Editörün sunusu: Bir şair arkadaşımızın kardeşinin 1998’de Orhan Pamuk için yazdığı yazıyı, bu arkadaşımız ve ayrıca editörümüz Nihat Ateş’in önerisi üzerine yayımlıyoruz. Farklı bir yönden bakış. Ayrıca belki tartışma doğurur.
Pamuk’un sessiz kadınları…
İlk okuduğum Pamuk
Sorun son derece basit, doğrudan ve parasal. Temel eserler medyaya -ki sağ ve sol medya arasında hiçbir fark yok- reklam ve para getirmiyor, çoğu niteliksiz olan güncel eserler ise reklam ve para getiriyor.
Başka deyişle düşüncede
Siz roman okumayacak, öyküye ilgi duymayacaksınız, ama siyasette pek doğru
durduğunuzu sanacaksınız. Mümkün mü böyle bir şey? Veya roman denince piyasada rağbet gören ne kadar çer çöp varsa onlara ilgi duyacaksınız, ama ülkenin niye böyle felakete
Yanardağ eteklerindeki bitkiler gibi kavrulup yok oluyoruz! Elimizden gelen hiçbir şey yok gibi! Mahkûmuz, insan eliyle olandan ötürü! Ancak yine ve yeniden insanca bir çabayla erişebiliriz, var olana ve hiçliğe karşı! Böylesi karmaşık bir toplumsal doku, şizofrenik dünya
Cengiz Gündoğdu hakkında, popüler kötü eserleri çok iyi eleştiriyor, ama iyiden verdiği örnekler yetersiz, iyiden pek anlamıyor, diye düşünüyordum. Estetik Kalkışma’yı birçok yerini atlaya atlaya hızlı okumuştum. Şimdi daha dikkatli okudum. Bu kitapta edebiyattan verdiği kötü
Ey okur, Türkiye’de kirli olan şey sadece siyaset midir? Edebiyat baronlarının hepsi çok demokrattır! Piyasa edebiyatının mafya babalarının hepsi adaletten ve insan haklarından yanadır! Hepsi hak ve hukuktan söz eder! İhale yolsuzluğundan söz etseniz sizi onaylarlar. Adam kayırmacılıktan
Olay, bu sitede Ubeydullah Günel’in, “İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı romanını harika yapan nedir?” adlı yazısıyla başladı. Daha önce “Nihat Genç’in yeni romanı yine harika “ başlıklı bir yazım yayımlanmıştı, Günel’in yazısı buna cevaptı.
Ubeydullah Günel’in yazısı
Dünyaya nasıl geldiğimizden ve buradaki -varsa-misyonumuzdan söz açmayacağım. Neresinden tutulsa eksik kalacaktır. Yalnız elimizde kesin olan bir şey var, o da bu dünyada bir yerimiz olması ve diğer canlılardan görece farklı bir kategoride bulunmamız.
Her nesne bilinçten
Yazar Mehmet Eroğlu’nun “ahlak ve özgürlük, deniz gibidir; yarım özgürlük, yarım ahlak diye birşey olmaz” diye bir cümlesi vardı. Doğası gereği yarım olamayan bu kavramlara “muhalifliği” de ekleyebilirsin. Muhalefet, “part-time” yapılmaz.
Hem sistemin nimetlerinden faydalanıp hem
Gazeteci Yusuf Yavuz ve Biyomühendis H. Çağlar İnce'nin hazırlayıp sunduğu KanalV'de yayınlanan belgesel-haber programı Islak Çarıklar'da bu hafta 600 yıldır Yörüklerin hafızasında yaşayarak bugüne ulaşan bir isyan öyküsü ekranlara geldi.
“İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?” romanını harika yapan nedir?
