Bir bayrak emekçi-yazar: “bizim” Sadık Albayrak

Bir bayrak emekçi-yazar: “bizim” Sadık Albayrak

Altı ay sonra Türkiye’yi sarsacak eylemlerin çıkış noktası olan Gezi Parkı’nın hemen yanı başındaki Taksim Meydanı’nda, The Marmara Taksim Oteli, 25 Aralık 2012 Salı günü, Türkiye’nin önde gelen gazeteci, yazar ve basın çevrelerine yakın kimseleri ağırlıyordu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından 1977’den bu yana verilmekte olan Sedat Simavi Ödülleri, bu soğuk kış akşamında sahiplerini bulacaktı. Pek çok katılımcı için anlaşılabilir olan bir heyecana, diğer pek çok katılımcıda birikmiş öfkeyle karışık üzüntü ve en çok da kuşku eşlik ediyordu. Nasıl etmesin; Ahmet Şık, Nedim Şener, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan gibi gazetecilerin Silivri zindanlarındaki tutsaklıkları daha yeni bitmiş, Soner Yalçın, Yalçın Küçük, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan gibi daha pek çok gazeteci, yazar ve aydının tutsaklıkları ise devam ediyordu. Birçoğu Cemiyet üyesi olan bu gazeteci ve yazarları, altında imzası bulunan “haber” ve “yazı” müsveddeleri ile adeta hapse yollamış bulunan polis bülteni çalışanı Mehmet Baransu’ya ise, daha üç yıl önce, 2009’da, yine bu ödüllerden biri verilmişti. Salonda bu karışık duyguların gerilimi, sahneye yine, üç yıl önce de TGC Başkanı olan Orhan Erinç çıkıyordu. Sonradan iktidarın kendisinin bile nedamet getirerek elini yıkamaya çalıştığı Silivri operasyonlarının başlıca hedeflerinden biri olmuş Cumhuriyet gazetesinin yazarı da olan Erinç, bu operasyonlarla iyiden iyiye yok edilen basın özgürlüğünden söz ediyordu. Bu söylevin arttırdığı kasvet, ödül törenine geçildiğinde dağılmaya yüz tutmuş, ödüller ve sahipleri arka arkaya okunur, platforma çıkarılır, alkışlanır olmuştu ki, izleyici sıralarından bir gürültüdür koptu: “Masum, ama savaş kışkırtıcısı!”

 

“SAVAŞ KIŞKIRTICISI ORHAN PAMUK”

 

Uzun boylu, bir yakışıklı adam, çıkmak üzere boynuna kırmızı atkısını takarken, haykırmaya devam ediyordu: “Savaş kışkırtıcısı bir yazarın eserinin ödüllendirilmesini kınıyorum!” Kastedilen, Nobel ödüllü ve de pek çok ünlü yazarımız Orhan Pamuk’tan başkası değildi. Pamuk, 2008’de Masumiyet Müzesi adlı romanını çıkarmış; yönetmen Demet Haselçin’in kitabın çıkışından da önce çekimine başladığı aynı adı taşıyan belgeseli ise 10 Mayıs 2012 tarihinde devlet kanalı TRT Türk’te yayımlanmıştı. Cemiyet, işte bu belgeseli televizyon dalındaki ödülüne layık görmüştü. Daha önce yine bir diğer Pamuk romanı Benim Adım Kırmızı’ya da Aklın Gözü, Gözün Şenliği isimli belgesel çekmiş bulunan yönetmen Haselçin’in, ödülünü Eskişehir’in aydın belediye başkanı Prof. Yılmaz Büyükerşen’in elinden aldıktan sonra yaptığı konuşma sırasında Orhan Pamuk’a etmeye çalıştığı teşekkür, işte bu isyan ile kesilmişti. İsyana kalkan, gündüz emekçi, gece edebiyat eleştirmeni ve yazarlık yapan ve ancak bu şekilde yazarlık yapabilen, “Bizim” Sadık Albayrak’tan başkası değildi. O Sadık Albayrak ki, ta yedi yıl önce, 2005’te çıkardığı Noterler ve Edebiyat isimli kitabında, burjuva yazıcıların ipliklerini çoktan pazara çıkartmış, bu tiplerin Türkiye aydınını nasıl için için çürüttüklerini, Türkiye Yazarlar Sendikası’nda Seyyit Nezir ve Yetkin Aröz gibi diğer namuslu edebiyat insanları ile birlikte verdiği kavga başta olmak üzere, her fırsatta dile getirmeye çalışmıştır. B. Sadık Albayrak ayağa kalkmış, haykırıyor, kırmızı atkısı da onunla beraber hiddetlenmiş dalgalanıyordu. Sırf hukuku savundukları için TYS’de bile hakaretlere maruz kalan Albayrak, Cemiyet’in o günkü yönetim kurulu üyelerinden birinin kalkıp “Çık dışarı!” diye bağırmasına da şaşırmaz, fakat “bir panelde konuşmacı olsa, top sakalıyla özgürlük, demokrasi nutukları atacak bir liboşa benzeyen” bir başkasının yumruğu karşısında hazırlıksız yakalanır. Yine de yılmaz Sadık Albayrak, hiç olmazsa salondan çıkışında gazetecilere, isyanının gerekçesini açıklama imkânına kavuşur.

