İnanç, din, gericilik ve aydınlanma

İnançların tarihi, insanın bilinen tarihi kadar eski görünüyor. Fakat bu tarih boyunca herkesin inanç sahibi olduğu anlamına gelmiyor. Bütün toplumlarda, toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğu inanç sahibi olsa da, her zaman inanmayanlar olmuş, inançlar sorgulanmış.

İnançların örgütlenerek din haline gelmesi çok daha yeni bir gelişme. Ancak dinler de hiçbir zaman, ortaçağda dahi, toplumların bütününü kapsayamamış. Dindarlar çoğunlukta olsa da, hatta ülkeler dini esaslara dayanarak yönetilse bile, dinsizler ya da en azından gündelik yaşamını dini inanışına göre yaşamayanlar her zaman var olmuş. Din adamları arasında bile!

Gericilik ve gericiliğin karşıtı olan aydınlanma bütün bu süreçlerde birlikte var olmuşlar. Gericilik daha çok “iktidarla” ilişkili olarak ortaya çıkmış. İktidar sahipleri inançları ve dinleri egemenliklerini “meşrulaştırmak” için kullanmışlar. Fakat tarihte ve günümüzde inancın ve dinin iktidara karşı kullanıldığı örnekler de az değil. Hatta tarihte yeni dinlerin ortaya çıkışı genellikle bu “bağlama” oturmuş. Ancak bunları “aydınlanma” olarak görmek mümkün değil.

Aydınlanma daha çok dinin ve inançların iktidar veya egemenler tarafından kendi çıkarları için kullanılmasını sorgulayan, fakat bunların karşısına yeni bir din veya inanç yerine “aklı” ve “bilimi” koyan bir düşünce. Aydınlanma her zaman egemen ideolojiyle çatışmış ve “kurulu düzenin” karşısında olmuş. Günümüzde de gericilik ve aydınlanmayı bu bağlamda görmek gerekir.

DİNDARLIK VE GERİCİLİK

Bir insanın hayatını inançlarına göre yaşaması, hatta diğer insanların da böyle davranmalarını istemesi (zorlaması değil) gericilik midir? İnançları doğrultusunda İslam’ın ve imanın şartlarına bağlı bir yaşam sürmek dindarlık mıdır, gericilik midir? Aynı soruyu bir Budist için de sorabilirsiniz. Muhtemelen birçok insan bunlara gericilik değil, dindarlık yanıtı verecektir. O halde gericilik ile dindarlık arasındaki fark nedir?

Gericilik ancak sömürü ve bağımlılık ilişkileri içinde anlaşılabilir ve anlamlandırılabilir. Dindarlar inançlarını diğerlerini sömürmek ve bağımlı kılmak için bir “araç” olarak kullanmazlar. Gericiler ise dini ve inançları kendi çıkarları doğrultusunda “yorumlayarak”, hatta yeniden tasarlayarak egemenliklerine payanda yaparlar. Bu nedenle gericiliğe karşı mücadele her zaman sömürüye karşı özgürlük mücadelesi olmuştur.

Galile “dünya dönüyor” derken yalnızca bilimsel bir gözlemini ifade etmiyor, aynı zamanda kralların egemenliklerinin ve kurulu düzenin ana dayanağını yıkıyordu. Dünyanın dönüp, dönmemesinin dindar Hristiyanlar açısından pratik bir önemi yoktu. Nitekim dünyanın döndüğü kanıtlandığında dindar Hristiyanlar peygamberlerine ve kutsal kitaplarına inanmaktan vaz geçmediler. Fakat iktidarlarını dünyanın evrenin merkezi olduğu ideolojisi üzerine inşa edenler tahtlarını yitirdiler.

BURJUVAZİNİN GERİCİLİĞİ

Feodal çağda “orta” sınıfı oluşturan kentsoylular, Fransa’da yalnız krala değil, kralın gücünü aldığı ve iktidarını meşrulaştırdığı kiliseye karşı da savaştılar. Fakat iktidarı ele geçirdikten, sosyal ve ekonomik yaşamı kendi gereksinimleri doğrultusunda örgütledikten sonra işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki egemenliklerini korumak ve sömürüyü sürdürmek için “gericileşmeye” başladılar.

