buna bağlı olarak dilin oluşumuyla evrim süreçlerine dair bilimsel çalışmaların yoğunlaşması, biyolojik ve kültürel evrimimiz konusundaki birçok soru işaretini de ortadan kaldırmaktadır. Ancak, bulgu-veri ve bilgilerin değerlendirilmesi noktasında yeni soru işaretlerinin doğmasına
11 Ağustos günü, saat 23.30’du. Kendimi Heliopolis’teki Shereton (Yeni adıyla Fairmont) Oteli’nin lobisinde buldum. Sanki kaybedilmiştim. Hükümsüzdüm. Lobinin barında ilk Sakkara biramı ısmarladığımda, küçücük bir gazete ilanını andırıyordum. Kimse fark edemezdi.
Havaalanına beş dakika mesafedeydi otel
1990-1999 yılları arasında cezaevi dışındaki örgüt içi öldürmelerin sayısı 1030. Bunların 904’ü PKK tarafından gerçekleştiriliyor. Yılmaz’a göre bu sayıya dağlarda ve kamplardaki bazı infazlar dahil değil. Yani rakamların eksiği var, fazlası yok.
Kitapta anlatılan işkence ve
Utanç! Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir. I. Bergman.
Türkiye’de okuduğu en derin roman Da Vinci Şifresi olan yüzlerce akademisyen, hakkında eleştiri yazısı yazdığı kitabı okumayan eleştirmenler vardır. Ülkemizde rezil olmanın hiçbir yolu yoktur. “Halk okumuyor” diyerek “geyik yapmak” kolay.
Vaktiyle popüler bir yayın organı, bilmecemizin fotoğrafında bir parçası verilen başlıkla çıktı. Kürdoloji enstitüsü neden kurulmalı sorununu ayrıntısıyla ele alan bir yazı ve değişik otoritelerle yapılan röportajlar vardı içinde. Aşağıdaki alıntı da o demeçlerden birinden alınma.
Ama en çok bir liberal başkaldırıydı.
Hani bir portakal devrimiydi demek istemiyorum, iç dinamik çok baskındı, bir dış etki varsa, bence sonradan sınırlı ölçüde gerçekleşmiştir. İktidar bu konuda da yalan söyleyip duruyor.
Fakat oradan genç bir bakış, genç bir hareket çıkmadı.
Herkesin birbirine benzediği yerde hiç kimse yoktur.
M. Foucault.
Bilmeyi olanaklı kılan şey, önermeler arasında doğruluk değerlerine göre bir hiyerarşi oluşturabilmektir. Nesneleri ve kavramları adıyla çağırmak, nesnel gerçekliğe varmanın ilk koşuludur.
Türkiye’de sağlığa “toplumcu” bir mercekten bakan çalışmaların hızla artıyor olması çok sevindirici. Son birkaç yıldır hız kazanan bu çabaya, İstanbul’dan bir Aile Hekimi, Dr. Haluk Çağlayaner, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye Sağlığın Çağdaşlaşması başlıklı kitabıyla katıldı.
Rastgele yanıtlar ve beyanatlar:
1) 80 yaşında karın şişliği olan kadın hastada ilk ve en önemli ön tanı nedir?
2) 35 yaşında sol koltuk altında şişlik olan kadın hastada ilk ve en önemli ön tanı nedir?
Bu üstteki sorulara en büyük kentlerimizdeki devlet,
Heraklit’in ünlü sözüdür: “insanın karakteri kaderidir,”. Çoğu zamansa bir ülkenin kaderi o ülkenin insanlarının da kaderi olur. İnsanın karakteri değişmez belki ama ülkelerin kaderleri değiştirilebilir. Yusuf el Kaid’in Mısır Topraklarında Savaş (1) adlı romanının kahramanı, yoksul bir köylünün
Ara sıra uğradığım Türk esnaf. Uzun süredir dertli, ama bir o kadar gururlu. Oğlu iki yıldır Suriye’de savaştaymış. Her an ölüm haberini almayı bekleyerek iki yıldır diken üstünde yaşıyormuş adamcağız, on beş kilo vermiş. “Benim oğlum yedi düvele karşı
Yine bir maden faciası, yine TV’lerde uzmanlar, yine cenazeler ve yine geride kalan acılı aileler... Bu tablo artık o bitmez tükenmez, aynı repliklerin art arda 3 – 5 kez tekrarlandığı, geçen bölümlerden sahnelerin tekrar tekrar izlendiği “pembe dizilere”
Şiir dünyamızın saygın figürlerinden olmasına karşın, nedense, edebiyat dünyamızda adı pek duyulmayan, 1950’lerin önemli şairi Şâkir Şırıldak adına bir şiir yarışması düzenlenmiştir.
İnsanın „saçmalama özgürlüğü“nü hoşgörenler, aynı zamanda onun en asgari yaşama, barınma, beslenme haklarını gaddarca çiğneyenlerdir. En temel insan haklarının her gün milyonlarca kez çiğnendiği bir dünyada, bu kadar çok „hoşgörü“ sözcüğünün duyulması tesadüf değildir.
Yöntemsel bir güçlüğümü yazmak zorundayım. Her kalıba giren, her yere yayılan ironi bulamacından oluşan bir monoloğu neye göre eleştirebilirim? Ortaçağın çoktan yitip gitmiş romanslarının doğaüstü efektleriyle çeşitlendirilerek yeniden üretildiği gotik anlatıların günümüzdeki bir örneğini hangi ölçütlere göre değerlendirebilirim?
Bir gazetemiz baş sayfadan bildirmiş. İçerde de geniş haber yapmış. Bilmecemizin fotoğrafı da aynı gazeteden. Haber başlığı ve spotu şu şekilde:
Necati Cumalı’ya verilen Orhan Kemal Roman Ödülü tartışmalara yol açtı. “Viran Dağlar”ın ardındaki ödül. Seçici kurul daha
Ankara Onkoloji Hastanesinde 32 yıl çalışmış bulunuyorum. Bu yılları hatırlatırsam önümüzdeki günleri daha açık görebiliriz diye düşünmekteyim.
Nasıl ki her doktor, mesleki etkinliği ile eğitim sırasında öğretilenler arasında her zaman yenilikler ile karşılaşmışsa ve eskiler büyük bir hızla terk