Çanlar eğriler için çalıyor ya da normalin rehaveti, marjinalin gücü

Normalin rehaveti / Marjinalin gücü

Bana verimli bir yanlış verin ne zaman dilerseniz: kendi çözümlerini doğuracak tohumlarla dolu bir yanlış. Kısır doğrularınızı da kendinize saklayın.

Vilfredo Pareto

Doğanın karmaşasına bakışımız idealist uyum arayışlarımızın etkisinden kurtulmasıyla olgulara bakışımız da Gauss’un normal perspektifinden çıkıp Pareto’nun güç dünyasına kayıyor.

Sıradanlığın rahat fakat sıkıcı dünyası

Normal dağılım olarak da bildiğimiz Gauss dağılımı çan şeklindeki eğrisi ve simetrik eğimleriyle yabancımız değil. Olguların olasılık dağılımını göstermekte kullanılan bu istatistik yöntem doğa ve sosyal bilimlerde yaygınca kullanılıyor. Gauss Dağılımının en önemli özelliği kararlı bir ortalaması olmasıdır. Yeni veriler eklense bile ortalama göreli olarak kararlılığını korur. Ek olarak olguların çoğunluğunun arasında gerçekleştiği yine kararlı ve tanımlanabilir bir varyans bulunmaktadır. İşte bu kararlı ortalama ve varyansı bilerek söz konusu popülasyonun özelliklerini tanımlamak mümkün olabilir. Bu şekilde ne olabileceğini, neyin olmuş olabileceğini kestirebilir, gürültü ve uç değerleri atıp dikkatimizi doğal olaylar, sosyal yapılar, ilaç etkileşimleri, tüketici davranışları, borsalar, çalışan performansı ve sair olgularda (varsaydığımız) muhteşem denge ve uyuma odaklanabiliriz. İstatistik fonksiyonları ve elektronik hesap tablolarımıza ham verileri koyup diğer uçtan normallik çıkartabiliriz. İşler kaotik olduğu zamanlarda ise gözlerimizi kapatır, uç değerleri yadsır ve iki standart sapma sınırları içinde kendimizi güvencede sanırız.

Ayakkabıya uydurmak için parmakları kesmek

Şimdi normal dağılımın bazı özelliklerine daha yakından bakalım. Normal dağılım verilerin tamamen rastgele ve birbirinden bağımsız olduğunu varsayar: örneğin bir toplumdaki ayakkabı ölçüleri veya boy uzunluğunun birbirinden bağımsız olması gibi. Eğri her iki yönde de sonsuza doğru aşağı kaydığında kuyruklar incelip sıfıra doğru yaklaşır. Bu, iki yöndeki uç değerlerin göz ardı edilebileceği veya zorla eğriye uydurmada atılabileceği anlamına gelir. Ayrıca normal eğriden alınacak bir parça eğrinin diğer kesimlerine bir benzerlik göstermemektedir: buna ölçeğe göre değişmezliğin (scale-invariance) olmaması denir. Bu da az sayıdaki örneklerin popülasyonu temsil edemeyeceği sonucuna yol açar.

Öngörülebilir, uyumlu ve lineer bir evren hülyası

Uç değerlerin etkisinin önemli olmadığı, tamamen rastlantısal seçilen örnekler ve birbirinden bağımsız olayları incelemek söz konusu olduğunda normal dağılımı uygulamak veya ‘eğriye uydurmak’ son derece geçerlidir. Ancak bunun ötesinde kullanımı uyumlu, dengeli ve öngörülebilen idealist bir evren varsayımının sonucudur. Bu geçmiş yüzyıllarda astronomide dünyanın etrafında dönen ve ilahi uyumla yönetilen evren savına benzer. Marjinal olaylar olsa bile eninde sonunda her şey bir denge konumuna, ‘normalliğe’, yenilmez değişmezliğe döner. Bu idealleştirilmiş ve basite indirgenmiş evren görüşü, geçen son yüzyılda politikadan yasamaya, ürün tasarımına veya toplum mühendisliğine değin, uzmanların, yöneticilerin ve liderlerin kurguladıkları bir normallik mitosu etrafında yaptıkları tanım, tasarlama ve uygulamalarda gözlenebilir.

Oysa doğal ve toplumsal sistemlerin kaotik ve karmaşık özelliklerini kavrayışımız arttıkça daha önceden bağımsız varsaydığımız olguların çoğunun aslında birbirine bağlı olduğunu anlıyoruz. İklim verileri, depremler, salgınlar, sosyal ayaklanmalar, seçimler, tüketici davranışları, çalışan verimliliği ve benzeri olayların kendi türdeşlerinden tek tek bağımsız olduklarını iddia edebilir miyiz? İşte bu bağımsızlık varsayımları çöktüğünde çanlar çan eğrisi için çalmaya başlar. Ve ardından gelir kelebek etkisi (butterfly effect) ve bireysel örneklerin gücü: Pareto dünyasında marjinallere yer var.

Semt pazarı bu AVM değil

Vilfredo Pareto tarafından tanımlanan Pareto dağılımı bir güç yasası dağılımı olup normal dağılıma hiç mi hiç benzemez. Bir kere simetrik değildir. Kararlı veya iyi huylu bir ortalaması veya varyansı yoktur: bu özellikler bu dağılım için anlamsızdır. Uzun ve kalın kuyruğu uç değerleri daha rahatça kabul eder. Örneklerin birbirine bağımlı olduğunu, yani etkileştiklerini varsayar. Dahası, fraktal gibi büyük ölçüde ölçekten bağımsızdır (scale-invariance): küçük parçaları eğrinin bütününe benzerlik gösterir (kendine benzerlik veya kendine yönelim). Benoit Mandelbrot fraktalları şöyle anlatıyor:

Karnabahar ikinci bir tür büyük yalınlığa örnektir. Yüzeyinin şekilleri uzaktan ya da yakından baksanız, yakınlaştırma veya uzaklaştırma kullansanız aşağı yukarı aynı gözükür.”

Pareto dağılımı gösteren sistemler birbirine bağımlı, birbiriyle etkileşen, ve/veya kendini düzenleyen (self-organizing) öğelerden oluşur ve bu öğeler doğrusallığa (lineerlik) izin vermezler. Sıradan, basit ve küçük olgular sistemde büyüklükleriyle orantısız etki yapabilirler: meteorolojideki kelebek etkisi gibi etken ve etki arasında oransızlık görülebilir. Yine benzeri nedenlerle birden çok etkenin aynı anda sistem üzerinde yapacağı etkiyi, bunlar birbiriyle yeniden etkileşerek ekleneceğinden hesaplayamayız (üst üste bindirilemez).

Kararlı veya iyi huylu ortalamanın ve bağımsız öğelerin yokluğu, öğelerin birbiriyle etkileşmesi ve sürekli kendi kendilerine yeniden düzenlenmeleri nedeniyle bu sistemlerin dengeye doğru eğilimleri yoktur.

Pareto dağılımına uyan sistemler (örneğin doğal ve topumsal sistemlerin büyük çoğunluğu, borsalar) için, lineerlik ve dengeye eğilim gösteren Gauss ve diğer normal dağılımlı sistemlerde yapabildiğimiz gibi modeller geliştirip davranışlarını öngöremeyiz.

Aşırılıklar hep olur

Gelelim Pareto dağılımının kalın ve uzun kuyruğuna: bu isyankar kuyruk Gauss dağılımına oranla çok daha fazla uç değerlerin varlığını kabul etmemize yol açar. Pareto dağılımı çok güçlü depremler, tsunamiler, pazar krizleri veya toplumsal ayaklanmaların olasılıklarını çok daha yüksek tutar. Bunları aşırı uç (outlier) değerler olarak görüp dışlamaz.

Uç değerlerin normal eğri tanrılarına kurban edilerek dışlanması yerine veri olarak benimsenmesi bu sistemlerdeki düşük olasıklı ancak büyük etkili olayları anlamamıza ve onları incelememize yarar. Avrupada 14. yüzyıldaki veba salgını, Fukushima’yı yerlebir eden tsunami, düşük-eşikli ipotek sistemi krizi bu dağılımla bakılınca uç değerler olarak atılmak yerine veri olur.

Rehavet bölgesi

Yaşama bakarken hep bir denge, kararlılık ve öngörülebilirlik bulma eğilimindeyiz. Ne zaman aşırı kar veya yağmur yağsa şaşarız. Normalliği, ortalamaları ve orta değerleri bulmak için eğitiliriz: gerçekliğimizi varyans sınırları içine oturtmaya uğraşırız. Gauss dünyası rahatlatıcıdır: pazarlardaki çökmeler çok enderdir, büyük doğal felaketler milyon yılda bir, genellikle de uzak bir ülkede olur, ürünler ‘normal’ insanlar içindir. Sistemdeki öğelerin birbiriyle etkileşimini ve birbirlerine bağımlılıklarını ehven olarak görmezden geliriz. Her eylemi, stratejiyi veya projeyi ‘kontrollü deney’ olarak görürüz. Sonuçların öngörülebilir ve ölçülebilir olmasını bekleriz. Uç değerleri veya beklenmeyen sonuçları görmezden gelir, dışlar veya arkamızı döneriz – kazara olursa onları sapma olarak değerlendiririz. Bunun yanısıra bir iki öğeyi bireysel olarak incelersek bütünü açıklayacak teoriler yaratabileceğimizi sanırız. Bütün bunlar bizi normal dağılımdaki artı/eksi iki standart sapma arasındaki rehavet bölgemizde rahat içinde tutar.

Biz endüstrileşme sırasında standartlaştırılabilen, ölçülebilen ve öngörülebilen bir dünya yaratmağa çalıştık. Şirketler kurduk, insanları işe aldık, verimliliklerini ölçtük, tüketici davranışlarını tahmin ettik – hepsini 2 standart sapma bölgesine tıkıştırarak yapmağa çabaladık. Taylorculuk, Toplam Kalite Yönetimi ve Altı Sigma rahipleri hala bizden mekanik birlik tempolarına uygun adım marş yapmamızı bekliyor. Ama dünya globalleştikçe ve zaten karmaşık olarak tasarlanmış internet gibi sanal bir evren insanları katrilyonlarca yollardan birbirine bağlayarak etkileşimlerini artırdıkça bu sıradanlığın normal eğrileri sallanmaya başladı.

Pareto’nun vahşi doğası

Gerçek evren davranış olarak karmaşık veya kaotiktir. Aşırılıklar hep olur (evrenin zaman ölçeğinde). Termodinamiğin ikinci yasası bize evrenin denge ve kararlılığa yönelme eğiliminde olmadığını, aksine kaosu yeğlediğini söyler. Kuantum mekaniği kesinlik hülyalarımızdan uyandırır. Kaos ne tanrı Kronos’un son verdiği bir durum ne de totaliter politikacıların ağzından düşmeyen bir umacı artık. Evrim artık biyoloji kitaplarındaki konuyla sınırlı değil. Evrimsel mekanizmalar bugün toplumsal ve doğal sistemlerdeki dinamik değişimleri açıklamakta kullanılıyor. Doğrusal neden-sonuç ilişkisi ve üstüste eklenme evrimsel mekanizmalar için geçerli değil. Aşırıkların olabildiği, bireysel öğelerin gerçekten büyük etkilerinin olabildiği ve belli bir dengede uzlaşmayan doğa, toplum ve ilintili sistemlerin hepsi karmaşık, dağınık ve öngörülemez.

