Ben kimim? Şairliğe açılan dünyam

 Ben kimim?

 Şairliğe açılan dünyam

 

 

PUSULA

Bir bebek saflığında

Bağlıyım değerlerime

 

Hayatını hesaba kuran

Köreltir zekâsını

Anlamaz insana karşılıksız yönelimi

Acıtır içtenliği

 

Yüreği cüce devler

Subaşlarını tutmuş

Oyunda haksızca atılan çocuğun

Düş kırıklığı içimdeki

 

Bir bebek saflığında

Gene de bağlıyım değerlerime

 

                                                                             

 

   Her zaman, bebeleri, çocukları çok sevdim. Bebelerin gülüşüne hayranım. Bebelerin gülüşü, aklımı hep başımdan alır; olabildiğince saflaşırım. Bebelerin gülüşünü şiir olarak görürüm. Şiir yerine, bebelerin gülüşü, insanlık bilincine eşanlamlı olarak yazılabilir; şair dünyamın düşüdür bu.

  5 Ekim 1964,Vangölü çevresi Adilcevaz ilçesinde doğmuşum. Üç çocuklu bir ailenin ortanca oğluyum.

  Ortanca çocuk olmanın, imkânlı çocukluk olduğunu düşünüyorum. İnsanın kendinden hem büyük, hem de küçük kardeşi olması, deneyim kazanma ve aktarma açısından eğitici oluyor. Kardeşlerimle, güzel çocukluk dönemi yaşadım. Annem bizi sevgiyle, özenle büyüttü. Annem, babaannemin ilk geliniydi.

  Babaannemi çok sevdim; o ailemizin cesaretiydi, güvencesiydi. Şimdi elimde, üç dört yaşlarında birlikte, siyah-beyaz fotoğrafımız var. Bağda, bahçede oynarken, yılanları gördüğümüzde korkardık; o yılanları öldürür bizi kucaklardı. Babam ile birbirlerini çok severlerdi. Ömrünün son iki yılında ayakları tutamayacak derecede felç oldu; hep babam baktı. Son nefesine kadar bilinci yerindeydi. İnsanın kaçınılmaz sonuna hazırdı babaannem. Babam şimdi seksen yaşında, vasküler demans hastası; bu haline üzülüyoruz. Kardeşim kemal ile dayanışma içinde, babamıza hep hatırlatmalar yapıyoruz. Üstelik hastalık içinde hastalık çıktı, mesane bitik, hep sondalı yaşamak zorunda...

  Babam ile hep arkadaş olduk. O zamanlar ilçemizde geleneksel hamam ve sinema kültürü yaşıyordu. Babam ile birlikte, güzelim tarçın çayının tadı-kokusu ve Yılmaz Güney filmlerinin bilinci, çocukluğumuzdu.

  Kendi değerlerimin oluşmasında, babamın aydınlık, hoşgörülü güveninin katkısı var.

 

 

 

   Babam’a

 

Süphandağı hep karlıdır

Ateş yaktı başında çocukluğum

Bağlardan bahçelerden bostanlardan

Yeşil Adilcevaz ilk toprağım

Yüzerek tasarlayıp sözleri ötelerden

Babamın sevincinde dalgalanır Vangölü

Şimdi canla başla nereye gitse

Şiir estiriyor bu sevdalım

 

 

 

  1970 Adilcevaz Merkez İlkokulu, ilk öğrenciliğimin sevinci oldu.

İlkokul öğretmenim İzzet Şahin, Cumhuriyet devrimlerine bağlı, aydınlanmacı, ciddi ve disiplinli bir insandı. Babam ise, CHP üyesi olarak Deniz Gezmiş hayranıydı. Öğretmenimiz, matematik dersini daha çok sever, önemserdi. Bu nedenle, matematik dersinde sınıf olarak daha başarılıydık. Öğretmenimizi saygıyla seviyorduk. Ondan ayrılmak istemiyordum. Ancak ikinci sınıf ile üçüncü sınıfın birinci dönemini, Hatice teyzem ilkokul öğretmenliğinin ilk yılına başlıyordu; beni de öğrencisi olarak yanına aldı. Bitlis Merkez Kurtuluş İlkokulu’nda okudum. Çoğunluğu, hem bizim dilimizden farklı bir dille konuşan, hem de bizim dilimizi farklı şive ile konuşan sınıf arkadaşlarımla tanıştım. Teyzem 1972 yılında, Ahmet amcam ile evlendi sonra Ankara’ya taşındılar.

   Türkçemizi hep çok sevdim, anadil insanın dünyasıydı; Kürt kardeşlerim iki dünyalıydı; çocukluğuma kazılı bilincimdir bu. İkinci, üçüncü bir dil öğrenemedim; eksikliğimdir. Denizlerin Altı Mayıs 1972 , “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye! Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği!” türküsünü hep hatırladım. Şair dünyamın bilincidir bu.

