Bir ajanın itirafları – Türkiye’de aklın teslim alınışı (4) Orhan Pamuk, Hrant Dink operasyonları

Değerli dostum, Orhan Pamuk ve CIA operasyonu demiştim. Oradan devam edeyim. Yazılarımdan anlamışsındır. Biz yazıya çiziye fazla önem vermezdik. Teorik işler yapan beş altı adamımız vardı, gerisi örgüt, makine, siyasetle işi hallederdi. Örgüt, makine, siyaset. Bununla her şey biter diye düşünürdük.

Sen diyorsun ki konunun “rıza” ayağı çok önemli. Gramsci senden çok önce bunun hasını söylemişti, senden önce başkaları da söyledi. Kulağımızdan girerdi, öte taraftan çıkardı. Roman moman entel işiydi. Ömrü hayatımda elli tane roman okumamışımdır. Onun da bir kısmı Direnme savaşı, Haydari Kampı bilmem nedir.

Çok sonra aydım. Sopa kadar, yok sopadan fazla rızanın çalıştığını. Rıza ettireceksin. Hayatla,  parayla, bir şeyler göstererek, havuç uzatarak, gazeteyle, televizyonla ve dahi romanla şununla bununla. Sadece radyo televizyon gazete olmaz, hayatla, işle, eğlenceyle, muhabbetle rıza ettireceksin. Meydan önemli, ama bunların hepsi birlikte. Öbürleri olmazsa meydanın-medyanın etkisi azalır. Budur.

AKP geldi çöreklendi ülkeye. Sen yazdın kaç kere. Koç başı kimlerdi bu rıza ettirme cephesinin. En önde romancılar, en militan romancılar. Orhan abi (şarkı söyleyen değil), Ahmet abi, Adalet abla, Elif kardeş. Bu dörtlünün ardında yirmi otuz kişi, Murathan’ı var, Ahmet Ümit’i var, var da var. Onun ardında birkaç yüz kişi. Roma ordusu gibi, sıkı saf halinde ruhumuza saldırdılar.

Daha önceki operasyonları anlatmıştım. Şimdi AKP gelecek, orduyu, vesayeti dümdüz edecek, 1. Cumhuriyet’in anasını belleyecek, çok güçlü rıza lazım. Dinci bunlar. Alışılmadık bir güç. Laikliğe falan saldıracak. Muhalif çatlak ses çıkmasın. Aydınlar var az olsa bile, gazeteciler var, konuşan insanlar var.

Türkiye’de her şeye rağmen itirazcı bir damar vardı. Bunların bir kısmı Atatürkçü, bir kısmı sosyalist falandı. Dürüst liberaller var. Bir konsensus oluşmalı ki ABD eski adamlarının, emekli ettiği elemanların direncini kırsın. Çünkü BOP projesi var. Tayyip Erdoğan Türkiye’yi iyi düzlemeli ki, bölgeyi onun adına düzlesin.

O yüzden Türkiye aydını tam teslim alınmalı. Çatlak sesler yüksek çıkmayacak. Solcu aydınların çoğu bizden yana havası yaratılacak. AKP ilerliyor, ciddi tepkiler ve direniş söz konusu. Bir parmak bal çalınmalı, itiraz eden olunca da onlar bir güzel faşist ilan edilmeli. Sopa kafalarına vurulmalı.

İşte Pamuk operasyonu bu yüzden yapıldı. Onun zemininde Ergenekon’a geçildi. Adamın hiçbir kitabını baştan sona okumadım. Birkaçının birkaç yüz sayfasına şöyle baktım. Adam beni aşıyor, peşinen söyleyeyim. Zaten kendini okumayan okurlardan geniş bir hayran kitlesi toplamış. Kim demişti, biri böyle demişti. Okuyamadıkça, anlayamadıkça ben de hayran kesilirim dedim kendime, kendimi zorlamadım.

