Ben kimim?
Şairliğe açılan dünyam
PUSULA
Bir bebek saflığında
Bağlıyım değerlerime
Hayatını hesaba kuran
Köreltir zekâsını
Anlamaz insana karşılıksız yönelimi
Acıtır içtenliği
Yüreği cüce devler
Subaşlarını tutmuş
Oyunda haksızca atılan çocuğun
Düş kırıklığı içimdeki
Bir bebek saflığında
Gene de bağlıyım değerlerime
Her zaman, bebeleri, çocukları çok sevdim. Bebelerin gülüşüne hayranım. Bebelerin gülüşü, aklımı hep başımdan alır; olabildiğince saflaşırım. Bebelerin gülüşünü şiir olarak görürüm. Şiir yerine, bebelerin gülüşü, insanlık bilincine eşanlamlı olarak yazılabilir; şair dünyamın düşüdür bu.
5 Ekim 1964,Vangölü çevresi Adilcevaz ilçesinde doğmuşum. Üç çocuklu bir ailenin ortanca oğluyum.
Ortanca çocuk olmanın, imkânlı çocukluk olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendinden hem büyük, hem de küçük kardeşi olması, deneyim kazanma ve aktarma açısından eğitici oluyor. Kardeşlerimle, güzel çocukluk dönemi yaşadım. Annem bizi sevgiyle, özenle büyüttü. Annem, babaannemin ilk geliniydi.
Babaannemi çok sevdim; o ailemizin cesaretiydi, güvencesiydi. Şimdi elimde, üç dört yaşlarında birlikte, siyah-beyaz fotoğrafımız var. Bağda, bahçede oynarken, yılanları gördüğümüzde korkardık; o yılanları öldürür bizi kucaklardı. Babam ile birbirlerini çok severlerdi. Ömrünün son iki yılında ayakları tutamayacak derecede felç oldu; hep babam baktı. Son nefesine kadar bilinci yerindeydi. İnsanın kaçınılmaz sonuna hazırdı babaannem. Babam şimdi seksen yaşında, vasküler demans hastası; bu haline üzülüyoruz. Kardeşim kemal ile dayanışma içinde, babamıza hep hatırlatmalar yapıyoruz. Üstelik hastalık içinde hastalık çıktı, mesane bitik, hep sondalı yaşamak zorunda...
Babam ile hep arkadaş olduk. O zamanlar ilçemizde geleneksel hamam ve sinema kültürü yaşıyordu. Babam ile birlikte, güzelim tarçın çayının tadı-kokusu ve Yılmaz Güney filmlerinin bilinci, çocukluğumuzdu.
Kendi değerlerimin oluşmasında, babamın aydınlık, hoşgörülü güveninin katkısı var.
Babam’a
Süphandağı hep karlıdır
Ateş yaktı başında çocukluğum
Bağlardan bahçelerden bostanlardan
Yeşil Adilcevaz ilk toprağım
Yüzerek tasarlayıp sözleri ötelerden
Babamın sevincinde dalgalanır Vangölü
Şimdi canla başla nereye gitse
Şiir estiriyor bu sevdalım
1970 Adilcevaz Merkez İlkokulu, ilk öğrenciliğimin sevinci oldu.
İlkokul öğretmenim İzzet Şahin, Cumhuriyet devrimlerine bağlı, aydınlanmacı, ciddi ve disiplinli bir insandı. Babam ise, CHP üyesi olarak Deniz Gezmiş hayranıydı. Öğretmenimiz, matematik dersini daha çok sever, önemserdi. Bu nedenle, matematik dersinde sınıf olarak daha başarılıydık. Öğretmenimizi saygıyla seviyorduk. Ondan ayrılmak istemiyordum. Ancak ikinci sınıf ile üçüncü sınıfın birinci dönemini, Hatice teyzem ilkokul öğretmenliğinin ilk yılına başlıyordu; beni de öğrencisi olarak yanına aldı. Bitlis Merkez Kurtuluş İlkokulu’nda okudum. Çoğunluğu, hem bizim dilimizden farklı bir dille konuşan, hem de bizim dilimizi farklı şive ile konuşan sınıf arkadaşlarımla tanıştım. Teyzem 1972 yılında, Ahmet amcam ile evlendi sonra Ankara’ya taşındılar.