Kutunun dışında yaşamı sürdürebilmek

Eğer hiçbir şeyi kesin olarak bilemiyor, sonuçları öngöremiyorsak veya normal nedir bilemiyorsak nasıl yaşarız? Bir sır vereyim: esasında beynimizle… İnsan beyni milyonlarca yıllık bir evrimin ürünü. Geçmiş yüzyıllarda filozofların ve bilim adamlarının görmeye çalıştığı gibi mekanik mantık işlemleri yapan bir makina değil. Onu geliştiren doğal işlemler gibi beynimiz karmaşık, dağınık – hatta bazan kaotik, epilepside olduğu gibi. İnsan beyni olguların desenlerini ve desendeki düzensizlikleri bulmada odukça hünerli. Yirminci yüzyılın başında Gestalt teorisyenleri bunu gördü. Nesnelerin önce bireysel parçalarını incelemektense tümünü birden algılayabiliyoruz.  Gary Klein’ın 1998’de yayınladığı araştırması karar verirken doğrudan veya dolaylı deneyimlerden edindiğimiz şablonlardan o an ilk uyanını kullandığımızı (ilk uyan şablonla eşleştirme = first-fit pattern matching) gösteriyor. Bizler başarılarımızdan çok hatalarımızdan öğreniriz, çünkü evrimde hatadan kaçınmak başarıyı hedeflemekten  çok daha güçlü bir güdüdür.

Pareto dünyasında hayatta kalabilmek için uç değerlere dikkat etmeliyiz, özellikle düşük olasılıklı ancak büyük etkisi olanlara. Albert Einstein düşük olasılıklı/büyük etkili bir insandı, Adolf Hitler de öyle: ikisi de Gauss dünyasında gözardı edilen marjinallerdi. Bireysel uçların büyük etkisinin olabildiği öngörülemeyen bu dünyada 14 Richter ölçeğinde bir depreme dayanacak bina yapamayacağımıza göre, hayatta kalmak için yenilmezliği değil, toparlanabilirliği (resilience) hedeflemek gerekir: daha kısa binalar, daha iyi kaçış yolları, deprem sonrası yaşam desteği, daha az yoğun şehirler ve saire.

Vahşi doğada hayatta kalabilmek için yeni ortaya çıkan desenleri görebilmek ve çıktıklarında tanımak önemli. Afrika savanlarında kuşları ve antilopları dinlemeyi ve gözlemeyi öğrendim. Bu hayvanlar çevreyi bizden çok daha iyi gözlemliyor. Onların ikaz seslerini ve davranışlarını veya kuru otların üzerinde minik bir kahverengi kımıltıyı tanımak hayatımızı kurtarabilir. Bu tür zayıf sinyalleri tanıma ve değerlendirmede oldukça yetenekli bir beynimiz var ve sürekli olarak etrafımızda olup bitene anlam vermeye çalışıyor. Güç yasasının hükmettiği evrende plan yapmak sağlam bir vizyon belirleyip ona ulaşmak için gerekli bütün adımları belirlemek değil. Rehavet denizinin ötesindeki sularda kabaca bir yön belirleyip yolculuğun kendisine dikkat etmek şansımızı artırır. Bir şeyler deneyip nasıl etkileşimler, örgüler ortaya çıktığına bakarız. Yelkencilik gibi rota yönünü belirleyip yelkenleri ayarlayıp teknenin nasıl davrandığına bakarız. Mükemmellik değildir aradığımız: sadece işe yarar bir şey, yenilmez değil, yenilse de zarar vermez bir şey. Eğer işe yaramazsa onu bırakıp başa bir şey deneriz. Ama bu deneme-yanılma değil. Stratejik kararları deneyim ve aktif gözlemlere dayanarak verir ve sürekli yeni deneyimler kazanırız. Rüzgar değişirse yeniden trim yaparız. Gerekirse tramola yapar, rüzgar sertleştiğinde camadan yaparız. Kötü fırtınalardan kaçınmak için rota dışına çıkarız. Yelken yaparken aslında çoğu zaman rota dışında kalırız. Bir kez plan yapıp kararlar almak yerine çevreden sürekli gelen verilerle devamlı olarak stratejik kararlar alırız.

Doğanın ve toplumun karmaşık sistemlerinde öğeler sürekli etkileşir ve birbirini ve sistemin kendisini değiştirir. Neden sonuç ilişkisi doğrusal değildir. Verimlilik veya başarı ölçümlerinde zorlanmış normal eğri kullanmak toplam verimliliği ve başarıyı olumsuz etkiler. Normal eğrilere dayanarak yapılan şirket, ürün, politikalar, genel ‘eleman profiline’ uyan insan işe almalar organizasyonun dayanabilirliğini ve adaptif kapasitesini öldürür. Evrimin ana motoru uç bireylerdir. Pareto dünyasında ise marjinallere her zaman yer vardır.

Afif Say

Kaynaklar

Andriani, Pierpaolo, and Bil McKelvey “Beyond Gaussian averages: redirecting international business and management research toward extreme events and power laws,” Journal of International Business Studies (2007) 38:1212–1230.

Andriani, Pierpaolo, and Bil McKelvey “Perspective--From Gaussian to Paretian Thinking: Causes and Implications of Power Laws in Organizations,” Organization Science, (2006) 20(6):1053–1071.

Kauffman, Stuart A. The Origins of Order: Self-organization and Selection in Evolution. New York: Oxford UP, 1993.

Klein, Gary A. Sources of Power: How People Make Decisions. Cambridge, MA: MIT, 1998.

Luccio, Riccardo "Gestalt Psychology and Cognitive Psychology." Humana.Mente Journal of Philosophical Studies (2011) 17: 95-128. Accessed 4 May, 2014.

Mandelbrot, Benoît, Nassim Taleb  "A focus on the exceptions that prove the rule". Financial Times (23 March 2006). Accessed 4 May 2014.

Mandelbrot, Benoît, and Richard L. Hudson. The (mis)behavior of Markets: A Fractal View of Financial Turbulence. New York: Basic (2008).

Mckelvey, Bill, and Pierpaolo Andriani. "Why Gaussian statistics are mostly wrong for strategic organization." Strategic Organization (2005) 3(2): 219-228.

O’Boyle Jr., Ernest and Herman Aguinis. "The best and the rest: revisiting the norm of normality of individual performance." Personnel Psychology (2012) 65.1: 79-119.

Prigogine, Ilya., and Isabelle Stengers. Order out of chaos: man's new dialogue with nature. New York, N.Y.: Bantam, 1984. Print.

Snowden, David. "Stories from the Frontier." E:CO (2006) 8(1): 85-88. Accessed 5 May 2014.

Taleb, Nassim Nicholas. The black swan: the impact of the highly improbable. New York: Random House, 2007.

Terimler

Gauss Dağılımı (İng. Gaussian distribution): İstatistikte bir olasılık dağılım tipi (yazıda özellikleri belirtilmiştir). Carl Friedrich Gauss tarafından tanımladığından bu ad verilmiş. Normal dağılım olarak bilinir.

Pareto Dağılımı (İng. Paretian distribution): İstatistikte güç yasası dağılımlarından biri (yazıda özellikleri belirtilmiştir). Vilfredo Pareto tarafından tanımladığından bu ad verilmiş. Yazıda genel anlamda güç yasası dağılımları bu adla anılmıştır.

Uç değerler (İng. outliers): İstatistikte diğer veri noktalarının genelinden uzakta olan değerler. Bu yazıda edebi nedenlerle uç değerler, aşırılar ve marjinaller aynı anlamda kullanılmıştır.

Öngörülebilirlik (İng. predictability): Buradaki kasıt desteksiz kaba tahmin, içine doğma veya fal bakma türü değil, analize dayalı makul bir olasılık çerçevesinde yapılan, açıklanabilen ve tekrarlanabilen öngörülebilirlik olup şahısların değil nesnelerin bir özelliği olarak kullanılmıştır.

Varyans  (İng. variance): İstatistikte verilerin değerlerinin ne kadar geniş bir aralığa yayıldığını gösteren ölçüt. Bütün değerler aynıysa varyans sıfır olur; keza iki uçta fark arttıkça varyans artar.

Ortalama (İng. mean): Aritmetik ortalama anlamında kullanılmıştır.

Medyan (İng. median): İstatistikte bütün veriler büyüklük sırasına konduğunda en orta kalan veri(lerin) değeri (orta değer).

Standart sapma (İng. standard deviation): İstatistikte değerlerin ortalama değere göre ne kadar yayıldığını gösteren bir ölçüt. Varyanstan farkı ortalama değere indekslenmiş olmasındadır. Bireysel değerlerin ortadan sapması da bu ölçüt üzerinden ifade edilir. Küçük standart sapma değeri verilerin genelde ortalama etrafında toplandığetını gösterir.

Taylorculuk (İng. Taylorism, Scientific Management): İş verimi verimliliği ve ekonomik etkinliği artırmayı amaçlayan yönetim teorisi. Frederick Taylor tarafından 20yy başlarında tanımlanmış, ve bugünlere dek değişikliklere uğrayarak başka adlarla gelmiştir.

Toplam Kalite Yönetimi (İng. Total Quality Management - TQM): 1980’lerde ortaya çıkan organizasyonun genelinde ürün ve servis kalitesini sürekli artırmayı hedefleyen akım. Eleştirenlerce Tragic Quality Malpractice olarak anılır.

Altı Sigma (İng. Six Sigma): 1990’larda ortaya çıkan ve hataların veya defektlerin istatistiksel olarak en aza indirgenmesini amaçlayan teknik ve yöntemler. Eleştirenlerce Sick Stigma olarak dalga geçilir.

Adaptif kapasite (İng. adaptive capacity): Sistemin (doğal veya sosyal) çevredeki değişimlere uyum yeteneği – genelde sistemdeki bilgi ve diğer kaynakların çeşitliliğine bağlıdır.

Toparlanabilme yeteneği (İng. resilience): Sistemin dış etkenlerden gelen kesinti veya tehlikeler sonucu ortaya çıkan yeni durumlarda kendini toparlayabilme/hayatta kalabilme yeteneği.

Yenilmezlik (İng. robustness): Sistemin kararlı yapısını değiştirmeden değişimlere karşı koyma yeteneği.

Bozulmazlık (İng. fail-safe): Bir nesnenin bozulma olasılığının olmaması.

Güvenli-bozulabilirlik (İng. safe-to-fail): Bir nesnenin bozulsa da sisteme zarar vermemesi.

İlk uyan şablonla eşleştirme (İng. first-fit pattern matching): Karar verme sürecinde bir uyarıyı zihinde önceden varolan şablonlardan ilk akla geleniyle eşleştirmek.

Gestalt (okunuşu Geştalt): Bilişsel süreçler içinde algı bütünlüğüne odaklanmış bir psikoloji teorisi. Algı açısından bütünün parçaların toplamından öte olduğunu savunur.