Burjuva aydınlanması bütün parlaklığına rağmen, kapitalizmin emperyalizm aşamasına varmasıyla birlikte saman alevi gibi kayboldu. Ancak egemenliğini din ve inanç üzerine değil, “özel mülkiyet” üzerine inşa eden sermaye, aydınlanma düşüncesini içeriğini boşaltarak kullanmaya devam etti. İktidarını meşrulaştırmak için din ve inanç yerine “dünyevi” araçlara dayandı.   

1970’li yıllara kadar “altın çağını” yaşayan kapitalizm, insanlara bir “kalkınma ideolojisi” içinde yaşarken erişebilecekleri bir cennet vaat ediyordu. Dünyayı “gelişmiş” ve “gelişmekte olan” biçiminde ikiye ayıran bu ideoloji, insanların gündelik hayatlarında karşılaştıkları bütün sorunların “geri kalmışlıktan” kaynaklandığını, ülkeler “geliştikçe” bütün sorunların buharlaşacağını vaaz ediyordu. Hatta “demokrasi” dahi kalkınmışlıkla ilişkilendiriliyor, milli geliri belirli bir eşiğin altında kalan ülkelerde demokrasinin de gelişemeyeceği savunuluyordu.

Kapitalizmin 1970’lerin ortalarına doğru içine girdiği ve halen aşamadığı kriz sürecinde bu “cennet” hayali giderek solmaya başladı. Gelişmiş ülkelerde “geri kalmış ülkelere özgü” olduğuna inanılan sorunlar boy vermeye başladı. Kalkınma ideolojisinin en önemli direklerinden biri olan “orta sınıf” miti çökmeye başladıkça, sermaye egemenliğini meşrulaştırmak için geleneksel araçlarının yetersiz kalmaya başladığını gördü. ABD’de geçtiğimiz yıllarda patlak veren “yüzde 99” hareketi, “Amerikan rüyasının” kabusa dönmeye başladığına işaret ediyordu.

1789 Devrimi’nin idealleri olan “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik”, sermaye için bir ayak bağı haline gelmeye başladı. Suriyeli göçmenler “batı uygarlığının” temellerini sarsarken, Avrupa Birliği projesini her zamankinden daha çok tartışılır hale getirdi. Tarihe karıştığına inanılan ırkçılık ABD ve Batı Avrupa’yı sararken, dünyaya “demokrasi” götürme iddiasındaki ülkelerde kendi demokrasileri tartışılmaya başladı. Birçok Avrupa ülkesinde “teknokrat” hükumetler kurulurken, ABD önce sandıkta hile skandalıyla sarsıldı, sonra Vatanseverlik Yasaları ile tanıştı.

GERİCİLİĞE KARŞI AYDINLANMA

Bugün dünya küresel ve yerel gericiliğe karşı yeni bir aydınlanmanın eşiğindedir. Sermayenin egemenliğini sürdürebilmek için gericiliğe sığınmak zorunda kalması bu süreci hızlandırmıştır. Burjuva demokrasisi “beşiğinde” dahi meşruiyetini yitirmeye başlamış, gelişmiş kapitalist ülkelerde seçimlere katılım olanları yüzde ellilere gerilemiştir. Eskiden gelişmiş kapitalist ülkelerde yaşayan insanların, hükumete kim gelirse gelsin “düzenlerinin” süreceği inancıyla sandığa gitmedikleri söylenirdi. Günümüzde ise insanlar (özellikle gençler), sermayenin egemenliğini meşrulaştırmakta kullandığı en önemli araçlardan biri olan sandığa inançlarını yitirdikleri için sandığa gitmiyorlar.    