Kaan Arslanoğlu, Nihat Genç’in “İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?” adlı romanıyla ilgili bir yazı yazmış. Başlığı ve ilk tümcesinde romanı harika bulduğunu belirtiyor. Bu yargıya varmasını, kitabı, “okumaktan ve yazmaktan iyice bunaldığı
Kim ne derse desin, eleştirmenler, özelde edebiyatın (genelde sanatın) üvey evlâtlarıdır. İki kez ikinin dört ettiği kadar kesin bir gerçektir bu. Şairler / yazarlar (sanatın hangi dalında olursa olsun, eser verenler), veya kendilerini şair / yazar (sanat insanı
O hançer ki, hipnoz tanrılarının en zehirli, en aşağılık, en öldürücü silahıydı! O işte, güzelim medya! O işte, alçak medya! Tek bedende çift cinsiyet! Ah tanrım, kapkara bir sanrı mı bu? El öptürüyor, diz çöktürüyor ve
1980 öncesi (1970’lerin sonları), Afşar Timuçin’in Felsefe Dergisi’nde, Ömer Ateş Kızıltuğ imzâlı şiirleri severek / beğenerek okuyordum. Ben o yıllarda, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mühendislik öğrencisiydim. Doğrusu, o dönemin seçkin bir üniversitesinin, ancak çok yüksek fen-matematik puanlarıyla girilebilen bir
Bu kitabın içeriği, piyasa edebiyatı için başka bir evrenden gelmişcesine tuhaftır. Bugünkü vasat edebiyatı üreteçlerinin, edebiyat piyasası-piyasa edebiyatının bakış açısından bakarsak bu kitap modası geçmiş bir kitaptır. Bu kitap piyasa edebiyatı unsurlarının, gördüklerinde yüzlerini buruşturacakları konuları işlemektedir. Onlar
Artık böyle pis şeyler görmeyeyim ben bu evde,
farkındayım her şeyin, hiçbir şey kaçmaz gözümden,
çocuk değilim artık, ayırabilirim iyiyi kötüyü.
Çok şeyler görür, çaresiz katlanırım hepsine,
koyunlarım kesilir, şarabım ve ekmeğim harcanır,
ama sizin kalabalığınızla baş edemem tek başıma.
Bir kelebek, tiranları düello'ya davet eder!
Fırlatmıyor yüzlerine beyaz eldivenlerini, alınları ak değil çünkü. Kızgın bir boğa gibi soluyarak, atıyor beyaz eldivenleri yere!
Beklenmeyen bir meydan okumayla,
Merhaba,
Şiirlerini bir değil, bir kaç kez okumaya çalıştım. Hiç çekincesiz, dobra dobra söylemem gerekecekse, her okumaya kalktığımda, Türkçemizin en iyi şairlerinden Cemal Süreya'nın, "kumaşın kalitesi, ilk metresinden belli olur" deyişi geldi aklıma. Bir şiir de, kendini, nitelikli olup
Benim de üç şiirimin yayımlandığı (onları yorumlamak, bana düşmez) insanbu’daki şiir birikimine, topluca / kuşbakışı bir yaklaşımı denemek istedim bu yazıyla. Buna karşın, her insan tekinin, istediğince çalışsın, öznelliğinden tümüyle sıyrılabilmesi, bana olanaksız görünüyor. Dolayısıyla öznelleştiğimi düşündüren noktalar,
Nihat Aslanyürek’in ilk romanı Cin Kubbesi’ni (Nihat Aslanyürek, Cin Kubbesi, Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, 1. Baskı, Ankara, Aralık 2014, 288 s. ) okurken, hem tema-konu, olay örgüsü ve iletileri açısından hem de dil ve anlatım özellikleri bakımından farklı
Halil Altındere ve Süreyya Evren’in hazırladıkları ‘User’s Manual– Contemporary Art in Turkey (Kullanma Kılavuzu – Türkiye’de Güncel Sanat), 1975-2015’ adlı kitap üzerinden Bedri Baykam sanat tarihi yazımıyla ilgili bir tartışma başlatmıştı ekim ayında. Öncelikle,
Okura adı olmayan bir Taraf Gazetesi, tanımlanmamış bir Radikal 2 okutmak istersen kapağa bir Nazım Hikmet arkaya bir Nilgün Marmara koymalısın…
Bu dergiler bir tür eşkal değiştirme yeridir: 12 eylüle övgü düzenlerin, yıllarca iktidarı destekleyenlerin, penguen medyasında yıllarca en