 

 

 

DENİZLERİN TÜRKÜSÜ

Altı mayıs

Denizler hep kendi türküsünü söylüyor

Yoldaşça

        İnancın

              Güneşine asıldık

 

Övüncümüz

Şiire kaynaşan ömrümüz

 

Altı mayıs

Gönlümüze dokunuyor

Denizlerin güneşinden

Al umudu öfkenle çoğalt

Kavganın sevda sıcaklığında

Dalga dalga yaşat

 

Altı mayıs

Yoldaşça

        İnancın

             Güneşine

                       Bağlandık

 

   Bir daha

  Bir daha duyun ey

  Denizler

  Gönül gönüle bütünleştiler

  Sığmadılar coşkularına

  Susmayan söz oldular

  Hep halkların türküsünü söylediler

 

 

  Daha sonra yine ilk öğretmenime kavuştum. Öğretmenim ile babam, hem sıcak, hem de saygılı bir dostluk içindeydiler. Dördüncü sınıfın yaz tatiline girerken,

Babam traktör aldı; büyük kardeşimi de yanına alarak, buğday tarlalarında çalışmaya başladılar. Babam öğretmenimle de konuşarak, manav dükkânımızın bütün sorumluluğunu bana devretti. İki yaz başarıyla bu işi yaptım.

  Bu deneyim, karar vermede sorumluluk bilincimi ve özerkliğimin oluşmasında da, kişiliğimi güçlendirdi. 1975 yılında, ilkokuldan pekiyi dereceyle mezun oldum. Öğretmenlik mesleğinin en güzelinin, ilkokul öğretmenliği olduğunu düşünüyorum. Öğrenci için ilkokul dönemi, öğrenme sevincinin en güzel en coşkulu dönemidir.

 

 

İlkokul Öğretmenim

Öğrenmeye öğretmeye merakla susayan

İlkokul öğretmenim

Yüreğinin kökünde yeşeriyor

İlk öğrenen çocukların sevinci

Gelecek ellerinde öğretmenim

Güzelliğe tomurcuklanan

Çocuklarımızdır ödülün

Bu erdemde

Yüceliyor insan yüzlerimiz

 

 

  1975 yılında, Adilcevaz Lisesi Ortaokulu’na kayıt yaptırdım; 1978 yılında da iyi dereceyle mezun oldum. O zamanlar ortaokul lisenin kapsamı içindeydi.

  Ortaokulun ikinci ve üçüncü yaz tatili dönemlerinde, tüccar terzi olan Nevzat amcamın yanında, çırak ve kalfa olarak çalıştım. Bu deneyimle de, emeğin yüceliğini ve artı-değerin nasıl oluştuğunu, ilmek ilmek bilincime kazıdım. Nevzat amcam bilinçli bir CHP’li olarak siyasetin içindeydi. 1977 yılının yaz tatili dönemi terzihanemizde çalışırken, MHP’li Kürtler, dükkânımıza attıkları taşlarla, camlarımızı ve kafalarımızı kırdılar. Faşizm ile canım acıyarak ilk kez karşılaşıyordum. Bütün tehditlere rağmen,

Nevzat amcam şikâyetçi oldu, dava uzun yıllar sürdü…

  1970’li yıllar, çalkantılı, politizeliğin kesin, katı ve kalın çizgilerle devindiği bir dönemdi. 1978 yılında Ahmet amcam, inşaat mühendisi olarak üniversiteden mezun olmuş, Ankara’dan Tatvan’a taşınmışlardı. İlk kızları Dicle, benim özel kardeşim, canım yeğenim, üç dört yaşlarındaydı; onunla ne güzel neşeyle oynardık; birbirine güvenen arkadaşlardık biz.

 

 

 

        BEBELERİN YÜZÜNEDİR YÜREĞİM

      Ayrılmaz özlemlerin ırmağından

     Unutulmaz sevinçlerde yaşadım

     Bebeğim diclemin sevgisi kaldı

     Okşanan yüzüme umut ışığım

    

     Aynalar gülümserken gözlerime

    Bebelerin yüzünedir yüreğim

 

   Canıma dolanırken nefesleri

   Şimdi uzakta güzeller güzelim

   Rüyalarımda diclemle konuşan

   Uyanıyor bebelenen seslerim

 

    Aynalar gülümserken gözlerime

   Bebelerin yüzünedir yüreğim

 

 

 

