Acının gergefine türkülerle düşen şair Bünyamin Durali, Güz doğumunun namusu: ‘Eksik Kırlangıç’la salınmak

Acının gergefine türkülerle düşen şair Bünyamin Durali

Güz doğumunun namusu: ‘Eksik Kırlangıç’la salınmak

 

            İnmeyen ve dinmeyen bir edimdir şairlik; yaşadığı topluma, yaşayan insan üzerinden yaklaşır. Değerleri hiçleyemez, solgun bir dünyada geleneklerden yükselir, arazlardan beslenir ve “Bağdat’ta bombaların bebek gülüşlerine” yanar, dört bucaktır şairin ömrü.

 

            Şair, zarafetini yaşatandır kalbinde ki hayata karşı acemiliğimizi törpüleyebilsin. Çünkü bize, yoksulluğa karşı, bu dünyanın kirliliğine karşı “tahammül tebliğ” edilmiştir. Doğru, “yaşamak ağrısı”dır, sürgit devrolan yoksulluğa başkaldırıştır, şairinki! İroniktir bu yüzden, tahammülün tebliği!

 

            Toplumsal ağrılardan fışkıran gelenek katmanlarında gezinirken; aşkı, sevgiyi ve de ölümlü yaşam uğraşını öğretir, avaz avaz bağırır. Dogmatik yaklaşımlarla, metafiziği yok saymayla; “safa ile merve”de, “ihram hâliyle” kaynayan kumu anlamazsınız ya, şair onu biriktirmiştir ve sarraf işçiliğinde göğsünde atlarla seviştirir.

 

            Doğanın, yutan karmaşasında gezinirken karşılaştığınız şair; sarmalamıştır iki kişilik ve gülüşlerle taşır sizi türlü kovuklara. Aşkın, doğanın çatışmalı varlığından doğuşuna tanıklığı yaşamak sizin okumanıza kalmıştır. Ve tüm mesele de, “mâneviyatı zedelenmiş her güzelliğe dirim katmak için yeniden” düşünmektir, doğadaki varoluşumuzu. Ki doğa dayanışmayla meyve verir. Kendinizle, kendi içinizin dayanışmasıdır aslolan. Uyumsuz varlığınız da, sizi kapı dışarı edecek olandır. Bunu imleyen şair, “ayağa kalk” der, “gürgenlerle lâdinler de kalkacak / kapı dışarı etmek için / vakitsiz ecelleri” işte yine yaşam size kalmıştır. Ecel defedilirken, karanlık sizi bekler. Şairin karanlığı da zulümdendir. Yalnızlığını taşısa da karanlık; tutulduğu kara sevdanın izlerini de kucaklar. Ve şu var ki, kendi karanlığında daha bir âşıktır, şair.

 

               Kitabın adını veren “eksik kırlangıç”, küllerinden yükselen harflerin dokumasıdır. Şair, şairlerinden beslenir ki, boğazına düğümlenen dizelerde, gözpınarlarına geçiremez sözünü. Eksikliğiyse, yaşamsal bir duraksamayı içerir. Hüzün yağarken, dizeler kurulurken gırtlağına; ağıtlar, uzun havalar, mevlitler, naatlar, kâsideler ve nice ölümlü yakarışlar düğümler bedenini. Ortadoğu’nun kan üstünde yaşayan toplumlarına, esaretliklerine dayanamaz yok olur, kolu kanadı kırılır. Eksilirken, egemenin pençesinde; ıssızlıkta kendine döner, sorgular ve su verir doğanın ululuğuna: “Cihanı zorbalar, zorbalıklar zaptetmiş: bana en çok bu dokunuz. Uçamam, sürünürüm” Bu haykırışı doğa duyacaktır ki, yaralara merhemi o taşır. Yasalar, hükümler, kararlar ve savaşlar: inim inim inleyen insanlık karşısında kendimizi de talan mevsiminde bulmadan, kendimizle savaşma pahasına korumalıyız; “çağdaş kötülüklerden” çünkü, değil mi ki yükselen alçak değerler bizi kuşatmıştır.

