George Politzer ve Ulus
Her Türk solcusu marksizmin temel doğrularına gözünü ilk kez George Politzer'le açmıştır. Ağabilerimiz ilk seminerlerini vermeye Felsefenin Temel İlkeleri'yle başla(r)dı. Sol düşünceyle donanmanın abecesi Felsefenin Temel İlkeleri'ydi!
George Politzer, Macar asıllı bir Fransızdı. 1930'larda Paris İşçi Üniversitesi'nde verdiği diyalektik materyalizm dersleriyle ünlendi. Büyük bir polemikçi, derin bir kültüre sahip karşı konulmaz bir yetenekti. Eşi Mae ve dostları Jacques Solomon ile birlikte Nazi işgalinde 1940-42 yılları arasında üniversite direnişinin sembolü oldular. En sonu yakalanıp büyük işkence gördüler. Öldürüldüler.
Bu yazımı özellikle sevgili Kaan Arslanoğlu'nun okuması dileğiyle insanbu.com'a gönderiyorum. Arslanoğlu, “Çözüm Süreci Bana Umut Veriyor” başlıklı yazısında “Bir taraf Kürt milliyetçiliği tarafı, öbür taraf ulusalcı solculuk.” diye yazabilmesi beni düşündürdü. “Ulusalcılık” üzerine onu faşist milliyetçilikle eş tutan kin ve “nefret söylemi!” dolu postmodern yönlendirmeyle oluşmuş, kavramı bilimsel içeriğinden saptıran ve “ötekileştiren!” bu kolaycı tanım dışında kimsenin gerçeği söylememesi kanıma dokundu artık.
Hele Fransız Komünist partisi geleneğini bilen, Stalin ve SSCB pratiğine bağlı TKP gibi bir partinin yöneticilerinin de “ulusal” kavramını neredeyse Doğu Perinçeklerin “Ulusal Kanal”ı algılamaları ne kadar berbat bir durumda olduğumuzu gösteriyor. Çünkü, Politzer'e göre, "Ulus gerçeğinin tarihsel rolünün reddi materyalist olmayan bir tezdir!”
Bu arkadaşlarımız Felsefenin Temel İlkeleri'ni (İlk baskı: Ekim 1966) ne çabuk unuttular diye insanın sorası geliyor; o halde “YİRMİÜÇÜNCÜ DERS – Ulus (I)” bölümünden küçük bir özetle anımsatmak bize görev oldu:
*
Elimdeki kitap Sol Yayınları'nca Nisan 2008'de 17. baskısını yapmış. İlk baskısı Kasım 1969 yapılmış ve neredeyse her yıl yeni baskısı yapılmış. Ta ki 1980 yılına kadar!
Yeni yetme solcuların, yani “12 Eylül solcuları”nın "ulusal devletler"e şiddetle karşı olmaları, "ulus"u "ırkçı – milliyetçi!”likle eş tutmaları ve yerine ne olduğunu tam kavrayamadıkları kozmopolitizmle eş "enternasyonalizm"i koymaları boşuna değildir.
(Onlar da haklıdır! Onların bilinçlerinin gelişme çağında 1979'dan sonra yeni baskısı ancak 1990 yılında yapılabilmiştir! 11 yıllık bir yasaklama, öteleme! Üstelik "ağbiler" de hapislerde!)
Marksistler tarafından toplumsal sınıflara tanınan öncelik, hiçbir şekilde ulusu hiçe saymak anlamına gelmez.
Ulus tarihsel bir gerçektir. Bir sınıf önderliğinde (kapitalizmin şafağında burjuvazi tarafından) ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Sınıfsız toplumda da ortadan kaybolacaktır. Yani insanlığın tarihsel ilerlemesinde bugün konakladığımız zorunlu bir duraktır. Üstelik insanın insanlaşması sürecinde feodal ayakbağlarını temizleyen en ileri örgütlenme biçimidir.
*
Ulus tarihsel bir gerçektir. Ulus, “Tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir!”
Burjuva ulusların iktisadi temelinin şekillenmesi esas olarak kendiliğinden bir süreçtir. Ama ulusların şekillenmesi kendiliğinden değildir.
Avrupa’da ilk başlarda, ulusal birliğin oluşmasını bilinçli olarak yöneten burjuvazidir.