 O benim sevincimdi, mümkün olduğunca güzel arkadaşımı görmeye giderdim. Şimdi Dicle’m büyüdü evlendi; görüşemez olduk ne yazık. Dicle’m ile birlikte Amcamın kütüphanesini de çok seviyordum. Onun kütüphanesinden ilk kez daha önemli kitaplar almaya başladım. İsmail Beşikçi’nin, “Bilim Yöntemi”, Nikitin’in ,“Ekonomi Politik” ve Georges Politzer’in,  “Felsefenin Temel İlkeleri” ; bu kitapları döne döne okudukça, dünyamı derinden değiştirdiler. Merak içinde kitaplardan kitaplara ulaştım. Amcam, İsmail Beşikçi Hocanın kitaplarını ilk önce yayımlayan, Komal Yayınevi ile yakın dostluk içindeydi.  İsmail Beşikçi Hocamızı, bir derviş bilim insanı ve düşünce dürüstlüğünün, düşünce özgürlüğünün yaşayan hazinesi olarak görüyorum. Bu aydınlanmacı çevre içinde amcam, Türkçe düşünerek, kendini Kürt olarak görüyordu. Oysa biz aile olarak Türk olduğumuzu düşünüyor, öyle hissediyorduk. Bulduğumuz sorularla ufuk açıcıydı tartışmalarımız. O tartışmalı güzel günlerin sosyalizm bilinci,  ömrümüzün her döneminde hep buluşturmuştu bizi.

  Kürt sorunu, Ortadoğu ve Türkiye için, derinliğine kanayan çok yönlü hep belalı yaradır.

   Şair duyarlılığıyla baktığımda, Kürt sorunu, Türkiye için, devrimci sosyalist anlayışla daha 1970’li yıllarda çözülebilirdi. Yalçın Küçük Hocamızın da içinde bulunduğu, TİP IV. Büyük Kongre Kararları, Emek dergisinin 1970 Aralık sayısında yayımlandı; içinde Kürt sorunu konusunda çözüm önerileri de vardı. Ne yazık ki bu önerilerden dolayı TİP kapatıldı… Daha sonraki on yıllar Kürt sorununun kanlı dönemi olarak sürüyor…

  Vangölü çevresinde o zamanlar Ahlat ile Adilcevaz’ın merkez yerleşim yerlerinin çoğunluğu, Türk olarak kabul edilirdi. Biz aile olarak CHP’li solcuyduk.  MHP için Ahlat ve Adilcevaz önemli bir örgütlenme alanıydı; köylü Kürt aşiretlerinin büyük çoğunluğu da onları destekliyordu. Bu dönem, sol düşünceye karşı baskı ve şiddet oluşturma dönemiydi. Ben ortaokul son, Şemsettin Erkoç dostum ise lise son sınıftaydı. Okulda, MHP’li öğrencilerin, müdür değişikliğinden dolayı, kitlesel protesto eylemleri vardı. Sadece ikimiz katılmadık. Şemsettin büyüğümdü bana sahip çıktı. Onlardan ayrı, İkimiz beraber yürüdük, bize dokunamadılar çünkü ilçenin köklü ailelerinin çocukları ve başarılı öğrencilerdik. Babalarımızın da, güzel deyimle, kadim dostlukları vardı. Hep hatırlarım. Adilcevaz Lisesinde okuma olanağım kalmamıştı. On yıllar sonra memleketime gittiğimde, başta siyasal olmak üzere, sosyal ve kültürel dokunun tamamıyla değiştiğini gördüm. Değişmeyen, Nihat ve Şemsettin dostlarımın insan sıcaklığıydı sadece.  

  Başarılı bir öğrenci sayılırdım. Dayımlar Mersinde yaşıyorlardı; onların yanında kalarak, Ahmet amcamın da yönlendirmesiyle, Tevfik Sırrı Gür Lisesi’ne kayıt yaptırdım. Dayımların bitmeyen mutsuzlukları vardı; kurulu düzenin sevgisizlik ortamında didişiyorlardı. Çok üzülüyordum, ne yazık gücüm yetmedi, değiştiremedim. Özenle bu didişmeden uzak durmaya çalışıyordum. Yaşadığım durumun tetikleyici etkisi olabilir mi, bilemiyorum; bir yıl sonra hipotiroidi hastası oldum. Yaklaşık on beş yıl tedavi ve kontrollerim sürdü. Yine Ahmet amcamın desteğiyle, Ankara’da Prof. Dr. Selahattin Koloğlu’nun özel muayenesine, yılda en az bir kez gidiyordum. Sonunda tiroidi değerlerimiz normale döndü. Ancak ilaçların yan etkisiyle,  ömür boyu sürecek, sinüzal taşikardiyle, baş başa kaldım. Sağlık dışında İlk etkisi, ikinci sınıf birinci dönem matematik dersinde, başarı oranımın düşmesiydi; hatta başarısız oldum. Matematik öğretmenim de çok şaşırdı; ikinci dönem yeniden başarı oranım yükselmişti. 1981 yılında da iyi dereceyle mezun oldum. Tevfik Sırrı Gür, Sol’un her renginin olduğu bir liseydi. Bu coşkulu güzel ortamda, başarılı sorumlu öğrenci olmanın da etkisiyle, bağımsız solcu olarak, özerkliğimi korudum.

  Ahmet amcamın, bilincimde, kişiliğimde çok önemli katkıları var, bu ortamı en iyi, şiirle duyumsatabilirim; sizlerle paylaşarak şimdi coşkusunu yeniden yaşıyorum.

