Masri kaybetti mi

Heraklit’in ünlü sözüdür: “insanın karakteri kaderidir,”. Çoğu zamansa bir ülkenin kaderi o ülkenin insanlarının da kaderi olur. İnsanın karakteri değişmez belki ama ülkelerin kaderleri değiştirilebilir. Yusuf el Kaid’in Mısır Topraklarında Savaş (1) adlı romanının kahramanı, yoksul bir köylünün oğlu olan Masri’nin hayatı da bir anlamda ülkesinin tarihi ve kaderidir. Ülkesinin kaderini değiştirebilecek olanlardandır. Ama o karakterinin farkında bile olmadan ülkesinin kaderine kurban edilenlerdendir aynı zamanda. El Kaid, güzel bir metaforla belki de bunu bize sezdirebilmek için kahramanını Masri (Mısırlı) olarak adlandırmıştır. Masri’nin arkadaşı da onu bu şekilde tanımlar: “Masri büyük emelleri olan, ülkemizin çelişkileriyle dolu bir gençtir. Bir yanda dünya aşkı diğer yanda o dünyaya karşı umursamazlık, atılganlık ve çekingenlik, cesaret ve korku, sakin görünüşün ardında öfke ve isyanla kanayan bir ruh. (s.83) Masri’nin kaderi biraz Nasır’ın kaderine benzer. O da bu dünya aşkıyla, insanlarının sömürülmeden yaşadığı, eşit, bağımsız, emperyalizme karşı dirençli bir ülke yaratmak istemiş, öte yandan bu dünyaya karşı umursamazlıkla yoğrularak, İslam’ı hep bir parçası saymıştı. Masri’yi beraberce sonuna doğru götürecek olan öteki Mısır’lıların anlatımlarından okuyoruz. Bu değişik karakterlerin bize kendi konumlarından kaynaklanan bakış açılarıyla komployu anlatmaları Mısır’ın siyasi, toplumsal ve sınıfsal açıdan okuma olanağı da sağlıyor.

 

Masri’nin trajik kısa hayatı da Mısır’ın 1940’larda ve 2. Dünya Savaşı sonrası süreçte şekillenen ülkesinin hayatına benzer. Ülkesi Mısır özellikle 1952’de Hür Subaylar Hareketi’nin iktidara gelmesiyle sosyalizan reformlarıyla, özellikle romanın da çıkış noktası sayılabilecek “toprak reformuyla”, Ortadoğu dünyası için bir umut ışığı olarak belirmiştir. Masri de yoksul babasının zorlanarak okuttuğu ilkokulu bitirmiş ama eğitimini uzaktan sürdürmeye kararlı, zeki ve atak bir gençtir. Bunda yine Hür Subaylar'ın sadece toprakta değil eğitim alanında yaptıkları reformların büyük payı vardır. Hür Subaylar’ın iktidarının ilk yıllarında “Bağlantısızlık” hareketiyle yurtdışında kazandıklarını,  ülke içinde de toprak reformuyla başlayan bir dizi reform hareketi izler. Bunun için bu reformların karşısında engel olarak gördükleri büyük toprak sahiplerinin güçlerini kırmaya yönelirler; bunda da pek haksız sayılmazlar, çünkü o zamana kadar büyük toprak sahiplerinin yüzde biri Mısır’ın ekilebilir topraklarının yüzde 72’sine sahiptir.(2) Bu özellikle Nil Havzası'nda yoğunlaşan toprak ağalığının gücünü daha da artırıyordu. Oysa Nasır’ın gücü 1967 yenilgisinden sonra ülke içinde gittikçe zayıflamaya başlayacaktır. Bu yenilginin başka önemli sonuçlarından biri ülkede İslam temelli düşüncenin güç kazanması olmuştur.(3) Aynı zamanda bu yenilgi Sina Yarımadası'yla birlikte petrol rezervlerinin büyük bir kısmının yitirilmesi sonucunu doğurur. Ama bütün bunlardan ötede aklımızda tutmamız gereken bir etken daha vardır: Sadece Mısır’ın değil bütün Arap ülkelerinin tarihlerinde 1948’de İsrail’in kurulması şiddetli bir travma ve kapanmayacak bir yara açacaktır. İngilizlerin manda yönetiminin Filistin’de son bulduğu gece ilan edilen İsrail devleti manda yönetiminden kalan bütün kurum ve mülkleriyle hayata geçirilir. Bu aynı zamanda güçlü bir doğum demektir. Özellikle Nasır ile birlikte güçlenen Arap milliyetçiliği, İsrail’e karşı mücadelede Mısır’ı önemli bir aktör durumuna yükseltir. 1967 savaşının kaybedilmesi  bu yüzden Mısır’da öteki Arap ülkelerinden belki de daha fazla etkisini gösterir. Ve süreç 1972’de Enver Sedat’ın Camp David’te attığı imza ile noktalanır. Bu imza dış siyasette bir dönüşe yol açar ama aynı zamanda “temel üretim araçlarının millileştirerek sosyalizme geçişte “Mısır Yolu” olarak adlandırılan (4) modelin yerini de Enver Sedat’ın liberalleşme siyaseti alır. (5)