Geniş köylü yığınlarını ve işçileri peşinden sürüklemeyi bildi. Çünkü feodalizme karşıydı.
Feodal düzen halkın pek büyük bir çoğunluğuna –köylüler, zanattaçı ve aydın küçük burjuvazi vb.– dayanılmaz hale geldiği için, hepsini seferber etmeyi bildi, onları yöneterek feodaliteyi tecrit etti ve yendi.
Yani burjuvazi devrimciydi!
Ama eski sınıf feodaller boş durmuyordu. Yeni ulusa savaş açtılar. Öyle ki düşman da olsa komşu feodal ülkelerle ittifak kurdular. (XVI. Louis ve Marie-Antoinette Prusya ve Avusturya feodalleriyle ittifak kurup devrimci Cumhuriyete komplolar kurmaya başladı.)
1792’de bestelenen “Marseillaise” hem içerdeki hain feodallere, hem de Prusya ve Avusturya feodallerine karşı olduğu için “ulusal bağımsızlık marşı” kabul edildi. (Bizim tarihimizde bir yerlere nasıl da benziyor değil mi!)
Ama burjuvazi ulusu ulusun çıkarları için değil, kendi çıkarları için yönetiyordu. Çünkü özünde sömürücü bir sınıftı. Kurduğu kapitalist sistem sömürü üzerine biçimlenmiş bir ekonomik sistemdi. Böylece burjuvazi ulusal birliği sağlayan güçken zamanla gericileşti. Sömürüsüne karşı çıkan ulusun diğer güçlenen ezilen sınıflarına karşı dişini göstermeye başladı.
Feodallerin kurduğu hain ittifaklar gibi ittifaklar kurdu.
Örnek mi?
Hadi yine bizden uzak olsun; Fransa’dan!
1871 Paris Komünü’nde ulusun en geniş parçası olan “ayaktakımı!”nın ayaklanmasını Fransız ulusunun baş düşmanı Bismarck’la kurduğu ittifakla ezmiştir!
Hele kapitalizm, emperyalist aşamaya geçtiğinde ihanet daha da derinleşti!
Üretici güçler gelişip halk ulusal gelirden daha fazla gelir isteyip örgütlendiği zaman Fransız burjuvazisi: “Halk Cephesi olacağına Hitler olsun!” sloganını attı. “1938’de Münih’te Nazilerle ittifak kurdu; savaş boyunca Fransız ekonomisini iflasa sürükleme pahasına alüminyum madenlerini Hitler’in emrine sundu, yurtseverleri kurşuna dizdi, halkı açlığa mahküm etti.”
*
Felsefenin Temel İlkeleri'ne savaştan sonra yapılan eklere göre Burjuvazinin yaptığı “ihanetler”in en önemlisi “dil” ve “kültür” alanında!
Kitap, “Amerikalı işgalcilerin daha kolay öğrenebilmesi için Fransızca, Bazal Fransızca’ya (robot Fransızca) indirgendi. Artık metinlerimizde Etats Unis (Birleşik Deletler) yazılmıyor USA yazılıyor! Amaç yalnızca Fransızcayı anlaşılmaz bir dil haline getirmek değildir; Fransızcayı silip süpürüyorlar. Dilde kölelik doğrudan doğruya kültürde köleliğe götürür.” diye yazıyor.
“Gerici burjuvazi, Fransızları, ülkelerinin mahvolmuş bir ülke olduğuna, ulusal tarih çağının tamamlanmış olduğuna, artık bağımsız bir Fransa umudunun kalmadığına inandırmaya yönelen kampanyaları desteklemektedirler!”
*
Peki burjuvazi, ulusal çıkarlara aykırı bunca işi halkın tepkisini çekmeden yapmayı nasıl başarıyor?
“Uydurduğu ideolojik yalanlarla!” diyor Politzer.
Ulusların köleleştirilmesini haklı göstermek için buna uygun bir ideolojiyi, “kozmopolitizm”i yaymaktadır!
(Sıkı durun; günümüz “enteller”ini anımsayın!)
Kozmopolitizm “dünya yurttaşı” anlamına gelen Yunanca bir sözcük.
Marx: “Kozmopolit sömürüyü evrensel kardeşlik diye adlandırmak ancak burjuvazinin beyninde doğabilecek bir düşüncedir” diyor.
