Sualtı hekimliği ve hiperbarik tıp

Sualtı hekimliği ve hiperbarik tıp

 

Hiperbarik tıp kapalı bir ortamda yüksek basınç altında hastalara %100 oksijen solutulmasına dayalı bir tedavi yöntemidir. Günümüzde akut ve kronik birçok hastalıkta ana tedavi veya mevcut tedavilere destek olarak kullanılmaktadır.

 

Başlangıcını insanoğlunun dalış ihtiyacına gerek duymasına, yani milattan önceki zamanlara dayandırabiliriz. Asurlularda dalgıçlığın olduğu, MÖ 400’de yıllarda gemilerin onarımı ve batık malların kurtarılması için Pers Kralı Keyhüsrev’in dalgıçları kullandığı, MÖ 320’de Büyük İskender’in fıçıya benzeyen ve aslında ilk dalış çanı sayılabilecek bir aygıt içinde bizzat daldığı, Aristo’nun MÖ 300’de dalgıçlarda kulak zarı yırtığını tarif ettiği tarihi kayıtlarda mevcuttur.

           

Tedavi amacıyla yüksek basıncın kullanımı, 1662’de İngiltere'de bir din adamı olan Henshaw’ın iç basıncı ayarlanabilen bir silindire hasta alıp akut hastalıklarda yüksek basınç kronik hastalıklarda düşük basınç kullanması ile başlamıştır. Takip eden yıllarda başka ülkelerde basınç odası kullanılarak çeşitli hastalıklar tedavi edilmeye çalışılmış, fakat bu deneyimlerin bilimsel bakış açısıyla yapılmaması ve bu sebeple yeterli kayıtların olmaması bu alanda bilgilerimizi kısıtlamaktadır.

           

Basınçlı havanın dalış tıbbında ilk kullanımı 19. yy’ da gerçekleşmiştir. Hudson Nehri Tüneli’nin inşaatı sırasında mühendis olarak çalışan ve işçilerin %25’inin ölümle sonuçlanan bir rahatsızlığa uğradığını gören E.W.Moir, iş alanına bir basınç odası yerleştirerek hastalanan işçileri tedavi etmek için kullanmış ve ölüm oranını % 1.66 ya düşürmeyi başarmıştır. Bu tarihten itibaren hiperbarik tedavi dekompresyon ( vurgun ) hastalığının temel tedavisi olarak kabul edilmiştir. 1774’ te Oksijen, bir din adamı olan Joseph Priestly tarafından bulunmuş ve izleyen yıllarda oksijenin tıpta kullanımı denenmiş. Hiperbarik fizyolojinin anıtsal ismi Paul Bert 1878’de yazdığı “ La Pression Barometrique" adlı kitabı ile hiperbarik tıp bilimsel temellere oturmuştur. Hiperbarik oksijenin tıpta ilk kullanımı 1937’de vurgun hastalarının tedavi edilmesi ile başlamış. Daha sonraki yıllardan günümüze kadar olan süreçte çeşitli hastalıklarda tedavi edici olarak denenmiştir.

           

Ülkemizde hipebarik tıbbın gelişimi 1980’li yıllarda başlamış. Dünyada ve Türkiye’de son 20 yılda hiperbarik tıp ile ilgili olarak temel ve klinik alanlarda yapılan çalışmaların artması, klinik deneyimlerin ve birikimlerin artması ile hızlanmıştır. Türkiye’de hiperbarik tıbbın kurucusu ve Türk tıbbına Hiperbarik Oksijen Tedavisinin tanıtımında emeği geçen değerli hocamız Prof. Dr. Maide Çimşit’tir.

           

Günümüzde Hiperbarik Oksijen Tedavisi bazı hastalıkların birincil tedavi; bazılarında ihmal edilmemesi gereken önemde, hastalığın seyrini belirleyen hastalıktan ölüm ve sakat kalma oranlarında belirgin etkileri olan bir yardımcı tedavi; bazı hastalıklarda da uygulanmasında yarar görülen yardımcı bir tedavidir. Hiperbarik oksijen tedavisi temel olarak basınç etkisi ve çözünmüş oksijen etkisi ile bize yardımcı olmaktadır. Basınç etkisi ile vurgun ve gaz embolisi hastalıklarında tıkacı nitelikte olan gaz kabarcıklarının küçülmesi ve vücuttan atılmasını sağlamaktadır. Kanda yüksek oranda çözünen oksijenin ise beslenmesi bozulan dokulara oksijen ulaştırma, antimikrobiyal, antitoksik etki, ödem azaltıcı etki, yara iyileşmesini artırıcı etkileri klinikte yararlandığımız etkileridir.