İktidarların yaldızları döküldükçe altından iktidarın asli unsurları olan ordu ve bürokrasi çıkmaya başlıyor. ABD’nin ve Batı Avrupa ülkelerinin “Ebola” tehdidine karşı dahi “asker” göndermesi tesadüf değildir. “Sosyal devlet” küçülürken, “güvenlik devleti” büyüyor. Ordu, polis ve jandarma (hatta Türkiye’de korucular) varken, son yılların en hızlı büyüyen sektörünün “özel güvenlik” sektörü olması tesadüf değildir. Dünyanın her yerinde kamu yatırımları içinde ceza ve tutukevlerinin hızla yükselmesi, hatta bazı ülkelerde cezaevlerinin “özelleştirilmesi” boşuna değildir.

Aydınlanma nasıl ortaçağ karanlığını aydınlattıysa, bugün de karşılaştığı sorunlar karşısında sadece siyasette değil, sağlıktan (alternatif tıp), istihdama (kiralık işçiler) kadar yaşamın bütün alanlarında gericileşmekten başka sığınacak liman bulamayan, 1980’lerde sosyalizme karşı oluşturduğu Yeşil Kuşak konseptini, önce El Kaide ve bugün IŞİD’e vardıran sermayenin karanlığını da yırtacaktır.

Bunun için emek güçlerinin sermayenin kendilerine dayattığı yaşamı sorgulamaya başlamaları, bütün hayatı, her şeyi emeğin gereksinimleri doğrultusunda yeniden tasarlamaları gerekir. Sermayenin, ortaçağ kralları gibi, din ve inancı iktidarlarına dayanak haline getirmelerine izin verilmemelidir. Gericilerle dindarlar ayırt edilmeli, aydınlanmanın dindarlığa değil, gericiliğe karşı olduğu vurgulanmalıdır. Emekçiler aydınlanmayı sermayeye karşı mücadelelerinin omurgası haline getirmeli, sermaye egemenliğini kendi karanlığına gömmelidir.

