Aynı gemide mi, metrobüste mi?

Hepimiz aynı gemideyiz. Hadi bir de reklamcı oburluğu gösterelim: Nuh’tan beri aynı gemideyiz! Peki, tufandan önce mi sonra mı paylaşıyoruz bu gemiyi? Bizden sonrası ne, öncesi ne? Biz aynı neredeyiz? Aynı neyi paylaşıyoruz tam olarak?
'Hepimiz aynı gemideyiz' iki kıyamet arasındaki zaman dilimini imlemektedir ve burjuvazinin bir hinliği olarak yorumlansa da bu yorum eksik kalmaktadır. Dünyanın sonu, kıyametin doğal yollardan gelişi vb. temaları içine alır bu ifade. Biz durumumuza uygun düşen 'gelecek' üzerinde durabiliriz. Zira aynı gemi vurgusu geleceğin korkutucu bir zamansallık halini alma ihtimaline dair yapılır. İşin doğrusu geride bıraktığımız seçimler gemi vurgusuna en çok yakışandı. Bir yandan ise komik... Gezi sonrası seçimlere aktarılıp heba edilen enerji, budanan bilinçler her seçimi hayati kılmaya zaten yetiyordu. 2014 yerel seçimleri geleceğimizi değiştirecekti, Cumhurbaşkanlığı seçimleri hakeza... Bu seçim enflasyonunda iki genel seçim süreci daha yaşadık, elbette onlar da hayatiydi, bombalanıp öldüğümüze ve inadına yaşadığımıza göre! Fakat ötekilerin aksine gelecek vurgusu bu kez iktidar tarafından ciddi bir biçimde öne çıkarıldı, istikrar ilk defa albeniyle süslenmedi, korkuyla özdeşleştirildi. İpin ucu kaçtı, beyaz torosların garajlardan çıkabileceği söylendi. Tüm bu kargaşanın gölgesinde seçmene uzatılan havuç yerini çivili sopaya bırakırken gelecek vurgusunu afişlerde görebildik.

Afişlerin çenesi olsa da konuşsa!

Bir bilboardda Davutoğlu var, yanında yazıyor: "geleceğini düşündün, teşekkürler İstanbul" Davutoğlu bize bakıyor. Bilboardların birinde bu afiş kısmen yırtılmış, altta kalanda ise Davutoğlu'nun çenesi görülüyor. Alttaki yüz profilden. Zannediyorum bu tarz bir profilden resmediş gözdağını, 'sen oyunu bir ver hele'yi karşılıyor. Bu durumu kuşkusuz göstergebilimciler daha sağlıklı yorumlayacaktır. Ancak ilk elden şunu çıkarmak mümkün: Davutoğlu milletle barışıyor. İstediğini almış ve artık gönül rahatlığıyla "geleceğini seçtin" diyebiliyor.

Hepimiz aynı neredeyiz?

Bizler 'hepimiz aynı gemideyiz'i duyunca istisnasız deliye dönenlerdeniz. Söylemi kaba, gerçeği ters yüz edici, ucuz buluruz. "Hayır efendim ne münasebet" deriz. Der ve ekleriz "kum torbası yerine ağırlık olarak kullanılıp iş kazası süsü verilerek katledilen bir işçiyle bir yattan milyonlar kazanan patron nasıl aynı gemiye binebilir? Biri gemiyi üreten ve kum torbasından değersiz sayılarak ölmesi reva görülendir, diğeri gemiyi satan ve bunu yine lüks bir gemide sınıfdaşlarıyla birlikte 'çın çın' sesleri eşliğinde kutlayandır. Kulağında çınlayan ses ölen işçilerin ahına değil, kadehlerin fiziksel doğasına bağlanır.
Fakat bizler olanca kızgınlığımıza rağmen 'hepimiz aynı neredeyiz'e bir cevap üretmeyiz.

Antrenman yapalım, hepimiz neredeyiz? Mesela hepimiz aynı uzay gemisinde miyiz? Yıldız Tilbe de binmiş midir o gemiye? Tilbe gayet güzel pilav yapıyor olabilir, attığı twitleri baz alırsak kafası muhtemelen çok güzeldir, oysa onu bu uzay gemisine, bu uçuşa tereddütsüz dahil edebilir miyiz? Yıldız Tilbe hareket partisinin tek kişilik üyesini...
Ya da hepimiz Samatya hastanesi bahçesinde aynı bankta mıyız? Geçtiğimiz günlerde yeni bir sahte rakı furyası yirmiyi aşkın can aldı. Kurtulan bir vatandaşla bahçede röportaj yapıldı. Vatandaş rakıyı sahte olduğunu bilmesine, hatta arkadaşlarını uyarmasına karşın kendisi de içmişti ve sözlerini 'rakı fiyatları ucuzlasın' diyerek bitiriyordu. Aynı fikirde miyiz? Belki. Bu süreçte rakı yalnız diş ağrımızı kesmez de sekteye uğramışlığımızı tamir eder ümidine kapılabiliriz.
Hepimiz aynı Flash Tv stüdyosunda halay mı çekiyoruz? Halay başı kim? Ertuğrul Özkök mü, Murat Belge mi? Mendil ne renk? Çözüm süreci mavisi mi yoksa 'Türkiye Türklerin'dir kırmızısı mı?
Hepsini geçelim, örneğin aynı tribünde miyiz? Sahaya atılmayan geleceğine yabancı maddeler miyiz? Geleceğimiz seçim yatırımı yapılırken maç izler gibi izliyoruz.