           

Birincil tedavi olarak kullanıldığı hastalıklar; dekompresyon hastalığı (vurgun),  gaz embolisi, karbonmonoksit zehirlenmesidir ve acil tedavinin yapılması gereken hastalıklardır. Ezilme yaralanmaları (crush),  kompartman sendromu, akut travmatik gelişen dolaşım bozuklukları, yanıklar, ani görme kayıpları, ani işitme kayıpları, nekrotizan yumuşak doku enfeksiyonları, kan transüzyonun yapılamadığı şiddetli anemiler tedavinin fayda sağladığı acil durumlardır. Radyoterapi sonrası gelişen doku hasarları, beyin abseleri, kronik osteomyelitler, avasküler kemik nekrozu, hipoksik iskemik ensefalopatiler ve çeşitli sebeple açılmış iyileşmesi geciken kronik yaralar tedavinin kullanıldığı diğer alanlardır.

 

Birçok tedavide olduğu gibi bir takım yan etkileri de mevcuttur. Bunlardan en sık gelişenler basınca bağlı gelişen barotravmalardır. En sık kulak zarında meydana gelir ve sıklığı % 1-2’dir. Bir diğeri sinüs barotravmasıdır, daha nadir olarak meydana gelir. Bu yan etkiler tedavi öncesi değerlendirme ile azaltılabilmesi ve oluştuğu anda fark edilip hastanın tedaviden çıkarılabilmesi sebebiyle ciddi sonuçlara yol açmamaktadır. Standart oksijen tedavisinin oksijen toksisitesi oluşturacak sınırların altında olması nedeni ile çok çok nadir görülen bir diğer yan etki santral sinir sistemi oksijen toksisitesidir

 

Klinik pratikte en çok uğraştığımız hastalıklar ise çağımızın vebası olarak adlandırılan diyabete bağlı gelişen iyileşmeyen yaralar, yine sigara kullanımına bağlı gelişen damar tıkanıkları sonucu oluşan yaralar, kronik steroid kullanımının artması ile sıklığı daha da artan avasküler kemik nekrozu, yine aterosklerozun sebep olduğu dolaşım problemleri sonucu oluşan yaralar, damar tıkanıklığına bağlı görme kayıpları, işitme kayıpları, kış aylarında karbonmonoksit zehirlenmeleri, yaz aylarında dekompresyon hastalığı, radyoterapinin artan kullanımına bağlı gelişen radyasyon proktiti, radyasyon sistiti gibi radyasyon hasarları sıklık sırasına göre sıralanabilir. Klinikte kronik yara tedavisinde multidisipliner bir yaklaşım uygulanmakta, yara ile ilgilenen diğer branşlar ile birlikte hareket edilmektedir ve yara tedavisi için birçok yöntem kullanılmaktadır. Klinikte uğraşlarımızdan bir diğeri de dalış öncesi dalışa engel durumların tespiti için yaptığımız dalış muayeneleri ve profesyonel dalgıçlara iki yılda bir yapılan muayenelerdir.

           

Hiperbarik oksijen tedavisinin uygulamasına engel birkaç durum mevcuttur. Hastada  tedavi edilmemiş pnömotoraks ( akciğer boşluğunda hava) varlığında , mevcut çalışmalarda çelişkili sonuçlar olsa da pratikte aktif kanser varlığında, ileri derecede konjestif kalp yetmezliği ve ağır bradikardi varlığında, bazı kemoterapötik ( Adriamisin, sisplatin) ajan kullanımında, disulfram kullanımında ve ciddi kapalı alan korkusu  varlığında hiperbarik oksijen tedavisi kullanılamamaktadır.