 

Mısır Topraklarında Savaş bütün bu tarihsel arka planla birlikte yürüyen bir roman. İşte büyük toprak sahipleri savaşın yitirilmesi ve üç yıl sonra 1970’de Nasır’ın da ölümüyle “Arap Sosyalist Birliği denen bu yumurcaklardan sonsuza dek kurtulmalıydık”(s.12) denmeye başlanacaktır. Bu sözleri söyleyen toprak ağası ve bölgenin en zenginlerinden dolayısıyla da Nasır rejiminin elinden çok çekmiş bir kişi olan Umde'dir. Umde yaşlı, zengin ve çıkarcıdır. Son karısını bütün öteki karılarından daha çok sevmektedir ve onun yanında (odasında) yaşamaya başlamıştır. Geçirdiği bir prostat ameliyatıyla da iktidarsız kalmıştır. Bu genç karısından Masri ile aynı günde doğan, tembel, akılsız bir oğlu vardır. Masri ise ailenin tek erkek çocuğu olduğu için askerlikten Mısır yasalarına göre muaf sayılmaktadır. Umde öteki eşlerinden olan erkek oğullarına da bir yolunu bulup askerlik yaptırmamıştır. Küçük oğlun ise askerlik zamanı gelmiştir ve Umde'ye bir sabah oğlunun askerlik çağrı belgesi ulaşır. Şimdi de en çok sevdiği eşinden olan oğluna da yaptırmamanın yollarını arayacaktır. Bu oğlunu askere göndermesi durumunda zaten iktidarsızlığın pençesinde kıvranan Umde eşinin gözünden daha da düşeceğini düşünmektedir. Şimdi devir yine onların devridir. Kendisinin deyimiyle “soylular” gerçek “Mısırlılar” üzerindeki kara bulutlar dağılmaya başlamıştır. Ordunun da işin içine katılacağı bir plan hazırlanacaktır. Mısır Topraklarında Savaş bu planla hayatının çalınmasının öyküsüdür bir bakıma. Mısır ordusu içinde yolsuzluklar zaten görülmemiş bir olgu değildir. 1948 Savaşı’nın yitirilmesinin temelinde de öteki Arap ülkeleriyle koordinasyonsuzluk ve görüş ayrılıkları rol oynaması ve İsrail devletinin yukarıda söz ettiğim manda yönetiminin mirasıyla güçlü  bir şekilde ortaya çıkışının yanında, Mısır ordusundaki yolsuzluklar da önemli bir etken olmuştur.(6) Bu romanın uzun yıllar Mısır’da yasaklı olmasının nedenlerinden birinin de bu olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Çünkü romanın sonlarında yaşananları aydınlatmak için olayın üzerine giden “Müfettiş” yüksek yerlerden birinin kendisini makam aracıyla aldırıp odasında azarlayarak bu olayı kapatmasını istemesi bu romanın “tehlikeli” bulunup yasaklanmasının başka bir etkeni de sayılabilir. Mısır Topraklarında Savaş bu sorgulayıcı ve sorgulatıcı söz alışıyla da çok önemli bir işlevi yerine getiriyor.