 

            Anaç toprağa, toprağı barından o doğanın yankısına ektiklerin; seni “tanrının ikizi” kılar diyor, şair. Masumiyeti taçlandırır öte yandan: “kuşları sevmeye kalkışsam/ çocuklar alınacak biliyorum/ çocukları sevmeye kalkışsam/ bu sefer kuşlar” Onurun, masumiyetle bir anıldığı şu dağlanmış dünyada; ders üstüne ders verir. Öyle didaktik, baskıcı değildir, hele hele dogmatik hiç değildir. İlmek ilmek dokuyarak, türlü çeşit meyve ve hayvanlarla besileyerek akıtır kalemini. Lâkin “sağrısından kurşunlanmış atlar gibiyken” ömrü, masumiyet karinesine sıkı sıkı bağlıdır. Neden mi, belli: “huysuz atlar aykırı kuşlar hepsi” içindedir, seslenirler göğe varana dek. Şairi pençeleyen de budur: gökten ağdırmak tüm varlığını insanlığa, karanlığa ve de çirkefliğe… o iç sesiyle yıldızlarda buluşur, dönüşür su olur ve “bir nehir: yıkmak için şu müptezel dünyayı”

 

            Şair sır kapısında kilitli kalmıştır. Tüm zamanların en ışıksız, döneminde ruhu önceleyen bir sözcük yapıcısı konuşur. Her güne umutla başlamak istese de: “mahâretim paslanır alfâbem acımtırak/ her güneş kavuşanda/ kirpiklerimse ıslak” der şair! Ve: “daha çok doğa..!” diye haykırır, erdemlilik der içindeki ses. Sömürü ve yoksulluk ilişkisine; “som altından söz üreten üstatlar”la savaş verir. Namuslu, saf bir çocuk çıkagelir: “kral çıplak..!” nidâsıyla dünyayı değiştirir. Yine mi olmadı aydınlanma, o zaman çelişkili var oluş, sürgit devam eder. İmhâ olmak mı, ihyâ olmak mı? İmhâ etse şairi bu dünya: “daha çalkantılı bir gökle hasbihâl edecektim” demezdi. Sonuna kadar yaşayacaktı, biliyordu: “bir gül uzat sen benim incinmiş yerlerime” diyordu; ki sarsın şairi, kendini pervâsızca yiyip bitirmelerini! O karanlık sefâlette, şairi korumaya alacak tek bir dikenli gül yetecekti: onu acıtmadan, acıya karşı tek seferde bağrına bağrına saplanacak tek gül!   

 

            Şairin, egemen piyasa edebiyatına karşı duruşu; “eksik kırlangıç”ta bel kemiği gibidir. İsyanla bilincini doldurup, soluksuzca; has şairi hiçleyen ‘piyasa edebiyatına’ gerçek iyi şiiri damıtır. “nasıl bir karanlık bu”, “ne dağlar adamdan sayar beni, ne uçurumlar”, “anti-kahramanıyım tersyüz edilmiş her hikâyenin”, “benim gövdem gömütlüktür, halkların taşa tuttuğu”, “dünya’nın neresine konsam, kıyamet kopar orasında”, “zülfüyâne dokunmakla geçti benim ziyan-ömrüm”. “101 pâre şiir atışı” başlıklı uzun şiirinden, bu alıntılarda, şair onurlu duruşunun tutsaklığında vurulduğunu imler. Lâkin, şairi, şair yapan da bu: dönülmez yolda, onurla ilerleyip etraftaki dikenlere takıla yırtıla, berelenerek, kanayarak söz dokumaktır. Umarsız kalmış, bırakılmış dünyaya dille çare aramaktır. Diğerleri gibi dünyanın umarsızlığına umarsızlık ekleyemez. “Kıç yalayan şairlerden hîcap duyar” Lâkin o, “ben düşersem türkülerle düşerim acının gergefine” diyendir!

 

            Şair, sömürüye ortak olmadığını bir bir haykırır. Çöküşün, iktisâdına dokunur: “hayaller demode sevgilim, hisse senetleri ve tahviller moda” Bu çöküşte, sığınılacak tek yer, yine doğadır. Şiirde, matematik keskinliklerle duyularını yeşertir. Doğanın matematiğidir, sözünü ettiğim. Şair, kuşların “V” biçiminde uçuşlarını, (inişli çıkışlı) salınımlarını, işler dizelere.

 

            Şiirlerini olanca çılgınlıkla; Yunan mitolojisinden isimlerden alıntılarla dolduran; o her şeye havadan bakan şair’lerin yakışıksız niteliksiz benzetimleri, imgeleri, insanı yorar, anlamsızlıkla boğuşturur. Şair “esefra’ya şiir(ler)”de buna yaratıcılıkla karşılık vermiş gibidir. Esef (:keder) ve Ra (:tanrı miti) çakışmasından, “keder tanrıçası” doğar. Ve gerçekliğin, namusun imbiğinden damlar dizeler:

