Şeker pancarından biblolar oymak

Editörün sunusu: Bu öykü mütedeyyin, muhafazakar kesimden bir akademisyen hekim arkadaşın.  Daha önce yine takma bir isimle gayet ilginç-hoş bir romanı çıkmıştı. Bu öyküyü siteye koyduk ki, dışarıdan tamamen farklı bir kesimden sol, sol mücadele nasıl görülüyor, bir fikir edinesiniz.

Öykü SUNAĞI ve ŞİİR Sunağı bölümlerimizde, bazıları bayağı yerin dibine geçirse de aslında gayet güzel öyküler, şiirler çıkıyor. Belki şaheser değiller ama, okunmayı hak ediyorlar. İnsanların neler neler okuduklarını gördüğümüzde çok çok hak ediyorlar. Bu vesileyle onu da bir anımsatalım dedik. Ara sıra ayrıcalık yapıp bir öyküyü, şiiri, bu haber-yazı bölümüne koyduğumuzda onlar da hatırlansın, nasiplensin keşke.

Kaan A. 

 

Şeker pancarından biblolar oymak                                                                         

Ankara’dan, öğrenci federasyonundan aramışlardı Ercan’ı. Bu sene 1 Mayıs işçi bayramında “ilinizde bir işçi etkinliği düzenlenmesi” ricasında bulunmuşlardı. Bu isteği duyduğunda Ercan’ın soluğu kesilmişti. Zira tıp fakültesinde, tıp fakültesini de bir kenara bırakalım, koca üniversitede devrimci niteliği taşıyan iki öğrenci vardı. Birisi kendisi, diğeri ise can dostu Alpay’dı.

Şehir ülkenin en muhafazakâr şehirlerinden biriydi. (Şehri tanıyanlar için bu basit ve tarafsız cümle bu toprakların ahvalini anlatmaya kâfi gelmez ve hatta epey bir komik kaçar, henüz daha kapitalizm bulaşmamış Ercan’ın saf ve berrak zihninin yaptığı sosyolojik değerlendirmeye göre ise hiç tartışmasız açık ara birinci sırada gelirdi muhafazakârlıkta.) Üstelik toplum katmanları arasında ideolojik bir ayrımlaşma da yoktu. Bütün mesleki guruplar ve sivil halk, herkes su götürmez bir katilikte muhafazakârdı ve hududu net bir şekilde çizilmiş bu tanımlamadan sadece ufak tefek ton farkıyla ayrılırlardı birbirlerinden; o müphem fark da sol fraksiyonlar arasındaki devasa ayrışmayla kıyas bile kabul etmezdi. İşte o işçi hakları kokulu romantik telefonun geldiği gün şehrin sosyo-politik ahvali bundan başka bir şey değildi.

Alpay’a federasyonun aldığı kararı anlatırken önceden yediği dayaklar aklına geldi. Milliyetçilerin eften püften bahanelerle önünü kestikleri günler çok uzak değildi, hele o kış günü çam ormanında sıkıştırdıkları gün yok muydu, hatırladıkça üşüdü, hatırladıkça ürperdi. Onlar da pusu kurmuşlardı milliyetçilere, bunu inkâr edecek değildi, ama milliyetçilerin yaptıkları yanında devede kulaktı hani. Konuşması bittiğinde Alpay’ın ilk tepkisi de Ercan’nınkine benzer oldu.

“Ne” dedi, “İşçi etkinliği mi, hem de topraklarının renginden daha renksiz bu şehirde.” Bir anlık duraksamadan sonra devam etti konuşmasına Alpay: “Hem işçi sınıfı yok denecek kadar az, köylü kardeşlerimizle ilgili bir eylem deseler su götürür bir tarafı olur belki.” Tekrardan duraksadı Alpay, elini saçlarının arasında gezdirdi, fısıltılı bir ses tonuyla son sözü, “Nasıl olacak bu?” oldu, nasıl olacak bu derken gözleri çok da uzak olmayan o acı günlerin üzerinde gezindi durdu.

Alpay’ın yapılacak eylemden ürkmüş olduğu sezgisiyle Ercan korkusunu bastırarak, belki biraz da bu belirsiz hissi unutmaya çalışarak kendinden oldukça emin bir tavırla: “Bak Alpay” dedi, “Federasyon özellikle istiyor bunu.” Bu cümlenin umduğundan daha kısa sürmesinden ötürü cesareti kabaran Ercan kendinden emin bir tavırla devam etti konuşmasına: “Onlar da şehrin sosyo-politik durumunun farkındalar, bu kadar şehir arasından burayı seçmelerinin asıl sebebi zaten bu, önceden işçi eylemi yapılmamış bir şehir daha fazla ses getirir, gündemde daha fazla kalır, mesele bundan ibaret, umarım anlamışsındır beni.” 

Başını sallayıp yutkundu Alpay. Ercan kadar olmasa da milliyetçilerin gazabına uğramıştı o da, o günleri hatırlamak bile istemedi, fakat beynine üşüşen  silinmez hatıraları derleyip toparladığında olacakları tahmin etmiş gibi istemeye istemeye, belki biraz da can dostu Ercan’ın kapitalizmden fersah fersah uzak o saf temiz devrimci hislerini dumura uğratmamak maksadıyla “Tamam o zaman” dedi, “Sen evet diyorsan ben de varım bu işte.” Bir anlık duraksamadan sonra her zamanki gibi başı ellerinin arasında kumral saçlarıyla oynarken, “Peki hangi işçiler?” dedi Alpay adam akıllı sesi kısık. Sesinin tonlaması gidişatın, yani kısa bir süre sonra vuku bulacak hadiselerin özeti gibiydi adeta.