Türkçemizi hep çok sevdim, anadil insanın dünyasıydı; Kürt kardeşlerim iki dünyalıydı; çocukluğuma kazılı bilincimdir bu. İkinci, üçüncü bir dil öğrenemedim; eksikliğimdir. Denizlerin Altı Mayıs 1972 , “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği!” türküsünü hep hatırladım. Şair dünyamın bilincidir bu.
DENİZLERİN TÜRKÜSÜ
Altı mayıs
Denizler hep kendi türküsünü söylüyor
Yoldaşça
İnancın
Güneşine asıldık
Övüncümüz
Şiire kaynaşan ömrümüz
Altı mayıs
Gönlümüze dokunuyor
Denizlerin güneşinden
Al umudu öfkenle çoğalt
Kavganın sevda sıcaklığında
Dalga dalga yaşat
Altı mayıs
Yoldaşça
İnancın
Güneşine
Bağlandık
Bir daha
Bir daha duyun ey
Denizler
Gönül gönüle bütünleştiler
Sığmadılar coşkularına
Susmayan söz oldular
Hep halkların türküsünü söylediler
Daha sonra yine ilk öğretmenime kavuştum. Öğretmenim ile babam, hem sıcak, hem de saygılı bir dostluk içindeydiler. Dördüncü sınıfın yaz tatiline girerken,
Babam traktör aldı; büyük kardeşimi de yanına alarak, buğday tarlalarında çalışmaya başladılar. Babam öğretmenimle de konuşarak, manav dükkânımızın bütün sorumluluğunu bana devretti. İki yaz başarıyla bu işi yaptım.
Bu deneyim, karar vermede sorumluluk bilincimi ve özerkliğimin oluşmasında da, kişiliğimi güçlendirdi. 1975 yılında, ilkokuldan pekiyi dereceyle mezun oldum. Öğretmenlik mesleğinin en güzelinin, ilkokul öğretmenliği olduğunu düşünüyorum. Öğrenci için ilkokul dönemi, öğrenme sevincinin en güzel en coşkulu dönemidir.
İlkokul Öğretmenim
Öğrenmeye öğretmeye merakla susayan
İlkokul öğretmenim
Yüreğinin kökünde yeşeriyor
İlk öğrenen çocukların sevinci
Gelecek ellerinde öğretmenim
Güzelliğe tomurcuklanan
Çocuklarımızdır ödülün
Bu erdemde
Yüceliyor insan yüzlerimiz
1975 yılında, Adilcevaz Lisesi Ortaokulu’na kayıt yaptırdım; 1978 yılında da iyi dereceyle mezun oldum. O zamanlar ortaokul lisenin kapsamı içindeydi.
Ortaokulun ikinci ve üçüncü yaz tatili dönemlerinde, tüccar terzi olan Nevzat amcamın yanında, çırak ve kalfa olarak çalıştım. Bu deneyimle de, emeğin yüceliğini ve artı-değerin nasıl oluştuğunu, ilmek ilmek bilincime kazıdım. Nevzat amcam bilinçli bir CHP’li olarak siyasetin içindeydi. 1977 yılının yaz tatili dönemi terzihanemizde çalışırken, MHP’li Kürtler, dükkânımıza attıkları taşlarla, camlarımızı ve kafalarımızı kırdılar. Faşizm ile canım acıyarak ilk kez karşılaşıyordum. Bütün tehditlere rağmen,
Nevzat amcam şikâyetçi oldu, dava uzun yıllar sürdü…
1970’li yıllar, çalkantılı, politizeliğin kesin, katı ve kalın çizgilerle devindiği bir dönemdi. 1978 yılında Ahmet amcam, inşaat mühendisi olarak üniversiteden mezun olmuş, Ankara’dan Tatvan’a taşınmışlardı. İlk kızları Dicle, benim özel kardeşim, canım yeğenim, üç dört yaşlarındaydı; onunla ne güzel neşeyle oynardık; birbirine güvenen arkadaşlardık biz.