Pamuk’un her demeci, her romanı planlı, programlı, talimatlıdır. Sonunda plan gereği Nobel’i de aldı. Sonrasında plan uygulanmaya başladı. Atatürkçüler, milliyetçiler falan doğal olarak buna isyan etti. Emekli ABD ajanları ellerinde eski kartları, bordroları, sokağa çıktılar. Yaktılar emekli ajan bordrolarını, Pamuk’u, lanetlediler, ABD’ye kahredip sitemler ettiler. İçlerinde emekli olmayanlar da vardı kanımca. Hrant Dink olayı da aynı operasyonun parçasıydı. Sezgilerim kuvvetlidir, bunu emekli ve emekli olmamış Amerikancılar birlikte yaptılar. Hepimiz Hrant’ız diye sokaklara çıktık. Hakikaten tüm bu komplonun en masum unsuruydu. Maksat AKP’ye karşı koyanları yerin dibine geçirmek.

Sonra senin de yazdığın gibi bir terör başladı. Rıza terörü. Orhan Pamuk’a, Hrant’a sahip çıkmayan faşisttir. Bu camiada barınamaz. O terör aylarında Pamuk beyi hiç sevmeyen bin tane edebiyatçı, yazar, çizer Pamukçu oldu. Operasyonun merkez üssü Radikal gazetesiydi. İsmet Berkan efendi falan. Sen yazdın, Semih Gümüş gibi Pamuk karşıtları bile iş bulamayız, hiçbir yerde yazdırmazlar korkusu ile Pamukçu oldu. Onlardan olmazsan ırkçısın, milliyetçinin dibisin çünkü. Sonra bütün bu güruh AKP’ci oldu. Vesayeti kaldıracağız, hadi hoppa demokrat olacağız… Amerika’da bizden artık, Avrupa zaten bizdik, yallah!

Bu kadar göz göre göre gerçeği o zaman fark edemiyordum, öküzdüm çünkü. Hala öküzler büyük çoğunluk.  

Yalnız bu operasyon yarım bir başarı elde etti, biraz kadük kaldı. İki sebepten. Biri, hala direnen, düşünmeye çalışan bir kesimin varlığı. Bunların hepsi Atatürkçü tayfadan olsaydı Atatürkçüler zaten kafadan faşist deyip onları önemsetmezlerdi, ama birçok sosyalist gördü olan biteni. Sosyalist dedimse öylesine sosyalist işte, yoklukta sosyalist. İkinci ve ana sebep ise Orhan Pamuk’un yeteneksizliği. Tamam, plan programda yetenekli falan ama kitapları benim gibi bir kazmanın bile fark edeceği kadar kötü. Bir de kendisi. Kitapları kadar sevimsiz ve kabız.

CIA’in başına dert oldu be adam! Kaç kişiden duydum, ulan bu herif çıkıp konuşunca karşı propaganda oluyor. Bundesliga’dan adamlar söylüyordu. Ulan bu herif yine konuştu, karşı taraf yine puan toplamaya başladı. Yahu azcık muhalefet et, bak bizim adamlarımızdan bazıları gayet muhalif gözükebiliyor, diye kaç defa tiyo verdiler, adam anlamıyor. Çık iki çift laf et aleyhimize, sonradan konuyu bizden yana bağla, bir atraksiyon olsun. Yok. Köşe yazarları uyarıyor, hayranları notlar iletiyor, hayır. Irak savaşı için insani iki laf et. NO!

Gezi’de ABD 180 derece döndü, bu yine anlamıyor. Alooo, herkes yeşil ışıklar yakıp söndürüyor, bizimkinde tıs yok, renk körü. Aradan yıl geçti bu konuştu sonunda: “Siyasal İslam eski gizemini kaybetti!” Ulan bütün bu kıyamet gizem için miydi? Adamın kafası kontesi kim halletti fıkrası gibi çalışıyor. Gizemmiş!!

Öyle böyle, yarım yamalak Türkiye’de ona buna faşist diyerek solculuğun tavanına fırlamış bir yeni sol kuşak yaratmayı başardılar. Radikal kuşağı. Kafa olarak tam odun. Düzgün konuşmalı, düzgün giysili odunlar. Odundan da sert kafaları var. Ne etseniz işlemez artık. Tam Avrupa halkı.  