“Şehrin çıkışındaki şeker fabrikası aklıma yattı” dedi Ercan, “Zaten bundan başka fabrika da yok bu çelimsiz şehirde. Boynundan büyük işlere kalkar bir de.” Bir anlık duraksamadan sonra şimdilerde moda olan fakat o zamanlar pek de bilinmeyen niyet okuması metodunu uygulamaya koyarak Alpay’ın aklından geçenleri okuyan Ercan, “Çimento fabrikası diyecek olursan, oldukça uzak” diye devam etti konuşmasına, “En uygun seçenek yine şeker fabrikası kanaatimce.”  Başıyla onayladı Alpay; farkında olmadan yaptığı bir hareketti bu.

Ekim ayıydı, pancar sökümü devam ediyordu. Ercan ve Alpay şeker fabrikasına vardıklarında pancar yüklü traktör katarları sıralanmıştı kapının önünde. Köylünün keyfine diyecek yoktu. Traktörlerinin başında sigara içip sıranın kendilerine gelmesini bekliyordular. Fabrikanın bahçesinde pancar tepeleri oluşmuştu traktörlerin boşalttığı pancarlarla. Kirli gri toprak rengi tepelerin üzerinde sere serpe uzanmış birkaç işçi pinekliyordu.

Hava her zamanki gibi soğuktu, parkalarını giymiş olmalarına rağmen üşüyordu ikisi de. Ürkek şaşkın içeri girdiler mavi boyalı kapıdan ve takriben yirmi otuz metre bir yol kat edip işçilerin toplandığı alana doğru yürüdüler. İşçiler yemeklerini afiyetle yemişler, öğle paydosuna çıkmışlardı, sigara sohbet faslı başlamıştı bahçede, birbirine takılmalar, şakalar gırla giderken pancarın ellerinde ve yüzlerinde bıraktığı isli kire rağmen kahkahalarından mütevellit gürültüleri bütün alanı dolduruyordu.

Ercan ve Alpay selam verdiler önce, kendilerini tanıttılar müteakiben, tıp fakültesi’nden geldiklerini söylediler. Hoş geldiniz lafzından sonra işçiler enikonu şaşkın, hayırdır muayene için mi gelmiştiniz, dediler Ercan’la Alpay’a.

İşte gerçek hikâye tarafsız bir zihinle yaptığım gözleme göre tam tamına burada başladı, yahut argo tabirle ifade edecek olursak dananın kuyruğunun koptuğu yer tam tamına Ercan’la Alpay’ın ayaklarını bastığı o yerdi.

“Hayır muayene için gelmedik, işçi hakları için bir yürüyüş ya da bir basın açıklaması tertip etmek istiyoruz.”

İşçiler: “Siz komünist misiniz?”

Ercan ve Alpay: “Hayır sosyalistiz.”

İşçiler: “Aynı şey değil mi?”

Ercan ve Alpay: “Benzer tarafları var, ayrıldıkları yönler de.”

İşçiler: “Aynı bokun sineği desene!”

Durumun pekiyi olmadığını anladı Ercan’la Alpay ama yapacak bir şey yoktu artık.

İşçiler: “Allah’a inanıyor musunuz söyleyin bakalım.”

Ercan ve Alpay: “Arkadaşlar sizi ziyaretimizin amacı işçi haklarıyla ilgili, neye inanıp inanmadığımızla ilgili bir şey değil.”

İşçiler: “Peygambere inanıyor musunuz peki?”

Ercan ve Alpay: “Bu soruları cevaplamak istemiyoruz.”

İşçiler: “En azından imanın şartı kaç, onu söyleyin bize.”

Ercan ve Alpay: “Arkadaşlar malum, önümüzde 1 Mayıs işçi bayramı var, onunla ilgili bir etkinlik düzenlemek istiyoruz, bu bir yürüyüş de olabilir, bir basın bildirisi de, isteğimiz sadece bu. Ha kabul etmek istemezseniz bu tercihinize saygılıyız.”

İşçiler: “Ulan ne hakla gelip devletle aramıza fitne sokuyorsunuz.”

Ercan ve Alpay: “Hak aramak fitne mi?”

İşçiler: “Kendi hakkımızı biz kendimiz ararız, eğer siz bunu yaparsanız işte bu fitneden başka bir şey değildir.”

Ercan ve Alpay: “Hakkınızı aradığınız yok ki.”

İşçiler: “Sana ne ulan, sürünmek istiyoruz belki de, bu sizleri hiç ilgilendirmez.”

Bu cümle aralarında geçen son konuşma oldu. İşçiler saldırdılar hep beraber, Allah ne verdiyse esirgemediler Ercan ve Alpay’dan. Elleriyle, kollarıyla, şeker pancarıyla vurdular ellerine kollarına ve birazdan şeker pancarına benzeyecek kafalarına. Öfkeye bulanmış bağrışmalar, acıyla karışık figanlar pancar tepelerine çarpıp yankılandı. Bu düzensiz uğultular “Demek gösteri ha!” nakaratının içinde eriyip gittiğinde işçilerin bir nebze de olsa dinmiş öfkeleri tekrardan kabarıyor, en iyi bildikleri şey olan küfürler ve bu küfürlerin fiile dönüşmüş hali doğaçlama el kol ayak hareketleri havada kavisler çizerek Ercan’la Alpay’ın parkaları altına gizlenmiş sipersiz gövdelerine çarpıyordu.

“Gösteri ha, demek gösteri ha, Allah ’sız, kitapsız, dinsiz herifler!”

Bir cenge girmiş edasıyla kendinden geçmişti işçiler. Kimse ne yaptığını bilmiyordu. Bazen Ercan ve Alpay’dan seken yumruk ve tekmelerden kendileri de nasipleniyorlardı. Ama bu onları durduracağına daha ustaca tekme ve tokat savurma yarışına girişiyorlardı. Ercan ve Alpay ise dayak faslının bitmesi için inanmadıkları Allah’a, çocukluktan beri bir türlü ezberleyemedikleri dualardan mırıldanıyorlar, bu meşum hadisenin bitip bitmeyeceği hususunda ümitsizliğe kapılıyorlardı.