 

Peki bu plan ne? Nasıl çalınıyor Masri’nin hayatı zengin Umde, ordu ve müteahhit tarafından? Umde oğlunu askere göndermeyecektir; kararlıdır. Bunun için bütün servetini vermeye hazırdır. (Hazır mıdır acaba? Plan gereği Masri’nin babasıyla yapılan anlaşmaya sadık kalmayacak, gerekli parasal ödemeleri onun ailesine yapmayacaktır. s.85) Üstelik ülkede bir savaş vardır. İktidarsız Umde geçmişinde rüşvet ve yolsuzluk bulunan bunun için ilkokul öğretmenliğinden atılmış “Müteahhit”e gider. Müteahhit kazanacağı para karşılığı savaş içinde olan ülkesinde askerlik yaptırmamak için en küçük ayrıntısına kadar dikkat edilmiş, hiçbir nokta gözden kaçırılmadan bir plan hazırlarken tıpkı Umde gibi ne kadar milliyetçi, asil ve atalarının bu ülke için ne kadar çok savaştıklarını vurgular sık sık. (s.30)  Yaşam felsefesi de “uyan ki tekrar uyuyabilesin” olan bir kişidir. Aslında El Kaid bu plan içinde olan herkesin bir şekilde “uyku” ile ilişkilerini vererek hem kişilerin içsel durumlarının bize bir resmini gösteriyor hem de bunun genel bir resim olduğu hissettiriyor. Örneğin Umde: “Daha az uyuyor, gece boyunca birkaç kez uyanıyordum, uykunun merhametinden mahrum olalı beri geceler kabusa dönüşmüştü” (s. 7); Müteahhit: “Kendini paralarcasına durmaksızın dönen bir fıskiye gibi, bir o yana bir bu yana, sağdan sola dönüp duruyorum, önce yüzüstü sonra sırtüstü yatıyorum.”(s. 27); Müfettiş: “Gece yarısı, yatmaya hazırlanıyorum. Ne zaman uyuyabileceğimi bu yakıcı uyanıklık halinden ne zaman kurtulabileceğimi hiç bilemiyorum, ama herhalde er geç uykum gelecek.(s. 119) Plan basittir ama ayrıntılar çok zengindir. El Kaid planı bütün ayrıntıları ile anlattırır müteahhite.  Masri Umde'nin oğlunun yerine geçecek, askere o gidecek, Umde de yoksul babasına toprak reformunun iptal edilmesiyle ellerinden alınan küçücük toprak parçasının bağışlayacak ve babasına iş verecektir. Baba da sınıfsal konumlarının bilincinde olmayan bütün ezilenler gibi düşünmektedir: “Bizim köyde fakirler zenginlerin işine karışmazlar ve zenginlerin sırları bizi ilgilendirmez”(s.48)

 

 