Akif Akalın

Facebook
yorumlar ... ( 11 )
09-03-2016
09-03-2016 10:47 (1)
Sevgili Akif, dindarlığın tek dindarlık varmış ve o mutlak doğruymuş gibi hayata, insanlara müdahalesi hiçbir şey adına haklı gösterilemez. Yüzlerce din ve mezhep, her dindarın milyar tane kendine göre dini var. Dinsizlerin de kendine göre bir ahlakı. Bir dindarlığın başka bir dindarlığa dayatılması din özgürlüğüne sığmaz en başta. Bu bakımdan laikliği ödünsüz savunmak lazın kanaatimce. Fakat laikliği savunmakla iş bitmiyor, aydınlanma hiç gelmiyor. Ona ne yapacağız? Herkesin kör inançla savunduğu bir dünya görüşü var. Neredeyse kimsenin sosyal olgulara bilimsel yaklaşımı yok. Zaten Piaget'in saptadığı gibi insanların üçte ikisi soyut düşünemiyor. Bana göre insanların yüzde 90'ından fazlası sosyal geri zekalı. Başka şeyler de var. Örneğin kişiler laik, bilimden yana olduklarını söylüyorlar ama, yayınları reklamdan geçilmiyor. Reklama bağımlı kafalar aydınlanma getirebilir mi Akif? Bu son soruya yanıt vermelisin. İnşaat, otomotiv reklamı alan sol yayın aydınlanma sağlar mı? Kaan Ars.
09-03-2016 12:02 (2)
Komünist olmakla devrimci olmanın AYNI şey olmadığını düşünüyorum. Bunu hem kendi tarihimizde, hem de dünya tarihinde net olarak görebiliyoruz. Devrimcilik yalnızca düzeni eleştirmeyi ve düzene karşı mücadeleyi değil, aynı zamanda sözcüğün tam anlamıyla düzenden tam bir KOPUŞU ifade ediyor. Komünistlerin en azından İDDİALARI gereği bu niteliği (devrimcilik) taşımaları beklenir fakat bunun her zaman böyle olmadığını görüyoruz. Bu durum göründüğü gibi olabilmeyi dolayısıyla inandırıcılığı dolayısıyla “başarıyı” olanaksızlaştırıyor. Komünist bir örgütün yaratıcı finansman modelleri geliştirememesinin de bununla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Akif Akalın.
09-03-2016 12:04 (3)
dindarlık ve gericilik altbaşlığı altındaki ilk paragraf çok sıkıntılı. soru öyle gibi gözükse de mantıklı değil. "diğer insanların da böyle davranmasını istemesi..." diye bi ifadede savunulacak bi taraf yok. zorlaması değil diye parantez açmak kurtarmıyo çünkü. aynı soruyu bi budist için asla soramazsınız. budizm'de tebliğ görevi yok! YOK! oysa islam'da boru gibi tebliğ zorunluluğu var. hristiyanlığın kollarına göre değişmekle birlikte misyon gerçeği var. hangi "dayatmama" halinden bahsediyosunuz? ben hayatımda hiçkimseye "içki iç, sigara iç, benim gibi sefih yaşa" demedim. ama tanıdığım gayet munis bazı insanlar bile oruç, namaz gibi ibadetleri hatırlatma görevini "dostça" bi kılıf içinde yapıyollar. devam ediciğğm +++
09-03-2016 12:04 (4)
+++ bu mantıkla dindar insanların kendi inançlarına göre yaşamasının savunulmasında anayasal özgürlük sınırlarının bağlayıcı olması gerektiğini (ilkesel olarak tabii - yoksa türkiye'de vazır vazır delindi bu ilke) hatırlatırım. borneo yerlileri de dini inançları gereği kanibalizm yapıyo. eee? noolcak? yasa çıktı! 50 yıldır kanibalizm yasak! sıkıyosa ye bakalım adam. laiklik zaten tam da buydu. ama bizim dangozlar "din işleri - devlet işleri - devlet su işleri" deyip sulandırdılar işi. gerzek sayısı da milyon X 50 olunca inandırmak kolay oldu. neyse ne... devam ederiz de iş var. güç var. vaz etmek bi de o. vaaz etmek değil. vaz'iyet fena! galat-ı meşhur'a hayır! herkeşler kadına şiddete hayır demek zorunda mı? a.y.a. ssss
09-03-2016 12:13 (5)
Akif hocam, kısmen cevabımı aldım. Ama devrimcilik-komünistlik mevzuu işin yarısı. Reklam alan aydınlanma hareketini başarabilir mi diye soruyorum. Bıraktık artık devrimciliği, komünistliği... Mesela Cerattepe'den, 3. köprüden AKP'ye bir yükleniyorsun ki ne yüklenme, okur tam bunu okuyacağım derken araya Ali Ağaoğlu giriyor, Behzat Ç'nin arabası giriyor, Bilmem ne menkul kıymetler giriyor... Böyle bir bilinç yarılmasıyla nasıl "aydınlanma" sağlayacak bu yayını çıkaranlar, onu okuyanlar? İş bununla kalmıyor. Kitlelerin ne okuyacağına kitap reklamları karar verdiriyor. Geçen gün Atatürkçü bir dostumla kapıştık. Face sayfasında Orhan Pamuk'un kitabını övüyor. Reklamın gücü işte. Sen sıkı Atatürkçüsün, bu ne Atatürk düşmanının kitabını beğenmişsin diyorum. Ya öyle mi, bilmiyordum diyor. Bildirmezler. Çünkü sol medyada da bu reklamcılar en önde. Pamuklar, Kiremitçiler, Ayseverler. Biz onların yanında solcu bile değiliz. Para saltanatı altında aydınlamasssss Bak, aya reklamlarının gücü :) KA