Şeker pancarı tepesinde pinekleyip elindeki bıçakla bir pancarı oyan işçi, “Yeter ulan, öldüreceksiniz çocukları!” dediğinde öfkenin hazzıyla kalpleri mutmain işçiler attıkları dayağın kâfi geldiğine kanaat getirip istemeye istemeye bıraktılar Ercan’la, Alpay’ı. Ama lütfedip bıraktıklarında üzerinden traktör geçmiş pancar çuvalı gibiydiler her ikisi de bahçenin orta yerinde.

Pancar tepesinin üstündeki işçi elinde oyduğu pancarla indi, bir Ercan’a bir Alpay’a baktı: Ercan’ın kaşı açılmış, gözaltları şişmiş morarmış, üstü başı parçalanmıştı. Alpay’ın ise kolu kırılmış, çizikler ve morarmalardan tanınmaz hale gelmiş yüzünde pıhtılaşmış kan pancar toprağıyla bulamaç olmuştu. İşçi hemen cankurtaranı aradı ve tekrar çocukların yanına gelip onlara su ikram etti. Islak bezle yüzlerindeki kanı silerken, “Buraya gelmekle hiç iyi etmediniz, Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz çocuklar” dedi. Doğru söze ne hacet der gibi baktılar Ercan’la Alpay.

Elinde şeker pancarı olan işçi yanlarından ayrılacakken, “Çocuklar” dedi, “Kusura bakmayın şimdi sırası değil ama biraz kendimden bahsetmek isterim size.” Ercan’la Alpay irkildiler bu sözle, fakat karşı bir şey söylemeye takatleri yoktu. İşçi devam etti konuşmasına: “Ben şeker pancarından biblolar oyarım, evde türlü çeşitli şekilde bir sürüsü var, hanım pek hoşlanmıyor atıyor sırası geleni çöpe ya olsun, gülümseyerek o da buradaki işçiler gibi sanatın, hür düşüncenin düşmanı galiba.”

Her iki tarafın uzunluğunu kestiremediği bir anlık duraksamada acıyla kıvranan iki şaşkın gözle, merhametin farklı bir boyutunda bocalayan diğer bir göz arasında bakışlardan seken ışıklar amansız bir kavgaya tutuştu. Bu sessiz fakat mücadele dolu bakışmadan sonra meselenin ehemmiyetini daha iyi kavrayan işçi, üstünü başını ve müstehzi bakışlarını düzeltip daha ciddi bir tavır takınarak, “Lafı uzatmayayım, bu da sizin için” dedi.

Pancardan oyduğu orak çekici uzattığında Ercan’a, Ercan ve Alpay yedikleri dayağı bir lahza olsun unuttular ve uzaktan duyulan cankurtaranın sesini canhıraş dinlemeye koyulmuşken, acayip bir ilhamla her ikisi birden Nazım’dan “Onlar umudun düşmanıdır sevgilim, uçan kuşun ağaç dalında meyvanın” mısralarını mırıldanmaya başladılar.