Türkiye’de en güçlü, en resmi devlet gazetesi ne olmuştur, yani hangidir, geçmişte ve şu anda. Şüphesiz Hürriyet. Hürriyet devletin en gaddar cinayetlerini savundu. Derin devletin yayın organı gibiydi. Aynı grubun bir de müthiş demokrat, solcu, özgürlükçü bir başka gazetesi var: Radikal. Karınca ezsen sana faşist der. Sonra Milliyet. Bunlar hep birlikte var oldu, hep aynıydılar. Parayı birlikte aldılar, paylaştılar, yönetimi aynı kişilerden oluştu. Bu yöneticiler sıkıldıkça o gazeteden bu gazeteye geçiyorlardı. Nanoteknolojik siyaset. Bu kata geçince derin devletçi, öbür kata inince radikal özgürlükçü. Dükkanın bir kapısı katliam sokağına açılıyor, oradan giren bir kontgerilla kılıklı, öbür kapıdan İsmet Berkan, Ahmet İnsel kılığında çıkıyor. Bir tarafta Veli Küçük maskesi, öbür vitrinde Murat Belge suratı. Dünyanın hiçbir yerinde ben böyle bir şey görmedim. Belge ise işte belge. Derin devletçi, ırkçı, askerci yazarlar başka kapıdan çıkınca hangi nanoteknolojiyle anti-faşist sivillere  dönüşüyor. Bu soruyu bil, sen de Nobel’i kap.

Cevabı basit. Her gün beyni yıkanan uşaklaştırılmış okur yığınları bunu normal bulmak, ee ne olmuş demek için gerekli ortamı oluşturuyor. Buradaki halk da odundur ama bir geleneği vardır. Bir uygarlık geleneği var bizde burada Almanya’da, Avrupa’da. Böyle kepazeliklere kurallar izin vermez. Kurallar izin verse insanlar ayıplar.

Yaşlandım artık. Nostalji denen şeyi hikaye bilirdim, nostalji veya her ne ise geçmişe özlem dalgaları her gün zihnime çarpıp çarpıp duruyor. Yakalamak istiyorum, yakalanmıyorlar, uzun kalmıyorlar, dalga gibi çekiliyorlar üç beş saniye içinde. Sana onlardan, bazılarından bahsetmek istiyorum. Konuyla alakalı. Yaşdaşlarıma soruyorum, hepsinde aynı anılar var aşağı yukarı. Az çok gün görmüş, az çok şehirli ailelerden gelen Türklerde hep aynı çocukluk kültürü oluşmuş.

Basbayağı Amerikan hayranıydık, Avrupa hayranıydık. Çocukken, hatta Adolezenzte. Amerikan yaşam biçimine laf ederiz, o yaşam biçimine hayranlıkla büyüdük. Hiç ulaşamadık tam, fakat ona özlem hala hafızamda. O özlem nostalji olmuş. Bugün dahi yokluyor. Babamız anamız öğretmedi bunları. Sosyal hayat öğretti veya içimiz böyleydi.

Ben nereden bulurdum hatırlamıyorum, araba resimleri bulur, keser, biriktirirdim. Ne arabalardı ama. Amerikan arabaları. Chevrolet, Cadillac… Buick vardı. Mustang, Pontiac… Markaları ezber bilirim. Alfa Romeo. Şu kadar beygir gücünde falan. Ne kadar beygir o kadar iyi. Benzin ne kadar gider, takan yok. Onlarla hayal kurardım. Beş altısı birden benim olurdu. Değişik işlere değişik arabayla giderdim. İş dediğim şey de ajanlık, dedektiflik falan. Ajanlık oradan içime işlemiş. James Bond romanlarından okumadığım kalmamıştı. Sonra Mike  Hammer’e dadandım. O da çapkınlıkta geri kalmazdı. Ben de maceraların içine dalardım. Yedinci caddenin on birinci caddeyle kesiştiği yere giderdim. Gökdelenlere çıkardım.  