Karmaşık (İng. complex): Burada sistem terimi olarak kullanılmaktadır. Karmaşık sistemler öğelerin birbiriyle çoklu karmaşık bağlar içinde olduğu ve sürekli etkileştiği, hem kendilerini hem de sistemi sürekli değiştirdiği sistemlerdir.

Dağınık (İng. messy): Sistemde açıklıkla anlaşılabilir bir düzenin olmaması.

Kaos (İng. chaos): Çok küçük bir etkilere bile son derece açık ve sonuçların doğrudan öngörülemeyeceği sistem (veya sistemsizlik) durumu.

Fraktal (İng. fractal): Doğada (ve matematikte) sürekli tekrar eden ve ölçek ne kadar değişirse değişsin hiç değişmeyen şablonlar. Ağaç kökleri gibi.

Ölçeğe göre değişmezlik (İng. scale-invariance):

Üst üste binme (İng. superposition): Doğrusal sistemlerde birden fazla iki öğenin etkisi bireysel etkilerinin toplamına eşittir. Örneğin iki dalga birbiriyle karşılaştığında oluşan girişim saçakları gibi (kabaca). Buna üst üste binme (süper pozisyon) ilkesi denir. Oysa doğrusal olmayan sistemlerde bu geçerli değildir. Örneğin bu dalgaları doğal ortamda dikkatli ölçtüğümüzde sonucun matematiksel toplamdan farklı olduğunu buluruz.

Güç yasası (İng. power law): İstatistikte iki değişken arasındaki ilişkinin birini ötekinin üslü sayısı (exponent) olarak ortaya çıkması. Buna göre uçtaki noktaların değeri doğrusallığın çok ötesinde çıkar.

Doğrusallık (İng. linearity): İki değişken arası oranın her değer araalığında hiç değişmeden durması.  

Kendini düzenleme (İng. self-organizing): Kaotik veya karmaşık sistemlerde öğelerin etkileşimi sonucu ortaya çıkan geçici ve/veya yerel düzen deseni.