Ahmet Cemal Çobandede

Facebook
yorumlar ... ( 31 )
02-10-2015
02-10-2015 12:15 (1)
Öykü kurgusuna en önemli itirazım şu 1 Mayıs meselesinde. Türkiye'de solcu olsun, sağcı olsun hiçbir şeye altı yedi ay öncesinden böyle titiz hazırlanmaz. Belki yazar dostumuzun camiasında işler böyle titiz ele alınır :)) , ama bizim tarafta asla böyle değildir. Hikayenin aslında olay tarihi Eylül ayıydı, değiştirdim, Ekim yaptım (pancar mevsimi daha ötelenmez) ama kurtarmadı. Saygılar. Kaan Arslanoğlu
02-10-2015 12:56 (2)
Aslında 1 Mayıs'a (veya başka bir eyleme) hiç olmazsa birkaç ay evvel hazırlanmak hiç fena fikir değil. Bence solcular muhafazakar akademisyenin önerisini yabana atmamalı. Akif Akalın.
02-10-2015 13:21 (3)
Argo tabir? Dananın kuyruğunun kopması? Neyin argo olduğunu, neyin deyim olduğunu bilmeyen adam edebi ürün çıkartmayıversin. Ayrıca benim yorumlarımda hiçbi hakaret ve gönderme falan yokken ve dahi dana kadar ismim yazılıyken yorumlarım filtreye tabi tutulmakta. İnsanbu sitesi editörlerine ve okurlarına bundan sonra hayırlı günler dilerim. Güdülenmeyi üzerine alınmış, dünyayı yöneten büyük aileler safsatasına inanan muhteşem kadronuzla bizden çok daha başarılı olacağınıza eminim. arif yavuz aksoy baybays
02-10-2015 13:28 (4)
Bu sitede 500 kadar (yazı ile beş yüz) yorum ve 33 yazı ile en çok yazma rekoru kıran bir arkadaşımız bizi sansürcülükle suçlayarak, kafa göz yararak ayrılmıştı. Neredeyse onunla yarışan bir başka arkadaş da keza yazılarına, yorumlarına değer vermediğimizi elli kere kafamıza kakarak gitmişti. Şimdi de yine yüzlerce yorumuyla bize katkıda bulunan başka bir arkadaş aynı yola giriyor. İnan olsun böyle bir yaklaşım karşısında editörler olarak yapacağımız hiçbir şey yok. Son zamanlarda hiçbir filtre de olmadı. Yapabileceğimiz saygı ve uyum çabasının kendi yeteneğimiz ölçüsünde neredeyse tamamını zaten yapıyoruz. Sağlık olsun. Saygı olsun. Kaan Ars.
02-10-2015 15:19 (5)
Sayın site editörleri ben sizi sanırım anlıyorum. İşiniz gerçekten zor. Yani üstüne almadığın bir şeyi almışsın gibi varsayıp sonra senin söylediğin her şeyi kendi üstüne alan kişilere ne denebilir? Aslında bu kadar önemli miyiz? Her söz bize söylenilmiş olsun ya da her söylediğimiz bu kadar derin etki etsin. Ufak değdirmeler genelde oluyor ama konular zaten farklı görüşler üzerinden ilerliyor. Sorun ne inanın ben anlamadım. Kendi adıma tartışma yaratabilecek yorumları görmemezlikten gelme dışında ne yapabileceğimi bilmiyorum. Yoksa sorun bu mu? Neyse, ben bu siteye daha yeni geldim, henüz kadroya geçmedim :) zira böyle bir talebimde yok. İlk günden beri söylüyorum benim bu siteye katkı sunabilecek çok fazla birikimim yok. Her konuda yorum yapabilecek kadar dolu değilim, yeni yazı ancak içimden gelirse yazabilirim. +++
02-10-2015 15:19 (6)
+++ Siteyi takip ediyorum ama kendi hayatıma da devam ediyorum ve güllük gülistanlık bir dünyada da yaşamıyorum. Hatta son zamanlarda benim dışımdaki kişilerin sorumluluklarını yerine getirmemelerinin sıkıntısı sanırım ürtiker olmama neden oldu. Bu kadar sıkılmama ben bile şaşırdım. Yani dünya zaten zor, daha da zorlaştırmayalım. Gitmek isteyene dur denmez ama eğer yer dar geldiyse kendilerine alan açalım. Zira site dışındaki hayatımda tüm zorluklarına rağmen çok güzel, safsatalara inanarak yaşamaya devam edebilirim. Ben birine bir şey söylemek istersem yüzüne karşı yazarım gereksiz alınmalara lüzum yok. Yorgunum. Su.Ç.
02-10-2015 15:19 (7)
Arif bey tahammül seviyeniz biraz düşük bu da sizin kusurunuz, onca güzelliğin yanında olsun o kadar. Nereye gidiyorsunuz, gittiğiniz yerde tüm insanlar kafanıza uyuyor mu, orada sizin tabirinizle safsata yok mu? Varlığınızla, birikiminizle beni çoğaltıyorsunuz, arada bir tansiyonumu yükseltseniz de sorun değil. Sadece paylaşın, kimseyi düzeltmeye çalışmayın, söylediklerinizden herkes kendine göre birşeyler alacaktır. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın mı??? Deniz Can
02-10-2015 15:29 (8)
Sayın ve Değerli Sumru hanım, böyle bir hassas durumda yapılacak en uygun şey sizin olsun biraz susmanızdı. Polemik istemez, kötü tartışma istemez, üslubu düzeltmek ister bir yaklaşımınız var gibi; ama her yorumunuzda kusura bakmayın bir laf sokup sükunete davet eder tarzınız da gözden kaçmıyor. Buna biz pasif-agresyon diyoruz ama, pasifliği de kalmıyor pek. Sizin yazınız sıradaydı ve yarın yayına girecekti. Şimdi bu tavrınızdan sonra bir daha düşüneceğiz. O yazıda da hakaret ve saldırı karşısında susmanın (bu sitedeki tartışmalara açık gönderi var) erdeminden, kahramanlığından bahsedilen bir bölüm mevcut. Ama böyle yapmak susmak ve kahramanlık olmuyor ki! Hem durmadan polemik sürdürüp hem susuyorum demek olmuyor ki! Lütfen o yazınızı bu açıdan bir daha gözden geçirin. Yeni halini bekliyor olacağız. Gönderdiğiniz yazıda da aynı tarz devam ederse, yine böyle bir editör notu ile çıkacak. Ve bu da tabii poelemik olacak, susma olmayacak. Samimi saygılarımla. Kaan Ars.