O yaşam tarzında çok çekici bir şey vardı. Amerikan pikapları. Dodge, Fargo… Willis daha eski modeldi falan. Müdür bir akrabamızın evine gitmiştik. Bahçe içinde tek katlı bir ev. Her yer yemyeşil tertemiz. Amerikan filmlerindeki gibi. Sonra Dodge marka geniş pikabın arkasına doluşmuş, ormana gitmiştik.

Kızlar Amerikan filmlerindeki gibi giyinirdi. Erkekler de herhalde öyleydi. O Amerikan sahnelerine nostaljim var, ama bu kocaman alanda, koca ülkede, şehirde bölük pörçüktü, uzun uzun zamanlarda an an. Halbuki Amerika’ya gitsek bu tamamlanacaktı. Lise dağılırdı, kızlar oğlanlar filmlerdeki gibi çıkarlardı. Ben daha küçüktüm, ortaokula gidiyorum. Komşu kıza hayrandım. Liseli. Çok büyük o zaman. Kısacık etekler giyerdi, biraz tombuldu, ama güzeldi. Bir gün o okula giderken cesaretimi toplayıp yaklaştım, okula kadar birlikte yürüyebilir miyiz dedim. Baktı boyuma posuma, niye ki, yalnız yürümeye korkuyor musun? Dedi. Ben kekeledim. Şey dedim, senden, yani sizden bir şeyler öğrenirdim, konuşursak. Konuşarak bir şey öğrenilmez, okumalısın, al bu dergiyi oku. Dedi. Hayat mecmuası mıydı neydi, ne alaka. Ben orada kalakaldım, ama mecmuayı çok beğendim. O zaman öyle dergiler vardı, eve gelirdi veya alırdık, beğenirdik. Hep Amerikan yaşam tarzı vardı bunlarda, o zaman adını koyamıyorum, hissediyorduk. Gelişmiş ülke diyorduk. Uygarlık diyorduk belki.  Ama Batı olacak. İlla ki batı. Rusya falan değil.

Bir hocamız demişti ki ortaokulda harfleri yaya yaya, benim oğlum Kalifooorniyaa üniversitesinde okuyor. Vay be, demiştik. Birçoğumuzun içi cız etmişti. Biz de oraya gidebiliriz diye heyecana kapılmıştık. Nereden bulduysak bu üniversitenin resimlerini bulmuştuk. İşte tam okunacak yer! Kampüs, bahçe, binalar, kızlar oğlanlar… Hayat Ansiklopedisi olabilir. Belki başka yerden. O ansiklopedinin yazılarını pek okumazdım, ama resimlerini ezbere bilirdim. New York, Londra, Paris, Almanya tam olmak gereken şehirler, ülkeler.

Avrupa ve Amerika… Frank Sinatra faşistini bile ne severdim. İngilizce anlamadığım zaman bile anlamıştan güzel olurdum şarkılarla. Beatles şarkıları… Her müzikleri kulağa hitap ediyor kardeşim. Adamlar göze, kulağa, buruna, tene hitap ediyor. O müziklerle büyüdük, halk türkülerini yaş aldıkça sevebildim. Yahu böyle bir heves ve özentiden birden bire nasıl devrimci olmuştuk? Babam Almanca bir dergi getirmişti eve. Ev dergisi. Evlerin dışları, içleri, bahçeleri. Ne evlerdi... Onların planlarını çizmeye başladım. Babam, aa, demişti mimar mı olacaksın. Ajanlıktan bir süre mimarlığa geçmiştim, evlere hayranlıktan, bahçelerine, içindeki insanlara hayranlıktan.

Kokular… Kokular bile eğer Avrupai ise içimize işlerdi. Babam hastaneye yatırmıştı da bir gün beni, başucuma kokulu Rexona sabun bırakmıştı. Bizim ekşi kokan sabunlardan sonra ilk kez yabancı bir tatlı kokulu sabun. Bir arkadaşım kolejde okuyordu. Yabancı basım kitaplarını göstermişti. Kokuyu içime çekmiş, bayılmıştım. Koka kola hastasıydık sonra, Pepsi. O tatlar, kokulardı gelişmiş insanlık.  