“Zamanı” bir metin olarak kabul edersek Tevfik Fikret, ona bir “zeyl”di. Yazdığı şairinden ayrılmaz; ama bir an için ayırdığımızı düşünürsek bu zeyl doğrudan doğruya Fikret'in kendisidir. Süleyman Nazif'e 1899 yılında yazdığı o ünlü mektubunda ne diyordu: “Herkes namuslu
Yorumlarınızda ilgili şiir veya öykünün adını belirtmeyi lütfen unutmayınız. Bir süredir sadece gerçek adını ve soyadını belirten yorumcularımızın görüşlerini onaylıyoruz. Editörlük…
Bir ay olmadı sanıyorum, adını ilk kez duyduğum Uğur Yanıkel adlı biri, Dağlarca Şiir Yarışması bağlamında düzenlediği üç soruluk bir soruşturmayı, benim e-posta adresime de göndermiş, benim de o konudaki görüşlerimi kendisine bildirmemi ricâ etmişti. Yanıkel’in iletisi incelikliydi,
Aydınları gündeme taşıyan bir haber başlığı bu: “Aydınlar bugün ortak bir açıklamada bulundu.” Hükümete, yolsuzluklara, hukuk sisteminin denetlenemezliğine karşı bir bildiri, bazen kısa bir açıklama ile çıkıyor aydınlar. Bir bakıyorsunuz, birbirinden çok farklı,
Zeki Demirkubuz’un Bulantı filminde zavallı bir insanın siluetini görüyoruz. En insandan uzağı ve zavallısı Ahmet; onunla ilişkide bulunanlar da farklı değiller. Ahmet’in zavallılığı dışından değil, içinden geliyor. Hali vakti yerinde, iyi bir apartman dairesinde oturuyor. Üniversitede
Sadık Albayrak’ın İleri Haber sitesinde yazdığı, “Küçük burjuva sinemasının sonu: Bulantı ya da Zavallılar” yazısı üzerine düşünürken, Zeki Demirkubuz sinemasını ben mi yanlış biliyorum dedim ve gerçekten sistemin içinde sistemle bir yanı vardı da görememiştim diye düşünmekten kendimi
İsmail Altınok-Kurtarılan Resimler Sergisi’ni uzun süredir düşünmekteyim. Serginin İyi veya kötü oluşuna sanatçılar karar verecek, ben emek ve coşku kısmını ifade etmeliyim inancındayım. Ressamla yaşarken duygularını, resim yapma coşkusunu, olumsuzluklarda ise sıkıntılı hâli
Eskiden daha güzeldi, skandallar vardı. Şimdi düzenin kendisi bütünüyle bir skandaldır. Her şey skandal olunca hiçbir şey şaşırtıcı gelmiyor artık. Cumhuriyet gazetesinde 26-30 Ağustos tarihleri arasında Feridun Andaç’ın bir yazı dizisi yayımlandı: “Romanımızda Kurtuluş Savaşı”. Gerçekçi
Editörün sunusu: Bu öykü mütedeyyin, muhafazakar kesimden bir akademisyen hekim arkadaşın. Daha önce yine takma bir isimle gayet ilginç-hoş bir romanı çıkmıştı. Bu öyküyü siteye koyduk ki, dışarıdan tamamen farklı bir kesimden sol, sol mücadele
Burada, kendisini devrimci diye diğer soldan ayıran soldan bahsediyorum. Hepimizin umut bağladığı, yarınların kurucusu olarak gördüğü soldan. Toplumda eşitliği, ortaklaşmacılığı, kardeşliği kuracak olan soldan. İnsanın insanı sömürmesini ortadan kaldıracak, en basit insani gereksinmelerin birer kazanç kapısı yapıldığı iğrenç
Sür yalanı namluna... Halkların kardeşliği...
Sık ensesine kardeşin... Koy bir şiir...
Nazım'dan da yanına... Ölümlerle baş edebilir bir halk... Yalanlarla ölür.
ANONİMLEŞEN BİZ MİYİZ YOKSA DİL/SİZLİK Mİ?
Edebiyat söz konusu olunca ‘anonim’ sözcüğünü ‘sahipsiz’ anlamından çok ‘belli bir sahibi olmayan’ karşılığında kullanmak gerekir diye düşünüyorum. ‘Belli bir sahibin’ ortada olmadığı yerde bizi ilk karşılayan sınıflardan biri: halktır.
Bir piyasa “eleştirmen”inin bazı kitapları “övmeme hakkı” yoktur. Piyasa “eleştirmen”i yazı yazmamaktadır, zaten yazılmış olan övücü yazı, “yazıcısını seçmektedir”. Piyasa “eleştirmeni”, çok satan kitaplar için bir “talep yaratma memuru”dur.