BEBELERİN YÜZÜNEDİR YÜREĞİM
Ayrılmaz özlemlerin ırmağından
Unutulmaz sevinçlerde yaşadım
Bebeğim diclemin sevgisi kaldı
Okşanan yüzüme umut ışığım
Aynalar gülümserken gözlerime
Bebelerin yüzünedir yüreğim
Canıma dolanırken nefesleri
Şimdi uzakta güzeller güzelim
Rüyalarımda diclemle konuşan
Uyanıyor bebelenen seslerim
Aynalar gülümserken gözlerime
Bebelerin yüzünedir yüreğim
O benim sevincimdi, mümkün olduğunca güzel arkadaşımı görmeye giderdim. Şimdi Dicle’m büyüdü evlendi; görüşemez olduk ne yazık. Dicle’m ile birlikte Amcamın kütüphanesini de çok seviyordum. Onun kütüphanesinden ilk kez daha önemli kitaplar almaya başladım. İsmail Beşikçi’nin, “Bilim Yöntemi”, Nikitin’in ,“Ekonomi Politik” ve Georges Politzer’in, “Felsefenin Temel İlkeleri” ; bu kitapları döne döne okudukça, dünyamı derinden değiştirdiler. Merak içinde kitaplardan kitaplara ulaştım. Amcam, İsmail Beşikçi Hocanın kitaplarını ilk önce yayımlayan, Komal Yayınevi ile yakın dostluk içindeydi. İsmail Beşikçi Hocamızı, bir derviş bilim insanı ve düşünce dürüstlüğünün, düşünce özgürlüğünün yaşayan hazinesi olarak görüyorum. Bu aydınlanmacı çevre içinde amcam, Türkçe düşünerek, kendini Kürt olarak görüyordu. Oysa biz aile olarak Türk olduğumuzu düşünüyor, öyle hissediyorduk. Bulduğumuz sorularla ufuk açıcıydı tartışmalarımız. O tartışmalı güzel günlerin sosyalizm bilinci, ömrümüzün her döneminde hep buluşturmuştu bizi.
Kürt sorunu, Ortadoğu ve Türkiye için, derinliğine kanayan çok yönlü hep belalı yaradır.
Şair duyarlılığıyla baktığımda, Kürt sorunu, Türkiye için, devrimci sosyalist anlayışla daha 1970’li yıllarda çözülebilirdi. Yalçın Küçük Hocamızın da içinde bulunduğu, TİP IV. Büyük Kongre Kararları, Emek dergisinin 1970 Aralık sayısında yayımlandı; içinde Kürt sorunu konusunda çözüm önerileri de vardı. Ne yazık ki bu önerilerden dolayı TİP kapatıldı… Daha sonraki on yıllar Kürt sorununun kanlı dönemi olarak sürüyor…
Vangölü çevresinde o zamanlar Ahlat ile Adilcevaz’ın merkez yerleşim yerlerinin çoğunluğu, Türk olarak kabul edilirdi. Biz aile olarak CHP’li solcuyduk. MHP için Ahlat ve Adilcevaz önemli bir örgütlenme alanıydı; köylü Kürt aşiretlerinin büyük çoğunluğu da onları destekliyordu. Bu dönem, sol düşünceye karşı baskı ve şiddet oluşturma dönemiydi. Ben ortaokul son, Şemsettin Erkoç dostum ise lise son sınıftaydı. Okulda, MHP’li öğrencilerin, müdür değişikliğinden dolayı, kitlesel protesto eylemleri vardı. Sadece ikimiz katılmadık. Şemsettin büyüğümdü bana sahip çıktı. Onlardan ayrı, İkimiz beraber yürüdük, bize dokunamadılar çünkü ilçenin köklü ailelerinin çocukları ve başarılı öğrencilerdik. Babalarımızın da, güzel deyimle, kadim dostlukları vardı. Hep hatırlarım. Adilcevaz Lisesinde okuma olanağım kalmamıştı. On yıllar sonra memleketime gittiğimde, başta siyasal olmak üzere, sosyal ve kültürel dokunun tamamıyla değiştiğini gördüm. Değişmeyen, Nihat ve Şemsettin dostlarımın insan sıcaklığıydı sadece.