 

 

Yaşama Sevinci             

 

O benim

Kişiliğime can katanım

 

Dönemeçlerde yol ayrımlarında

Farklı düşünsek de

Paranın gücüne dayanıp

İrademe baskı kurmazdı

 

O benim

Düşünmeye yoldaş bağlayanım

 

Gönül bolluğundan azdı zamanı

Verdiği söz onda

Hep vaktini şaşırırdı

Rahat bir şekilde

Tebessümle

Şaşkınlığı alıp

Yaşama sevincine katardı

 

O benim

Dönemeçlerde yol ayrımlarında

Ömrüme hep şifalı suyum

 

Ben bilirdim ihtiyacım olduğunu

Hiç

Ama hiç

Kendinden

Yoksun bırakmadı bizi

 

O benim hep çocukluğum

 

 

 

  1981 üniversite sınavında istediğim bölümleri kazanamamıştım. Ancak kararlıydım, mutlaka kazanacaktım.

  Adilcevaz’dan komşumuz, ışıklar içinde yatsın, Muzaffer Gürses Ağabeyimiz Ankara’da yaşıyordu. Beni kendisi gibi emekli öğretmen yılmaz bey ile tanıştırdı. Yılmaz öğretmenin kitabevi vardı. Onunla iletişim halinde, posta yoluyla ödemeli,  önce sınava yönelik, ayrıca ilgimi çeken kitaplar alarak, üniversiteye hazırlandım. Ahmet amcamın, kitap konusunda herhangi bir para sınırı yoktu. Özgürdüm, istediğim kitapları alabilirdim.

  1982 üniversite sınavında, İ.Ü. İktisat Fakültesinde okumaya hak kazandım; mutluydum. YÖK döneminin ilk öğrencilerindendik. Yalçın Küçük Hocamızın “ Bilim ve Edebiyat” kitabını ortak keşfettiğimiz arkadaşlarla çok güzel dostluklar kurup,12 Eylül darbesinin YÖK döneminde, muhalif bilincimizi koruyabildik.

   “Bilim ve Edebiyat” kitabında Yalçın Küçük, Dostoyevski’nin “İnsancıklar” romanını çözümlerken,  aydın-devrimci için,  “İlgisinde tenkit, sevgisinde şiddet ”, olmalı analizini yapıyordu. Bizim için bu söz, ateşini kendinde bulan tartışma zemini oluşturdu. Bu nedenle çok derin-güzel dostluklar yaratabildik.

   İ.Ü. İktisat Fakültesinden Eylül 1986 da mezun oldum. 1987 Nisanında askerliğime yedek subay adayı olarak karar aldırdım. Bu dönem Sayıştay denetçi yardımcılığı sınavlarına da hazırlandım. Sayıştay’ın daha özerk bir kurum olduğunu düşünüyordum. Sınavlara iki kez katıldım ve kazanamadım…

  1987 yılında ilçemizin sağlık ocağında çalışan Doktor Alpaslan Gönültaş ile hep dost olduk. Onun mesai arkadaşı hemşire, güzel insan Süreyya da dostluğumuza katıldı. Bu dostluğun beklenmedik sonuçları oldu. Süreyya’yı, ilçemizin, yolu izi olmayan en uzak köyüne sürdüler. Aşkımız için başka bir çare bulamadık, İlçeye tekrar dönebilmesi için evlenmemiz gerekiyordu; ben işsizdim. Her zaman dostum, Nihat Ergören’in terzihanesi vardı; ortak olduk. Böylece tayin için gerekli evrak bulundu. Unutmadım, gençliğimizin en güzel deli çocukluğuydu bu.

 Her zaman aşkım Süreyya ile 1988 yılının 12 Ocak günü evlendik. Ve aynı yılın 31 Martı askerlik için ilk günüm oldu. Sağlık kontrolünde revir doktoru, sinüzal taşikardi teşhisiyle rapor verdi; spor saatlerinde hep bahçe işlerine bakıyordum. Dört ay sonra 31 Temmuz 1988 de Tuzla Piyade Okulu’ndan yedek subay olarak mezun oldum. Yayladağı 3/2 Hudut Taburu’nda yedek subay olarak görev yaptım; insana dair öğrenme çeşitliliğim çoğaldı. Hayat böyle akarken 19 Nisan 1989 da kızımız Özgecan ömrümüzün dünyasına gözlerini açtı. 31 Temmuz 1989 yılında da terhis oldum.

