Editörün sunusu: Son Ankara katliamından sonra bize gelen iki yazıyı yayımlıyoruz. Umarız ki “Son Ankara Katliamı” dediğimiz bu olayla ilgili yazıları okurken yenileri gelmesin. Şunu da söyleyelim ki bu ülkede liberal yoktur. Yani gerçek anlamıyla liberal. Neredeyse tüm fikirlere açık kapı bırakan tek çevre yoktur. Bizde liberal bilinenlerin tamamı liberal faşisttir. Başka fikirlere karşı kapalıdırlar, onları tüm güçleriyle gözlerden silmeye çalışırlar. Bir liberal biz kalmışız J L
Binary Bir Yazılımın Anatomisi
’Ablam oğluna çikolata almak için markete girmeseymiş az sonra o durakta olacakmış…'
’Pazar trafiğine takılmamak için Kızılay’ın paralel caddesinden evimize gitmeseydik şimdi yoktuk…’
Dün Ankara’daki yıkıcı, yakıcı olaydan sonra ’yazgı’ denen şeyi düşündüm. Yazgı, yaşamın kırılma noktalarında alınan bireysel kararların başlattığı, ancak karar anından sonra kişinin kontrolünden büyük oranda çıkan süreç değil midir? Ölümlünün ölümsüz seyirlerinde dizginleri boşalmış sürüklenişler gibidir, yazgı; insanın gerilerden, çok çok gerilerden getirdiği ani bir tenevvürdür; sadece yazanların ve okuyanların inandığı, bir ’yazı’.
Yazgı binary bir durumdur aslında, hayata 1 ve 0 olarak bakar. Daha da ileri giderek, yazgının monary bir durum olduğunu söyleyeceğim; yazgı bence sıfırdır, sadece ölümdür, kader kavramının hemen sınırında durur hayat ve biz bu sınırları çoğu zaman sabırla karşılarız!
Beni asıl kaygılandıran, yazgının binary bir hadise olmasından çok, insanlarda gitgide artan binary algı şeklidir. Gün geçtikçe insanlar çevrelerine daha çok 1 ve 0 olarak bakmaya başlıyorlar. iyi veya kötü, bizden veya değil, zeki veya aptal, çok önemli veya tamamen değersiz: kendi gibi olmayanı bir hiç sayan idealist, dindar, ateist, köylü, kentli, birbirine rakip firmaların işçileri, hatta komşu semtlerin futbol takımları bile böyle düşünüyor; herşey ve herkes bipolar bir algı kırılması içinde. Giderek artan şiddet döngüsünün çekirdeğinde, sizce bu binary yaklaşım ve düşünce tarzının payı yok mudur?
Yazgı denen şey nasıl despot bir hükümdardır ki, aldığımız tüm ’mantıklı’ karar ve tutumları bir anda hiçleyebiliyor; herşeyi reductio ad absurdum’a (saçmaya indirgeme) çekebiliyor.
Sizce kayıtsızlığın felsefesi nedir? Hamsun’da bireyin ‘düşmüş hali (decadence), Kafka ve Beckett’de depressif bir delirme hali’ne (depressive insanity) ikame olur. Bu durumlar, hayatın saçmalığına karşı bireyin kendiliğinden refleksleri olarak gösterilir.
Doğal yönelişleriyle haraket ettiğinde, dinlerin, toplumun ve ideolojilerin ’oyun’una sürüklenmeyen ve kayıtsız kalabilen insanın, ancak hayatı ussal bir yabancılıkla karşılaması durumunda, yazgısıyla barışık yaşayabileceğini düşünmüşümdür.
Kendi iradesi ve isteğiyle değiştiremeyeceği yazgısının periferisinde duran mutluluğa ulaşmak için çırpınan insanı, yaşadığı epikurist paradoks nihilizme götürür mü? Götürse bile, nihilizmin içeriğini zımnen belirleyen ‘koşulsuz kayıtsızlık’ ve ‘ahlakın reddi’ konumu, ne tür bir umutsuzluk yaşanırsa yaşansın, gerçeklikte bir karşılık bulamaz, çünkü hayatı ve her şeyi reddetmek, hayatın kendi doğasına ve matematiğine aykırı bir şeydir.
İçimizdeki yıkıcı dürtülerin, ömrümüzün sınırlanmışlığıyla hayatın anlamsızlığından kaynaklı nihilist bir çekirdekten kaynaklandığını düşünürüm. Bu işin tabii ki metafizik yönü, gelelim fiziki yönüne.
Toplumsallaşmak insanın en büyük lanetidir bence, zira bize ütopya ve uygarlık olarak sunulan toplumsallaşmanın ta baştan beri şiddete bağlı bir süreç olduğunu farkediyorum. Karmaşık değer ölçütleri, ahlak, dinler, felsefeler, paradigmalar vs hepsi durakta bekleyen genç kızın, bodrum kartındaki masumların, ekmek almaya giden çocuğun ölmesini engelleyebilmiş mi? İnsan sosyaldarwinizmi keşfedeli çok oluyor.