Başarılı bir öğrenci sayılırdım. Dayımlar Mersinde yaşıyorlardı; onların yanında kalarak, Ahmet amcamın da yönlendirmesiyle, Tevfik Sırrı Gür Lisesi’ne kayıt yaptırdım. Dayımların bitmeyen mutsuzlukları vardı; kurulu düzenin sevgisizlik ortamında didişiyorlardı. Çok üzülüyordum, ne yazık gücüm yetmedi, değiştiremedim. Özenle bu didişmeden uzak durmaya çalışıyordum. Yaşadığım durumun tetikleyici etkisi olabilir mi, bilemiyorum; bir yıl sonra hipotiroidi hastası oldum. Yaklaşık on beş yıl tedavi ve kontrollerim sürdü. Yine Ahmet amcamın desteğiyle, Ankara’da Prof. Dr. Selahattin Koloğlu’nun özel muayenesine, yılda en az bir kez gidiyordum. Sonunda tiroidi değerlerimiz normale döndü. Ancak ilaçların yan etkisiyle, ömür boyu sürecek, sinüzal taşikardiyle, baş başa kaldım. Sağlık dışında İlk etkisi, ikinci sınıf birinci dönem matematik dersinde, başarı oranımın düşmesiydi; hatta başarısız oldum. Matematik öğretmenim de çok şaşırdı; ikinci dönem yeniden başarı oranım yükselmişti. 1981 yılında da iyi dereceyle mezun oldum. Tevfik Sırrı Gür, Sol’un her renginin olduğu bir liseydi. Bu coşkulu güzel ortamda, başarılı sorumlu öğrenci olmanın da etkisiyle, bağımsız solcu olarak, özerkliğimi korudum.
Ahmet amcamın, bilincimde, kişiliğimde çok önemli katkıları var, bu ortamı en iyi, şiirle duyumsatabilirim; sizlerle paylaşarak şimdi coşkusunu yeniden yaşıyorum.
Yaşama Sevinci
O benim
Kişiliğime can katanım
Dönemeçlerde yol ayrımlarında
Farklı düşünsek de
Paranın gücüne dayanıp
İrademe baskı kurmazdı
O benim
Düşünmeye yoldaş bağlayanım
Gönül bolluğundan azdı zamanı
Verdiği söz onda
Hep vaktini şaşırırdı
Rahat bir şekilde
Tebessümle
Şaşkınlığı alıp
Yaşama sevincine katardı
O benim
Dönemeçlerde yol ayrımlarında
Ömrüme hep şifalı suyum
Ben bilirdim ihtiyacım olduğunu
Hiç
Ama hiç
Kendinden
Yoksun bırakmadı bizi
O benim hep çocukluğum
1981 üniversite sınavında istediğim bölümleri kazanamamıştım. Ancak kararlıydım, mutlaka kazanacaktım.
Adilcevaz’dan komşumuz, ışıklar içinde yatsın, Muzaffer Gürses Ağabeyimiz Ankara’da yaşıyordu. Beni kendisi gibi emekli öğretmen yılmaz bey ile tanıştırdı. Yılmaz öğretmenin kitabevi vardı. Onunla iletişim halinde, posta yoluyla ödemeli, önce sınava yönelik, ayrıca ilgimi çeken kitaplar alarak, üniversiteye hazırlandım. Ahmet amcamın, kitap konusunda herhangi bir para sınırı yoktu. Özgürdüm, istediğim kitapları alabilirdim.
1982 üniversite sınavında, İ.Ü. İktisat Fakültesinde okumaya hak kazandım; mutluydum. YÖK döneminin ilk öğrencilerindendik. Yalçın Küçük Hocamızın “ Bilim ve Edebiyat” kitabını ortak keşfettiğimiz arkadaşlarla çok güzel dostluklar kurup,12 Eylül darbesinin YÖK döneminde, muhalif bilincimizi koruyabildik.
“Bilim ve Edebiyat” kitabında Yalçın Küçük, Dostoyevski’nin “İnsancıklar” romanını çözümlerken, aydın-devrimci için, “İlgisinde tenkit, sevgisinde şiddet ”, olmalı analizini yapıyordu. Bizim için bu söz, ateşini kendinde bulan tartışma zemini oluşturdu. Bu nedenle çok derin-güzel dostluklar yaratabildik.
İ.Ü. İktisat Fakültesinden Eylül 1986 da mezun oldum. 1987 Nisanında askerliğime yedek subay adayı olarak karar aldırdım. Bu dönem Sayıştay denetçi yardımcılığı sınavlarına da hazırlandım. Sayıştay’ın daha özerk bir kurum olduğunu düşünüyordum. Sınavlara iki kez katıldım ve kazanamadım…
1987 yılında ilçemizin sağlık ocağında çalışan Doktor Alpaslan Gönültaş ile hep dost olduk. Onun mesai arkadaşı hemşire, güzel insan Süreyya da dostluğumuza katıldı. Bu dostluğun beklenmedik sonuçları oldu. Süreyya’yı, ilçemizin, yolu izi olmayan en uzak köyüne sürdüler. Aşkımız için başka bir çare bulamadık, İlçeye tekrar dönebilmesi için evlenmemiz gerekiyordu; ben işsizdim. Her zaman dostum, Nihat Ergören’in terzihanesi vardı; ortak olduk. Böylece tayin için gerekli evrak bulundu. Unutmadım, gençliğimizin en güzel deli çocukluğuydu bu.