09-03-2016 14:45 (6)
Hocam dediklerinde sonuna kadar haklısın. Sorun elbette yalnızca devrimcilikte değil, aynı zamanda ne kadar komünist olduğumuzda. Kanada Komünist Partisi üyeleri komünisttir ve özel mülkiyete, dolayısıyla mirasa karşıdır. Fakat bu karşıtlıklarını ortaya koymak için "devrimin" gelmesini beklemezler. Parti üyeleri öldüklerinde BÜTÜN MAL VARLIKLARINI PARTİYE BIRAKTIKLARI bir vasiyet imzalarlar. Zaten varlıklarını çocuklarına bırakmayı ahlaki bulmazlar. Bunu öyle yalnız liderler falan değil, bütün üyeler yapar. Böylece Kanada Komünist Partisi finansman sorununu büyük ölçüde çözer. Tabii Türkiye'de miras hukuku buna izin vermiyor fakat GERÇEKTEN NİYET OLSA başka çözümler, bypasslar üretilebilir. Türkiye'de insanlar ne kadar müslümansa, faşistse veya feministse, o kadar komünist olabiliyor, istisnalar hariç elbette. Akif Akalın.
09-03-2016 21:55 (7)
İnsana yeni ufuklar uçun harika bir yazı. Demek ki gerici demek dindar demek değilmiş. Gerici, bir düşünce sistemini kendi çıkarları ve sömürü amacıyla kullanan kişiymiş. Böylelikle zamanında komünizmi vahşi bir aristokrasi haline getiren, yani halk sınıfları üzerinde egemenlik kurmak ve başlerını ezerek sömürmek amacıyla kullanan bütün komünist partilerin ve onların üyelerinin de gerçekte gerici, hem de sağlam gerici olduklarını anlamış oluyoruz. Ayrıca keseri sapına sağlam tutturmak ve doğru tutmak gerektiği gibi bir şeyler de geldi aklıma ama ne olduğunu tam olarak anlayamadım. (B.Ö.)
10-03-2016 00:08 (8)
Fazlasıyla iyimser ve romantik bir yazı. Doğrusu kulağa hoş geliyor. Ancak bu ülkede, üzerine çokça sanal yatırım yapılan ve emekçi tabir edilen bir sınıfın oluşmadığını ve oluşma olasılığının bulunmadığını düşünüyorum. En fakirinden en zenginine herkes kapitalist; kimi hayallerinde kapitalist kimi banka hesabında. Ama, hedeflenen ve hayali kurulan yaşantılar, özde çok benzer. Haa, bir de devamlı canlı tutulan sadaka kültürü var ki, herkes, gücü yettiğince birbirine sadaka vererek kendini ve düzeni rahatlatıyor. "Din"lerin uygulama/yaşanma biçimleri de bu kadar masum görünmüyor ayrıca bana. Saygılar. Mine M.
10-03-2016 20:53 (9)
Tekrar okuma ihtiyacı duyduğum sayılı yazılardan biri.Teşekkür ederim. y.bodur
10-03-2016 22:29 (10)
Madem sayılılar, bizimle de paylaşır mısınız diğerlerini sayın bodur? Saygıyla. Çağrı Erhan
17-03-2016 08:41 (11)
Sol gruplarında tıpkı cemaatler gibi tarikatlaştığı tespitleri yapılmakta ve bu bence de doğrudur.Bu tarz konular sitede sıkça konuşulmuştu.Bugün bir tarikat ne kadar bir dine inanma konusunda saf ve temizse maalesef meydandaki sol gruplarda davaları konusunda o kadar dürüst.Ama iki grupta da ortak olan kendi davalarında ne derece samimilerse aynı oranda kendilerinden olmayanlara da o derece saldırgan olmalarıdır.Saldırgan olmak yanlış bir şey değil ancak arkasında ikiyüzlülük barındıran bir saldırganlık en basit şekliyle ortaçağ kafası olarak adlandırabileceğimiz bir saldırganlıktır ve çok tehlikelidir.Bence gerçek devrimciler,kötü taklitlerine duyulan rahatsızlıktan nasıl olumsuz bir şekilde etkilenmiyorsa,bugün dindar diyebileceğimiz insanlarında kesinlikle gericiliğe karşı yapılan ya da söylenen şeylerden rahatsız olduğunu düşünmüyorum.Çünkü onlarda her doğru insan gibi yanlış ve doğruyu ayırt edebiliyorlar.Davut RESNELİ
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210143
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.