İdeoloji nedir sorusunu doğru biçimde açabilmek için, ideoloji ve mekânı bir arada ele almak gerekir. İdeoloji ile mekân, üretim ilişkileri bağlamında kesişirler; bir toplumun yaşadığı coğrafyadaki, yani belli bir mekândaki üretim ilişkilerini ve sermaye hareketlerini düzenleyen dizgeye ideoloji denir. Bir mekânda sermayenin tabi olacağı kuralları düzenleyen her düzen bir ideolojidir. Sermayenin düzenlenmesine kalkışmayan dizgelere ideoloji denmez. Bu bağlamda mekâna ait olmayan bir ideoloji, ideolojisiz bir mekân kadar tehlikeli ve yıkıcıdır. Kemalizm de doğrudan sermayenin denetim altına alınmasını hedefleyen bir yönetim biçimi olarak, dört dörtlük bir ideolojidir.
Mekân, bireyin içine doğduğu ortam olarak, birey tarafından açıklığa kavuşturulmayı bekleyen unsurlar içerir. Birey, içine doğduğu, gözlerini açtığı mekânda nasıl yaşamını sürdürecek ve ötekilerle ilişkisini hangi çerçevede kuracaktır? İnsan, diğer canlılardan farklı olarak içine doğduğu doğal çevrede tek başına yaşamını sürdürebilecek bir yetiye sahip olmadığı için, kerhen bireysel arzularını bastırarak topluluk halinde yaşamak zorunda kalmış olan bir canlıdır. İdeoloji, çetin doğa koşulları içinde hayatta kalabilmek amacıyla, bireysel çıkarlarını yaşamı boyunca bağımlı olduğu toplumun çıkarlarının gerisinde tutmak zorunda kalan insanın, bireysel arzularını bir kenara itmek gibi zor bir durumu anlamlandırabilmesini sağlayan dizge olarak kendini temellendirir. Bu dizge, bireyin içinde bulunduğu toplumun ekonomik yapısı değiştikçe değişikliğe uğramıştır. Son olarak içinde bulunduğumuz ve neo-liberal ekonominin ağırlıkta olduğu dönem, insanı içine doğmuş olduğu mekânda, bir topluma bağımlı hissetmekten en uzağa atan bir özelik taşıması nedeniyle, birey-toplum bağını tarihte en çok çözen bir mekânsal nitelik taşımaktadır. Bunun etkilerini sol ve sağ cenahtaki tüm siyasetlerde, bireysel özgürlük maskesi altında sermayenin özgürlüğünü öne çıkartan liberalizmin ağırlık kazanmasıyla görmekteyiz.
Nutuk, ayrıntılı biçimde mekân analizi yapar, bireyin o dönemde kendi bireysel arzularını, toplumsal bir yapıyı kurmak önceliği adına neden geri planda tutması gerektiğini açıklar. Kemalizm bu bağlamda mekânı tam olarak açıklayan mükemmel bir ideolojidir: Endüstri devrimi ile birlikte şaha kalkmış olan sömürgeci güçlerin kapısına dayandığı, soykırıma uğramış ve daha da kırılması muhtemel olan bir topluma, nasıl yaşamda kalabileceğini anlatır. Kemalizm ideolojisi, sömürgeci yıkıcı güçlerin karşısında çözülme belirtileri sergileyen Anadolu toplumunun kurtuluşunun, bu coğrafyanın içindeki sermaye hareketlerini serbest bırakarak değil, kontrol altına alarak, bu bağlamda da bireysel özgürlükleri öne çıkartarak değil, bağımsız bir toplum kurarak olanaklı olduğunu anlatır. Bağımsız bir toplum özgür bireyden önce gelir şiarı, Kemalizm ideolojisinin temelini oluşturur. Bu ilke, Atatürk’ün ölümünden sonra, Kemalizm’i bu açıdan hiç anlayamamış olan İnönü ve ardılları tarafından geri plana itilmiştir. Bunu daha iyi anlayabilmek için, CHP’nin 1938 öncesi ve sonrasında yapılan kongre tutanaklarını kıyaslamak yeterlidir (Bkz. Yılmaz Dikbaş, Atatürkçüler Yenildi). 1938 öncesi CHP kongrelerinin, parti programlarının metinleri, Kemalizm ideolojisinin yazılı metinleridir. Kemalizm şunu savunur; üretim sürecinin bütünüyle sermayenin egemenliği altına girme tehdidine karşı, devletler sahip oldukları toprakların dâhilindeki sermaye hareketlerini kendi denetimleri altında tutmalıdırlar.