 

“OKUMA YAZMANIN IZDIRAPLARI”

 

“Salonun dışında gazetecilere, neden tepki gösterdiğimi açıkladım. Suriye Devlet Başkanı Esad’a açık mektup yazarak, bir NATO sözcüsü gibi, başkanlığı bırakmazsa sonunun Kaddafi ve Saddam Hüseyin’in sonuna benzeyeceğini söyleyerek tehdit etmesini kınadığımı belirttim. 100’e yakın gazetecinin barıştan yana, savaş kışkırtıcılığına karşı görüşleri nedeniyle hapse konduğu bir ülkede, Gazeteciler Cemiyeti’nin bir savaş kışkırtıcısının müzesiyle ilgili programa ödül vermesini protesto ettiğimi söyledim,” diyor Albayrak ve ekliyor: “Okur yazar insan olarak, böylesi bir tutumdan utanç duymak da bizim omuzlarımıza düştü.” Sadık Albayrak, halkına karşı sevgi ve sorumluluk duyan bir yazar olarak, omuzlarına düşmüş bu ve daha nice sorumlulukları, bu yılın ilk aylarında çıkmış kitabı Okuma Yazmanın Izdırapları’nda ele alıyor. İsmiyle müsemma kitapta, okuyup yazabilen birinin, günümüz kapitalist toplumunda, kendisini biraz sorumlu hissetmesi hâlinde duyduğu, duyacağı, “ızdıraplar” yer alıyor. Bu “ızdıraplardan” en acımasız olanı, günümüz toplumunda kalemine dayanarak yaşamaya çalışan yazarlara ya hiç hayat hakkı tanınmaması ya da amansız yıpratılarak erken yaşta bu dünyadan göçmeye zorlanmaları oluyor. Başka yanlarının yanı sıra bu yanıyla da, kitap, gündüz emekçi, gece yazar Sadık Albayrak’ın kişisel tarihini de içeriyor. Bu, öyle çok kişisel bir tarih de değil, zira içinde edebiyatımızın unutulmaya yüz tutmuş romancıları, şairleri ve daha niceleri var. Sadık Albayrak’ın son kitabı, bir anlamda, başta Köy Enstitüleri ve buradan yetişen edebiyatçılarımız ile 25 yılı aşkın bir zamandır solun ve sosyalizmin edebiyatını, felsefesini, bilimini ve sanatını savunan İnsancıl dergisi etrafında toplanmış değerli yazarlarımız olmak üzere, unutturulma ve “sessizlik suikastına” karşı bir bellek savaşımını da veriyor.