Facebook
yorumlar ... ( 80 )
11-03-2015
13-03-2015 10:38 (1)
Y.Ü.'nün neyi kastettiğini anlamamıştım Ahmet Aydın Hoca'nın ardından yazdığı yorumda. Bu yazının geleceğini biliyomuş demek ki... İngilizce düşünüp yazan bi insanın elinden kendi ürününün çevirisi olmuş bu. Fazla AMARİHAN stili. Kuvantum ovantum falan... Kelebek etkisi, borsa, tsunami... Oyyoyyoy! Ha guzuma. Bizim şirket yöneticilerine şov şeklinde ders olur. Bulumberk de CMYLMZ gösterisi gibi çekip bunu yayınlar. Çıkışta abimizin oricinal imzası olan "Büyük düşünmek ya da genç CEO'nun klasik istatistiğin fotzesine koyuşu" türevindeki kitabının satışı için kahve standının yanında kurulmuş nakit standının önündeki kuyruk kameraya alınır. Hediyesi katılım başı 100 lira. Kitap başı 20 dölâr. Postmodern'in dibi neresidir? Bilmem. Ama borsa, korsa, alafartanfoni şurekası dikkate alınacaksa bu yazı dipten evvelki son benzin istasyonu olabilir. Hayırlı cimalar. Pardon! Cumalar. a.y.a. hürmetz
13-03-2015 11:07 (2)
teşekkürler. AA.
13-03-2015 20:36 (3)
Doğrusu ben aracılık ettim Afif'in buraya yazmasına. Mecburi hizmeti bitirdikten sonra enformatiğe yönelen Hacettepe'li bir abindir. Öyle ya da böyle bilgi yönetiminin yeni sömürü yöntemi olduğunu düşünüyorum, hem klinik araştırmalarda hem ilgilendiğim AB projelerinde karşıma çıkıyor. Hacettepe'li olmadığımdan kendim uğraşmaya üşendim, hazırını transfer ettim, fena mı? Hep toplumcu tıp, hep taştan beslenme, hep taşra estetiği nereye kadar? Artık paylaşırsınız kozunuzu.Hoş Afif efendi çocuktur ortam onu da bozar mı bilemem. Bu meyanda O.P. siparişin nooldu, benim kısmı "beyenmediysen " ayrı gönderelim. YÜ
13-03-2015 22:14 (4)
Ferdi Özbeğen'den dinleti yapmaktayım. Dipsomani dip. Anlamlı 20 cümle peşpeşe yazmak harbi çok zor. Metamorfoz nasip. Gregor belki hasret eder. Pamuk eli kulağında. Bu arada... Ben haşattepeye 16'yı doldurmadan giren ilk ve sanırım hala öyle olan tek ademoğluyum. O bana göre kategoridışı yani! Btw, wilkommen
14-03-2015 11:43 (5)
Güzel yazı bence. Fakat bizim Taylan daha çok beğenmiş, bana bir şeyler söylemişti telefonda. Bir iki kelime yorum yazsaya reca etsek. Kaan A.
14-03-2015 13:20 (6)
selamlar, bu yazı çok önemli bir yazı. Kavramları matematik bilimini ilgilendirse de toplum bilimlerini çok yakından ilgilendiren çok önemli bilgiler var. Kavram torbaları yaparsak eğer Newton teorisi, Öklid Geometrisi, lineer sistemler, determinizm, Gauss dağılımı bir taraftaysa Kuantum teorisi, Öklid dışı geometriler, nonlineer sistemler, Kaos kuramı diğer torbadadır. 200 yıl önce matematik denklemleri olan bu kavrayış şu an her disiplinde gözlemlenen olgulardır artık. Doğa deterministik değil kaotiktir. Kaos kuramının neredeyse bütün doğa bilimlerinde karşılığı vardır. meteoroloji bunun klasik örneğidir. bu bilimde çok temel bir paradigma değişikliğidir. Toplum bilimlerinde bu işin karşılığı nedir? Devrimler nasıl olur? Tarih öngörülebilir mi? Bu kavrayışla eski sorulara yepyeni yanıtlar bulunabilir. örneğin: "duyarlı düzensiz sistemler" ifadesi. Yazı bu kavrayışın terimlerini tanıtmaktadır, bu nedenle çok önemlidir. bu yorum sayfalarca uzatılabilir. saygılarımla taylan kara
14-03-2015 14:40 (7)
Bilinir ve kestirilebilir saydığımız fizik ve matematik yasalarının bile aslında belirsizlik içinde olduğunu görüyoruz. Tarih geriye doğru yazılıyor. Önce olay oluyor, sonra biz onu isimlendirip önceki olaylarla neden sonuç ilişkisi kuruyoruz. Savaş ve Barış romanında Tolstoy, Fransız ve Rus tarihçilerin olayları nasıl farklı yorumladıkları üzerinden, bunu çok güzel anlatmıştır. Değişmez planlarla değil, olan olayı doğru gözlemleyerek sürekli yeniden değerlendirmeye ve yeni şeyler söylemeye imkan sağlayan bilimsel yöntem izlenmeli her alanda. Hegel'in önemini son yüzyılda daha iyi anlıyoruz. Mevlana'nın ve Herakleitos'un değişime karşı aklın koyduğu engelleri aşan düşünceleri de aynı bağlamda değerlendirilebilir. MB
14-03-2015 16:06 (8)
Koçum benim. Özlediydim çok. Hegel, Mevlana, Heraklit falan fıstık... Döktürmüşün yine. Arayı bu gada uzatma. Daha sık gel. Sensiz buraları yavan bulan kardeşin a.y.a. Mucuks (hususi)
14-03-2015 17:45 (9)
6 numaradaki taylan kara'nın yorumu üzerine ben de bir şey soracağım. kaos kuramının marksizmde, sosyalizmde, genel olarak toplumsal mücadelelerde karşılığı nedir? işçi sınıfına öncülük ederek insanlığı kurtaracak öncü leninist parti modeli (kp, htkp gibi partiler mesela) kaos kuramından nasıl etkilenebilir? kaosun olduğu yerde bir leninizm varyantından söz edilebilir mi? yani kaos kuramına göre nasıl örgütleneceğiz? sorum bu. taylan kara, kaan arslanoğlu, orhan gürsel ne düşünüyorlar?
14-03-2015 18:42 (10)
9 noya: Benim ilk elden fikrim şu. Bilimsel olduğu iddiasında değilim, ama genel kanımı şöyle anlatayım: Hemen hemen tüm süreçlerde genelde ve uzun vadede klasik çan eğrisi doğrdudur. Kaotik durumlar süreçlerde görece seyrek olur, görece daha kısa sürer. O durumları Pareto dağılımı daha iyi açıklar. Siyasette devrimler ve karşı devrimler böyledir. Belli bir dönem bir azınlık, marjinallik çoğunluğa hakim olur, ona yön verir, ama 3-5-10 yıl sonra yine çoğunluğun dediği olur. Yalnız bu konunun KP veya HTKP ile hiçbir bağını kuramadım :))) Kaan Ars.
14-03-2015 19:17 (11)
Bir tarafta tarihin akışının önceden belli olduğu, her şeyin yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir kesinlikte belirlendiği marksist leninist bir yaşam tarzı, bios var. Buna düzen veya kozmos diyelim. KP, HTKP gibi leninist örgütlerde tam bir düzen hakimdir. En ufak bir aykırı ses, belirsizlik, farklılık görülmez. Çatışma varsa hizip çıkar ve derhal yeni parti, yani yeni bir düzen kurularak düzen yeniden temin edilir. Aslolan düzendir. Kaos kuramı ise marksist leninist determinizmin aksine belirsizliğe, farklılığa vurgu yapıyor. Peki bu ikisi arasında bir etkileşim mümkün olabilir mi? Marksist veya marksist leninist bir kaos kuramından söz edilebilir mi? Literatürde böyle bir şey var mı? TKP'nin yakın zamanda iki ayrı partiye bölünmesi kaos kuramına göre açıklanabilir mi?
14-03-2015 20:15 (12)
11 numara iyice uçmuş. TKP, KP, HTKPnin leninist parti olduklarını düşünmüş? Ne gerekçeyle? Bünyelerinde her renkten insan vardı, şimdi nasıl. Yine var. Kaos maos olmaz dostum, rahat olunuz. 150 bin çeşit marksistin olduğu yerde determinizm de olmaz, endişe etmeyin. Determinizmden zaten vageçtiler, deterjan kullanıyorlar. Espri iyi olmadı,ama, iyi olan bir şey varsa siz söyleyin
14-03-2015 23:22 (13)
Sayın 12, rahat olunuz. Burada müdüriyetin hoşgörüsüne binaen fikir jimnastiği yapıyoruz. TKP'de ve devamlarında her türlü insan olabilir ama onlar tabandaki etkisiz partililerdir veya partinin reklamını yaptırmak için partiye alınan bir kaç ünlü, yarı ünlü entelektüel yazar çizerdir. Partinin tepesine bakın siz. Kırk senedir oradaki adamlar aynı. Aralarına, tepenin de tepesine yeni birinin karışması çok zor. Tabii bu determinizm sanki daha çok leninizm için geçerli. Bir de stalinizm denen bir şey var. Bundan sonrasını Orhan Gürsel'e sormak lazım. O, sovyet dönemini de iyi bilir. Acaba stalinizm veya maoizm, marksist leninist bir kaos kuramı, düzenlemesi olarak da yorumlanabilir mi? Çünkü Stalin'de hiçbir ilke, kural, yasa yok. Gün Zileli'nin sitesinde de okumuşsunuzdur. Stalin sadece muhalifleri öldürtmüyor, kendisine en sadık, rejimin köpeği stalinistleri de kitleler halinde yok ediyor. Yani stalinizmde belirsizlik hakim. Bu açıdan stalinizm bir marksist kaos kuramı olabilir mi?
15-03-2015 10:00 (14)
Sayın 13 numara, Orhan Gürsel değil, Osman Gürsel olacak. O. Gürsel diye imza atarsan böyle olur işte Gürsel :)) Ben bu konuda fikrimi söyledim, Taylan girmez o işlere, boşuna beklemeyin. 12 nonun haklı olduğu yerler var. Kaos kuramını bulduk ve bazı şeyleri açıklayabilir diye gayet basit gerçekleri ona uydurmaya çalışmamak lazım zannımca. Stalin olayı kaos kuramıyla açıklanabilir, ama ondan önce başka birçok şeyle de açıklanabilir. Bu olay tipik bir devrim-devrimin yozlaşması-karşı devrim olayı olarak da algılanabilir. Bazı yapıların başında hep aynı adamların olması insana özgü tipik bir doğa yasasıdır, bu asırlardır böyledir. İP (Vatan Partisi) de böyledir, ÖDP de öyledir. Bunlar daha çok tarikatçılıkla açıklanabilir şeyler, dinle kökenleri aynı. Bu yapıların başında aynı kişiler var diye bunlar Marksist Leninist olmaz. M-L olmayan yapılar da siyasette çok benzerdir. Saygılar. Kaan A.
15-03-2015 12:11 (15)
9 no lu yorumcunun sorusunun yanıtını bilmiyorum, bilen olsaydı bu her halde toplum bilimlerinde bir devrim olurdu. kolay bir yanıt değil bu. insan toplulukları, doğadan çok daha fazla parametre içeriyorlar. 1917 ekim devrimi öngörülmüş müydü? lenin bile ekimden 10 ay önce bu konuda doğru bir tahmin yapamamıştır. 1989da SSCB nin yıkılacağını 2 yıl öncesinde tahmin eden biri var mıdır? (Brzezinski gibi fanatik antikomünistlerin bilim dışı "whishful thinking" lerini hariç tutuyorum) Yoktur, öngörülmemiştir. Hepsini geçtim. 25 mayıs 2013te Geziyi öngören kim vardı? Determinizmi yadsımıyorum ancak toplum olayları en az deterministik olanlardan biridir. Kaos kuramı: "herşey belirsizdir" ya da "karışıklık" demek değildir. Ancak Laplace'ın şeytanı vardır: "bütün parametreleri bilirseniz, geleceği tahmin edebilirsiniz" şeklinde özetlenen. Newtoncu anlayışın özeti budur. Kaos kuramını toplum sistemlerine uyarlayabilecek biri binyılın Marx'ı, Kantı Aristosu olacaktır. saygılarımla T.Kara
15-03-2015 12:21 (16)