 

Yukarıda sayılan hastalıkların çoğunun önlenebilir olması ise diğer branşlarda olduğu gibi işin trajik yanıdır. Klinikte uğraştığımız hastalıkların önlenebilmesi açısından gözlemlediğim durumlar öncelikle diyabetik hasta eğitiminin yetersizliği, riskli grupta olan kronik hastalıkları bulanan hastalarda ayak bakımının ihmal edilmesi, hastaneye başvuruda gecikme ve daha çok ileri yaş grubunda hastaların genel bakım eksikliği olarak sıralanabilir.

 

Halen kullanıldığı hastalıklar dışında daha birçok hastalık için de çalışmalar yapılmakta olup, ileride hiperbarik oksijen tedavisi ile ilgili bilgilerimiz ve deneyimlerimiz daha da artacak, başka hastalıklar içinde kullanılabilecek veya uyguladığımız hastalıkların bir kısmında kullanılmayacak gibi gözüküyor.

Hüseyin Karakaya

Facebook
yorumlar ... ( 20 )
19-01-2015
19-01-2015 11:11 (1)
rahim kanseri nedeniyle önce ameliyat olan, sonra da kemoterapi alan bir yakınım var. 17 yıl olmuş. o zaman ille de ışın tedavisi de verilecek diye tutturulduydu. bilen bilir. eziyetli işlerdi bunlar o zamanlar. neyse. 17 yılda o ışına bağlı olarak 6 kere daha ameliyat geçirdi. bağırsakları ışın nedeniyle kurumuş. çok çile çekti ve hala çekiyor. hani bazan o ışın verilmese kaybımız ne olurdu diye insan düşünmeden edemiyor. bu çektiklerine değer miydi? son 2 yıldır da sürekli idrarından kan geliyor. ben hastanelere gide gele gına getirdim. hastamda radyasyon sistiti diye birşey olabileceğine anlı şanlı profesörleri zor ikna ettim (çokbilmişlikten değil, sadece daha evvel barsaklarda da ameliyat yapışıklığı demişlerdi de sonra sorunun ışına bağlı olduğu anlaşılmıştı). sonuç? bu yukarıda anılan tedavinin benim hastam gibi hastalara denendiğini de internette görmüştüm. ama yapan bir yer bulamadık. ürologlar bihaber. gerçekten bu türkiye'de yapılıyor mu? saygıyla. hasan bayram
19-01-2015 13:34 (2)
1 nolu yorumun yü ve g.heper'in katıldığı son tv programının konusu ile bağlantılı olarak cevaplanmasını dilerim.
19-01-2015 18:45 (3)
Hasan Bey,bir mühendis olarak yanıt verebilmeyi inanın çok isterdim.Acil şifalar diliyorum.Caner
19-01-2015 22:10 (4)
Yücel Aydemir kanseri anlatan, basit tedavi çözümü aktaran bir kitap yazdı. Alıp okunmasını öneririm. Kemoterapide kurtulma istatiği düşüktür. Bu aslında kemoterapiye rağmen yaşama tutunabilenlerin oranıdır. Turgay Ayder
19-01-2015 22:27 (5)
Yücel Aydemir'in kitabının tanıtımına hemen baktım. Sonunda şöyle bir şey diyor: Bu kitabı okuyan kanserden ölmez! Yuh artık, bu kadar pervasız pazarlamacılık. O kitabı okuyup hakkaten ölümsüzlüğü yakalasam bile onu satın almam.
19-01-2015 22:56 (6)
4 no lu yorumcuya: andığınız kitap 500 metreden "şarlatan"lık kokuyor. sırf linkteki yanıtlar bile bir aldatmaca, yalan yanlış ve bilim dışı. http://yucelaydemir.de/ buradaki yanıtlar da tam anlamıyla bir saçmalık havuzu.bu ifadeler tamamen tanımlayıcı ifadeler olup hakaret amacı taşımamaktadır. Lütfen okurlarımız böyle şeyleri ciddiye almasınlar. saygılarımla taylan kara
20-01-2015 07:22 (7)