   1990 yılında yeniden İstanbul’a geldim. Ahmet amcamın desteği ve güzel dostluk kurduğumuz arkadaşlarımın da yardımıyla, Tahtakale Ticaret Merkezinde, elektronik eşya alım satımıyla ilgili bir dükkân açtım. Yanlış yerde dükkân açmıştım. 1990 yılının Kasım ayında bu işyerimi devrederek, sigorta acenteliği yapan güzel dostlarımın yanında serbest olarak çalıştım. 1991 yılında eşim tayinini İstanbul’a alarak, kızım ile birlikte yanıma taşındılar. Kızım iki yaşındaydı bize uygun kreş bulduk; ancak ilgili Ebru öğretmen üç yaşından küçük çocukları alamayacaklarını söyledi. Eğer kızımızın tuvalet eğitimini tamamlayabilirsek, yardımcı olabileceğini belirtti. Bu durumda eşim memurdu, bakamazdı. İş bana kaldı; severek altı ay kızımıza baktım. Kızımızın tuvalet eğitimi tamamlanmıştı. Gönül rahatlığıyla kreşe verdik. Kreşte, kızımızın diğer çocuklardan iki önemli farklılığı vardı; birincisi iki buçuk yaşında olması; ikincisi hep baba baba diyerek ağlamasıydı. Böylece kızımızla köklü yaşayan dostluğumuz oluştu.  Dostlarımla da serbest çalışma dönemin devam etti. Bu dostlarımla 1993 yılında sigorta acenteliği için şirket kurduk; 2006 yılının sonuna kadar bu işimizi dostça sürdürdük. İşlerimiz iyi gitmiyordu, dostça anlaşarak ayrıldım.

   İş hayatı da işsizlik durumu da bizi okuma tutkusundan koparamamıştı.

   Başyazarlığını Yalçın Küçük Hocamızın yaptığı, Toplumsal Kurtuluş Dergisi’nin okuyucusuyduk. Derginin sahipliğini, sanatçı Bilgesu Erenus yapıyordu. İlk yazım, “Bilim-Politika-Yabancılaşma”  dergimizin 1991 Mart sayısında yayımlandı. Bu benim için bugün bile övündüğüm bir coşkulu onurdur.

 

  Yalçın Hocamızın, zaman buldukça İstanbul DGM deki duruşmalarına katılırdık.

Hem hocamıza hem de avukatları saygıdeğer hukuk insanları, Gülçin Çayligil ve Fikret İlkiz’e hayrandık. Sanki duruşmada değil üniversite de sevdiğimiz dersteydik. Gülçin ablamızda bu dünyadan ayrıldı; onu özlüyoruz. Gülçin Hanım, Erenus ailesinin de dostuydu.

   Işıklar içinde yatsın, mesleği avukatlık olan, şair Müştak Erenus ile derin dostluğumuz oldu. Onun, seçtiğimiz şiirlerini, Toplumsal Kurtuluş yayımlıyordu; birlikte güzel günler yaşadık. Müştak Erenus, resim sevdalısıydı; evinin duvarları çeşitli resim tablolarının güzelliğiyle, renk cümbüşü içindeydi. Ressam dostum, Özlem Kalkan Erenus, Müştak Erenus’un gelinidir. Müştak Erenus, bizi, ilklerde buluşturdu, aynı dönemde sanata yöneldik; o resim yapıyordu, ben şiir yazıyordum. Sözüm-gözüm-elim üzerinizde diyordu Müştak bubamız. Müştak Erenus’un dünyasında, “bubam”, “bubam benim” seslenişi; insanı, insan sıcaklığına çağıran, bir kavrayış-eylem kucaklaşmasıydı. Özlem’in resimleri şiir kitaplarıma hep kapak olacaktı. Kapak tasarımlarını, saygıdeğer dostum Ömer Ülkenciler yaratmaktadır; onurumdur, sevinçle yazıyorum.

Müştak bubamızı unutmadan, bu geleneği, ilklerde buluşmayı sürdürüyoruz.

 

 

 

       MÜŞTAK ERENUS

                                         5 Kasım 2002

 

 

    “Hasılı kelâm

    Fırtınalar içinde bir yangın bu”

    “Ölmeye vakit yok”

    Diyordun

    Şifalı su bilgesundan kopmadan

    Apaydınlık öldün dupduru yaşadın

    Rastlantın zorunluluğa dair

    Küçükarmutlu cemevinden hazırlandın

    Kuzguncuk çocukluğundu

    Şimdi şiirinin koynundasın

    Uzak yakın

    Kirlenmeden bu duruşun

    “Bubam”

    “Bubam benim”

    Değişen hep aynı duruşun

    Merhaba

 

 

   

   Toplumsal Kurtuluş, Türkiye aydın hareketi olarak, 1987-1992 döneminde önemli tartışmalar yaratabilmiş büyülü bir dergidir.

    Bilgesu Erenus’un, siyasal kültür içerikli, çoğunluğu Toplumsal Kurtuluş yazıları olan, “Entelektüel Şiddet” adlı kitabını hazırladım, Başak Yayınları’ndan 1992 yılında yayımlandı. Bilgesu Erenus, kitabın hazırlanmasında beni özgür bıraktı-güvendi. Bu benim için önemli bir deneyim oldu. Daha sonra Yalçın Küçük Hocamızın 1993 yılında Paris’e gönüllü sürgünlüğü başladı. Yine gönüllü olarak, 29 Ekim Cumhuriyet’in 75. Yılında, büyülü hapishanem dediği ülkesine döndü. Böylece ilk olarak mapushane görüşmecisi günlerim başladı. Bu kavga ortamında, hep İnsani duyarlılığım, sevgim çoğaldı.  