 

EDEBİYAT, SANAT VE KAVGA

 

Sadık Albayrak bize edebiyatta toplumsal gerçekçilik yanlısı Cengiz Gündoğdu’nun Estetik Kalkışması’nı, Köy Enstitülü yazarlarımızı, “emekçinin türküsünü okuyan” şairler Günel Altıntaş, Rahime Henden, Hüseyin Haydar, Özkan Mert ve Berrin Taş’ı; Kemal Özer’i, Orhan Kemal ve çizer Ferit Öngören’i, Afşar Timuçin’i, Sabahattin Ali’yi, Enver Gökçe’yi, Rekin Teksoy’u, Güngör Gençay’ı, tiyatro yazarı Kemal Bekir’i, Yusuf Ziya Bahadınlı’yı, Muhammet Çakıral’ın Karadeniz öykülerini ve mizahçı fakat bu dünyadan çok erken göçen Murtaza Gürkan’ı tek tek tanıtıyor. “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” diyen Gülten Akın’ı andırırcasına, “Üç beş kelimelik internet iletisi okumaya koşullanmış insanların vakti yok böyle kalın kitapları okumaya…” diyor (s. 83) bizim Sadık Albayrak içli içli ve ekliyor: “Onların kitaplarının yazılmadığı, basılmadığı ve okunmadığı bir Türkiye, giderek daha çok karanlığa gömülen bir Türkiye’dir.” (s. 151) Sadık Albayrak’ın kitabında Brecht’in sanat anlayışını, “edebiyat dünyasında kişiliğini piyasada değişime sunan”  (s. 305) yazarlara karşı mücadelesini ve tabii ülkemizi, “din ile meta fetişizminin birleştiği yerde ortaya çıkan günümüz Türkiye’sini” bulacaksınız. İşçi sınıfının yanında, halkına karşı sorumluluk duygusunu elden bırakmayan bir emekçi-yazarın, bir edebiyat eleştirmeninin kavgasını bulacaksınız.

 

TÜYAP İZMİR FUARINDA ÜÇ YAZAR

 

Sadık Albayrak, bu son kitabını, “Hocam” dediği Yalçın Küçük ile Küçük’ün sayısız hapisliklerinde “gönüllü görüşmecisi” ve Albayrak’ın da dostu, arkadaşı olan, şair Mustafa Göksoy’a adamış. Şimdi kitabını adadığı dostlarıyla beraber, bu haftasonu, 25-26 Nisan günleri boyunca, TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nda, Doğu Kitabevi standında okurlarıyla bir araya gelecekler. Sadık Albayrak, kitabını benim için imzalarken, “okuma yazmanın sevinçleriyle dolu bir yaşam” dileğini de yazmış. Özellikle İzmir’deki okurlar için şimdi bu üç devrimci, kavgacı yazara, gelmekte olan baharın sevinçlerinin yanı sıra, “okuma yazmanın sevinçlerini” de duyumsatmanın tam sırası değil midir?

 

COŞKUN MUSLUK

 