Masri zorlanarak da olsa anlaşmayı kabul eder. Ama insan bir “başkası” olamaz. Sürekli yeni kimliğini unutacaktır. Yeni adıyla seslenildiğinde hemen yanıt veremeyecektir. Bir başkası olmak onun isyankâr ve öfkeli kişiliğine de aykırıdır zaten. Bu durumun ilk önce onu kışlada askere kabul eden çavuşu ve sonradan öyküyü bütün çıplaklığı ve çelişkileri içinde bize aktaracak “Arkadaş”ı fark edecektir. Neler döndüğünü anlamaya çalışırken sık sık Masri’nin ne gizlediğini öğrenmeye çalışır. Sonunda öğrenir de ama savaş başlamıştır. Masri bir sıhhiye askeridir, cephe önlerine gitmek gibi zorunluluğu da yoktur. Ancak yaşadıklarının ruhunda yarattığı karamsarlık ve çözülüşle, başkasının yerine asker olduğunu anlatmak için gittiği komutanına bunu anlatmadan cepheye gönüllü gitmek istediğini söyler ve orada ölür. Arkadaşının yukarıda söz ettiğim anlatımı da onu askeri bir araçla köyüne götürürken tabutunun başında başlar. Bu oldukça yoğun, insani ve sahici bir anlatımdır. “Herkesin kelimeler denizinde yüzdüğü bir zamanda suskunluk daha çok şey ifade eder”(s.98) dese de onun suskunluk övgüsünü çaresizlikten kaynaklanan bir suskunluk övgüsü olarak değil “zamanının gürültüsüne” bir itiraz olarak anlamak gerekir. O da Masri’ye benzer, ülkesinin kaderini karakterinde taşıyanlardandır. Dünyada adaletin olmadığın söyleyecek (s.89) ama Masri’nin daha önce birçok kere yinelediği “Masri kaybetti” cümlesini söylemeyecektir. Çünkü bütün yaşanılanları sınıfsal bir bakış açısıyla şu şekilde açıklayacaktır: “Yeni de, bütün olanların ‘alınyazısı’ ya da ‘mukadderat’ olduğunu söyleyecek değilim, çünkü olay bundan ibaret değildi. Bunun açıklaması, Umde'nin geceleri bile parıldayan devasa, beyaz malikhanesiyle Masri’nin ailesinin yaşadığı ev, daha doğrusu gecekondu arasındaki uçurumda ve Umde'yle, onun fil gibi gövdesiyle, Masri’nin bir deri bir kemik babası arasındaki tezatta gizliydi. (s. 84) Evet burada gizliydi. Eşitlik istiyordu Nasır ve bunda yerden göğe haklıydı. Eşitliğin olmadığı yerde Tanrı da olamazdı biliyordu. Onun için “Arkadaş”a başka bir Tanrı arayacağız dedirtiyor El Kaid. Masriler kaybettikçe dünyamızın daha çok alçaklaştığını, daha çok savaşa ve gözyaşına kestiğini söylüyor bize Mısır Topraklarında Savaş. Yediği azarla sinikleşen müfettişlerin gönül huzuruyla uyumayı bekleyemeyeceklerini söylüyor. Masri’nin öyküsünü bu kişilere anlattırarak, dünyada yaşananlardan her birimizin bir şekilde sorumlu olduğunu anımsatıyor.

 

Şimdi belki sorulacak tek soru şu: Masri gerçekten kaybetti mi? Ya Mısır...

Nihat Ateş

 

 

 

 

1-      Yusuf El Kaid, Mısır Topraklarında Savaş, çev: Sema Öğünlü, Kanat Kitap, 1. Baskı Eylül 2005

2-      Zeynep Güler, Süveyş’in Batısında Arap Milliyetçiliği Mısır ve Nasırcılık. Yeni Hayat Kütüphanesi, s. 272-273

3-      agy, s. 97

4-      agy, s. 297

5-      agy, s. 303

6-      agy, s.106

 

Facebook
yorumlar ... ( 4 )
04-11-2014
04-11-2014 09:19 (1)
Ya bi gün pikniğe gitsek. Sanchez.
04-11-2014 22:47 (2)
Okumayı ve anlamayı zorlaştıran imla hataları var yine, Sn Ateş'in yazısında. editörlerin yazıları da editöryal düzeltmeden geçmeli.dbo
05-11-2014 16:07 (3)
Tam ben de zevkle okuduğum yazıdaki rahatsız edici hatalardan söz edecektim ki, başka bir arkadaş yazmış zaten. Ama biraz Taylan ı ve Kaan ı da kayırmak açısından ben editör düzeltmesinin olmamasını, yazarın hatalarından kendisinin sorumlu olmasını ve bunun da sitede ilan edilmesini öneriyorum. Sevgili Nihat da kusura bakmasın, yazıyı çok zevkle okudum ama bence bir internet sitesi için dediğim şekli daha adil olur. İ. Arslanoğlu
06-11-2014 02:51 (4)
Anlamıyor ben ne diyor siz:)) Nihat Ateş
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210729
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.