02-10-2015 16:07 (9)
Sayın Kaan bey, Yağız Üresin bu siteden giderken sizin eski bir psikiyatrist olarak insanlara teşhis koymak alışkınlığınızı sürdürmenize tepki göstermişti. Şimdi aynı şeyi benim için yapmaya çalışmışsınız. Ben de size teşhis koyayım ister misiniz? Kendi eşine çirkin yorumlar yapıldığında yorumcuyu siteden atan ama başka bir kadına "sen o güzel kafanı böyle şeylere yorma, seni güdecek birini bulursun" ve buna benzer pek çok laf söyleyen kişiye arka çıkan kişiye ne denir? Buna bir teşhisiniz var mı? Kusura bakmayın benden istediğiniz şey, konuştuğunun ayarı olmayan birinin sözlerini yutmam ya da ona yumuşacık yanıtlar vermem. Peki konu kendiniz olduğunda, size söz söylenildiğinde neden adamı çıldırtmayın diye yorumlar yazıp, siteye yasaklar koyuyorsunuz? Benim anlayışım bu kadar. Tarzım budur. Yeni yazımı değiştirmeyeceğim. İnsan kimin yanında yer alıyorsa ona benzeyecektir. Sizin meyil ettiğiniz taraf belli. Ricanız üzerine polemiğe son verdim ve sonrasında +++
02-10-2015 16:07 (10)
+++ yazdığım üç-beş satır içinde hangi lafı sokmuşum şuraya alıntılayında ben de göreyim. Her durumda polemik sürdürüyormuşum. Ne polemiği? Hani? Sizin değerlendirmenizi ben anlamadım. Başkası ağzına geleni söylesin onu haklı çıkarın. Ona laf söylüyorlar ne yapsın o da yanıt veriyor diyin. Ben kendi düşüncelerimi yazınca kışkırtan, polemik sürdüren taraf olayım. Ayrıca neden susayım onu anlamadım? Yani siz de "kadın olarak sus" kafasında mısınız? Acaba ondan mı sitede kadın üye barınamıyor.? Bakın mesela ben de gidiyorum. Ve elbette adet olduğu üzere daha önce yazdığım yazıyı kaldırmanızı ve TAVUK-PİLİÇ TARTIŞMASI DIŞINDAKİ BENİM TÜM YORUMLARIMI VE BENİM ADIMIN GEÇTİĞİ TÜM YORUMLARI SİLMENİZİ RİCA EDİYORUM. Ha yoksa kadın olarak susup, böyle bir şey talep etmese miydim? Ama diğer gidenlere böyle bir uygulama yapıldığına göre beni de kırmazsınız umarım. Sizlere yayın hayatınızda başarılar dilerim. Sitenizden öğrendiklerim için teşekkür ederim. Sağlıcakla kalın. S.Ç.
02-10-2015 16:16 (11)
Bu arada sıradaki yazımda bahsettiğiniz bölümü yeterince anlatamamışım sanırım. Yanlış yorumlamışsınız. Hakaret ve saldırı karşısında susmak erdem ya da kahramanlık değil, ezikliktir. Ve susarak zalime güç kazandırırsınız. Orada bahsedilen erdem birlikte yola devam etmek istediğiniz kişilerin kahrına katlanmaktır. Kahramanlık boyutu ise insanlığın sorunlarına tahammül etmektir. Ve vicdanlı ve tarafsız bir okuyucu benim yeterince tahammüllü olduğumu zaten görmüştür. Ama burada benim için işleyen kural kalbimin rahat etmediği ortamda bulunmamaktır.Su.Ç.
02-10-2015 16:18 (12)
Sayın Sumru hanım, Amerikan filmlerindeki gibi "Siz neyin peşindesiniz?" diye soracaktım ki, bu açık belli oldu. Yazı kaldırma işi bir emek istiyor Sumru hanım, yazı koyma ve yorum onaylama gibi. Emeğe biraz saygı gösterin. Yorumlarınızı kaldıracakmışız, yazılarınızı kaldıracakmışız. Biz mi davet ettik sizi. Saygı ilişkileri içinde aldığımız maillerdeki talebiniz üzerine yazınızı koyduk. Bu nasıl bir kendini dev aynasında görmektir ki, bizlere uşak muamelesi yapıyorsunuz burada. Biz uşak da oluruz, ama saygı gösterene. Yazı koy, yazı kaldır, yorum koy yorum kaldır. Biri gidiyor, biri geliyor. Emriniz olur. Bu nasıl bir nezaket anlayışı! Yazı kaldırmakta ısrar ederseniz mail atın tekrar bize, boş bir zamanımızda kaldırırız. Yorum kaldırma işiyle uğraşamayız, kusura bakmayın. Ekleyeyeim, pasif agresyon bir tavırdır, hastalık değil. Ama o betimlemem de yanlışmış. Sizde basbayağı agresyon var. Her şeye rağmen saygıyla. Kaan Arslanoğlu
02-10-2015 16:35 (13)
Merhaba; "Kendi eşine çirkin yorumlar yapıldığında yorumcuyu siteden atan....başka bir kadına......". Bu sitenin bir okuru olarak dehşet içinde kaldım. Bu iddia doğruysa ki bu şekilde açıklanmasına karşı bile olsam, edebiyatta ödül mekanizmasının çalışma şekli, idealizm, insanbu vb. büyük bir yalan balonuna mı dönüşüyor? Umarım her şey yanlış anlaşılmaların fitilleyicisi kara düşünceli yaratığın işidir. Editör sadece yazıları düzeltmez değil mi? Saygılarımla; Miyase Aytaç Yılmaz. Not: Yağız Üresin ayrılmasaydı keşke. Rengi renkliydi.
02-10-2015 16:43 (14)
Kaan Bey,sözün başına, sayın ya da değerli diye başlayıp dibini saygılarımla diye bitirmek çok nezaketli olduğunu göstermeye yetmez. Ben deki agresyon hep mi vardı yoksa etkiye tepki olarak mı oluştu? Hırsızın hiç mi suçu yok.? Beni niye davet edeseniz ki?Sitede davet üzerine üyelik sistemi kurun o zaman, kendi başına gelenlerden bu kadar rahatsızsanız? Ama pardon asıl rahatsızlık sanırım susmayanlarda yaşanıyor. Elbette mail atarım. Ama unutmayın biz de bu yorumları, yazıları akşam televizyon karşısında çekirdek çitlerken yazmıyoruz. Benimde emeğim var ama siz ayar vereyim diyenlere o emeklerimi heba ettirdiniz. Ben içerliyor muyum? Bu arada hastalıkta bir tavırdır aslında yani bir çeşit tepki.Aslında konuşurduk ama ne yapalım nasip değilmiş. Benim son kararımda siz de basbayağı kendinizi görmüyorsunuz va haliyle yönettiğiniz siteyi de kuşbakışı değerlendiremiyorsunuz. İnanın bunu sizi eleştirmek için söylemedim aynı sizin gibi ben de her şeye rağmen saygılıyım,ondan mukabele ettim.SÇ