Egemen toplumbilimcilerin literatürüne girmiş konulardır bunlar. birkaç yıl önce abd dışişleri bakanı h. clinton: ortadoğuyu "kurucu kaos" ilkelerine göre dizayn ediyoruz demişti bir gazeteciye. kaos kuramı da tıpkı kuantum kuramı gibi sıklıkla saçma sapan yorumlanmaktadır. kaos kuramındaki tuzaklara dikkat. "hiçbirşey bilemeyiz, herşey belirsizdir". demek değil bu. sistemlerin davranışlarında bir belirsizlik, öngörülemezlik payının daima varolduğunu söyler. başlangıç koşullarının zannedildiğinden çok çok daha önemli olduğunu vurgular. başlangıç koşullarındaki küçücük bir sapmanın gelecekte çok büyük değişikliklere yol açacağını vurgular. klasik örnek bilardo topu örneğidir. 1 derecelik bir farklılık, 3 4 çarpmadan sonra çok çok büyük farklılıklara yok açmaktadır. sistemlerin duyarlılık anındaki çok küçük bir değişikliğin, o sistemde çok büyük bir değişiklik yaratacağını söyler. hızarla kesilmiş bir ağacın düşme yönünü 1 fiske vurarak değiştirebilirsiniz vs. yazacak şey çok. tkara
18-03-2015 16:35 (17)
Burada yazılan yorumların bir kısmını konu dışında olmam nedeniyle (sanırım) anlayamadığımı itiraf edeyim. Yukarıdaki yazı aslında bir hiciv yazısı olarak başlayıp bu hale geldi. CEO'larla değil STK'larla çalışmak daha uygun geliyor. Kaos konusunda bir kaç noktaya işaret edeyim: doğal ve sosyal sistemler genelde karmaşık adaptif sistemler, kaotikliğe arasıra düşüyorlar. Karmaşık ve adaptiflik ise öğelerin hem sistemden etkilenmeleri hem de sistemi ve diğerlerini değiştirebilmelerinden kaynaklanıyor. Gerek kaotik gerekse karmaşık sistemlerin ortak özelliği doğrusallığın olmayışı. Özellikle benim de yazıldığım evrimsel yaklaşımlar bu yönde. 16 numaranın dediği gibi soru bi halt bilemeyiz değil bildiğini sandığını sorgulamaya devam et olmalı (bkz. yazının başındaki Pareto alıntısı ve ayrıca Karl Popper ve Thomas Kuhn...yaz yaz bitmiyo...A.Say
18-03-2015 17:15 (18)
Hah işte, ben de onu dediydim. Şimdi bi anlaşma zemini olabilir. a.y.a.
19-03-2015 11:38 (19)
3 numarada YÜ Bilgi Yönetiminin sömürü aracı olduğunu beyan etmiş. Yanıtlamazsam bi yerim şişer diye düşündüm.(1) Evet doğrudur. ABD'de enesey-siayey-efbiay ve bütün kocaman ve kodaman şirketler bu işin peşinde. Türkiye'de kim var tam bilmiyorum, varlar, derslerini çalışıyorlar. (2) Hayır yanlıştır. Bilgi yönetimi oksimorondur (hadi yine Amerikan yapın) zaten. Taylorizm'den kurtulamamış sanayi devrimi kapitalist devşirmelerin dünyayı düğmelerle idare edileceği yanılgısının tezahürüdür (bak, ben Türkçe de yazıyorum). Ama sonuçta olan bizlere oluyor (neyse ki E.Snowden gibiler var). Bilgi yönetimi değil o, veri yönetimi. Bilgi kafanın içindeki, bilgisayardaki veri... Epistemoloji (filan gibi alengirli sözlere) dalmadan: bilgi yönetimi lafını halk (a'nın üzerinde şapka nasıl konuluyor?) anlasın diye söylüyoruz. Tabii ki devşirmeler veri yönetimiyle yedi cettinizi okuyor. Naziler bile AyBiEm yardımıyla kimin ataları yahudi tesbit etmişti ne sandınız.(devamı var) A.Say
19-03-2015 11:38 (20)
Ama devşirmelerin ötesinde bilgi üzerine daha bir felsefe güdümlü yaklaşan epistemoloji mürekkebine batmış şahıslar acaba burdan garibanlara da ekmek çıkar mı diye bakabilir - yönetmeden (oksimoron dedim ya). Örneğin şimdi internet dediğimiz alem nükleer savaş olur da Ruslar bizim bütün iletişimimizi hacamat ederlerse nasıl bir merkeze dayanmayan iletişim sağlarıza yanıt olarak geliştirilmiş. Yani özünde anarşistlik olan bir sistem. Şimdi onu farkettiklerinden nasıl şeederiz diye kıvranıyorlar (bkz. yavru vatan ABD'de SOPA ve diğer girişimler). Eh bazıları da bu anarşist yavrusunu nasıl daha yenilmez kılarız gibi soruları yanıtlamaya çalışıyorlar mesela (bkz. İran'da kullanım). Hülasa, bir kalemde çizmeyin üstünü. A.Say
19-03-2015 13:25 (21)
Ov yeğ! Tam benim iletişim kurabileceğim model! Ne de olsa haşattepe çıkış. O a'nın üstünde şapka yok bu arada. Babla konuşmuyosa tabii. Ceddim dedem, neslim ceday bi de. Mucukus. a.y.a.
19-03-2015 16:42 (22)
ulen karışmayayım ağır olayım diyorum, rahat yok: yemişim sizin hacettepeli bilgi, dil, episto, dahi çocuk efelenmelerinizi. (bkz. yazı orda: Zorbalık, kolay balığın eti yavan olur zati)). bilgi yönetimi diyorsam knowledge management'i kastediyorum. neyse o. aslının ne olduğu ise umurumda değil, gördüğümü söylüyorum. verilerin emilmesinden değil-herkes biliyor-, insan emeğinin, deneyiminin standartlar, uygulamalar, programlar, internet bilimi, yönetişimle ırzına geçilmesinden söz ediyorum. siz laf ebeliğini yapın, birbirinizi de linguam latinam'layın -zaten maksadım o-konu beni ilgilendiren yere gelince-irse girerim topa. icabında ahlakınızı sıyırır teknoljinizi alırım. M.H. de arada bir dirsek filan atıyor -onun da benimle ilgili algısı öyledir tahminimce- ama hislerime tercüman olduğu da oluyor: "la noli" gibi. Hoca Yavuz'la rabıta istiyorsan ayarlayayım, eski çömezimdir, bakma sen onun favorilerine...Y.Ü. dı van end onli.
19-03-2015 18:35 (23)
Adamı mezun olduğu ya da görev yaptığı yer üzerinden hakir görmek de nasıl bir kafaymış anlamadık, ama şaşıracak bir şey yok, bulgur muhabbeti yapan da aynı kafa. Cerrahpaşalı dayılar mı diyelim biz de, yoksa çokbilmiş geveze doktorlar mı? Ne ayaksınız hacu siz? Ne felsefe bilirsiniz, ne iktisat, uzman olmadığınız konularda dandun konuşup duruyorsunuz. T.Kara'yı örnek alın biraz.
19-03-2015 18:36 (24)
İyi be, sen geçerken laf at sonra bize efelenme de. Bilginin yönetimi olmaz. O dedikleri hala verilerle oynamak. Evet tabii seni sömürecekler, onun için yapıyorlar. Bu makina kırıcısı (luddite) olmamızı gerektirmiyor. Şimdi öyle düşünmediğini de biliyorum. Elbette ta 1960'larda (efendi) kapitalist Peter Drucker bilgi üreticilerinin nasıl mutlu mutlu sömürülmesi gerektiğini ilan etmişti. Ve yapıyorlar da. Ama nasıl internetin (ki örnekte) iki ucu da sivriyse bu iş de böyle. ASay (valla endonezyada bi tane daha var, bişey olursa, RTE'ye o yaptı derim)
19-03-2015 19:37 (25)
23? Kimsin sen? Adsız alkolik? Bulgur muhabbetinin kopiraytı ve hatta yesorraytı tarafıma aittir. Sana mı soracağıdım dan ya da dun konuşup konuşmamayı? Kılçık batacakdıysa bana batardı. Sana nooliy? Hemi guzum? a.y.a.
19-03-2015 20:36 (26)
Yavrum akşam vakti sazanın ufağına, büyüğüne, kılçığına bakmaycaz artık. Birbirimize de yazarken böyle emolu gömolu mu yazsak ::))). Bak Afif ağbin semantik Aİ yapıp senin üslubu kapmış iyi kötü, hatta bana lolo ediyor. Şu dünyada İstanbul Tıp'ın Cerrahpaşa sanılmasının da ekmeğini yedim ya, gözüm açık gitmez. Fakat ayağımda bir uğursuzluk, ya da hasımlarım var, senin tabana bir şey batmıyor da ben zuhur edince mi çıkıyor trakonya? AYU
19-03-2015 21:47 (27)
Çapa-Cerrahpaşa şeysini ben de şeyedecektim. Dalgaya gelmiş. Mavraspor beynimde dravdan maç tutturmuş. Tek pota değil tek kale. Bu arada, benim taban feci nasır tutmuş. Deniz kestanesi bile işlemiyo. Trakonya piii. Hürmetz! a.y.a.
19-03-2015 21:47 (28)
Bana kibar çocuk dedinde onun için uslup kaptım. İçerlemişim besbelli. Zelig gibi zahir.ASay.
20-03-2015 09:31 (29)
"Ooo beni izliyor, İstanbul Tıp'ta olduğumu duymuş ama kampüsleri bilmiyor:))" Doktor "ego"su? Ağbiler siz Çapa'da mısınız Cerrahpaşa'da mısınız, İstanbul'da mısınız, İzmir'de misiniz ben ne bileyim. Bi dizide vardı Cerrahpaşalılar diye, ona şey yaptım. İyi bari, bulguru diğer tarafta azbuçuk açıklamış, gene ortada nereden gelip nereye gittiği belli olan bir yazı, makale yok ya neyse.
20-03-2015 10:47 (30)
Yine de insan gibi sorulduğunu varsayarak: Afif ve Yavuz (Aksoy) Beyler Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olup artık orada değiller, Afif Bey uzun zamandır tıpla değil bilgisayarcılıkla uğraşıyor, IBM'de filan çalıştı, dolayısıyla mezkur konunun uzmanı değil, azmanıdır. Yavuz Bey ise Genel Cerrah olup görüldüğü gibi her şeyin azmanı, hatta azgınıdır. Bahusus, İstanbul Üniversitesi'nin iki adet tıp fakültesi vardır; İstanbul Tıp ve Cerrahpaşa Tıp. Birincisi Cerrahpaşa'dan röveşata lokalizasyonu itibarı ile Çapa diye anılır. Bendeniz de 35 senedir buradayım. Hani meşhur tıp ve besin gurusu Yavuz Dizdar var ya, o da burada Radyasyon Onkolojisi'nde ışınım yaymaktadır. Sanırım siz Volkan Konak birikimiyle Cerrahpaşa'ya takılı vaziyettesiniz. Ha, dördümüzün egosundan Bilgi emsal tali bir üniversiteye tıp fakültesi kurulur, o ayrı. Yağız Ü.
20-03-2015 10:49 (31)
Doktor egosu? Benim nerden getirip nereye götürdüğüm gayet açık! Sulu götürür, susuz getiririm. Sen aynen böyle adsız adsız bilibili yaparsın. Ha guzuma benim! Buraya senin gibi eski İtalya başbakanı soyadı tiynetli ademlere bize atışserbest yapma imkanı sağlayan müdüriyete de ayrıca hürmetz! a.y.a.
20-03-2015 12:45 (32)
Aya ile polemiğe giren arkadaşım, yorum kurallarımız gereği, polemiği sürdürmek isteyen isimsizler isim vermek zorunda. Son yorumlarınızı yayımlamadık, sildik. İmzanızı atın, öyle konuşun. Ben gittim, falan lafları ile olmuyor bu işler. Aya, siz de isimsize cevap vermeyin lütfen. Saygılar. K.A.
20-03-2015 16:12 (33)
Tatilciler döndü, aha da başladı uzay fırtınası. Mahallede takım kurulurken adam seçmecede ennn iyiler seçiliyor, bu durumda biz, hemen luzırların yanına geçeriz. Yenilmek mi? Olsun, iyi dövüştük deriz. Kaybetmenin tadı ayrıdır, birayla iyi gider. mh
20-03-2015 17:37 (34)
luzır? ohooo. dibiyim. ben garip bi ofsaytım. hiç gol olamamış. ofsayt osman'ım. dikiş tutmaz sabri'yim. azgınlığım da sadece kaderime isyanımdan! hatta babla'dan gelsin: itirazım var! biraya da bayılırım! a.y.a.
04-04-2015 16:20 (35)