“Enternasyonalizm”in bir karikatürü olan “kozmopolitizmin en önemli özelliği: Modern savaşların nedeninin ulusların mevcudiyeti olduğu yolundaki düzenbaz iddiadır.”
Burjuvazi en kestirme yoldan, emekçilere, ulusal yapının “gerici” ve “modası geçmiş” gösterilmesini amaçlamaktadır.
Böylece emekçilere, “Eğer barış istiyorlarsa kendi elleriyle ulus gerçeğini yok etmeleri ve yurtlarını yadsımaları gerektiğini” vaaz ediyorlar!
Her emekçiyi kendi ülkesinden koparıp, bir “dünya yurttaşı” haline getirmek istiyorlar. Bu maske altında, “kökünden kopmuş, tek biçime sokulmuş, yeri-yurdu, adı-sanı belirsiz, sapkın insan gölgeleri” olmuş çağdaş köleleri, “kabaca ve hayasızca, dünya çapında” rahatça sömürmek istiyorlar.
*
Bugün emperyalist ülkeler, köleleştirmek istedikleri uluslaşma yolundaki sömürge ve yarı sömürge ülkelere “kozmopolitizm”i (bizimkiler hala enternasyonalizm sanıyor!) öğütlüyorlar; “globalleşin!”diyorlar!
Kendi uluslarına ise tam tersi: Bir ulus olarak sıkı durun, diyorlar.!
*
George Politzer, Gestapocuların ağır işkenceleri ve saf değiştirip kendilerine katılmaları halinde tüm ailesinin kurtulacağı güvencelerine yalnızca tükürmekle değil 12 Eylül solcularının tüylerini diken diken edecek “ulusalcılık”la yanıt verdi: "Fransa uğruna ve Fransa topraklarında ölmenin" çok daha onurlu olduğunu haykırdı!
1942'de bu sözleri haykırdıktan bir kaç dakika sonra kurşuna dizilerek öldürüldü. Eşi Mae Politzer ise Nazi kamplarında işkencede yaşamını yitirdi.
Bizi hukuk öğreterek, demokratik kurumları oluşturarak, feodal toplumdan kalan kalıntıları temizleyerek, vatandaşları eğiterek sosyalizme, oradan bir tek dünya ulusuna ulaştıracak ulusal örgütlenmelere burjuvazinin artık sahip çık(a)mayacağını, görevin emekçi ve halka düştüğünü öğretti.
Gericiler ve emperyalizm emekçi halkların kişilik kazanmasını, ayakları yere basmasını istemediği için ulusa düşmandırlar. Oysa George Politzer'den de biliyoruz ki ulusal devletlere karşı çıkmak emperyalizmin karşısında daha birinci raunda başlamadan maçı kaybetmek demektir! Bu gerçeği anlamadan bir adım gidemeyeceğiz; halkla ilişki kuramayacağız; emekçileri çakalların yalan ve duygu sömürüsüyle kandırıp yönlendirmesi karşısında silahsız, aletsiz, “kokünden kopmuş” olarak dolaşıp duracağız.
Önemli not: Tırnak içindeki tüm alıntılar George Politzer'e aittir! (A.Y.)
Ahmet Yıldız
Editörün Notu: Ben dahil herkes suçlu: Türkiye’de siyaset yapma biçemi sol güçleri doğal olanın ötesinde ayrıştırıyor. Somut bir iş yaparken, düzgün bir çalışma içinde birleşenler, iş yüksek siyasete gelince, kıçı kırık kavramlar yüzünden kapışıyor. İnsanbu sayfalarında, zaten yayının kültür yayıncılığı niteliği gereği doğrudan günlük siyasete olabildiğince seyrek bulaşmak niyetindeydik. Medya eleştirisi, tıp eleştirisi, sanat ve edebiyat üstünden yapacaktık siyaseti. Ama, kendi ilkemizi daha baştan kendimiz çiğnedik. “Çözüm Süreci”yle ilgili iki yazıya yer vererek bir tartışma başlattık. Ona gelen tepki yazılarını da şimdi bir paket halinde topladık, bu dört yazıyı aynı anda yayımladık. Hiç siyasi yazı, yorum, haber çıkmayacak burada diye bir şey yok elbette. Ama ayrıştıran günlük politikayı daha çok başka yayın organlarına bırakmak dileğiyle. K.A