Bireyin özgürlüğü mü daha önemlidir yoksa toplumun bağımsız kalabilmesi mi tartışmasının aslında Mustafa Kemal’den çok önce başlamış olduğunu, hatta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) 1905’deki bölünmesinin nedeni olduğunu görmekteyiz. Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki adlı kitabında, İngiltere tarafından doğrudan desteklenen Prens Sabahattin kadrosunun, Durkheim’a karşıt bir sosyoloji kuran Demolins’in etkisinde kalarak, bireysel özgürlükleri sonuna kadar savunur hale geldiğini belirtir. Bunun sonucunda bu kadro, devlet yönetiminde desantralizasyonu ve adem-i merkeziyetçiliği, ekonomide serbest girişimciliğin önünde hiçbir engelin kalmamasını ideolojilerinin temeli yapan bir kadro haline geldiği için, bağımsız bir devlet yapısını ideolojilerinin temeli yapan İTC’nin diğer kadrolarından kopacaktır (2014, 86). Kemalizm’in ideolojisi de tam olarak Prens Sabahattin ve babası Damat Mahmut Paşa’nın savunduklarının zıddıdır. Görüldüğü gibi Kemalizm, bu coğrafyada yaklaşık olarak 200 yıldır süregelen bir ideolojik zeminde biçimlenmiştir. Menderesleri, Demirelleri, Özalları, Evrenleri, Çillerleri, günümüzün Neo-Osmanlıcılarını yetiştiren liberalizm bir ideoloji oluyor da neden buna karşı duran Kemalizm bir ideoloji olmasın?
Mustafa Kemal, bireyin sağlıklı olabilmesinin ön koşulunun, onun sağlıklı bir mekânda bulunması olduğunu fark etmiştir. Mekânı anlamlandıracak bir ideolojiden yoksun ve bütünüyle bireysel özgürlüklerinin peşinde koşan bireylerle dolu olan bir toplumun çözülmeye gideceği için böyle bir toplumun bireylerinin, özgürlüklerinin tadını çıkartamayacaklarını Durkheim gibi görmüştür. Kemalizm ideolojisi bu açıdan bireye, kendi bireysel özgürlüklerini, toplumun bağımsızlığı adına neden geri planda tutması gerektiğini anlatabilen bir ideolojidir. Sömürgeci güçlerin karşısında topumun bağımsızlığını nasıl koruyabileceğini, karma ekonomi modelinin, silahlı kuvvetlerin bağımsız kalmasının, bölgesel siyasi ittifakların bu bağımsızlığı oluşturmadaki önemlerini vurgulayarak anlatır. Tabii ki anlayana…
Mekânı göz ardı ederek bütünüyle ideolojik bir dünyaya fırlayan bireyin ne kadar sağlıksız bir hayal dünyasına sürüklenerek yaşayacağını Hegel 250 yıl önce yazmıştır. Bu nedenle Hegel eylemin hayal dünyasından bireyi kurtarabilecek tek olanak olduğunu vurgular. Eylemsiz bir ideoloji, Yeşilçam filmlerindeki zengin babasına özgürlüğü adına karşı çıkarak yaşamak isteyen şımarık zengin çocuğu gibi, zengin AB’nin para yemeye doymayan çocuğu Yunanistan’ın sol adına çıkara çıkara Syriza biçimindeki bir bireysel özgülük balonu çıkartmasına neden olmuştur. Sonsuz bireysel özgürlük, zengin bir babaya sahip olmadan olanaklı değildir. Kemalizm, babasını küçük yaşta yitirmiş ve anne evini küçük yaşta terk ettiği için şımartılma olanağını yaşamı boyunca hiç bulamamış olan Mustafa Kemal’in, Manastır’daki mektepte havasını soluduğu bağımsız toplumsal yapının kendi gelişiminde ve egosunu aşabilmesinde ne kadar önemli olduğunu hissetmesiyle varlık bulmuştur. Egosunun toplumsal kimliğinin karşısında gücünü yitirmesi sayesinde, bireysel hırslarının ve hayallerinin peşinde koşan Enver Paşa gibi güçlü bir ego yerine, yaşamını Anadolu toplumunun bağımsızlığına adayabilen bir Mustafa Kemal ortaya çıkabilmiştir.
Ancak günümüzde sermayenin egemenliğine teslim edilen mekânımız artık şişkin ve bireyci egolar yetiştiren, ideolojisiz bir mekâna dönüşmüştür. İdeoloji, gerek doğrudan bireylerin kimliklerinin nasıl biçimleneceğini etkilemesi, gerekse toplumdaki bireylerin yaşamına anlam katabilmeye yaraması açısından önemli bir psikolojik etkendir. Çünkü birey, içinde bulunduğu toplumun üretim ilişkilerinin biçimlendirdiği bir yapıdır. İdeolojisiz mekânın mottosunun şimdi ve burada olmasına şaşırmamak gerekir. Mekânda sermayenin hakimiyeti arttıkça insan sağlığı da o oranda bozuluyor. Sağlıklı olabilmemiz için, önce yaşadığımız mekânda sermayeyi kontrol altına alabilmemizi sağlayacak bir ideolojiye gereksinimimiz var. Kişisel gelişim değil toplumsal gelişim önemli; toplumsal koşullar kötüyse, kişisel gelişim çabaları egoist bireyler yaratmaktan öteye geçemiyor.
Mutluhan İzmir