02-10-2015 16:44 (15)
Miyase Hanım, Biz sihirbaz değiliz, kimseyi buraya hipnoz yaparak çağırmıyoruz. Yazar sıkıntımız yok, okur sıkıntımız yok. Daha çok okur olsun diye kendimizi asla yırtmıyoruz. Buraya bir yığın insan geliyor. Yazar ve yorumcularımızın bir kısmı maalesef içlerindeki agresyonu boşaltmaya geliyor. En çok hakaret alanlar da doğal olarak biz editörleriz. Bu siteyi sanki hakaret yemek için kurduk. Bu yorumu yazmadan önce keşke biraz zaman harcayıp eski yorumlara baksaydınız. Bu yorumlarda sayılamayacak kadar aşağılama var. Birbirlerine ve çoğu da bizlere, editörlere. Eşime hakaret edeni atmışım. Kimi atmışım? Birileri agresyon biriktirecek ve buraya kim yazarsa ona sıçrayacak. Ayırmaya çalıştığımızda en çok sopayı da biz yiyeceğiz. Kimi atmışım hakeret etti diye? Birazcık insaf. Herkesi insafa ve vicdana davet ediyorum. Bizi kabahatli gören olursa da inanmasın bize ve lütfen gitsin. Burada bu yazıları silah zoruyla okutmuyoruz değil mi. Küfredecek kişi de odada yalnız küfretsin. Saygı. Ka.A
02-10-2015 17:38 (16)
zorunlu bi açıklama silsilesidir. levent kırca'nın ölüm orucu gibi olacak bu iş ama kimse kusura bakmasın. 1. ben editörlere ve aleme çemkirmedim. 2. dün akşam başka bi başlık altında yazılmış bi yorumdaki ingilizce cümlelerdeki gramer hatalarını ve anlam sorunlarını dile getiren (ve kendi kendime "gıcık" demekten başka hiçbi kinaye barındırmayan) bi yorum yazdım. bu yorumum çıkmadı. daha önceden elli sefer de dedim. editörler benim her yazdığımı buraya çıkartmak zorunda değiller. takdir onlarındır dedim. yorum arşivine bakanlar bu konuda hep editoryal borda taraftarı olduğumu görecektir. 3. ama benim yorumum çıkmazken gayet dokundurmalı (ki gereksiz alınganlıktan o dokundurmayı yapmıştı o şahıs) bi yorumun çıkması ve bunun tam da benim yağız üresin'in blogunda yaptığım bi yorum sonrası olmuş olması bana manidar geldi. 4. belki de ben alınganlık, paranoyaklık yaptım. belki de o yorumlarım (tekrar gönderdim aynı yorumu) teknik bi aksaklıkla gitmedi. ama tartışma konusu zaten bu değil.
02-10-2015 17:39 (17)
5. ben baybays dediğimde kapıyı vurmadım. bağırmadım. küfür etmedim. çemkirmedim. başından 1 (yazıyla-1) boşanma geçmiş adamım. kişiliğimin çok uyumlu, psikolojimin çok normal olduğunu hiç iddia etmedim. ama başından geçenlerden ders almayı biraz bilen bi insanım. tartışma ve tartışma-sonlandırma adabı konusunda o kadar öküz hiç olmadım. 6. yazılarımın ya da yorumlarımın buradan kaldırılması??? bunun çok saçma bi talep olduğunu söylemiştim. yorum arşivinde bile kayıtlı. a.y.ü.'ye bile söyledim bunun gereksiz ve anlamsız olduğunu. kendim için niye böyle bişe istiym? bu kadar çelişik miyim kendimle? piliğz. 7. burada çıkan yazılar editör onayıyla çıkıyo. bu insanlarla tanışık değiliz. sanal ortamdan yazışma usulü görüşüyoruz. biriyle 1 kez yemek yedik. bizim yazılarımızı bir sefer burada yayınladıklarında onların da mesuliyet aldığını idrak edecek düzeyde beynimiz var evelallah. yorumlarda ne yazmıştım? yazı bi sefer burada yayınlanınca artık sitenin malıdır! 8. mizantropum. eyvallah! +
02-10-2015 17:57 (18)
+ ama agresyon falan biriktirmiyorum. ve kimseye çemkirmek, sataşmak için buraya yazı yazmıyorum. bazıları emin olabilir. benim agresyonumu boşaltmak için çok efektif başka yöntemlere hem sağlığım hem maddi durumum elveriyo. gelip de burada insanlara bulaşıp en fazla agresyonumu daha da arttırmamın benim açımdan mala-davara bi hayrı olmaz. 9. ta ilk yorum yazdığım günden beri (1 seneden az bi zaman evvel) bi standart tavrım var. ileri derecede mantık, bilgi, dilbilgisi ve imla hataları içermeyen, insanlara akı kara diye yutturmaya çalışmayan, tevazu kisvesi altında guruluk ve mürşidlik tavırları sergilemeyen ve benim duygusuzluk dünyamda algılayamadığım "ulviyet" modellemeleriyle meydana çıkmayan yazı ya da yorumlara hiçbi zaman yorumla ya da yazıyla itiraz etmeye çalışmadım. 10. mete berk diye bi uşak vardı. bi de dbo. tamam. kabul. onlara kalınından incesine her türden laf geçirme girişimim olmuştur. mehmet harma'yla da basbayaa kavga ettim. ama bunların dışında kimseye aşağılama ++
02-10-2015 18:01 (19)