Annemin bitli dediği turistleri bile bir yerde görsek heyecana kapılırdık. Konuşmaya çalışmak ayrı bir kat, boyut mu demeli. İşte insan buydu. Gelişmiş ülkenin insanları. Uzaylı gibi bir şeyler. Takımlarımız Avrupalı takımlarla kapıştığında 2-0’la falan atlattı, mı oh be derdi millet. Arsenal, Rapid, Ajax gibi takımlar… Dev gibi çizilirdi karikatürlerde. Yanlarında bizim cüceden küçük takımlarımız. Az farkla yenildiğimizde sevinirdik, dört beş yediğimizde ben kendi hesabıma sevinirdim. İşte gelişmiş ülke, biz de öyle olalım, biz de yenelim. Ama gelişmedikçe bu müstahak bize, bu güzel bize. Yaşasın Avrupalı.  

Amerikan filmleri müthiş güzel olurdu. En kötüsü bile güzeldi. Neydi o artistler… Ne kadar güzeldiler, çocuk halimizle aşık olurduk. Candice Bergen (o sonra çıktıydı galiba), Marilyn Monreo, Claudia Cardinale, Brigitte Bardot… Daha bir sürü filmde bir sürüsü.

Ulan dünyanın en güzel kadınları Slav kadınlarıymış meğer. Yahu o dönem bir tane de Rus artist tanısak. Sen tut Çarlık zamanı dünyanın en güzel romanlarını yaz, en güzel müziklerini bestele, sosyalizm gelsin ne bir artist var bildiğimiz, ne bir roman, ne bir müzik, ne film. Bir Gorki biliriz zor bela, bir de Kızıl Ordu Korosu, gerisi Stalin’in kazurat gibi suratı.

Ah Nazım usta ah, sen orada güzelim Rus kızlarını götür, neler var orada anlat diye sorunca şiir yaz. Neymiş: Makineler, elektrik, üretim, fabrikalar çalışıyor, trım trım trak.. çuf çuf çuf…  Hadi be sen de. Makine ve siyaset… Makineden siyasetçi olursa bizim gibi olur işte, sonunda ajan olur.

Yahu bu kadar sevimsiz bir kültürü alt edip nasıl devrimci olmuştuk biz? Çelik Bilek’in kırmızı urbalara isyanından mı? Çinli köylüler bile kıro mıro daha sevimliydi, Avrupa’da daha tutuluyorlar ha, bizde de ondan herhalde. Bir de Ho amcanın, Che’nin falan yüzü suyu hürmetine, Lenin’in samimiyetine falan. Bir de koyu Stalinci falan olmuştuk, yuh artık.

Sen sormuştun bir kere. Yok, iki soru. İkisi de birbirinden öldürücü. Niye insanlar sınırları aşıp kitleler halinde sosyalist ülkelere kaçmıyordu, tam tersi oluyordu? Bu olmazsa nasıl kazanacaksın ki! Bir tane artist kadın çıkaramamışsın yuh sana süper devlet geçinirsin, on binlerce fahişe ürettin.

Siyaset bu dostum, ötesi hikaye.

Sonra öbür soru: Türkiye’nin sosyalist siyasi kaçakları niye sosyalist ülkelere değil de Batı’ya sığındı? Bunu sorduğun ve ben de epeyce geç okuduğum zaman ilk defa aklıma geldi bu soru. Sahi bir kere bile niye aklıma gelmemişti Arnavutluk’a kaçmak? 

Siyaset işte bu gerçekten, haklısın dostum, ama her konuda haklı değilsin. Sinirlerim iyice bozuk şu an. Sonra devam edebilirim. Zorlayacağım. Başka belgeler çıkar belki. Belki CHP ile ilgili biri soru sormuş, sen de sormuşsun, onu da yanıtlarım. Öbür sorularını belki.