Toplum şiddete karşı duyarlıymış izlenimi veriyor ama tepkilerindeki tutarsız devamlılık yüzünden bunun samimi bir duyarlılık olduğunu söylemek zor. Aynı toplum mesela doğudaki sivil ölümlerine, Suriye’deki çocuk ölümleriyle farklı patlamalardaki ölümlere etnik köken ve mezhep çekincesiyle ya da resmi tepki sınırları içinde duyarlılık göstermiş.
Bu tutarsız tepkileri önceleyen ve toplumdaki çifte standart ve hipokrismi kısmen de olsa açıklayan tutarsız bir durum daha var o da bize ütopya olarak sunulan şeylerin gerçekleşmesinin ta baştan beri şiddete bağlı olduğu ve aslında bunların çoğunun birer distopya olduğu gerçeğidir; tüm bu ütopyaların, bir zümre, sınıf ya da etnisitenin iktidarı ve çıkarları için araçsallaştırıldığı gerçeğidir. Sözümona ütopyalar, böyle bir boşluk ve hayalkırıklığı yaratırken, o vakumu birileri şiddet ve anarşiyle doldurmaya çalışıyor.
'Her şeyden önce insan' diyeceğimiz olgunluğa ulaşmadan bu şiddet sarmalı korkarım durmayacak! Yine de umutsuz değilim, zira her insanda biraz Hitler olduğu kadar biraz da Gandhi vardır.
Kim olursak olalım hepimizin önünde eğilip büküldüğü bir şey vardır, benim önünde eğilip büküldüğüm şey hayattır; ey muktedirler, ben asıl sizinkini merak ediyorum!
’insanlar,
ya ölürler ya terkederler bizi,
yalnızlık,
yalnızca yalnızlık
çizer kaderimizi.’
M. Mungan
Josef Hasek PhL
15.03.2016 Helsinki
Umut bende çözüm bende diyenler neden bu halde?
Hepimizin başı sağolsun.
Yaşananların
birinci ve ikinci sorumluları bellidir.
Özellikle uzun yıllardır hiçbir görevini yerine getirmeyenlere sıradan kendi
halinde bir vatandaş olarak bazı sorular sormak gerekiyor, bu sorular sağcı
bireyleri ve Kürtleri kapsamıyor, sorular kendi değerlerine ihanet halinde
olan, gerçekleri ret eden hayal dünyasına gömülmüş, ölmüş eski tüfeklerin
fotoğraflarının arkasına saklanarak prim peşinde koşanlara, umut olacağım deyip
olamayanlaradır.
Biliyorum ki aranızda böyle insanlar hiç yok.
Yani (Bu yani lafından nefret ederim, Türkçe bir sözcük değildir.) görürseniz böylelerini, tabi böyle insanlar yakın çevrenizde asla yoktur amma siz de sorabilirsiniz.
Şu anki durumum bir arkadaşımın dediği şekilde şöyledir, ben ateist değilim, sadece inanacak Tanrı bulamıyorum.
1.Fakir Kürt insanlar kör kurşunlarla öldürüldüğünde dayanışma olarak tepki koyup empati öğütleyen sol kurumlarımız bu patlamanın ikincisi sorumlusu olan hayalperest örgüte neden kapsamlı eleştiri getiremiyor? Koskoca oligarşiye dikilenler ağzını neden açamıyor, ne çıkarınız var? Yoksa sizin çocuk akademisyen olma arefesinde mi? Belki eleştirildi de ben mi göremiyorum, olabilir.
Eski Chpli Hüseyin Aygün dışında açıktan soru soramayacak kadar çapsız ve bitik mi bu sol kurumlar vs. vs. Yoksa Hüseyin Aygün erken davrandı henüz ayılamadınız mı? Siz gerçekler arasında ayrım yapacaksanız ne işe yararsınız?
2. Bu halkın karşısına ne zaman M.Kemal'in, Deniz'in, Mahir'in, Berkin'in vs. vs. resimleriyle ya da pazar günü kilise rahibi ağızlarıyla değil de adam gibi politikalarınızla çıkacaksınız?
3. Toplum sizden umudu kesmiş, adam yerine koymuyor, neden artık bunca gerçeğe ve doğruya sahipken sizleri dinlemiyor?
4. Natoyla, Apoyla, Tayyoyla, ilişkileriniz ne zaman sona erecek, Amerika'nın, Almanya'nın, ya da gerici generallerin kucağından ne zaman ineceksiniz? İktidar olmayı ne zaman düşünüyorsunuz, bu halk sizi bir 60 yıl daha bekleyecek mi?
İsmini vermek istemeyen bölünmeden önceki TKP çevresinden bir okur