   1998 yılında, şiir küçük bir volkan patlaması olarak içimden döküldü. Öncesi yok, otuz beş yaşımda şiire yöneldim. Elimden tutan ustaya, bir dosya şiirle gittim; çok acımasız-sert tutum ile karşılaştım. Eleştiriyi düşünüp hazmedince, bundan çok büyük sevinç duydum. Bu ustam, saygıdeğer-sevgideğer Cengiz Gündoğdu Hocamdır. Bu arada, Berrin Taş ile insan sıcaklığında başlayan dostluğumu hatırlıyorum. Soğuk Gül şiirimde, “kız kurusu” nitelemesini kullanmıştım; değiştirmemi önerdi, değiştirdim… İlk şiirim olarak “Soğuk Gül” İnsancıl Dergisi’nin 1998 ağustos sayısında yayımlandı; ikinci coşkulu onurumdur.

   İnsancıl’ın bu sayısını özenle saklıyorum; hep yüreğimde taşıyorum.

   Kendimi, Toplumsal Kurtuluş Dergisi’nin çocuğu, İnsancıl Dergisi’nin de şairi olarak görüyorum.

   İlk şiir kitabım “Direnç Yaprakları”, 2002 yılının nisanında İnsancıl Yayınları’ndan okuyucusuyla buluştu.

   Şimdi hep coşkumun sevincini yeniden yaşıyorum sizlerle.

 

 

 

 

SOĞUK GÜL

Bir bayram ziyareti tanıdım onu

Hiç çıkmamış köyünün dışına aklı

Görünce akranlarını neşeli çocuklarıyla

Hüzünlü yolculuk susmuş

Bu anlaşılmaz güzelim kızda

 

Donuklaşmış gözışığı

Mutsuz bitkin bakışları

Acı nakışlar içinde

Daracık dünyası tutunmuş sırlarına

O mahzun duruşu

Yüksek gerilim saçan yüzü

Yıldırım gibi düştü yüreğime

Sildi kafamın sınırlarını

 

Sorumluyuz duyarsızlıkta biriken suça

Bir bayram ziyareti sevdiğinden ayırmışlar onu

 

 

   Yunanlı şair Yannis Ritsos, şimdi kaynağını hatırlayamadığım bir söyleşisinde,  gün gelecek, apandisitinde şiiri yazılacak, diyordu. Hiç unutamadığım 1996 yılının şubatında, bir gece ateşler içinde uyandım, apandisit sancısı belimi bükmüştü. O gecenin sabahı hastaneye yattım; kısa süre içinde de ameliyat oldum.

İki yıl sonra apandisitin şiiri de küçük bir volkan patlamasında dökülmüştü içimden.

 

 

 

    SÜREYYA

Denizlerin mavi serinliğinde uyurken

Geceye ateşler içinde uyandım

Apansız belimi büktü apandisit sancısı

Eşimin gözleri gözlerimde

Yüreğimi ışıkla örtüyor

 

Ve derin ıssızlık ilk ameliyat masası

Narkoz hızıyla düşünüyorum

Bir düş gibi geçiyor sevdamız

Rüyamda dikenli battaniyeler yürüyor üstüme

Karanlıkları yara yara aklımı buluyoruz

Ayılıyorum elim elinde

Bakışları gönlümde sevdiğimin

Acıyor iğne iğne batıyor dikişlerim

 

Doğanın o güçlü yaratıcı güzelliğinde

Anılarımızla geleceğe açılır dillerimiz

 

 

 Yalçın Hocamızın, “Bilim ve Edebiyat” kitabından ulaştığım, Afşar Timuçin’in, “Nazım Hikmet’in Şiiri” incelemesini, daha önce derinliğine okumuş çok etkilenmiştim. Afşar Timuçin Hocamız da beslendiğim kaynaklardan olmuştu. Apandisit ameliyatı sonrası dinlenme günlerinde, BDS Yayınlarından çıkan, Afşar Hocamızın “Düşünce Tarihi” kitabını okudukça; tarih bilincine bağlanıyordu bilincim.

 

 

     SABIRLI USTALIK GÜLÜMSÜYOR

    Afşar Timuçin’le düşünce tarihine giden

    Aynı esin kaynağını paylaşır

    Özlenen dost yüzü düşünenler

    Okudukça okuyacaklarım çoğalıyor

    İç özgürlüğümüz arınmış dilimiz

    Sabırlı ustalık gülümsüyor

 

  

 

  Daha sonra İnsancıl Yayınları, Afşar Timuçin’in bütün kitaplarını yayımlayacaktı. Cengiz Gündoğdu Hocamız, bu kitabın önsözünün sonunda yazdı. “Düşünce Tarihi, insani mücadele yolunda yürüyen insan için bir ışıldaktır.”

  İnsan için,  “Soru” da bir ışıldaktı evet! Sabırlı ustalık, Cengiz Gündoğdu’nun “Soru” kitabında da, gülümsüyordu.