 

ah kıyılarımı yıpratan mâviş hıçkırık

ah suyumun ıssızlığına denk düşen uçurum

uçurum gözlü sevgilimin uzadıkça uzayan çılgınlığı

sabırtaşımı kantaşımı çakıltaşlarımı zıplatan tedirginlik

kırlangıçlar ah logaritmadan habersiz hafif kanatlarıyla

analitik geometrisi akşam serinliğinin

metin altıok’la behçet aysan’ın yangındaşlığı

kalplerini internette pazarlayanlar

muhtıralar ah iddianâmeler ve entelektüeller zulüm yanlısı

profan bir baş ağrısı ve pagan bir çekingenlik

tabula rasa şair süprüntüleri

anadiline bile saygısız yazarların poetikası

kimin arabasına binerse onun şarkısını söyleyenler ah

ah benim tanrısallığı suskunlukta arayışım

mânâsız bir sözcük kimileyin ah: esefra!

-esefra: sen nehirlerle söylendiğinde daha bir güzelleşirsin-

Irak’ta açamayan kıpkızıl güller ah kan köpüklü cümleler

rüzgârından hançerlenen tâlihsiz yurdum

yurdumun içedönüklüğü: daha bir kıpırdayan kanatıldıkça

tekerlekli sandalyesinde hayata tutunmaya çalışan biri

serum şişesinde dallanıp budaklanan bir–iki mısrâ

bir güvercinin hava boşluğuna düştüğündeki çâresizliği

ceylânların suya inme vaktine benzeyen yüzüyle sylvia plath ah

ve erdal eren: cuntanın çelik çekirdeğince çürütülen gövdesi

ve kılını kımıldatamadığımız bu allahsız dünya

benden mi sorula benden mi sorgulana bunların cümlesi


hep böyle puslu mu kalacak bu yedi kat gök

yerküre hakkaniyetsiz ve de paslı mı

sen söyle esefra ve aç sözümü

 

ah esefra!

yıldırımlar düşer bana kavrulur dilim

parlat közümü!”

 

            Şair’cikler, şair’imsiler, Yunan ve Mısır mitlerini sırıta sırıta kullanacaklardır. Keder, bu dünyanın kederini taşıyorsa; yaratıcılık yakışmış demektir. Zâten, miti, yaşayan insan üzerinden kurmak bilinciyle yüklüdür, şair.

 

            Yaralı bir evrende, yaralı bir gündeşlik yaşarken; şair, “esefra’ya şiir(ler)”de bunları üflüyorken; diğerleri neden alkışlar bu bataklığı? Bunca şair memleket, neden sağır ve dilsiz şeytandır, neden bedenlerini hiçleştirir, neden toz duman içinde gülücük saçar? Farkındalık ey “esefra” derim ben de; farkındalık yoksa suç büyüdükçe, kemikleştikçe bedenlerindeki balçık, daha çok sırıtıyorlar, egemenlerine!

 

            Şair, sözünü sakınmayandır, bize öğrettikleriyle. Anadolu’nun derin nakışlarında, kök boyalarda, uzun mu uzun kilimlerinde ses veren nasırlı ellerin türküsünü yazmıştır, şair. Popülizmle değil, içselleştirilmiş bir iç sezişle doğrulmuştur dizeler. Paraya, ödüllere, şairimsilere, dalkavuk solculara karşı ve paslı sol dogmatizmlere karşın varlığını koruyarak acılar içinde sökün ettirir kalemini. Öyle ki, şairin, sevgiyle seslenişleriyle bezelidir, “eksik kırlangıç”. “Okunaksız su’yum”, “yasaklıyım sözünün şâhikasını öpmekten” der, sevgilisine. Yaralıdır, dış dünyanın kavuruculuğunda. Yâri: ülkesi, halkı ve en çok da şiiridir. Şiir, yaşam bulduğudur.

 

            “Kasırgalar kopuyor dışarıda/ dışarıda değil bende kopuyor..” İçindeki kıyametin, merceğinden yansıyanlardır aslında, kopan parçalar. “ve nihayet tez elden göğü temizle!/ daraldıkça donattığın tek güvercinle/ niteliksiz adamların erkine karşı…” Başkaldıran da şairdir. Düşüncesi ve bilincinin yansıması bilgiyle, şiirini felsefenin kılavuzluğunda yontar. Ağır bir düşün işçisidir. Şair: “albatrostur: kanatları bin batmalık acıyı çeker.” Şiire felsefeyi dolar: “sen sevdayı dervişçe düşünler içinde/ korkunç uçurumda mı yaradılışın/ kalbinin burgacında mı dolaştırırsın” Sevda, şiiri; dervişçe düşünmeyi, uçurumlarca kanatlanıp uçmayı ve bedenin her kıvrımında dolaştırmayı gerektirir. Şair bunu düşünün ve düşüncenin şâhikasında yaşamış ve yaşatmaktadır.