Facebook
yorumlar ... ( 12 )
01-06-2015
01-06-2015 10:57 (1)
Kitabı okumadığım için bilmiyorum; soracağım soruya orada bir yanıt varsa şimdiden özür dilerim; ama daha önce kitap hakkında Aydınlık Kitap'ta yazan Taylan Kara ya da Coşkun Musluk'un yazılarında da bir yanıt bulamadım, buradan sormak istedim; belki onlar yanıtlayabilir: Kitap adında neden "ızdırap" sözcüğü kullanılmış acaba? 'Izdırap' diye bir sözcüğümüz yok; bilindiği bu sözcüğün doğrusu "ıstırap"dır. Eğer yazarın bu kullanımda bir amacı, vurgusu varsa en azından sözcük tırnak içine alınamaz mıydı? Saygılar Nihat Ateş
01-06-2015 11:16 (2)
darb kökünden gelir. her ne kadar te-de-ka-cılar bunu sizin düzelttiğiniz gibi yayınlamışlarsa da, eskiden "z"li form da kullanılıyordu ve onay almıştı. ki, esasen orada z olması daha doğru bence de. neden? arabofil arkadaşlar bayılırlar bunlara ama transliterasyondan bihaberdirler. o sesin türkçede bi karşılığı yok. olabilecek en yakın karşılık da (harf çevirisi, yani transliterasyon babında) s değil z olabilir. daha peltek ve üst-diş darbeli-dokunuşlu bi fonem... yine de tartışmaya açık bence. a.y.a. hürmetsss
01-06-2015 11:17 (3)
Şair Nihat Ateş'ten beklenmeyecek bir soru ama düzeltmen Nihat Ateş'in de sormak zorunda olduğu soru... Bu soruyu ben de kendime sorduğumda şöyle yanıt veriyorum, elbette burada yoruma girmeme geleneğimi de yıkarak, yazım kılavuzlarında "ıstırap" yazsa da bu biçimiyle bu sözcük benim anlatmak istediğimi karşılamıyordu. Izdırap daki "z" ise, sesiyle sorunu duyumsatıyordu. Eğer "ıstırap" deseydim Edebiyat-ı Cedide türkçesiyle yazıyor gibi olacaktım, ızdırap bana daha yakın ve günümüz türkçesi gibi geldi. Zaten dili yazım kılavuzlarına sıkıştırmak ne mümkün, bizden daha canlı ve daha hızlı değişip değiştiriyor. Şu sıralarda best seller bir kitap okuyorum ve sokakta konuşulan, uyduruk diyeceğimiz birçok kullanımı eloğlu edebiyat yapıp çıkmış... Sevgilerimle. B. Sadık Albayrak
01-06-2015 12:36 (4)
Hem Sadık Albayrak'a hem a.y.a'ya teşekkür ederim. Sadık Albayrak haklı; bir şair olarak "Lügatle cenk olmaz" diyenlerden değilim elbet ama "düzeltmen" olarak da zorunluluk... Yine de yazar sözcüğün üzerinde bir vurgu yaparak (Tırnak gibi veya kapak tasarımında farlı renkle yazılması gibi...) bizi uyarmalıydı. Böylece okur olarak sözcük üzerinde bana kendi yaptığı sorgulaması gibi bir sorgulama yapmam için uyarı çakabilirdi. Sevgiler Nihat Ateş
01-06-2015 14:22 (5)
Ya işte böyle! Osmanlının kültür yıpratıcılığı en belirgin örneğini dilde vermiş ve dil (Türkçe) gereksinimler doğrultusunda, kendi sağlıklı bünyesinde gelişemediğinden bugün birçok Arapça Farsça sözcüğü, Türkçede anlam karşılığını yeterli veya hiç bulamadığımız için zorunluluktan kullanıyoruz. Hâlâ durmadan (iki yüzlülükle de olsa) "Osmanlı" diye bir taraflarını yırtanlara kızmamak elde değil. R.Yılmaz
01-06-2015 15:12 (6)
sn. c. musluk'a teşekkür ediyorum... bu güzel yazısından, uzaktan bildiğim ama yazdıklarını okuyarak birinci elden pek tanımadığım, sn. s.albayrak hakkında, çok olumlu bir izlenim edindim... yazdıklarını daha yakından takip edeceğim... (bddm)
01-06-2015 15:13 (7)