B. M.

Facebook
yorumlar ... ( 7 )
12-10-2015
12-10-2015 19:57 (1)
Buraya kadar okuduklarımdan sonra kendimi kişiliksiz hissettim ..kendine ait bir malzemesi olmayan , .. Şüphe , güvensizlik , salak duruma düşme korkusu vs Ömrümü doğruya vermek isterim , başka bir deneme hakkım olmayabilir. Verileni geviş getiren bir zavallı olmak korkunç. Fanus bir hayat.. Büyük satrançta benimle de dahil olmak üzere ne tür hamleler tezgahlanıyor.? Evet. Şimdilik okumaya devamedelim. Ali Tanış.
12-10-2015 23:01 (2)
Orhan Pamuk Erdoğan'ı sorumlu tutmuş :))) Reaksiyon zamanı hızlandı :)) Talimatlar hızlı geliyor. Kaan Ars.
12-10-2015 23:05 (3)
AKP'yi buraya kadar getiren bu haysiyetsizlerdi. İŞİD'i bir yıl öncesine kadar azmanlaştıran da bu haysiyetsizlerdi. Radikal, CNN, NTV, Fox solcuları... Fakat beyin yıkama öyle kuvvetli ki, bizim dostlarımız bu olayda bile bu şahsiyetsizlerin haber ve yorumlarını paylaşıyor. Hafıza balık misali. Kaan A.
13-10-2015 13:59 (4)
Sağol Kaan.. Müthiş bir dizi.. Heyecanla okuyoruz... (Ahmet Yıldız)
13-10-2015 23:56 (5)
Birinci yazıyı okuduktan ortalama 35-40 dakika sonra yazıları bitirmiş bulunuyorum. Yazılar kesinlikle çarpıcı, düşündürücü, tereddüde düşürücü. Devamı gelmeli ve bu yazı sosyal olmayan sanal medyada paylaşılmalı... Emir Karamanlı
15-10-2015 13:21 (6)
Aziz eski dost, müthiş bir tefrika. Mektup sayısı arttıkça karakter-i vücut belirginleşip billurlaşıyor. Doğal ajan B.M., senin “rıza” benim gönüllü köleler şürekâsı dediğim tayfanın pürü meali üzerinde durması, ilgi çekici ve son derece yerinde tespitler içeriyor. Bunlar yeni söylenmiş sözler değil tabi. Ama bu günler tam da üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir dönem. Gönüllü köleler deyince ETİENNE DE LA BOTİE’yi anmadan geçemeyeceğim. Adam bunu 18-19 yaşındayken 465 yıl önce yazmış. Diğer yandan Amerikan plantasyonlarında pamuk toplayan kölelerin bir tas fazla çorba için ırgat arkadaşlarını kırbaçlamaları elbette anlaşılır bir şeydir. İnsan bu deriz de; bu ülkenin okumuş, yazmış sol, sosyalist, sol liberal bilimum “aydınlarının”, “entelektüellerinin” inançlarını, düşüncelerini, kalemlerini milyon dolarlara, 100 bin liralık bordalara satmaları üzerine söyleyecek sözü olanların da susması tam bir teslimiyettir. “Rızacıların” yarattığı algıya rıza göstermemek tüm namuslu ++++
22-10-2015 14:01 (7)
Devam: insanların kamburlarında taşıdıkları şerefli bir yüktür. Gönüllü köleliğin bir başka yönü de Türk ve Kürt aydınlarının, entelektüellerinin, bu ülkenin en önemli meseleleri olan; Kürt sorunu, demokrasi, özgürlükler, evrensel insan hakları sorunları üzerinden, kişi olarak tam bir megaloman cani olan APO'nun gönüllü köleleri olmalarına ne demeli. Buna yorum denilebilirse bu yorumu belki Doğal Ajan B.M.’yi bu konularda da yazmasına teşvik eder diye yazdım. Bu meselede de bence çetrefilli ilişki ve olaylar vardır. Haydar A.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210791
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.