Her zaman aşkım Süreyya ile 1988 yılının 12 Ocak günü evlendik. Ve aynı yılın 31 Martı askerlik için ilk günüm oldu. Sağlık kontrolünde revir doktoru, sinüzal taşikardi teşhisiyle rapor verdi; spor saatlerinde hep bahçe işlerine bakıyordum. Dört ay sonra 31 Temmuz 1988 de Tuzla Piyade Okulu’ndan yedek subay olarak mezun oldum. Yayladağı 3/2 Hudut Taburu’nda yedek subay olarak görev yaptım; insana dair öğrenme çeşitliliğim çoğaldı. Hayat böyle akarken 19 Nisan 1989 da kızımız Özgecan ömrümüzün dünyasına gözlerini açtı. 31 Temmuz 1989 yılında da terhis oldum.
1990 yılında yeniden İstanbul’a geldim. Ahmet amcamın desteği ve güzel dostluk kurduğumuz arkadaşlarımın da yardımıyla, Tahtakale Ticaret Merkezinde, elektronik eşya alım satımıyla ilgili bir dükkân açtım. Yanlış yerde dükkân açmıştım. 1990 yılının Kasım ayında bu işyerimi devrederek, sigorta acenteliği yapan güzel dostlarımın yanında serbest olarak çalıştım. 1991 yılında eşim tayinini İstanbul’a alarak, kızım ile birlikte yanıma taşındılar. Kızım iki yaşındaydı bize uygun kreş bulduk; ancak ilgili Ebru öğretmen üç yaşından küçük çocukları alamayacaklarını söyledi. Eğer kızımızın tuvalet eğitimini tamamlayabilirsek, yardımcı olabileceğini belirtti. Bu durumda eşim memurdu, bakamazdı. İş bana kaldı; severek altı ay kızımıza baktım. Kızımızın tuvalet eğitimi tamamlanmıştı. Gönül rahatlığıyla kreşe verdik. Kreşte, kızımızın diğer çocuklardan iki önemli farklılığı vardı; birincisi iki buçuk yaşında olması; ikincisi hep baba baba diyerek ağlamasıydı. Böylece kızımızla köklü yaşayan dostluğumuz oluştu. Dostlarımla da serbest çalışma dönemin devam etti. Bu dostlarımla 1993 yılında sigorta acenteliği için şirket kurduk; 2006 yılının sonuna kadar bu işimizi dostça sürdürdük. İşlerimiz iyi gitmiyordu, dostça anlaşarak ayrıldım.
İş hayatı da işsizlik durumu da bizi okuma tutkusundan koparamamıştı.
Başyazarlığını Yalçın Küçük Hocamızın yaptığı, Toplumsal Kurtuluş Dergisi’nin okuyucusuyduk. Derginin sahipliğini, sanatçı Bilgesu Erenus yapıyordu. İlk yazım, “Bilim-Politika-Yabancılaşma” dergimizin 1991 Mart sayısında yayımlandı. Bu benim için bugün bile övündüğüm bir coşkulu onurdur.
Yalçın Hocamızın, zaman buldukça İstanbul DGM deki duruşmalarına katılırdık.
Hem hocamıza hem de avukatları saygıdeğer hukuk insanları, Gülçin Çayligil ve Fikret İlkiz’e hayrandık. Sanki duruşmada değil üniversite de sevdiğimiz dersteydik. Gülçin ablamızda bu dünyadan ayrıldı; onu özlüyoruz. Gülçin Hanım, Erenus ailesinin de dostuydu.