Hepimiz aynı metrobüsteyiz

Hepimiz aynı neredeyiz'e pek parlak olmasa da bir yanıtım var: hepimiz aynı metrobüsteyiz! 
Metrobüs, hayatımıza çok değil birkaç yıl önce giren bu toplu taşıma aracı zoraki sosyalleşmenin önünü açtı ve tüm defolarımızı gözler önüne serdi. Toplumun çürük yanları ayan beyan ortaya çıktı. Bu açıdan metrobüs sistemini uygulayan belediyeye teşekkür bile edebiliriz, tabi biraz zorlamak kaydıyla. Çünkü metrobüs bir belgesel malzemesi oluşturmasının yanı sıra kusurları, neredeyse haftada bir uğradığı kazaları ve vurgunlar sonucu kazandırdıklarıyla gündemde kalmayı sürdürdü.
Nasıl sürdürmesin? İki yakası bir araya gelmeyen insanları taşı toprağı kentsel dönüşüm olan İstanbul'un iki yakası arasında taşıyıp duruyor, âdeta mekik dokuyor. Bu mekandaşlıkla birlikte askerlik anılarının modası geçti diyebiliyoruz, yerini metrobüs anıları dolduruyor ve metrobüs yolculuklarına artık deneyim gözüyle bakılıyor. 
Giderek karikatürize olan bu taşıtta bir diyaloga şahit oldum. Üniversite sınavına hazırlandığı taşıdığı kitaplardan ve yol boyu ettiği muhabbetten belli olan genç, arkadaşına "ilk defa oturuyorum" diyordu. Arkadaşı da "ben daha önce oturdum!" diye karşılıyordu.
Bu taşıt eğrimiz doğrumuzla bizi bize anlatmıyor mu? Kimimiz ilk defa oturuyoruz, kimimiz uyanıklığımızla ve atikliğimizle, bir parça da yüzsüzlüğümüzle tecrübe kazanmış, o koltukların gediklisi olmuşuz. Kimimiz ayakta gidiyoruz tıka basa dolu otobüste, mecburen sosyalleşiyoruz. Ön cama veya kapı camına sıkışmışız, körükte sallanıyor, sallandıkça konuşma ihtiyacı duyuyor ve susuyoruz. Yalnız tanıdıklarımıza açıyoruz derdimizi. Sosyal medyayı takip ediyoruz, telefonu cebimizden çıkarmayı başarabilirsek! Çoğumuz sırf bu yüzden telefon elde biniyoruz. Böylece hem çalınmaktan koruyoruz akıllı telefonumuzu hem 'şarjımız' bize yol arkadaşlığı ediyor.
Hepimiz aynı metrobüsteyiz, biraz açalım. Bu mekandaşlığın ötesinde aynı üretim ağlarının örümcek dişlerindeyiz, aynı insan emeği sindiriminden muzdaripiz. Kimimiz fabrikada makine başında, kimimiz bir atölyede merdiven altında... Kimimiz cam siliyor, kimimiz telefonlara bakıyor. Ama değişmeyen şey oradaki varlığımız, mesai bitiminde buluşuyoruz. Kazancı fena olmayanımız da -asgari ücretin hafif üstü diyelim- orada oluyor, kıt kanaat geçinenimiz de.
Eskiden, büyüklerimiz bilir ya, trenler ve vapurlar taşırmış iş yorgunluğunu, ümitleri, sohbetleri. Şimdilerde uzun bir otobüse, bir ucubeye mahkûm edilsek de mesele, farkına varmak değil midir aynılığın? Özünde, bu 'aynılık' bilinci, aydınlık bilincini ve bilinçsel bir kenetlenmeyi, sınıfsal aidiyetleri de beraberinde taşımaz mı?
Biz, bir şoför marifetiyle bir yerden bir yere taşınanlar, gelecek bilbordlarda değil, sıkışık ayaklarımızın dibinde, çiğneyerek ortaklaştırdığımız zeminde ve bir demiri tutarken yan yana gelen ellerimizde. Bunun farkına varabilsek, bir kere de boş koltuğu kapma sevdasından vazgeçip geleceğimizi gerçekten düşünsek, oy vermek gibi 'vatandaşlık görevlerimiz' dışında, tüm korkulardan ve tehditlerden uzak; felaket senaryolarını unutarak, koltuk düşkünlerinin maskesini düşürerek, sahte çıkarların altını oyarak... 
Ah bir yapabilsek! O zaman, işte o zaman ancak 'aynı gemi' tezi batar ve enseyi karartmak için ne denli uğraşırsak uğraşalım geçerli bir neden bulamayız.

Haydar Ali Albayrak

Facebook
yorumlar ... ( 2 )
17-11-2015
17-11-2015 09:12 (1)
Ankara'da yaşayan birisi olarak metrobüs deneyimim olmasa da iyi bir yazı olmuş, tebrik ederim. Özgür Coşar
18-11-2015 15:02 (2)
Dikkat çekici bir değerlendirme.. Okan Şahin
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210654
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.