sayın r.yılmaz, osmanlı diye bi taraflarını yırtanlara kızmak başka bişey, "osmanlı'nın kültür yıpratıcılığı..." ifadenize katılmamak başka. türk dili, feyza hepçilingirler çizgisindeki pekçok insanın düşündüğünün aksine, 1920'lerde de yazılı ifade keskinliği ve gücü konularında gayet yetkindi. "kendi sağlıklı bünyesi" öyle geliştiği için öyleydi. batı dillerinin emperyal uluslarca konuşulanları konusunda azıcık malumat sahibi olan bi insan benzer durumun onlar için de geçerli olduğunu zaten bilir. latince, yunanca sözcükleri bi çıkartın da, o anlı şanlı ingilizcenin nasıl cücüğe döndüğüne şaşarsınız. fransızca için kimse ağzını açmasın. o zaten doğrudan latin dilinden türev almış bi dildir. ispanyolcadaki arapça ve yerli dillerinden geçme sözcükler 1 (yazıyla: bir) ton çeker. kabahat osmanlı'da falan değildi. ulus olamamış bi kitlenin sosyal evrimdeki bariz geriliğine rağmen bunları yaratabilmiş olması bile mucize. lütfen bi durumu izah etmek için alakasız suçlama yapmayalım, emi? +++
01-06-2015 15:23 (8)
+++ osmanlıca diye pazarlanan şey, gramatik temeli tamamen türkçeden gelen bi suni resmi dildir. kamu yönetimi ve hukuk ile ilgili osmanlı'nın non-arabik tebaası tarafından arapça temelinde türetilmiş kelimelerin çoğunu ortalama arap anlamaz bile. ama arnavut, bulgar, ladino, aşkenaz, rum, ermeni, kürt (d değil!), gürcü, kırım tatarı, türk... hangi kökenden gelirse gelsin, bu devletin unsuru olan insanlar kendi idari yazışmalarını ve edebi ürünlerini bu "suni" dilde verebilmişse (hemi de boru gibi!), bize "osmanlı da bit bit, vik vik" dememek düşer. sizin takımın "söylev" diye yamulttuğu şeyin orijinali "nutuk"tur. bi zahmet Mustafa Kemal'i, o söylevi yazdığı dilde okumaya gayret edin! o kadar da zor değil. inanın bana! burada tartışılan şey edebi tekniktir. ve haydi fazladan olsa olsa transliterasyon uç ayrıntısıdır. avama zaten gitmez! cısss! a.y.a. bi daha hürmetsss ve dahi cısss (ülen, ondan sonra ben psikopat oluyorum. niye? şu söylediklerimde haksızsam birisi de çıksın desin!)
01-06-2015 16:02 (9)
Kişilerin yazdıkları kendi içinde çelişkilerle doluysa ve bildiklerinden fazlasını söyleme çabası içindeyseler; açıklama kısa tutulduğu için,anlam daraltması yapılmasına ve bu açık olmasına karşın birileri anlamayıp veya anlamazdan gelip başka yere çekiyorsa, hatta bilgilerinden kuşku duymadıkları anlaşılıyorsa, cehaletin bumerangına kapılmanın anlamı zaten yok vs. Yukarıdaki yorumları okuyunca insan sağlıksız özgüvenler konusunda dehşete kapılıyor...
01-06-2015 17:57 (10)
işte serbest stil çemkiriş! her zaman olduğu gibi adsız. bana çirkef sıçratılmaya çalışılmış ama benim paçam arkadaşın beyninden daha yüksekte durduğu için o çirkef topuğumdan sekip kendine dönüyo (bakınız: boomerang effect)! 1: bi zaamet şu yazdıklarımın kendi içinde çelişen kısımlarını açıklayıversen gülüm. 2: bildiklerimden fazlasını söyleme çabasıymışmış... ha guzuma! neyi ne kada bilip bilmediğimi sen nerden biliyon canikom? 3: ben anlamazdan gelmedim. gelmem de... sen anlatımını bi daha kontrol et. 4: bilgimden kuşku duymuyorum tabii. kuşku duyduğum şeyi burada "kuşkulu" diye dile getiririm çünkü. sen miyim ben? 5: cehaletin bumerangı! güldüm. madmax'te bi bumerang sahnesi vardı. tam seni anlatıyo! 6: sağlıksız özgüven konusunda dehşete kapılma. kendinde var o. eğer dehşete kapılıyosan zaten doğru yoldasın. tedavinin önşartı durumunu kabul etmektir. 7: ulusal disleksi günü mü ya bugün? ondan mı kutlamaya katıldın yoksa sen? a.y.a. her zaman adla çıksss ve selam çaksss
01-06-2015 17:57 (11)
Uzun boylu yakışıklı adam kim, hani kırmızı atkısı olan?
02-06-2015 08:13 (12)
Tdk da her ikisi de mevcut
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210838
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.