Fikir açıcı bir yazı, teşekkür. "Hastalık yok hasta vardır" derken, Gauss'u yok saymaz, aksine tüm durumları dikkate alırız, değil mi? Ama ort. ilaçlar da ort. insana göre kullanılır, istisnalara göre, bilgimiz dahilinde ayarlama yaparız. Depremler de kendilerince şiddetleri bakımından Gauss dağılımı gösteriyor olabilir mi?. Binalar 14'e göre yapılmıyor (yapılabiliyor mu?) olsa da belli bir güven aralığı içinde kalacak biçimde yapılıyor, değil mi?. Doğaya yayılıp yemek istediğinizi aradığınızda da aslında normal dağılım içindeki yerinize göre bulduğunuzu yiyebilecek/sindirebilecek/zehirlenmeyeceksiniz sanırım. Evet, diyalektik her daim devrede, aynı ırmakta da 2. kez yıkanılmıyor, bir bakıma. Ancak değişim olduktan sonra oluşan yeni kararlılık hali de (süresi duruma göre değişebilir) Gauss'a uymakta. Gauss'un iki bacağını siz yok sayıyorsunuz, bence sorun burada.Gauss'u akvaryum addedip deniz dışarıda deniyor ve sanki postmodernizmin postmodern bir propogandası var gibi.Saygılar.Mine
05-04-2015 10:25 (36)
ben de Gürsel dayı ile bir akrabalık var mı 35 demeden duramıycam. Duffy Duck
05-04-2015 12:47 (37)
birileri bir ara sinik alaycılık mı demişti?
05-04-2015 13:16 (38)
Uzgünüm, ama sitenin yorum bölümünün ciddi bir hastalıktan muzdarip olduğunu düşünüyorum. Somut eleştiri yapılması, hatalı bulunan, katılınmayan yerlerin açıkça dile getirilmesi yerine sataşmalar, kinayeler, açık alaylamalar tarzı çok yaygın burada ne yazık ki. Sn editörler, sorularım size: 1-Duffy Duck rumuzuyla 36'daki gibi bir mesaj yazılınca kimlik açıklanmış mı kabul ediyorsunuz? 2-Yazanın kimliğinin sizlerce bilinmesi yeterli mi? Muhatabın da bunu bilmeye hakkı yok mudur?3-Kıdemli yazarınız ve yorumcunuz Sn Gürsel Bey'e "dayı" ifadesini yakışık buluyor musunuz? 4-Bu sitede yetişkin yetişkine bir tartışma ve bilgi alışverişi yapma olanağı, devamlı olarak, zeka pırıltıları içerdiği için mazur görülen çocuk-ergen üsluplu sataşmalarla kesintiye uğratılacak mıdır? 5-Sansür etme-etmeme ölçütü, "tasvip etmediğiniz kişi/konulara, tasvip ettiğiniz kişilerce ve konular için yapılsın, yeter" midir? Saygılarımla. Mine
05-04-2015 13:28 (39)
Sayın Mine hanım Türkiye'deki sanal etik ortamında bu iş bu kadar oluyor. Şikayetlerin çok olduğunu da biliyoruz. Maille ve telefonla da şikayetler geliyor. Bazıları bu yüzden siteyi okumadıklarını da söylüyorlar. 2 yılı aşkındır denemediğimiz yöntem kalmadı. Sataşma ve hakaretler en çok da bize, editörlere yöneliyor. İş D vitamini tartışmasından sonra iyice çığrından çıktı. Herhangi bir yazara söylenenler bize söylenenlerin onda biri etmez. Buna her yorum sonrası yayımlansın veya yayımlanmasın editörleri suçlamak dahil. Yazıları yoruma tam kapatmadan sorun çözülmez. Kimse kimsenin halinden anlamıyor. İsterseniz bir hafta yorum onaylama işini size devredelim. Gayet samimiyim, ne olduğunu kendiniz yaşayın. "Dayı" bir şey mi, iltifat kalır, üşenmezseniz eğer sadece D vitamini tartışmasına girin kendiniz görün. Yayımlamadığımız doğrudan hakaret ve tehdit içeren birçok yorum da var. Sonuçta onları siz okumuyorsunuz ama biz okuyoruz. Saygılar. Kaan A.
05-04-2015 13:36 (40)
Mine hanım, bir şey daha ekleyeyim. Polemik veya sataşma içerikli yorumlar göndermekte ısrar edip isim belirtmeyenler bu etik dışı ortamın baş sorumlusudurlar, çünkü bu başlı başına provokasyon anlamına gelir. Nitekim kimi yorumcularımızın bizim de beğenmediğimiz tacizkar üslubuna bu gerekçe gösteriliyor. Burada sürekli yorum yazanların çoğunun kimliği belli, okurlarca da belli, rumuz kullansalar da rumuz belli. Ama en yakın dostlarımız bile sık sık nick name değiştiriyorlar. Bunun işimizi zorlaştırdığı hiç mi hiç umurlarında değil. Herkes olaya sadece kendi açısından bakıyor, sonra problem çıktı mı vur editöre. Duffy Duck ı bilmiyorum mesela kimdir. Bunlarla baş etmek için bir haftadır ben de sahte rumuz, sisimle yazıyorum, ama çözüm mü? Pek değil. Bencillik burada da Kral. Biz de öyleyiz herhalde. Tekrar saygılar. Kaan A.
05-04-2015 14:22 (41)
Samimi yanıtınız için tşk ederim Kaan Bey. Mesele, sadece açık isim veya sansür meselesi değil elbet. Sn Fikret Başkaya hocadan alacağım ifadeyle "şeylerin adını koymak" meselesi. Kim kime derse desin, böyle bir ortamda "dayı"yı bile kınamak (silmek değil kınamaktan söz ediyorum), yol göstericidir izleyiciler için. En başta, bir bakışı gösterir. Başka bir yakın örnek, böyle bir siteye yazan, okuyan, yorum yazanlara "dislektik" denemeyeceğini, denmemesi gerektiğini, bunun hakaret kabul edileceğini açıklamak lazım. Kişisel polemik niyetim hiç yok, ancak "durumları" adını koyarak ifşa etmek bence şart. "Bazılarına izin veriyoruz" söyleminiz adil değil. Üçbeş okur-yazar-yorumcu hatırına güzelim site, güpgüzelim emekler, kendi yağında yanıp gitmesin. İnsanlar kırılıp içerlemek, suspus olmak yerine, daha çok düşünce paylaşımı için teşvik olsun; daha yapıcı, birleştirici, barış sağlayıcı bir ortam kitlelere ulaşsın. Zaten asıl niyet de bu değil mi? Saygılar tekrardan. Mine
05-04-2015 14:57 (42)
Sayın Mine hanım, "dayı" "dislektik" gibi ifadeler kibar ifadeler değil, ama siz bence olayın özüne değil, biçimine takılmışsınız. Şunu defalarca ifade ettik. Demin tekrar ifade ettim. Bu gibi ifadeler kişiler karşılıklı olarak birbirlerinin kim olduklarını bildiklerinde, gerçek adlarıyla hitap ettiklerinde azalır, hatta sıfırlanır. Siz bunu kabul etmek istemiyorsunuz. Adsız olarak sürekli sataşan, aşağılayan, taş koyan, polemik çıkartan yorumculara karşı gelişebilir böyle bizim de istemediğimiz ifadeler. Bazen burada ben de ağzımı tutamıyorum. Sonradan yazmasaydım dediğim şeyler yazıyorum. Burada ben, aya veya bir başkası kabahatli, ama size göre isimsiz sataşma sürdürenler kabahatli değil mi? Evet TARAFLIYIZ, BUNU AÇIKLADIK. İsmini bilmediğimiz bir kişi mi yirmi kişi mi kim kimdir kestiremeyeceğimiz yorumcularla, kendimize veya isim bildiren yorumculara EŞİT DAVRANMIYORUZ. Bu böyle devam edecek. Böyle bir eşitlik beklentiniz bize haksızlık olmuyor mu? Kaan A.
05-04-2015 17:12 (43)
Yanılıyorsunuz veya aynı fikirde değilizdir, her ikisi de mümkün. Ben tersine, biçimden yahut kibar olup olmamaktan değil tam da özden söz ediyorum asıl. Bir hitabın bana/başkasına yapılmış olmasından değil, bu tür yaklaşımların iletişim kanallarını baskılamasından ve çokluk olduğu gibi tartışmaları başka istenmeyen yöne çekmesinden söz ediyorum. Üslupta tarafsız olmamanız, üzgünüm ama kabul edebileceğim bir şey değil. Çünkü üslup, çokluk, -sürç-i lisan haricinde- niyetle de iç içedir; sizin de yapıyor olmanız, ki yapıyorsunuz bazen evet, durumu haklı veya sürdürülmesi gerekli kılmıyor ne yazık ki. Ve ortamın "havası", her şeye rağmen editörlerin sorumluluğunda. Saygılar. Mine
05-04-2015 17:12 (44)
Duffy Duck.. Şöyle tanımlanmış. W. Disney karakteri. "zeki ancak bencil, saman altından su yürüterek hep kazanmayı istemesine karşın, iyiler hep kazanır ilkesine göre kaybeden..." Yani ahlaksız; yaşanılan gerçek dünyada tiksinilecek bir karakter bu Duffy Duck. Yalnızca çizgi film dünyasında sevimli görünebilir; yani hiç ciddiye almazsan. Kim, neden bu "ördeği" kendine yakın gördü ki? ogürsel
05-04-2015 18:22 (45)
Pes doğrusu, ufak bir kinaye yazıp sokağa çıktık çarşı-pazar karışmış. 1. Gürsel'e dayı diyen bir tek "kıdemli yazar" var burada arkadaşın militarist terminolojisinden gidersek. O da diğer adlarının kullanmasından haz etmediğini bildiğimden ve zamanında aramızdaki küçük yaş farkına karşın zamanında bana epey büyüklük tasladığından; şurada hiç kabahati olmayan a.y.a. "Abi" diyor, ben de "dayı" diyorum. Allahı var, kendisi etrafında kriz yaratılan "dayı"ya takmamış her iz'anı yerinde olan insan gibi, Dafi Dak'ın epistemolojisine girmiş. 2. Dufy Duck tam da Bugs Bunny'nin diğer bir hasmı olduğundan seçilmiş, böylece kıaymeti koparan arkadaşın yine üst perdeden bir manzumesi karşısında sanılanın aksine mevcut olan efendiliğinden ağzını tuttuğunu betimlerken Yosemite Sam'a müracaat eden a.y.a.'ya gönderme yapılmıştır. 3. Biraz kıvraklığı olan ve burayı yeterince takip eden birisi için bunlar benim imzam sayılır, trol +
05-04-2015 18:08 (46)
mrol yok ortada. 4. tabii bu tür göndermeler erkek olsa handiyse "karı gibi gülmeyin" diyebileceği izlenimini veren, sürekli çocukluğu şakacılığı gelişmemişlik sayan bir anlayış karşısında manasız kaçoyor, popüler kültür yave amarıkan bilim kurgu filmlerinde mana aramaktan ibaret değildir oysa. 5. bir an çocukluğuma gittim ve ilkokul birde "annen cadıya benziyor " dediğim arkadaşımın annesinin hakikaten okula gelip beni derste sınıftan çıkarttırarak kapının önünde azarlayışını hatırladım. Sayın idareye böyle bir davranışa prim verdiği için teessüf edecektim de sonra toparladı neyse. 6. müşteki bir kadın olmasaydı işler buraya varır mıydı? 7. müşteki bir kadın olmasaydı kendine hafifçe istihza yöneltilen bir metinde başkasına "dayı" dendiği için feveran etme, kolluk kuvvetlerini göreve davet etme, sokağa çıkma yasağı, hatta kelle isteme cür'etini gösterebilir miydi? 8. sizin kasabada bayanlara avans veriliyor olabilir, benim büyüdüğüm şehirde kadın-erkek eşdeğer olduğundan hiç takılma+
05-04-2015 18:24 (47)
yız bunlara. Eminim burada kasaba centilmenlerinden destek bulacaksınız, ki bu da bir tür zorbalık. 9. Külliyen yanılıyorsam çok sevineceğim. 10. Neden isimsiz bir istihza "sinik alaycılık!!" ettim? "Arkadaş ilk yazından beri hep tepeden tepeden, hep ezbere, hep klişe şeyler yazıyorsun, okuduğunu anlamadan alaturka şarkıların nakaratlarını detone tekrarlayan fasılcılar gibi araya giriyorsun, bu bakımdan Gürsel bey'e yöneltilen eleştirilere benzer tepkiler uyandırıyorsun bende, bak a.y.a. da benzer ieyler hissetmiş ama söylememiş, anla biraz" gibi şeyler demeyi kırıcı, kaba, hoyrat bulduğumdan olabilir mi? Başından beri hissettiğim "hepinizin aklınızı alırım, tatlı su polemikçileri" meydan okumasından belki de? Böyle bir ortamda kimse bir kadınla tersleşip "maço, faşist, horrasmobbingci" damgasını yemek istemez. Gayet iyi biliyorsunuz değil mi? 11. "Dayı" mevzuunda şikayette bulunduğunuz makamın O.G. ye neler yazdığını okudunuz mu? 12. Ey makam, D-vit tartışması senin takma isimle yaz+
05-04-2015 18:29 (48)