Internet ortamlarındaki sohbet platformlarına "ben geldim", ben gidiyorum" şeklinde duyuru yapmak anlamlı olmuyor. "Gidiyorum/gittim/gelmem" diyen, çoğunlukla siteyi izlemeye devam ettiği gibi, tekrar yazı yazmak için motive olduğunda, eski deklarasyonu nedeniyle blokaj yaşıyor. Her zaman herşeye yanıt vermek zorunda değiliz, habire kişisel deklarasyon yapmak da ortama yararlı ve kullanılabilir birşey katmıyor. Şöylesi nasıl olur? İsteyen istediği zaman gelsin, istediği zaman uzak dursun, istediğine yanıt versin. Kişisellikten de uzak kalınsın. Zaten olay(lar) kendiliğinden 'anlaşılır'. Selam ve sevgiler. Mert Boytak
02-10-2015 18:02 (20)
++ girişimim olmadı. ve ikaz ettim. "bana bulaşmazsanız, ben de size bulaşmam" dedim. elli sefer dedim. 11. kimseyi düzeltmeye de uğraşmadım (hizaya sokmak anlamında). kimseyi düzeltemem. kendimi düzeltebilmiş miyim ki? kimseye talkun vermem ben. ne olduğumu bilmiyorum. ama ne olmadığım hakkında biraz fikrim var! şükrolsun! 12. ben yalnızlığı seçmiş bi adamım. o yüzden gidip de başka ortamda sosyalleşme çabam olmadı. çok ulvi fikirlerim falan da yok. dünyayı kurtarmaya soyunmadım hiç. kırmızı pelerinim uçarken çatalıma kaçıyodu boyuna. annem de o kolalı giyilmez dedi. rüzgarda dalgalanmazsa havası olmaz diye ekledi. e çatal da bu durumdan rahatsız. o yüzden, dünyayı kurtaracak arkadaşlar kendi başlarının çaresine bakacak artık. benden medet ummasınlar! 13. 12'deki gibi temel düzeyde "british sense of humour" maalesef benim yetiştirilme dönemimde zihnime kazınmış. işte bunu anlamayanlar var. bazıları benim yazdıklarımdan sürekli bi alay ve kinaye çıkartma hevesinde. oysa hiç de alay +++
02-10-2015 18:16 (21)
+++ etme çabam yok. sadece burada bazı yazarların kullandığı son derece sert, yavan, , sovyet haber ajansı düzeyindeki "yalınlık"ta, didaktik stilin okuyucu için rahatsız edici olabileceğini (benimki gibi zilyon tane çağrışımla yazmak doğru demiyorum) vurgulamak istedim. bence mizahi (sizce olmayabilir; dinde zorlama yok) bi dille yazı ya da yorum yazmak hiç değilse okuyucuya azıcık güzel zaman geçirtir. merak da uyandırır. bu da benim kanaatim tabii. kimseye de zorla gel benim yazımı oku demedim. 14. ama artık aşikar ki, bazı insanlar kendi dediklerine ve kendi stillerine en ufak bi eleştiriyi bile kabul edemiyolar. hiçkimse bana bu konuda laf edemez. bana neler neler dendi. küfürse, onun da tillahını (sinkaflıları da varımış da editoryal borda kesmiş) yedim. problem de etmedim. cevap verdim. layığıyla olduğunu düşünüyorum. 15. rahatsız olduğum şeyin ne olduğunu da söyledim. İRRASYONALİTE! çünkü buna müsamaha gösterildikçe sesi yükselir ve bi süre sonra herkesi boğar dedim. herkesin +
02-10-2015 18:17 (22)
+ benden rahatsız olması, beni sınıfın yaramaz çocuğunu öğretmene şikayet eden uslu çocuk velileri gibi editöre hedef göstermesi norm da, benim irrasyonalite olarak gördüğüm şeyden rahatsız olduğumu dile getirmem suç mu? 16. ben dünkü yorumlarım çıkmayınca editörlerin de bana karşı duruş aldığını düşündüm. ve o yüzden baybays dedim. kendi duruşum itibariyle de tutarlıyım. 17. ama millet ben gidince birikmişlerini benden sonra iyi çıkarmış. 18. neyse ne. benden rahatsız olduklarını dile getirenler bu kadar çoksa ve benim insanları rahatsız etme saplantım olmadığına göre, burada yorum yazmamam daha mantıklı olur. 19. yazılarımın ve yorumlarımın kaldırılması gibi saçmasapan bi talebim tabii ki olmaz. 20. bundan sonra belki arada yazı gönderirim. editörler de uygun görürlerse yayınlarlar. eşime-dostuma (var la tabii benim de eşim-dostum) zaten öneriyorum siteyi. herkes kendine iyi baksın. bodrum'a gelip hasta olursanız arayın. sağırım. uzun çaldırın. kimmeryalı conan arif yavuz aksoy byess
03-10-2015 09:15 (23)
Öyküdeki biblo oyma sahnesini bir filmden hatırlar gibiyim (James Dean miydi acaba?). "Cankurtaranı aradı, su ikram etti (su ikram etmek mi?), ıslak bezle yüzlerini sildi" fazlaca amerikan film sahneleri. Pancar çuvalla mı toplanır emin değilim ama şeker pancarının sert dokusu nedeniyle bir çuval pancarın üzerinden traktör geçse bile, büyük ihtimal çuval öyle fazla deforme olmaz gibi sanki. Kişilerin dayak yemiş, perti çıkmış hallerini "boş bir çuval gibi" demek daha iyi tanımlardı. Hadi, şeker pancarıyla dayak atmaya kabul de, insan dayak yerken dua mırıldanabilir mi? İnanmayan denesin. Yazar, "Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz çocuklar" diyen biblo oyucusu iyi kalpli işçiye, "Doğru söze ne hacet der gibi bakan" Ercan’la Alpay'ın yedikleri dayağın yanına bir de Nazım şiiri verip "siz bununla oyalanmaya devam edin" diyip gönderiyor, ellerinde, sırası gelince çöpe atılacak, pancardan yapılma orak-çekiç biblosuyla. mehmet harma
04-10-2015 00:11 (24)
Kurguyu bırakın teori de havada bu öyküde. Milliyetçi olarak tarif edilen işçiler öğrencileri dini sorgudan geçiriyorlar. Anlatamadık, dilimizde tüy bitti, hala aynı hata yapılıyor; milliyetçilik ümmetçiliğin, dinsel yapının üstündedir, onu aşmıştır ve mutlaka laik olmalıdır. Nazizmi ya da diğer yerlerdeki din ağırlıklı imparatorluk projelerini (örneğin üç hilal, şiilik,) milliyetçilik diye adlandırdılar diye milliyetçiliği yanlış okumak doğru değil, vahim bir hatadır bu. Daha millet olamamış bir ümmete sosyalizm satmaya kalkarsanız, zopayı da yersiniz böyle, önce ümmeti bir millet haline getirmek gerekir. Mutluhan.