Işıklar içinde yatsın, mesleği avukatlık olan, şair Müştak Erenus ile derin dostluğumuz oldu. Onun, seçtiğimiz şiirlerini, Toplumsal Kurtuluş yayımlıyordu; birlikte güzel günler yaşadık. Müştak Erenus, resim sevdalısıydı; evinin duvarları çeşitli resim tablolarının güzelliğiyle, renk cümbüşü içindeydi. Ressam dostum, Özlem Kalkan Erenus, Müştak Erenus’un gelinidir. Müştak Erenus, bizi, ilklerde buluşturdu, aynı dönemde sanata yöneldik; o resim yapıyordu, ben şiir yazıyordum. Sözüm-gözüm-elim üzerinizde diyordu Müştak bubamız. Müştak Erenus’un dünyasında, “bubam”, “bubam benim” seslenişi; insanı, insan sıcaklığına çağıran, bir kavrayış-eylem kucaklaşmasıydı. Özlem’in resimleri şiir kitaplarıma hep kapak olacaktı. Kapak tasarımlarını, saygıdeğer dostum Ömer Ülkenciler yaratmaktadır; onurumdur, sevinçle yazıyorum.
Müştak bubamızı unutmadan, bu geleneği, ilklerde buluşmayı sürdürüyoruz.
MÜŞTAK ERENUS
5 Kasım 2002
“Hasılı kelâm
Fırtınalar içinde bir yangın bu”
“Ölmeye vakit yok”
Diyordun
Şifalı su bilgesundan kopmadan
Apaydınlık öldün dupduru yaşadın
Rastlantın zorunluluğa dair
Küçükarmutlu cemevinden hazırlandın
Kuzguncuk çocukluğundu
Şimdi şiirinin koynundasın
Uzak yakın
Kirlenmeden bu duruşun
“Bubam”
“Bubam benim”
Değişen hep aynı duruşun
Merhaba
Toplumsal Kurtuluş, Türkiye aydın hareketi olarak, 1987-1992 döneminde önemli tartışmalar yaratabilmiş büyülü bir dergidir.
Bilgesu Erenus’un, siyasal kültür içerikli, çoğunluğu Toplumsal Kurtuluş yazıları olan, “Entelektüel Şiddet” adlı kitabını hazırladım, Başak Yayınları’ndan 1992 yılında yayımlandı. Bilgesu Erenus, kitabın hazırlanmasında beni özgür bıraktı-güvendi. Bu benim için önemli bir deneyim oldu. Daha sonra Yalçın Küçük Hocamızın 1993 yılında Paris’e gönüllü sürgünlüğü başladı. Yine gönüllü olarak, 29 Ekim Cumhuriyet’in 75. Yılında, büyülü hapishanem dediği ülkesine döndü. Böylece ilk olarak mapushane görüşmecisi günlerim başladı. Bu kavga ortamında, hep İnsani duyarlılığım, sevgim çoğaldı.
1998 yılında, şiir küçük bir volkan patlaması olarak içimden döküldü. Öncesi yok, otuz beş yaşımda şiire yöneldim. Elimden tutan ustaya, bir dosya şiirle gittim; çok acımasız-sert tutum ile karşılaştım. Eleştiriyi düşünüp hazmedince, bundan çok büyük sevinç duydum. Bu ustam, saygıdeğer-sevgideğer Cengiz Gündoğdu Hocamdır. Bu arada, Berrin Taş ile insan sıcaklığında başlayan dostluğumu hatırlıyorum. Soğuk Gül şiirimde, “kız kurusu” nitelemesini kullanmıştım; değiştirmemi önerdi, değiştirdim… İlk şiirim olarak “Soğuk Gül” İnsancıl Dergisi’nin 1998 ağustos sayısında yayımlandı; ikinci coşkulu onurumdur.
İnsancıl’ın bu sayısını özenle saklıyorum; hep yüreğimde taşıyorum.
Kendimi, Toplumsal Kurtuluş Dergisi’nin çocuğu, İnsancıl Dergisi’nin de şairi olarak görüyorum.
İlk şiir kitabım “Direnç Yaprakları”, 2002 yılının nisanında İnsancıl Yayınları’ndan okuyucusuyla buluştu.
Şimdi hep coşkumun sevincini yeniden yaşıyorum sizlerle.