Çalışmakta olduğum istanbul çapa tıp fakültesinde radyasyon sistiti olan ve hiperbarik tedaviye girmesine engel bir durum olmayan hastalar tedaviye alınmaktadır. Hüseyin Karakaya
20-01-2015 07:22 (8)
Vücudumuzda bazı organlarda kanser olmaz: Kan damarları, ince bağırsak, çok doğum yapan kadınların göğüsleri.... Bunların hepsinde su ilişkisi vardır. Susuz kalan, beslenemeyip oksijen alamayan hücre son çare olarak anaerobik (oksijensiz) yaşama geçer, bu durumda her ilkel hücrenin yaptığı gibi, yaşamak için çoğalmak yolunu seçer. Yücel Aydemir kitabında hücrenin genetik programına uygun yaşaması için yapmamız gerekenleri anlatıyor. Vücut kurursa her yerde kanser çıkar. Onkolog Dr. Yavuz Dizdar ile yazıştım. Kemikler üzerinde 3 çalışma yaptık, metasas (sıçrama) bulamadık yazdı. Keza, kemoterapi vermediğimiz hastalarımız daha uzun yaşıyorlar diye belirtti. Turgay Ayder
20-01-2015 07:23 (9)
Kanımızın PH değeri 7,35 tir. Yedipimiz, içtiğimiz fazlaca asit tarafındaysa, ki gümümüzde işlenmiş gıda çokluğu buna sebep olmaktadır, asidik ortam hücrenin ölümüne, ya da, duruma göre anaerobik yaşama geçmesine yol açmaktadır. Bunu bize Dr. Ayşegül Çoruhlu belirtiyor. Beslenmede PH dengesi meselesinin esas erbabı Dr. Robert Young' dır. Obama bile kendisine inanmakta, resepsiyonlarına davet etmektedir.
20-01-2015 07:23 (10)
Kişi sağlığını düşünüyorsa, şeker ve muadillerini beslenmesinden çıkarmalı, küçük idrarı şeffaf olacak düzeyde su içmeli, işlenmiş, doğal olmayan gıdaları öğünlerinde azaltmalıdır.Br diğer fayda düzenli egzersizde vardır. Yağ yakmak için etkili teknik fasılalı yüksek tempolu egzersizdir. Bu atalarımız olan ilkel insanın günlük hareketli yaşamının günümüzde simüle edilmesidir (Hayvandan koşarak kaçma, durup soluklanıp gelip gelmediğine bakma, geliyorsa yine koşma, bir yere tırmanma, sonra yavaşlama, ….) Turgay Ayder
20-01-2015 07:23 (11)
Turgay Bey, yazdığınız yorum tamamen yanlış bilgilerle dolu. "Vücudumuzda bazı organlarda kanser olmaz: Kan damarları, ince bağırsak, çok doğum yapan kadınların göğüsleri...." Anjiyosarkom kan damarlarının kanseridir. Hemanjiyoendotelioma da damar kaynaklı tümörlerdendir. "İnce barsakta kanser olmaz" cümlesine, doktorları geçtim patoloji okumuş herhangi bir tıp fakültesi 3. sınıf öğrencisi bile güler. doğum yapmak meme kanseri riskini azaltsa da asla sıfıra indirmez. onbinlercesi vardır. Anaerobik solunum yapmak kanser yapsaydı, en fazla kanseri kas hücrelerinde görmeliydik, çünkü biraz hızlı koştuğumuzda kasların yaptığı şey budur, egzersiz sonrası hissettiğimiz kas yorgunluğu da anaerobik solunumun son ürünü olan laktik asit nedeniyledir. asgari bir tıp bilgisi, bu yazılanların yanlışlığını görür. Lütfen böylesine çok basit düzeydeki yanlış bilgilere siz de inanmayın, başka insanları da yanlış yönlendirmeyin. saygılarımla taylan kara
20-01-2015 07:25 (12)
taylan kara bey siz hekim misiniz?
20-01-2015 09:01 (13)
Sn. T. Ayder (8), size "Vücudumuzda bazı organlarda kanser olmaz" diye kim dediyse, doğru dememiş. Bu yanlış bilgi temeline oturan diğer görüşlerinizi de daha fazla düzeltmeye gerek yok bu durumda. Hiçbirini dikkate alamayacağız maalesef. Saygılar. mh
