Vasat Edebiyatı 101- saçma bir “eleştiri” nasıl yazılır?
Bir kitap eleştirisi nasıl yazılmamalıdır? Aslında böyle bir yazıya özel bir gereksinim yok. Çünkü kitap eklerini az çok takip eden okurlar, her hafta bunlardan onlarcasına rastlayabilirler. Haydi biz de piyasa estetiğinden yola çıkalım ve saçmasapan bir yazı yazalım.
Konu: Elif Şafak’ın son kitabı Ustam ve Ben
İnsanın Derinindeki Tarih, Tarihin Derinindeki İnsan: Ustam ve Ben
Bu romanda Elif Şafak, insanın büyük yolculuğunu, bir insanla bir filin dostluğunu merkeze alan bir atmosferde şekillendirmiş. E.Şafak kalemi, herşeyden önce bir yolculuk kalemidir;
bir yolculuk ama aynı zamanda bir “varamayış”,
yola çıkma ama “ulaşamama”,
ulaştığı yerlerde “kalamama”nın, yazarın deyişiyle sürekli bir göçebelik hali… E.Şafak göçebeliğin yazarıdır. Bir insan kaç kere göçebe olabilir?
Aşk romanında hem mekansal bir göçebelik hem de ruhsal bir göçebelik işlenmişti. Bu izlekler, E.Şafak romanlarında sık rastladığımız, neredeyse bir E.Şafak karakteristiği izleklerdir diyebiliriz.
Ustam ve Ben romanında da menzili İstanbul’a varan göçebelik Hindistan’dan başlıyor, ama İstanbul’da bitiyor mu, bunu söylemek güç. Ustam ve Ben, bir 16. Yüzyıl panaroması aynı zamanda. Herkesin çok iyi bildiği, bildiğini sandığı, ilköğretim okullarına, kurumlara, semtlere, ilçelere ismi verilen ve hatta adına üniversite açılmış olan Mimar Sinan, E.Şafak kalemiyle ete kemiğe bürünüyor, insanlaşıyor. E.Şafak kalemi, Sinan’ın yaşamını, kaygılarını, planlarını, kendi içindeki gerilimlerini, mimarlık yaşantısına tanıklık ederken bir yandan da yeniden kuruyor. Ustam ve Ben, ana hikayesiyle ve yan hikayeleriyle Osmanlı tarihinin gizli kalmış bir dönemini aydınlatırken diğer yandan insan ruhunun karanlık dehlizlerine ışık tutuyor. İçeri tutulan her ışık aslında dışarıya tutulmuş bir ışıktır: E.Şafak da bu romanda bunu fazlasıyla doğrulamış oluyor.
Ustam ve Ben tam bir E. Şafak işi; romanda E. Şafak’ın kalem izlerini görebiliyorsunuz. E.Şafak kaleminin mürekkebinden akan kıpır kıpır insanları görüyorsunuz satır aralarında. Öte yandan her romanında bize yeni bir yolculuk olanağı gösteriyor, yolculukların asla tükenmeyeceğini anlıyoruz E. Şafak kalemiyle, yol bitse bile yolculuğun süreceğini. “Öteki”ni öğreniyoruz, ötekinin acısına bakmayı, bakmayı ve hissetmeyi, başkalarının acılarının da okşanabileceğini öğreniyoruz. Sonra dostluğun, sadece insanlar arasında olmadığını, yaşanmışlıklarımıza bir filin de birşeyler ekleyebileceğini öğreniyoruz. Kalabalık bir dünyada bir fil ile bir insanın birbirlerine nasıl sığındıklarını, koskoca dünyaya sığmayanların küçücük bir kalbe nasıl sığabildiğini görüyoruz. Hoşgörüyü öğreniyoruz hoşgörüsüzlüğün yol açtıklarına bakarak. Kaç kitapta bu kadar çok anlatımı bir arada bulabiliriz?
Duru bir dil ve çok katmanlı bir okumayla karşı karşıyayız. Yazarın bu katmanları inşa etmek için ince bir işçilik sergilemiş olduğu her satırında kendisini gösteriyor. Bu hacimli roman, yazarın yaklaşık üç yıl süren titiz araştırmalarının bir ürünü. Alışılageldik tarihi romanlardan farklı olarak dönemin bütün kültürel bileşenlerine sahicilik katmak için çok emek vermiş. Evet tarihte geçiyor ama sadece bir tarihi roman diye nitelemek kitaba ve yazara haksızlık etmek olur. Her okuyucunun bu şölende kendine yeni bir tat bulacağından kuşkum yok. Keyifli okumalar.
Ne dersiniz? Sizce de kültür endüstrisinin kitap eklerine yakışır akışkanlıkta bir yazı olmadı mı?
Taylan Kara
taylankara111@gmail.com