manla başlamadı mı? 13. sayıyı kaybettim en sonunda 14. hiç bayılmıyorum böylesi kavgalara girmeyi zaten o yüzden hafif bir kinaye denemiştim, sürekli yazıp çizdiklerimizin yok sayılıp yukarıdan parmak sallanmasına ayar oluyor bünye. 15. tam da iki aklıbaşında yazı yazıp "hoca" ünvanını geri kazanmışken biliyordum böyle olacağını. 16. yeni bir d-vit muharebesine niyetim yok, heveslilere duyurulur. Y.Ü.
05-04-2015 18:37 (49)
Sevgili Yağız, Umarım herkes bir şeyler anlamıştır. Ben kendimle ilgili bölüme bir şey diyeyim. Gerçi bunu en az 10 kez anlattık ama, anlamak istenmeyince olmuyor işte. Burada ismini vermek istemeyen bazı yazarlar kimliklerini biz editörler bildikten sonra takma isimle yazabilirler. Böyle beş altı yazarımız oldu. D vitamini Koral G. Yunuk ismi de bir şakaydı, onun editoryal sorumluluğu bize aitti. Kısa süre sonra da kimliği açıkladık. Bununla burada sürekli polemiğe girip kim olduklarını bilmediğimiz (bir kişi on kişi yirmi kişi???) birtakım kişilerin isimsiz yazmasını karşılaştırmak, aynı tutmak adalet mi allah aşkına. Adalet diyorsan öyle olsun. Bir de sürekli nick name değiştirmeleriniz bizi şaşkına çeviriyor, hadi biz alıştık, bunu okur nereden bilecek. Yani bizim işimizi kolaylaştırmak yerine sürekli herkesin ben gemimi yürüteyim de onlar ne yaparsa yapsın tavrı var. Sana özel değil, çok kişi bu durumda. Hem kim parmak sallıyor allah aşkına? Herkese ve sana sevgi saygı. Kaan Ars.
05-04-2015 18:43 (50)
"Ufak bir kinaye"den başlayıp şakacılığa, oradan çocukluğa uzanıp cinsiyetçiliğe bir selam çaktıktan sonra yaşadığımız ve büyüdüğümüz yerlere ulaşıp nihayetinde dil altındaki baklanın göründüğü açıklamalar silsilesi için pes doğrusu. Kişiselleştirmeye ve polemiğe girmeyeceğim.Mine
05-04-2015 18:58 (51)
Hay bin köfte! Kasabadan değil ama taşradan yazıyorum. Fıtrat gereği dayak yiyen ve zayıfı tutan yapı gereği, Mine'ye tamamen katılmasam da çok laf sağanağı altında kaldığından, portakal orda kal! Orantısız güç kullanımı var. Editör bir yandan, Hoca bir yandan, olmuyor. Kadın Haklı Beyler! mh
05-04-2015 19:20 (52)
Bu toz duman arasında gürültüye gitmesin... Sitemizin Paskalya Günü'nü kutlarım. Paskalya Tavşanı
05-04-2015 19:36 (53)
Polemik konusunda anlaştık. Yalnız cinsiyetçilik konusunu düşünmenizi (herkesin) rica ediyorum. Kaancım sana bir şey demiyorum ki, trol yapma rekoru kıran yazılarım var; kendi -geçici- isimsiz yazma pozisyonumu savunuyorum, elim kırılaydı da yazmayaydım. Çok anlaşılır ve kısa sürede açıklananlar dışında nick kullanmayacağım söz. Parmak sallayan sen misin, rica ederim. Harma, dayak yiyen kim, zayıf kim Allah aşkına? Beni bırak, editör ne yapmış? Bu tutum feminizmin tam tersi olmuyor mu? Amaan. bitsin bu eziyet, Gürsel dayıya yazılayım; ördeklerle ne alıp veremediğin var, hayvan düşmanı mısın, tür faşisti misin, vak? :) YÜ
05-04-2015 19:50 (54)
Ne hoş; "dayı" lafı beni rahatsız etmedi. O 35 no'lu yoruma karşı bu "kaba, düzeysiz" yazı için yazdım. Ördeğe gelince, dört yıl önce iki yavru ördek aldım. Beslemeye başladım. Kızım için. Ne sevimlilerdi. Yiyeceklerini ayarlardım, güneşlendirirdim. Çok mıçıyorlar, sürekli yuvalarını temizlerdim. Birbirlerine sokulmalarını keyifle seyrederdim; o yüzden tek almamıştım. Birisi uysal, diğeri asiydi; bu "genetik" hadise ne tuhaftı. İnternette "nasıl bakılır" siteleri araştırırdım.yeter mi? ogürsel
05-04-2015 21:13 (55)
iyi de ben o "kaba düzeysiz" şeyleri senin ördeğinden sonra yazdım adamım. yine bir faz kayması var. yoksa akrabalık cümlesi mi? kamoon. "we'd like to thank to the law enforcement forces of Philadelphia". Kara Murat'tan yana sıkıntımız yok çok şükür. ben ciddi yazılarıma döneyim. YÜ
05-04-2015 21:13 (56)
Ördekler alıngan olur mu? Bilmiyorum; (demek bilmediğim şeyler de varmış!) Varyemez de bir ördekti! Duffy Duck da. Günün sorusu; YÜ'nün,istediği alan sorusu; Nick, Varyemez Donald olsaydı, faşist kime denilirdi? ogürsel
05-04-2015 21:13 (57)
Ben de sırası gelmişken sorayım; rüyada ördek görmek ne anlama gelir? Varyemez
05-04-2015 21:49 (58)
Sayın YÜ, konuya açıklık getirelim; ben 35 no'lu yoruma hemen altında yazılmış, 36 nolu yorumda, "saman altındaki bulanık suda yüzen" o aşağılık kompleksi ile kavrulan Duffy Duck'ı tanımladım. "Kaba-düzeysiz" dediğim yorum no 36'dır. 35-36 arasında gezen başka "ördek" varsa da bu yalnızca zihinlerde olabilir. Zihnim tam da başka şeylerle çok ilgiliyken; Merkezî İktidar mı; yerel-federal yönetim mi gibi; yine fanî şeyler yani. Kaçırdığım bir şey mi var? ogürsel
05-04-2015 21:49 (59)
Varyemez Donald'ın amcasıdır yalnız. "Gold ist nich alles, es gibt auch Platin" gibi bir de özlü sözü vardır. Almancayı bunlardan öğrendiydim de. Babam da benim kız için 4 adet pekin ördeği aldıydı. Eşşek gibi olup bahçedeki leğeni hakkıyla s.çıp batırmışlardı. Hala Kuruçeşme parkından denize girip çıkıyor olabilirler. Vakvaka Donald ise Nick, benim de uykum gelirdi. Yalnız kazdan köpekten korktuğumdan daha çok korkarım deyip hafif kinaye röflesi de vererek iyi akşamlar dileyeyim. Kaş limanında ördeği ahtapottan kurtarışımı sonra anlatırım. Şimdi bunlar da Afif'e yorum sayılıyor değil mi? Duck Rogers
06-04-2015 10:22 (60)
beyin hücrelerime erişimi yeni sağladım da. kusura kalmayın. ya da kalın. bensiz ve fakat adımın geçtiği ya da bana da ucundan dokandırıldığı bi küçük çaplı muharebe yaşanmış. ganber'siz düğün olmaz. tabii geç gelmenin tüm avantajlarını sonuna kadar bana kullandıracağınız için herkeşlere ayrıca peşinen teşekkür ederim. şimdiii, ilk evvela zırt pırt şu "sinik alaycılık" tamlamasını kullanma heveslisi olan zat-ı muhtereme selam çakıyore. baboli, ali şimşek'in yeni orta sınıf, "sinik stratejiler" kitabını okumuşun sanırsam. sinik alaycılık, he mi? bu ne la? bu oksimoron bile olmaz. bir şey sinikse kural olarak alaycı olamaz. çünkü ordaki sin'in sinmekle ya da sinkafla bi alakası yok. diojen ne diyodu? gölge etme, başka ihsan istemem. fıçının içinde ömrünü tamamlayan, tüm yaşamsal mücadeleden kendini çekmiş bi adamın temsil ettiği bi "düşünce" değil de "hayat" stilinde isek ne diye sizinlen alay etmeye uğraşalım? hermitajdaki adama sizin varlığınız komaz canikom! Duffy Duck zaten kendisi +
06-04-2015 10:23 (61)
+ açıklamış. da... yani onun AYÜ olduğunu anlamamak için harbi kasmanız gerekirdi. rabıtamız yok. o kada da şifreli konuşmuyoz. piliğz! devam ediyore. ortaya sorulduğunu addederek ben yanıt veriyorum. evet. gürsel abi'ye dayı da denilebilir. bundan rahatsız olabilecek tek makam ve merci de gürsel abi'nin kendisidir. o böyle bi rahatsızlık ifade etmiyosa gerisi havagazı! nokta! "Bu sitede yetişkin yetişkine bir tartışma ve bilgi alışverişi yapma olanağı, devamlı olarak, zeka pırıltıları içerdiği için mazur görülen çocuk-ergen üsluplu sataşmalarla kesintiye uğratılacak mıdır?" ben bunu okudum ve "portakal, orda gal" diyeceğidim ki, ne göreyim? mehmet harma göle düşen ve yüzme bilmeyen esas kızı kurtarmak için elbiseleriyle suya atlayan yakışıklı kahraman misali olaya girmiş ve fakat, kanaatimce son derece terso bi "portakal, orda kal" savurmuş. şimdiii, birileri "çocuk-ergen üsluplu" falan dedi diye sitenin common follower'ları sakın yanlış anlamasın. o çocuk-ergen üslubu diye boklanan +
06-04-2015 10:24 (62)
+ şey son 50 yıldır gelişmiş batı ülkelerinin edebiyatında ve basınında giderek "klasik" montofon anlatımının neredeyse tamamını ele geçirecek cesamete erişmiştir. ingiliz dili için zaten bu yapısal bi özellik bile denilebilir. ülkemizde ise en azından son 15 yıldır daha vivid bi halde leman, lombak, uykusuz, penguen çizgisinde gayet sıkı bi okur kitlesi yaratmış durumda. o okurlar bu yayınları "gülelim de altımıza işeyelim" diye takip etmiyolar. özellikle bizim gibi konuşma, fikir tartışma adabı genel olarak düşük, her durumda "baskıcı" olmaya hazır uluslar için o "mizah" dergileri aslında tek gerçek muhalefet olanağını sunmaktalar. diliniz onlara uymuyosa problem onlarda değil, sizdedir! biz gayet yetişkin işi yapıyoruz! size göre sadece devlet faşist olabilir ya; o devlet mekanizmasını faşistleştiren kim? aslında eleştiriye "ziro tolerans" halde boyuna "örtmenim, örtmenim, bana dörtgöz dedi" mırıltısıyla mağdurluk postuna bürünenlerdir onlar. ben kolejde kimsenin oturacağı sıraya ++
06-04-2015 10:24 (63)
++ raptiye koymadım. kimsenin saçının buklesini o ders dinlerken kesmedim. burnumdan çıkan tatağı ya da tükmüğümü kimsenin paltosuna sürmedim! ama sütyen lastiğini aniden çekip bırakmışlığım çoktur. kartopunun içine taş sıkıştırmadım hiç. ama gömleğinin yakasından aşağı kar doldurduğum arkadaşım oldu. en hızlı hareket çekme, geğirerek "vatandaşlık bilgisi ve inkılap tarihi" deme yarışmalarına katılmışlığımı da hatırlıyorum. burcu'yla elif'in bacaklarına da baktım. sene sonu punch'ının içine işemedim ama alkolü fazla katıp milleti zom ettiğim oldu. ve "gerçek kötü"nün ne olduğunu gördüm. haset duygusuyla, sırf bizim üzerimizde okulun üniforması var diye bizi tenhada ayıklayıp 5 kişi (sopayla) bize dalan mahalle bebelerinde gördüm. hiç adam gibi şaka yapamamış, güldüğünde "erkek adam gülmez, kadın hiç kırıtmaz" diye azarlanmış, ıslıkla bişe mırıldansa "şeytanı çağırma" diye ikaz edilmiş, hiç çocuk - hiç genç olamamış zavallılarda çok gördüm. hasetlikten daha büyük günah, kötülük var mı?+
06-04-2015 10:25 (64)