 

 

    GÜNDOĞDU SORUDA

 

   İnsana umut tükenir mi

  Her insan öbür insanları

  Taşımıyor mu içinde

  Bırakın eksik olsun

  Çok satılan yazar olmak

  Kendiniz yaratın okuyucunuzu

  Erdemlerinizi bırakmayın

  Ortakçı çalışma içselleşir soruda

 

 

   İnsancıl isyan yaşatıyor şiirimi; umudun öfkesini taşıyorum.

   Yazdığım bütün şiirler, İnsancıl’da yayımlanıyor.  

   İkinci şiir kitabım, “Umudun Öfkesi” 2005 yılının mayısında, ışıklar içinde yatsın, Güngör Gençay Hocamızın Gerçek Sanat Yayınları’ndan şiirseverlere ulaştı. Müştak Erenus tanıştırmıştı bizi. Güngör Hocam, beni ikinci şiir kitabımdaki, “şairin türküsü” şiirimle daha çok sevdi…

   “Şairin Türküsü”, şiirimle anılmak isterim;  kendimle yaptığım sözleşmedir.

 

 

 

   ŞAİRİN TÜRKÜSÜ

 

Fırtına boranda savrulan dostlarım

Gönlüm çarpa çarpa kıyılara

Bu içtenliğe birikim nakışlayıp

En azla yetinmesini bile-isteye

Değerlerimi korumasını öğrendim

Ah

Ah gücüm yetmedi

Yetmedi gücüm

Savrulanların tümünü toplamaya

Ama

Ama ne güzel

Hep direnç yaprağı

Nakış nakış renk cümbüşü

İnsan sıcağı bu kavgamız

Gelin

Birbirini aşan düzeyde buluşalım

Tutun elimden

Elimden tutun

Yaşama sevinci harmanla beni

Düşüncem

İçtenliğimden koparsa

Tutukluyum 

 

 

 İşsizliğin, imkân darlığının acısını derinliğine yaşadım. Direnişin- dirilişin, sevgiyle canlandığını gördüm. Zor günlerin güneşi kızımız, bizden uzakta,17eylül 2008 yılında üniversite hayatına başladı.

 

 

 

ÖZGE

                  

Hoşça kal bebişko

Hoşça kal

Yüzün

        Gözlerimde

                          Gidiyor

Sulugözlü hislerinin saygılısıyım

Güzel gönlün

Gözyaşlarımıza akıyor

Şiirim

        Elerinde

                    Harmanlansın

Ta derinden ilk duyuşumuz bu

Yoldayım

Sesin sözün zamanı aşıyor

Kendine özge ellerin

Yüzünü

          Canımıza

                        Dokuyor

Hep yanıbaşımızda oldu

Uzaktayken annen

O bizim Ülker yıldızımız

Işık hızıyla uzanıp

Bebişini öpüyor

Dünyamız dünyaya ömür olsun

Dünya

         Sonsuzlukta

                           Bir

                              Mavi

                                    Nokta

Merhaba özge

Hoş geldin bebişko

 

   Şimdi gelinlik çağında kızımız, evlilik hazırlıkları yapıyor.

   Daha sonra, zor günlerin insanı, saygıdeğer Temren Küçük’ün kurduğu; 2009-2013 döneminde yayın hayatını sürdüren Mızrak Yayınevi’nde çalıştım.

 

 

MIZRAK

 

 

İşler birbirinden koparken

Tasarlanan olmuyor

                              Dağılıyor zaman

Kendimize haksız yüklenirken

İletişim akmıyor

                            Sıkışıyor zaman

Yaşanan an zorunlu olurken

                            Bunaltıyor zaman

Kavgamız

     Yaşamın

         Zorluğuna

               Renklerini

                        Koruyan

                             Güzellik

                                    Olarak

                                        Akacak

Düşünmenin düşlerine yücelirken

Nakış nakış dokunuyor zaman

 

 

                                 

  Bu zor günlerde, Silivri Mahpusu Yalçın Küçük Hocamızın, yeniden görüşmecisiydim. Yine şair duyarlılığıyla baktığımda; Gezi direnişinin, Silivri Davaları’nın çökmesini ve tutsakların bırakılmasını sağladığını görüyorum. Gezi direnişi olmasaydı, bu tutsaklık daha uzun yıllar sürerdi.

 

 

    Gezi direnişinin ışıltısı

    Hep gözlerimizde olacak

 

 

  B. Sadık Albayrak’ın, zor günlerdeki yoldaşlığı unutulmaz; bunu şiirime kaynaştırdım.

ÇAĞLAYAN KIRMIZI KAŞKOL

                                        

                                                                   Yoldaşım,

                                                     B.Sadık Albayrak’a

                                                              12 Mart 2013

 

Zor günlerden geçiyor memleket

Çözülürken adalet ömrümüzden

Kendimizle başbaşayız

 

Görün duruşumuzu düşünün

İnsana umudun öfkesiyle kaynaşın

Çocukluğumuz gözlerimizde

Yaprak yaprak sahiciliğimizden

Saflığın direniş akışıdır bu

 

Zorla kavgamıza şiir olsun günlerimiz

 

                                                                

   Evet! Zorla kavgamıza şiir olsun günlerimiz.                               