SOĞUK GÜL
Bir bayram ziyareti tanıdım onu
Hiç çıkmamış köyünün dışına aklı
Görünce akranlarını neşeli çocuklarıyla
Hüzünlü yolculuk susmuş
Bu anlaşılmaz güzelim kızda
Donuklaşmış gözışığı
Mutsuz bitkin bakışları
Acı nakışlar içinde
Daracık dünyası tutunmuş sırlarına
O mahzun duruşu
Yüksek gerilim saçan yüzü
Yıldırım gibi düştü yüreğime
Sildi kafamın sınırlarını
Sorumluyuz duyarsızlıkta biriken suça
Bir bayram ziyareti sevdiğinden ayırmışlar onu
Yunanlı şair Yannis Ritsos, şimdi kaynağını hatırlayamadığım bir söyleşisinde, gün gelecek, apandisitinde şiiri yazılacak, diyordu. Hiç unutamadığım 1996 yılının şubatında, bir gece ateşler içinde uyandım, apandisit sancısı belimi bükmüştü. O gecenin sabahı hastaneye yattım; kısa süre içinde de ameliyat oldum.
İki yıl sonra apandisitin şiiri de küçük bir volkan patlamasında dökülmüştü içimden.
SÜREYYA
Denizlerin mavi serinliğinde uyurken
Geceye ateşler içinde uyandım
Apansız belimi büktü apandisit sancısı
Eşimin gözleri gözlerimde
Yüreğimi ışıkla örtüyor
Ve derin ıssızlık ilk ameliyat masası
Narkoz hızıyla düşünüyorum
Bir düş gibi geçiyor sevdamız
Rüyamda dikenli battaniyeler yürüyor üstüme
Karanlıkları yara yara aklımı buluyoruz
Ayılıyorum elim elinde
Bakışları gönlümde sevdiğimin
Acıyor iğne iğne batıyor dikişlerim
Doğanın o güçlü yaratıcı güzelliğinde
Anılarımızla geleceğe açılır dillerimiz
Yalçın Hocamızın, “Bilim ve Edebiyat” kitabından ulaştığım, Afşar Timuçin’in, “Nazım Hikmet’in Şiiri” incelemesini, daha önce derinliğine okumuş çok etkilenmiştim. Afşar Timuçin Hocamız da beslendiğim kaynaklardan olmuştu. Apandisit ameliyatı sonrası dinlenme günlerinde, BDS Yayınlarından çıkan, Afşar Hocamızın “Düşünce Tarihi” kitabını okudukça; tarih bilincine bağlanıyordu bilincim.
SABIRLI USTALIK GÜLÜMSÜYOR
Afşar Timuçin’le düşünce tarihine giden
Aynı esin kaynağını paylaşır
Özlenen dost yüzü düşünenler
Okudukça okuyacaklarım çoğalıyor
İç özgürlüğümüz arınmış dilimiz
Sabırlı ustalık gülümsüyor
Daha sonra İnsancıl Yayınları, Afşar Timuçin’in bütün kitaplarını yayımlayacaktı. Cengiz Gündoğdu Hocamız, bu kitabın önsözünün sonunda yazdı. “Düşünce Tarihi, insani mücadele yolunda yürüyen insan için bir ışıldaktır.”
İnsan için, “Soru” da bir ışıldaktı evet! Sabırlı ustalık, Cengiz Gündoğdu’nun “Soru” kitabında da, gülümsüyordu.
GÜNDOĞDU SORUDA
İnsana umut tükenir mi
Her insan öbür insanları
Taşımıyor mu içinde
Bırakın eksik olsun
Çok satılan yazar olmak
Kendiniz yaratın okuyucunuzu
Erdemlerinizi bırakmayın
Ortakçı çalışma içselleşir soruda
İnsancıl isyan yaşatıyor şiirimi; umudun öfkesini taşıyorum.
Yazdığım bütün şiirler, İnsancıl’da yayımlanıyor.
İkinci şiir kitabım, “Umudun Öfkesi” 2005 yılının mayısında, ışıklar içinde yatsın, Güngör Gençay Hocamızın Gerçek Sanat Yayınları’ndan şiirseverlere ulaştı. Müştak Erenus tanıştırmıştı bizi. Güngör Hocam, beni ikinci şiir kitabımdaki, “şairin türküsü” şiirimle daha çok sevdi…
“Şairin Türküsü”, şiirimle anılmak isterim; kendimle yaptığım sözleşmedir.