+ sevgili sıradan okuyucu. biz sizlerin yetişkin olduğunuzun farkındayız. size de yetişkin olarak yazı yazıyoruz. ve ancak yetişkinlerin anlayabileceği dilde konuşuyoruz. anti-propagandaya inanmayın! Anadolu Ajansı bülteni gibi laf sıralamak, herkesin bildiği "evrensel doğrular"ı buraya ilahi icatlarmış gibi yazmak, nümerik değer referansçılığı yapmakla olaydı, bu siteden o işleri çok daha iyi becerecek zilyon tane yer varıdı. "Kişisel polemik niyetim hiç yok, ancak "durumları" adını koyarak ifşa etmek bence şart." diye de buyrulmuş (buyuran Zerdüşt değil). ba ba ba ba ba ba! sonra da eklenmiş: "Üçbeş okur-yazar-yorumcu hatırına güzelim site, güpgüzelim emekler, kendi yağında yanıp gitmesin. İnsanlar kırılıp içerlemek, suspus olmak yerine, daha çok düşünce paylaşımı için teşvik olsun; daha yapıcı, birleştirici, barış sağlayıcı bir ortam kitlelere ulaşsın." e olduuu. balinalar da ölmesin. kardelenler okula gitsin. kenar mahallelerin sümüklü bebeleri de çikolata yesinler. de... KAÖD! +++
06-04-2015 10:26 (65)
+++ yani? kazın ayağı öyle değil. madem AYÜ okul anısı anlatmış, ben de ordan devam edeyim. 4. sınıftayım (yani lise 1). en arkada oturuyorum. okulun bissürü takımında sporcu olduğum için devamsızlıktan ucuyla kurtulmaktayım. dersleri zaten takip etmem pek mümkün değil. hem antrenman ve maç programı, hem benim ağır dikkat problemlerim nedeniyle fizikten çaktım-çakacam. bi tane defterim var. annem hala o defteri saklıyo. "benim salak oğlum gosgoca liseyi 3 sene-1 defterle tamamladı. seneyi tamamladı da defteri yarım edememiş" diye alay ediyo. o zamanlar yazı da yazamıyodum pek. işitmem kusurlu. duyup yetiştirmem mümkün değil. neyse. dersler cacıkiyevic yani. sonra bi matematik öğretmeni geldi. dönem ortası. sevimli, güleryüzlü bi kadın. kafamın bastığını düşündüğüm bi konu: denklemler! kadın tahtaya soruları yazıyo. ben de o bitirince cevabı söylüyorum. 1, 2, 3... ön taraftaki inek tayfasından homurtular yükseliyor. sağırım ama duyuyorum. o derece yani! sonra bunların en azılısı olan ++
06-04-2015 10:26 (66)
++ kız dedi ki: "ama o cevapları biliyor. bizim konsantrasyonumuz bozuluyor. ya o da bizim gibi defterine yazsın ve kalemle çözsün ya da onu dışarı çıkartın"! ulan hayatımızda ilk defa gol olucaz. ona da izin yok. neyse. kadın 3 ders beni idare etti. sonra bu mallardan birinin velisi okul idaresine şikayete gelmiş. derslerden evvel kadın geliyodu. bana sheet'i (shit'i değil) veriyodu. "hadi oğlum, sen şimdi botanik bahçesinde dolan, bunların cevaplarını da yaz, zil çalınca bana getir" diye 6 hafta beni dersten uzak tuttular. niye? düzeni bozuyomuşum. ulan benim bütün notlar ortalamaydı zaten. fizik, biyoloji, falan ful cacık. edebiyat nanay. matematik de boktan da, bi o konuya kafam basıyo. onu da botanikte tamamladık, iyi mi? demem o ki, yukarıdaki şikayet cümleleri aynen bu durumun kopyasıdır. ama bu sefer büyüdüm. yedirmem! ortamın havasına da değinilmiş. terlemiş gömlek üstüne deodorant bastırmıyoruz. gayet rafineyiz. dalışlarımız hariç! oh mis! a.y.a. la nuit de l'homme puffsss
06-04-2015 10:27 (67)
bunlar nerden mi çıktı? hiiiç. totomdan değil elbet. ben bi yorum yazdığımda, gürsel abi buna tam-anti ya da alakasız bi karşı yorumda bulunduğunda, benim hiç ona "dislektik" dediğimi gördünüz mü? şu egoyla bile ne diyorum? "abim, ya ben ne demek istediğimi iyi anlatamamışım ya da siz bugün yine ters taraftan kalkmışsınız" mealinde bişeyler yazıyorum. bioloji öğretmenine anıt ya da çelenk yaptırayım bile dedim. daha ne diyim? peki ben kimlere dislektik diyorum? adsızca çemkirip polemiğin dibini arayanlar dışında bu ifadeyi kendisi için kullandığım bi allah kulu var mı? yok. bulamazsınız. o zaman? piliğz tu dı adır doğr! a.y.a. sabahın 2'sinde çeri domatizle atıştırma yapsss ve dahi ortaya karışık hürmetsss
06-04-2015 15:30 (68)
Yarı baygın sudan çıkardığım bahtsız genç kızı, sahildeki tonton kahveciye teslim ederek hızla ordan uzaklaştım. Uyandığında beni görmemeliydi. Bu delikanlılığa sığmazdı. Kuru esvaplarımı ve yeni iskarpinlerimi giydikten sonra yine göl kıyısına, burundaki en uç kayaya kadar gittim. Buradan, namütenahi bütün göl ayaklarımın altında uzanıyor ve gölden esen rüzgar saçlarımı, ince kravatımı, ceketimin eteklerini, heyhat ne yalan söyliyeyim, göz pınarlarımda biriken gözyaşlarımı da geriye doğru uçuruyor, alıp götürüyordu. Güneş latif şualarını gönderiyor, yaygaracı bir kaç martı kızıl ufukta vaveyla koparıyordu. Bense karmaşık hislerle serhoş olmuştum ve adeta dokunsalar arşa yükselecek veyahut gölün karşı kıyısına bir adımda uzanıverecektim. Velhasıl, bu hissiyatın derin tesiri altında, sükut içinde gözlerimi kıstım ve ruhumu saran bir melal ile tefekkür ettim: beni suya iten ırspı çıcıı kimdi? (Hala orantısız güç var, laf sağanağı yaylım ateşine dönmüş vaziyette) Kandıralı sen de dur. mh
06-04-2015 15:47 (69)
bu arada, easter bunny'yi tenzih ederim. amma şu bugs bunny, roadrunner, tweety ve jerry karesinden çocukluğumdan beri hiç hazzetmemişimdir. bugs bunny cinsin önde gideni. coyote zaten roadrunner karşısında ne yapsa boş. sylvester'ın tweety elinden çektiği zulmü tarif için türk dilinde uygun bi karşılık olduğundan şüphem var. garibim tom da jerry hibinesinin gazıyla spike'ın şamaroğlanı olmuştur hep. buradan sayın harma'ya sesleniyorum. eğer mağdurun yanında duracaksa, çizgi dünya'nın gerçek mağdurlarının coyote, sylvester, tom, yosemite sam gibi karakterler olduğunu unutmasın. ülkemiz kültüründe hakim olan "mağdur ayağına yatma" prensibinden ekmek yiyenler mebzul miktarda mevcutken... sevimliliğe aldanmayın. ne demiş müslüm baba? aldanma çocuksu mahzun yüzüne, mutlaka terk edip gidecek birgün. bundan da acaip bi postmodern yazı çıkardı ya. fıroydlu mıroydlu... son söz de bari fıroyd'dan gelsin: "içine atıyon. atma!" a.y.a. baconsss
06-04-2015 17:50 (70)
Sayın a.y.a. kısmen bir kollec bebesi olduğumdan bahsettiğin kareye az çok aşinayım ama ben rin tin tin iyimserliğini, sahiciliğinden dolayı severim. Omuzumuzu silkip, "bana ne" diyemedikten kelli, bıçaklı kavgayı bile ayırmaya girmişizdir, o derece. Bırak çizgiyi, tüm alemlerin mağdur listesini yap gönder, savunuruz bir şekilde. Şiddetin uygulayıcısı da, mağdurudur aslında. "Mağdur ayağına yatmak" doğrudur, vardır. Ona da şunu diyim; "aldatan aslında aldanmaktadır". mh
06-04-2015 18:31 (71)
bi de "unutma, unutulanlar unutanları asla unutmazlar" vardı. canısı, ömrümün yarısı! a.y.a. hürmetzzz (bu aralar mehmet harma'yla yorum piştisi olmaya başladım. hayırdır inşallah!)
06-04-2015 22:12 (72)
bi de bi de "sepet sepet yumurta sakın beni unutma" vardı. hürmetzz bizden. mh
07-04-2015 08:18 (73)
Kaos "düzen" içindir ve düzen gelir; ve kaos her düzeni bozar! Bu "Tanrısal" bir gerçekliktir! Yani yüzlerce milyon veya milyarlarca yılın "hakikati". Biz zavallı 70-80 yıl yaşayan "böcekler" için Gauss değerlidir. Pareto "sapkın" ve de "haindir"; yağlı kütüklere yakışır. Devrimciler Gauss'çu mu; Pareto'cu mudur? 19. yy Sosyalist Devrimcileri Gauss'çudur; ortalamayı, ortalamanın dünyasını ararlar. Demek ki, henüz gerçek devrimciler yok... Yoksa Gezi İsyancıları Pareto'cu mu? Şu iki cümle hangi ideolojilere daha çok yakışır; İlki tek tanrılı dinlerin (ya da tüm dinlerin) siyasal hareketlerine, 2. si de 19. yy Sosyalist ideolojisine.. "Bana verimli bir yanlış verin ne zaman dilerseniz: kendi çözümlerini doğuracak tohumlarla dolu bir yanlış." +++
07-04-2015 08:19 (74)
Her iki teorem de kuşkusuz kendini doğrulayacak "zaman dilimleri" bulurlar; asl'olan, egemen olan bence Pareto'dur. Gauss "yorgunluk" anlarında arada kendine yer bulur. Bu "yorgunluk anı" görülen o ki, toplumsal hayat için 30-50 yılı geçmez! Ortaya çıkarttığı "ürünlere" bakıldığında, belirleyici olan Pareto'nun Kaosu; kaymağını yemeye çalışan uyanıkların Gauss'u kıymetlidir. Stalin elbette bir Gauss'çuydu. Ortalamayı arayan; ortalama dışındakilerin; Pareto'cu kaosa yol açmamaları için en başında işini sağlama alan akla sahipti. Bu bağlamda 1917 "kaosu", Gauss'çu bir niyetle gerçekleşmişti; Kaos olunca da bilmedikleri dünya ile karşılaşarak bilinen zalimliklerle çıkış aradılar. Kaos, Gauss'suz olmaz; o rehavet döneminde düşünülür; "o neydi lan!" Böylece Kaos tanımlanır. Kaos her zaman öngörülebilir! Yalnızca nasıl tecelli edeceği bilinemez; örneğin ülke olarak siyasal-toplumsal bir Kaos'a gidiyoruz; nasıl gerçekleşecek bilinemez. +++
07-04-2015 08:19 (75)
Örneğin ben pek haber izlemem ama o adamın TV'dan "iki ayyaş" lafını duyduğumda güldüm; "ne diyor bu" dedim! "ne dediğini biliyor mu?" neredeyse her zaman öfkelendiğim saçmalıklarına bu kez gülmüştüm; bu laf yedirilir ümidiyle mi? Bir gün sonra mıydı, K. Arslanoğu ile buluşmuştuk. -İyi günlerimizdi; ne benim o kadar inatçı, ne de onun bu kadar öfkeli olmadığı zamanlar!- Anımsar sanırım. "Bu başka, çok başka" deyişlerimi. Bu ülkede tuhaf bir iklim vardır; tam, Pareto'luk! Bir rüzgar eser! Ve şimdi de inanıyorum; o rüzgar, pareto'nun rüzgarı usuldan, önce meltem esecek; yanağımızı okşayacak (Bu 'sezgisel" böbürlenmelerle burada aya'ya pas atıyorum! Pareto'cu olduğu kesin; ama arada Gauss'çu olmalı ki, değeri anlaşılsın!) ogürsel. (orhan, osman,okan,o, kimse.. farketmez..)
07-04-2015 08:20 (76)
ek açıklama... Gezi İsyanı 31 Mayıs gecesi; Cuma-Cumartesi gecesiydi. K.A ile Pazar günü buluşmuştuk. O iki ayyaş lafı da 28 Mayıs'ta yapılmış. og
07-04-2015 11:25 (77)
yorum 63, son cümle. YÜ
07-04-2015 12:45 (78)
Hadi beni geçtim. Dadaloğlu'na da mı inanmazlar? 63'teki son cümlenin referansı var. Hazreti Saul'un Korintliler'e ilk mektubunun 13'üncü babı. 4, 5, 6 ve 7! İkra! a.y.a. önce mucuks sonra sucuks
07-04-2015 13:13 (79)
'Şüphesiz büyük günahların en büyüğü küfür ve kibirdir. ' Hadis-i Şerif
07-04-2015 13:57 (80)
Gürsel, bana ikide bir "öfkeli" deyip durma, bir dedin iki dedin üç dört... böyle gidiyor... Kışkırtmadan duramaz mısın. Bir sus, dedim, hiç değilse bana karşı sus. Devamlı puan derdindesin, bütün puanlar senin olsun be gülüm. Gerçekten öfkeleneceğim sonra, aradaki farkı göreceksin :))) K.A:
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210745
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.