Vasat edebiyatı yazıcıları: “aykırı yazar”, “sivri dilli”, “cesur kalem” olma teknikleri

VASAT EDEBİYATI-101 Vasat edebiyatı yazıcıları: “aykırı yazar”, “sivri dilli” veya “cesur kalem” olma teknikleri

“Vasat edebiyatı” kavramı, sadece kötü yazılmış ya da başarısız eserleri tanımlamamaktadır. Kötü yazılmış olmaları, bu türden “edebiyat” için bir kural olsa da “vasat edebiyatı” kavramının toplumdaki işlevi ve iktidarla ilişkisi, en az içeriği kadar önemli ve belirleyicidir. Bu yazıda “vasat edebiyatı” yazarlarının bu özelliği üzerinde durulacaktır.

Dünya edebiyatındaki yerleri artık neredeyse tartışılmayan Joyce, Kafka ya da Proust gibi yazarlar hakkında bile bazı olumsuz eleştiriler bulabilirsiniz. Bu dahilerin yazdıkları hakkında, size başka pencereler sağlayabilecek doğru ya da yanlış olumsuz değerlendirmeler okuyabilirsiniz: Kafka bunaltıcıdır, Joyce onlarca sözcük oyunuyla neredeyse anlaşılmazdır. Proust uzattıkça uzatmakta, kahramanı ancak on beş sayfada uykuya dalmaktadır.  

Ancak vasat edebiyatı yazarları hakkında böyle bir eleştiri bulmak çok zor, ana akım medyada ise kesinlikle olanaksızdır. Bir kitap hakkında yazılanların nerdeyse tamamının sadece övgülerden oluşması bana hep tuhaf gelmiştir.  Bir kitap hakkında çıkan onlarca yazının hemen hepsinin “süper”, “çok süper”, “bomba”, “tokat gibi kitap” vs gibi magazin klişeleri olması tuhaf değil midir?

Bu kitaplarla ilgili abartılı övgüleri okuduğumda aklıma iki soru gelir:

1. Acaba ben yanlış kitabı mı okudum?

2. Bu roman “süper” bir romansa kötü roman nasıl olabilir?

Bir yazar düşünün ki ülkedeki edebiyat evreninde piramidin en üstünde yer alıyor. Kitapları, holdinglerin kurduğu  yayınevlerinden büyük reklamlarla basılıyor. Kitapları daha çıkmadan gazetelerde röportajları çıkıyor. Ülkenin en çok satan gazetelerinde ve onları kültür eklerinde sayfa sayfa ilanları veriliyor. Kitapları, kitapevlerinde girişte, vitrinin en görülecek yerlerinde okuyucunun gözüne gözüne sokuluyor. Yayın dünyasında bir yazarın kullanabileceği her türlü olanak o yazara sunuluyor. Hâl böyleyken bu yazar hâlâ “muhalif”, “aykırı kalem”, “cesur yazar” diye anılıyor! Yazarın, “yükseklerde” edindiği bu ilişkiler yumağı içinde yaşadığı küçük mağduriyetler bile ballandırıla ballandırıla “muhalif olmasından kaynaklanan baskılar” diye sunuluyor. Kayıkçı kavgalarından kaynaklanan, köşe yazarlığından kovulmalar, “bir majestelerinin” gazetesinden “bir başka majestelerinin” gazetesine transfer olması, “ilkesel nedenlerle istifa” olarak adlandırılıyor. 

Yazarların öldürüldüğü, bir sürgünden diğerine gönderildiği, sayısız kitabın toplatıldığı bir ülkede, bu yazarın bir mahkemede yargılanması, bir konuda sadece dava açılması bile onun “ne kadar muhalif ve sistem karşıtı” olduğunun kanıtı diye sunuluyor. 

Bir ülkenin başkanı, sözgelimi Barack Obama, kendini “muhalif” ya da “anarşist” diye tanımlasa bu ne kadar inandırıcı olabilirdi?  Yukarda anlatılan türden bir “muhaliflik”, “cesur kalemlik” “sivri dillilik” sizce ne kadar gerçekçidir. Sarayda, kralın sofrasında “muhalif” olunabilir mi?

Burada güvenli “mağduriyetleri”ni bile tiraja, imaja, kitap satışına ciro eden sınır tanımaz bir “ahlâk” vardır.

Ey okuyucu,

Sen bunlara inandığın sürece, bu “muhalif”, “aykırı” ve “cesur” kalemler iktidar saraylarından “muhalefet”lerine devam edecektir. Eli bir gün sıcak sudan soğuk suya değmemiş bir yazarın, yıllarca hapiste yatan yazarların olduğu bir ülkede  “muhalif” diye dolaşmasında sence de bir terslik yok mu? Yayın dünyasının iktidar piramidinin en tepesinde oturup bu edebiyat iktidarının bütün nimetlerinden faydalananlar hâlâ muhalif olduğunu iddia ettiklerinde, aklınla alay edildiğini fark etmiyor musun?

Taylan Kara

Facebook
henüz yorum yapılmamış
21-11-2013
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211452
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.