04-10-2015 00:13 (25)
Ayrılmalar üzüyor beni, arada mola gerekiyor belki, insan insanı yoruyor çünkü. Belki biraz gerikafalıyım, bana bir kelime öğretenin söylemleriyle büyüdük biz, İnsan Bu bana çok şey katıyorsa eğer, burada paylaşım yapanların sayesinde, ayrılmalar olunca da eksiliyormuşum gibi geliyor. Neyse, Arif Bey teşekkür ediyorum size, iletişimi tamamen bitirmeyeceğiniz için, yazılarınızı bekliyor olacağım. Siz de iyi bakın kendinize, Saygıyla...Deniz Can
04-10-2015 00:15 (26)
Edebi değerlendirmesini bilmem ama verdiği mesaj doğru, diğer taraftan sol nasıl görünüyor sorusunun cevabı ise çok olumlu değil. Her ne yaparsanız yapın, onlar için en doğru olanın mücadelesini verin, anlatabilmenin tek yolu onların anlayacağı dilden konuşmak deniyor. Anladıkları tek dil de din olunca eğer dini kullanmak gibi bir yetiniz varsa dinlerler sizi, inanırlar, söylemlerinizin onlar için doğru ya da yanlış olmasının da bir önemi yok, sorgulama yok, inanmak garip bir şey. Bugün bizi yönetenler hala yönetimdeyse insanların inançları sayesinde, sorgulama yok, hatta gerçeklere gözlerini kapatma, reddetme var. Aralarından vicdanlı olanlar, hepsi vicdanlı da daha az düşman görenler diyeyim, en fazla yaralarınızı temizler. Laikliğe inanıyorsunuz ve kutsalı kullanmak istemiyorsunuz en doğrusunu yapıyorsunuz ama prim yapmıyor. Neden? Sorun solda değil çünkü, sorun kendini dindarım diye tanımlayanlarda. Öyküde soruyorlar Allah'a inanıyor musun diye, bu anormallik normal kabul edildikçe
04-10-2015 00:15 (27)
ve günümüzde her gün gördüğümüz dindarlık yarışı sürdükçe bizlerin yapacağı pek bir şey de yok aslında. Geçenlerde bir arkadaşımız bir yazı paylaşmıştı, bu yazıyı biz yazsak linç ederlerdi diye eklemiş. Kendilerinden kabul ettiklerinin eleştirilerine açıklar, karşı tarafa duvar örmüşler. O kesimde olan sağduyulu kişiler sayesinde bir şeyler düzelebilir ancak. Yaşar Nuri Öztürk çok sevilen biriyken sosyalist olduğunu söylemesi dahi bizden değil algısı yarattı. Dindar olmak bile yetmiyor bazen ki bir kesimin inançlara saygı konusunda sorunlu oluşu da tüm solu lekeliyor.Toplumda her zaman kamplaşmalar, fikir ayrılıkları olacaktır ancak dinin özne olması yanlış, bunun da önüne ancak laiklikle geçilebilir. Deniz Can
16-10-2015 10:56 (28)
Öyküyü okudum, bazı eleştirilerim var. Yazar, karakterler arasında torpil yapmamalı, bazılarını kayırmamalıdır. Oysa kullanılan sözcüklere bakarak daha başında tercihini yaptığı belli. Solcuların ne kadar kalınkafalı olduğunu kanıtlamak için öykü yazılmaz; burada “solcu” yerine başka bir şey de koyabilirsiniz. Nazım şiirinden, parkalara sol klişeler öyküye özenle serpiştirilmiş. *Şehirdeki tek solcu iki kişi nasıl, sürekli dayak yedikleri ve uzun uzun sayıca çok oldukları anlatılan milliyetçilere pusu kurmuş acaba? Sırf, siyasal bir sağlama yapmak ve denge kurmak için bu cümle de araya sıkıştırılmış. “Bu solcular da az değil” dedirtmek için mi? *”kapitalizmden fersah fersah uzak kalbi” ne demek acaba? *kahraman Ercan ve Alpay konuşuyor, “işçiler” koro halinde mi konuşuyor, hepsi aynı şeyi mi söylüyor, bu kadar homojen midir bu “işçiler”? Devam edecek
16-10-2015 10:59 (29)
++2.*”İşte o işçi hakları kokulu romantik telefonun geldiği gün” “kapitalizmden fersah fersah uzak o saf temiz devrimci hisleri” “henüz daha kapitalizm bulaşmamış Ercan’ın saf ve berrak zihninin” Bunlar yüklü ve taraflı ifadelerdir. *Öykünün her yerine “işçilerin hoşnutluğu” sızmış, bazı yerlerine zorla. Örneğin: “İşçiler yemeklerini afiyetle yemişler” deki “afiyetle”… Bu sözcüğe aslında fazlalık, öyküde “işçilerin mutluluğu”nu yapay bir şekilde vurgulamak dışında. Çeşitli ifade hataları: -“ yahut argo tabirle ifade edecek olursak dananın kuyruğunun koptuğu yer tam tamına Ercan’la Alpay’ın ayaklarını bastığı o yerdi.” Bu argo değildir, A.Y.Aksoy bu konuda haklıdır. Ayrıca bu öyküde dananın kuyruğu burada kopmamış, dinle ilgili sorulardan sonra kopmuştur. -henüz daha *Mütevellit, mutmain, lahza… gibi sözcükler tartışılabilir. devam edecek
16-10-2015 11:00 (30)
+++3.*”Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” . Yazarın kanıtlamak istediği bu aslında. İşçiler, tek gövdeli, değişmez ve Müslüman… Solcular da kalın kafalı ve salaklar… Burada solculara yönelik kimisi haklı eleştiriler, bu tezi kanıtlamaya zorlandığı için geride kalmış. Saygılarımla Taylan Kara
16-10-2015 11:31 (31)
Vay be, efsane geri döndü :)) Kaan Ars.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210609
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.