 

Kaan Turhan

 

 

Kitap: Bünyamin Durali, Eksik Kırlangıç, Birnokta Kitaplığı, Nisan – 2014, İstanbul, 176 sayfa.

Facebook
yorumlar ... ( 16 )
22-11-2014
23-11-2014 19:34 (1)
Melodramatik işlevselliğin üstünlüğü.. elinize sağlık noname
27-11-2014 14:37 (2)
"thunder, thunder, thunder, thundercats! hooo!!!" vardı bir de. esefra'yı gördüm. aklıma geldi. onda böyle mumm-ra diye bir başkötü karakter... sargıların altında pazu mazu... 25 yıl olmuştur. ne garip?! tarihin sonuna 25 yıl evvel gelen japonamerikan kırmasının melodramatik içbükümselliğini dışavurumsal olarak ussal uzam boylamında ele almış mıdır bilgi'ci acenta sahipleri? hayır, onlar bu başkötü karakterin "mutlak-iktidarın salt-kötücül güç düzeneğini" nasıl yansıtışımsallıkla sakladığını 18-19 yaşlarındaki varsıl, kentsoylu "tosuncan"lara ve "besisu"lara aktarmak üzere konuları bu izleklerde ele alır gibi yaparken aslında tosuncan'la besisu'nun fazla mayonez, patates, börgırkink ve kolejyoluservisegzosu karışımıyla iyice cücüğe dönmüş beyinlerinin eline vermekteler esasen azizim. "ele alma ve ele verme"nin zıtlıktaki armonisi tıpkı elektronla pozitron eşgüdümselliği gibi. yalnız ben bunları düşünürken feci içbüzüşümsel devinimler geçirmekteyim. harbi, tuvalet nerdeydi lan?! renfo
29-11-2014 18:29 (3)
Bünyamin Durali'nin güzel bir şiiri yayımlandı, yanda şiir sunağında. Şiirden hoşlananlara tavsiye edilir. Okuyun bence. Küfretmekten yorulanlara iyi gelir, duyguları eğitir :) İsmini Vermekten Korkan
29-11-2014 21:11 (4)
Sunaktaki şiiri beğenen var mı? Ben sıradan buldum. Burada böyle övülünce insan daha güçlü bir şeyler bekliyor. Vasat bir şiir. İmgeler klişe.
01-12-2014 19:56 (5)
2 nolu arkadaşa, ne demek istediğinin tercümesi var mıdır? Neden bu entelektüel sefalet, anlamsız karmaşa, -sal, -sel eklerinin bulamacı... Niye biz, Türkçe konuşamıyoruz. Ne demek istediğimizi, açıktan açığa konuşamıyoruz. Kaan T.
01-12-2014 20:57 (6)
türkçe konuştuklarını zanneden bir grup genç sivilin ve onların birikimci-bilgici-açıkradyocu-metisçi akil ve akıl hocalarının dilini eleştirmek için öyle yazıldı o yorum. arada onların dil oyunlarıyla alay edilirken yine aynen onların dil oyunları kullanılarak kendi pozisyonları anlatılmak istenmişti zaten. ve siz de gayet iyi farkındasınız bunun kaan t. hürmetler.
01-12-2014 21:21 (7)
4 numaralı arkadaş (keşke imzâsını da atsaymış!), benim "Bezgin Birer Çiçek" şiirim için demiş ki: "Sunaktaki şiiri beğenen var mı? Ben sıradan buldum. Burada böyle övülünce insan daha güçlü bir şeyler bekliyor. Vasat bir şiir. İmgeler klişe." Cevâbım şudur: Dar kapıdan girmek istemiştim. Zirâ, geniş kapının mahva götürdüğünü az-çok biliyordum; oradan girenlerin sayısının sürüsüne bereket olduğunu da! Hayata götüren kapı dardır oysa; yolu da çetindir. Bulanlarsa bir elin beş parmağını zor geçer. Ben geçemeyenlerdenmişim meğer. Teşekkürler. bünyamin durali
01-12-2014 22:38 (8)
7 numaraya... ben 4 numara değilim. imza: 6 numara. renfield da diyebilirsiniz. ama demeyin. hürmetler. a.y.a.
02-12-2014 20:21 (9)
Bünyamin Bey'e: Şiiri ben de bir şeye benzetemedim ama kendi anlamayışıma vermiştim. Vasat bulan arkadaşın yaptığı ise anladığım bir şey; zerzevata dair. Buna karşılık dar kapı benzetmenizi, yine benzetmeyi tutmamakla birlikte, eyleminizi çok zarif buldum. Demek sizi şair bizi sair yapan böyle bir şey. Büşra (erkeğim).