ŞAİRİN TÜRKÜSÜ
Fırtına boranda savrulan dostlarım
Gönlüm çarpa çarpa kıyılara
Bu içtenliğe birikim nakışlayıp
En azla yetinmesini bile-isteye
Değerlerimi korumasını öğrendim
Ah
Ah gücüm yetmedi
Yetmedi gücüm
Savrulanların tümünü toplamaya
Ama
Ama ne güzel
Hep direnç yaprağı
Nakış nakış renk cümbüşü
İnsan sıcağı bu kavgamız
Gelin
Birbirini aşan düzeyde buluşalım
Tutun elimden
Elimden tutun
Yaşama sevinci harmanla beni
Düşüncem
İçtenliğimden koparsa
Tutukluyum
İşsizliğin, imkân darlığının acısını derinliğine yaşadım. Direnişin- dirilişin, sevgiyle canlandığını gördüm. Zor günlerin güneşi kızımız, bizden uzakta,17eylül 2008 yılında üniversite hayatına başladı.
ÖZGE
Hoşça kal bebişko
Hoşça kal
Yüzün
Gözlerimde
Gidiyor
Sulugözlü hislerinin saygılısıyım
Güzel gönlün
Gözyaşlarımıza akıyor
Şiirim
Elerinde
Harmanlansın
Ta derinden ilk duyuşumuz bu
Yoldayım
Sesin sözün zamanı aşıyor
Kendine özge ellerin
Yüzünü
Canımıza
Dokuyor
Hep yanıbaşımızda oldu
Uzaktayken annen
O bizim Ülker yıldızımız
Işık hızıyla uzanıp
Bebişini öpüyor
Dünyamız dünyaya ömür olsun
Dünya
Sonsuzlukta
Bir
Mavi
Nokta
Merhaba özge
Hoş geldin bebişko
Şimdi gelinlik çağında kızımız, evlilik hazırlıkları yapıyor.
Daha sonra, zor günlerin insanı, saygıdeğer Temren Küçük’ün kurduğu; 2009-2013 döneminde yayın hayatını sürdüren Mızrak Yayınevi’nde çalıştım.
MIZRAK
İşler birbirinden koparken
Tasarlanan olmuyor
Dağılıyor zaman
Kendimize haksız yüklenirken
İletişim akmıyor
Sıkışıyor zaman
Yaşanan an zorunlu olurken
Bunaltıyor zaman
Kavgamız
Yaşamın
Zorluğuna
Renklerini
Koruyan
Güzellik
Olarak
Akacak
Düşünmenin düşlerine yücelirken
Nakış nakış dokunuyor zaman
Bu zor günlerde, Silivri Mahpusu Yalçın Küçük Hocamızın, yeniden görüşmecisiydim. Yine şair duyarlılığıyla baktığımda; Gezi direnişinin, Silivri Davaları’nın çökmesini ve tutsakların bırakılmasını sağladığını görüyorum. Gezi direnişi olmasaydı, bu tutsaklık daha uzun yıllar sürerdi.
Gezi direnişinin ışıltısı
Hep gözlerimizde olacak
B. Sadık Albayrak’ın, zor günlerdeki yoldaşlığı unutulmaz; bunu şiirime kaynaştırdım.
ÇAĞLAYAN KIRMIZI KAŞKOL
Yoldaşım,
B.Sadık Albayrak’a
12 Mart 2013
Zor günlerden geçiyor memleket
Çözülürken adalet ömrümüzden
Kendimizle başbaşayız
Görün duruşumuzu düşünün
İnsana umudun öfkesiyle kaynaşın
Çocukluğumuz gözlerimizde
Yaprak yaprak sahiciliğimizden
Saflığın direniş akışıdır bu
Zorla kavgamıza şiir olsun günlerimiz
Evet! Zorla kavgamıza şiir olsun günlerimiz.
Sözümü tuttum; 50.yaşıma, Doğu Kitabevi’nden, Dünyalaşan Gözlerim, üçüncü şiir kitabımı, şiirseverlerle buluşturdum.
YÜRÜYÜŞ SEVDAM
Zamanın farkındayım
İçime yağmur damlıyor
Kendimi okuya dokuya yürüyorum
Yanar
Ellerim
Ellerim
Yanar
İnsanım
Kendime sözüm var
Toplumsal kurtuluş akışında
İnsancıl şairiyim
Düşüncem
İçtenliğimden koparsa
Tutukluyum
Hiç yolumdan dönmedim
Dönüşüm oldu
Yanar
Ellerim
Ellerim
Yanar
Zamanın farkındayım
İçime yağmur damlıyor
Dünyalaşan gözlerimle
Kendime dokuna dokuna yürüyorum
Bu benim biten ve başlayan türkümdür.
Halkların türküsüne kaynaşıp aksın ömrümüz.
Mustafa GÖKSOY
26 Ocak 2015