   Sözümü tuttum; 50.yaşıma, Doğu Kitabevi’nden, Dünyalaşan Gözlerim, üçüncü şiir kitabımı, şiirseverlerle buluşturdum.

 

 

 

     YÜRÜYÜŞ SEVDAM

 

Zamanın farkındayım

İçime yağmur damlıyor

Kendimi okuya dokuya yürüyorum

Yanar

Ellerim

 

Ellerim

Yanar

İnsanım

Kendime sözüm var

Toplumsal kurtuluş akışında

İnsancıl şairiyim

Düşüncem

İçtenliğimden koparsa

Tutukluyum

Hiç yolumdan dönmedim

Dönüşüm oldu

Yanar

Ellerim

 

Ellerim

Yanar

Zamanın farkındayım

İçime yağmur damlıyor

Dünyalaşan gözlerimle

Kendime dokuna dokuna yürüyorum

 

 

 Bu benim biten ve başlayan türkümdür.

Halkların türküsüne kaynaşıp aksın ömrümüz.

 

 

 

 

                                                                                                 Mustafa GÖKSOY

                                                                                                 26 Ocak 2015                                                                          

Facebook
yorumlar ... ( 4 )
19-06-2015
18-06-2015 23:31 (1)
Bu yazıyı, dolayısıyla şiirleri niye yayımlıyoruz konusunu tartıştık Taylan'la. Çok ikna olmadım ama, "bize geldi, yayımlıyoruz" noktasında anlaştık. Bize gelenleri bazı yönlerden zararlı olmadıkları ve kötü olmadıkları takdirde yayımlıyoruz. Ancak bir şairin kendini tanıtım yazısı olduğu için bu, içindeki şiirler hakkında bir şeyler söylemem gerekiyor. Şiirden fazla anlamadığımı defalarca belirttim, ama bu şiirler bana iyi gelmedi. Şiir editörümüz de aynı fikirde. Bunu söylemek zorunluydu, çünkü onu bunu hem de sert biçimde eleştiriyoruz estetik konusunda. Bizim örnek olarak sunduğumuz şiirler bu açıdan daha titiz incelenecektir kuşkusuz. O bakımdan bunların bizim örnek göstereceğimiz şiirler olmadığını belirtmeliyiz. Sanat eseri açılımını sanatın mecrası içinden yetkin biçimde yapmak zorunda. Doğru ve bize yakın şeyler söylemesi o eseri sırf bu nedenle güzel yapmıyor. Kaldı ki, buradaki tartışmalardan biliyorsunuz, doğru da zaten çok tartışmalı. Şair-yazar umarım kırılmaz. Kaan Ars.
19-06-2015 00:50 (2)
Günümüzde sosyalistlerin kültür sanat yetilerinin acınacak düzeyde olması biraz da edebiyat dergilerinin doğal okurlarını kaybetmesiyle ilgili. Eskiden edebiyat dergilerinin doğal okurları örgütlü solculardı. Bir zamanlar edebiyat dergileri sola açık aydın adayları için okul işlevi görüyordu. Orada bir aksama, tıkanıklık, kriz yaşandı ve bu kriz aşılamadı. Şimdiki sosyalist parti yöneticilerine bakıyorsun. Adam, Ömer Türkeş'i Türkiye'deki en iyi eleştirmen sanıyor. Bilmiyor ki! Yabancılaşmış iyice. Bu saatten sonra bu işlerin düzelmesi çok zor. Türkiye'de kötü edebiyat iyi edebiyatı kovdu. Buna aracılık eden edebiyat dergileri de eski güçlerini kaybettiler. Varlık'ta, Notos'ta, kitap-lık'ta, Sözcükler'de, Natama'da yayımlanan şiirlere, öykülere bakın, hepsi birbirinden vasat. Maalesef kötü şiirin iyi şiiri kovmasında Memet Fuat gibi ustaların da payı var. Adam Sanat dergisinde yıllarca Roni Margulies'in şiirleri gözümüze sokulmadı mı? Bir sürü örnek var böyle.
19-06-2015 09:58 (3)
demirel in cenaze merasimini izliyorum... fötr şapkasını tabutun üzerine koymuşlar ne diyeyim tam cem yılmazlık...
19-06-2015 10:43 (4)
Evet, yazar tumturaklı laflar etmiyor, sözcüklere kırk takla attırmıyor ama sahte olmadığı da apaçık. Taşra'dan utanmıyor, büyük şehrin arkasına saklanmıyor, ne kadar eşsiz olduğunu da pazarlamıyor fakat. Kısaca "İnsanlar içinde bir insan". Sevdim ben. mh
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210831
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.