02-12-2014 21:31 (10)
"biz yürüyünce yurdumuzun yüzü gülecek insanıyla kuşuyla deniziyle dağıyla" bu kısmı çok güzel.
03-12-2014 16:41 (11)
Şiirimizin olumlu değerlendirilmesine nasıl seviniyorsak, olumsuz değerlendirilmesinden de öğrenmeye çalışmalıyız. Burada anlaşalım. Ama şurada da anlaşalım: Şiir eleştirisi, poetika-estetik dediğimiz düşünsel-sanatsal disiplinin kendine özgü yasalarına bağlı olabilirse, "nesnel bilincin gerçekliği" dediğimiz şeye yaraşır bir öz / içerik kazanabilir. Bu ise, "bu şiir çalışması, iyidir / kötüdür" ya da "bu şiir çalışması, şiir bile değildir" yargılarının / önermelerinin temellendirilmesini koşullar, dahası zorunlu kılar. Yâni, yazınsal ölçü ve ölçeklerden hareket etmezsek, savlarımız (dediklerimiz ne olursa olsun), havada kalmaya, kısacık bir süre sonra kaybolacak olan toz zerreciklerine dönüşmeye yargılıdır. Bu bağlamda, "vasat, klişe" gibi, göstergesiz veyâ "zerzevat" gibi büsbütün edebiyat-dışı sözcüklerden medet ummak, benim gibi "ortalama şair"lerin bile anlamakta bir hayli zorlanacağı pozisyonlardır. Ataç'vâri "sevdim/sevmedim" türü yaklaşımın mumu çoktan söndü. bünyamin durali
03-12-2014 17:08 (12)
Bu arada, şiirimi beğenmediklerini dümdüz söyleyenler; aynı cesâretlerini, adlarını belirtmekten, hattâ cinsiyetlerini bile hem öyle hem böyle göstermekten neden hoşlanırlar; anlayabilmek hakikaten olanaksız! Ek: Benden bu kadardır, edebiyatı polemiğe âlet etmekten, kıdım hoşlanmıyorum. bünyamin durali
03-12-2014 17:35 (13)
Yanlış bir cümle kurmuşum (bkz:12 numaralı ileti), özür dileyerek düzeltiyorum: "belirtmekten" dedikten sonra "neden kaçınırlar" demeliydim. bünyamin durali
03-12-2014 19:10 (14)
olmadı be Durali. Ben diğer arkadaşın tutumunu hoyrat bulup onu eleştirmiş, şiiri anlamamayı kendi suçum sayıp -nezaketten tabii-pek de bir şeye benzetemediğim dar kapı metaforunu kullanmanı zarif bulmuştum. Sen "şairsin biz sair" de değme şairin bulamayacağı bir nasıl diyorsunuz laf oyunu bence, benim için kullanılsa mutlu olurdum. Buranın eskisi olduğum için Büşra kullandığım nam-ı müstearlardan biridir, başka bir arkadaşı gocundurmak için kullanıyordum o sıra, sana da denk geldi. Yine de yanılma diye cinsiyetimi açıklama ihtiyacı hissettim. Yoksa bizim şehirdeki herkesin cinsiyeti hem öyle hem böyle değildir, şiirine ayırdığımız vakti ayırsaydın, anlardın. Zaten kime sorsan gösterir, benim adım Yağız Üresin, bana bir şey ifade etmiyor ama bayağı bir erkeğimdir. Saygısızlıktan değil, daha içten geldiğinden "sen" kullandım, beğenmezsen "siz"li tekrar yazabilirim. Sağlıcakla
03-12-2014 21:35 (15)
Şiirleriniz kötü değil ama sıradan. kitaplıkta ya da varlıkta çıkan şiirlerden farkı yok. çarpıcı bir iki dize var ama geri kalan kötü dizeler onları da aşağı çekiyor. bilgiçlik taslayan süslü imgeler okuru boğuyor. bundan da anlaşılıyor ki şiirlerinizi okurlar için değil sadece içinizi döküp rahatlamak için yazıyorsunuz. yazı yeteneğinizi düz yazıda, öyküde, romanda göstermeyi deneseniz daha başarılı olabilirsiniz. bu arada dar kapı metaforu incilde geçer ve andre gide'in aynı adlı güzel bir romanı var.
03-12-2014 22:18 (16)
nesnel bilincin gerçekliği... ışın kılıcı...
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211270
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.