20-01-2015 09:16 (14)
emeğine sağlık güzel bir yazı olmuş çağdaş derdiyok
20-01-2015 11:53 (15)
12 no lu yorumcuya: benim mesleğim hekimlik. Ancak yukarıdaki yorumlarda yazanların bilimdışı olduğunu anlamak için hekim olmaya gerek yok. Bu bilgilerden yüzlercesi dolaşımda ve bunları yorulmadan açıklamak gerekiyor. T.K.
20-01-2015 15:23 (16)
sayın hüseyin karakaya'dan hastam için randevu alacağım öyleyse. teşekkür ederim. saygılar. hasan bayram
21-01-2015 06:52 (17)
Tesekkurler profesor doktorum huseyin karakaya. Doktor bey hayatimizi kurtardi bir hastamizin kendisi 10 numara hekimdir. Ömer ulugergerli
21-01-2015 10:47 (18)
Kanserin, kalp krizinin, romatizmanın, kronik ağrıların çoğunun sebebi bilinmiyor. Nasıl olduğunu bilmesek de, bunların ağırlıklı olarak beslenme ve yaşam tarzımıza bağlı olduğunu fark etmemek elde değil. Doğal yaşamına devam eden diğer memeli canlılarda bu hastalıklar nedeyse hiç görülmüyor. İnsanlar, özellikle yaşlılar, dışarıda tuvalet bulamayız korkusuyla su içmiyorlar. Siyah çay, kahve ve meşrubatlar vücuttan su çalıyor. Çamaşırı, bulaşığı nasıl su ile yıkıyorsak, vücudumuzu da su ile temizleyebiliriz. Arabamıza en iyi benzini arıyor, depoya meşrubat koymuyorsak, kendimizi de en az arabamız kadar düşünmeliyiz. Turgay Ayder
21-01-2015 11:03 (19)
Turgay Bey, söyledikleriniz arasında çok doğrular, az doğrular olduğu gibi yanlışlar, çok yanlışlar var. Bunlar birbirini götürüyor. Fakat tavsiye ettiğiniz kitap bazı temel doğruları kabul ettirebilmek için mi yanlışlara sapmış; yoksa bazı yanlışları kabul ettirebilmek için mi doğruları kullanıyor, emin değilim, ikinci olasılık biraz daha kuvvetli duruyor. Beslenme, yaşam tarzı, egzersiz, çevre gayet tabii çok önemli ve biz TIP BU Değil de hep bunları anlattık, ama tıbbın da yüzyıllara dayanan bazı temel doğruları var, bunlara uygun olarak bir şeyler iddia etmek lazım. Genetik var, fizyoloji, fizyopatoloji var. Sağlık için uygun ve bol sıvı almak önemli ama, tek dert keşke bu olsaydı, keşke bu ve benzeri birkaç şeyi yaparak hastalıklardan kurtulsaydık. Size Ahmet Aydın'ın 7-den 70'e taş devri diyeti kitabını öneririm, bu dediklerinizin bilimle buluştuğu kitap odur. Saygılar. Kaan Arslanoğlu
21-01-2015 12:23 (20)
Prof.Dr. Ahmet Aydın' nın kitapları çok faydalı. Alıp okumakla kalmadım, arkadaşlarıma da hediye ettim. Ahmet Bey ilk kitabında PH meselesine pek değinmemişti, kendisiyle görüştüm, ikinci kitabında PH konusunu çok açtı. Tıp Bu Değil kitapları da çok değerli. Emek verenlere sonsuz teşekkürler. Mühendisim, tıp eğitimim yok, konulara doktorlarla bakış şeklimiz farklı. Doktorlarca anlaşılamam buna bağlı olabilir. Sürekli lastik ayakkabı giymek, insanın ayağının çıplak olarak toprağa değmemesi bile sağlık sorunlarına yol açıyor (Youtube' de “The The Grounded 2” filmine bakılabilir). Ben böyle az bilinen bilgileri bulup insanlarla paylaşıyorum. Burada reklam olur diye belirtmek istemediğim web sitem de var.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210941
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.