Bir ay olmadı sanıyorum, adını ilk kez duyduğum Uğur Yanıkel adlı biri, Dağlarca Şiir Yarışması bağlamında düzenlediği üç soruluk bir soruşturmayı, benim e-posta adresime de göndermiş, benim de o konudaki görüşlerimi kendisine bildirmemi ricâ etmişti. Yanıkel’in iletisi incelikliydi, kibardı. Öyle olunca da, görüşlerimi birkaç günde derleyip toparlayarak, kendisine göndermekte bir sakınca görmedim. Sonrasında, Yanıkel arkadaş, pasaj69.org adlı bir internet sitesinde, bu görüşlerimi (kendisine görüş bildiren öteki arkadaşlarınkilerle birlikte), noktasına-virgülüne sâdık kalarak yayımladı. Demokrasi kültürümüzün yerlerde süründüğü böyle bir dönemde, söz konusu demokratça tavrından ötürü, Yanıkel’e, ayrıca bir teşekkür iletisi de yolladım. Ne var ki, aynı yanıtlarımın, Seyyit Nezir’in Genel Yayın Yönetmeni olduğu Üvercinka’nın Ekim 2015 sayısında, âdetâ “yolunmuş kuşa çevrilerek” yayımlandığını görünce, kan beynime sıçradı.
Nezir, benim dediklerimi kılıktan kılığa sokmuş; almış eline “sansür baltası”nı, budadıkça budamış. Görüşlerimin bütünselliğini, mantıksal tutarlılığını, nasıl demeli bilmem, tam mânâsıyla iğdiş ve iğfal etmiş. Onun bu anti-demokratik, son kertede saygısız ve hazımsız tutumunu teşhir etmek; sanırım, beni bağladığı kadar, Yanıkel arkadaşı da bağlamalıdır. Çünkü, kültür-sanat ortamlarında, 40 şunca yıldır, “şair”, üstelik “sosyalist şair” olduğu savında yazıp-çizen birinin sergilediği bu dehşet verici çirkinlik, benim argümanlarımın üstünü çizmekle kalmayarak, Yanıkel’in emeğine saygısızlığı da kapsamaktadır. (Geçerken, değinmek istedim sâdece: Elbette, nasıl bir tepki göstereceğini, Yanıkel’in kendisi bilir.)
Sözün burasında, bana “Uğur Yanıkel’in, pasaj69.org sitesinde sizin yanıtlarınızı olduğu gibi yayımlaması, o yanıtları Üvercinka’ya aktarırken de aynı tutumu benimsediğini gösterir mi?” diyebilirsiniz. Doğrusu, baştan ben de ikirciklendim ve meselenin gerçeğini öğrenmek, dolayısıyla da kimseye haksızlık etmemek için, Yanıkel arkadaşa 8 Ekim 2015 günü şu iletiyi yolladım:
“Sayın Uğur Yanıkel, soruşturmanıza yanıtlarım, Üvercinka'nın Ekim 2015 sayısında ‘fecî şekilde eksiltilerek, dolayısıyla da bütünlüğünden kopartılarak’ yayımlanmış. Sitenizde aynen yayımladığınıza göre, bunun sorumlusu siz değilsiniz herhâlde. Yanıtlarımı kesip biçenlerin kim olduğu konusunda bir bilginiz var mı? Beni haberdar ederseniz, sevinirim. Şimdiden teşekkür ederim. Esenlikle. bünyamin durali”
Eksik olmasın, Uğur Yanıkel, bir gün sonra, şunları yazdı bana:
“Merhabalar Bünyamin hocam, soruşturma metninde herhangi bir değiştirme ya da kısaltma söz konusu değil ancak Üvercinka'da yayımlanmış hâli Üvercinka editörlerince yapılmış bir şeydir. Bilgim dahilinde değildir. Soruşturma bir hayli uzun olduğu için ve dergide, yer konusunda kısıtlılık söz konusu olduğu için kırpmalar olmuş. Ben kırpmak yerine, ilk 3-4 yanıtın seçilmesi ya da herhangi bir yanlış anlaşılmaya, sansür ya da 'işine geleni' seçme durumu olmaması için kura yapılarak seçilmesini bekliyordum. Ancak böyle bir talihsizlik soruşturmanın bütünlüğüne zarar vermiş, dediğiniz gibi. Dikkat edip de sorduğunuz için size ayrıca teşekkür ediyorum. Sevgi ve saygılarla. Uğur Yanıkel”
Tabi, Yanıkel arkadaşın bunları demesi, kendisini, yazık ki, aklayamıyor gene de. Şu iki nedenden dolayı aklayamıyor: 1) Yanıkel, soruşturmayı pasaj69.org için düzenlemiş diye biliyorduk. Üvercinka nerden çıktı? 2) Diyelim, gençtir, toydur; edebiyat ortamlarının saçı-sakalı ağarmış aktörlerinin alengirli işlerine aklı ermiyordur; ama böyleyse bile, bu yapılanların yazar bağımsızlığına gölge düşürdüğünü, “edebiyat(çı) onuru”yla bağdaşmadığını, Seyyit Nezir’e söylemesi / yazması îcap etmez miydi?
Kuşku yok, benim kusurlarım da görmezden gelinecek, hafife alınacak gibi değil: Yanıkel’e yolladığım iletide, hiç değilse, “görüşlerimin Üvercinka’da da yayımlanacağını bana neden bildirmediniz?” diyebilmeliydim. Her zamanki saflığıma denk gelmiş olmalı ki, dememişim.
Gene de, “esas sansürcübaşı”nın, bir başka nitelemeyle “kültür-sanat başkomiseri”nin Nezir olduğu belirlenmişti. Öyleyse devam edebiliriz:
Nezir, yanıtlarımın gövdesinden onca cümleyi çıkarmakla yetinmemiş; kimi cümlelerimi de gaddarca kesip biçmiş. İşte iki örnek:
Ben “Edebiyat-şiir oligarklarına karşı çıkmak, yaraya neşter vurmuyor oysa; yalnızca pansuman yapıyor, geçici olarak sağaltıyor o yarayı.” demişim; o bunu “Edebiyat-şiir oligarklarına karşı çıkmak, yaraya neşter vurmuyor.”a dönüştürmüş.
Ben “Problem, Enver Ercan’la Seyyit Nezir’in internet ortamında kimileyin benim de rastladığım ve tiksinerek izlediğim ‘dalaşmalar’ının çok ötesinde bir problem.” demişim; o bunu keyfince yontarak “Problem, Enver Ercan’la Seyyit Nezir’in internet ortamında kimileyin benim de rastladığım ‘dalaşmalar’ının çok ötesinde bir problem.” biçimine sokmuş.
Etki çemberi daracık bir edebiyat dergisinin iktidar(cığ)ına yuvalanmış böylesi uyduruk devrimcilerin, günün birinde yurt çapında siyasal iktidara geldiklerini düşünsenize bir de! Etmedikleri zulüm, tepelemedikleri özgür düşünce, tertiplemedikleri kültür-sanat katliamı kalır mı dersiniz? Abartıyor, kabartıyor muyum? Edebiyat düzlemlerinde hemen hemen hiç tanınmayan Bünyamin Durali’nin bile ağzını kapatmaya yeltenenlerin, ortam elverdiğinde, kendileri gibi düşünmeyen herkesin defterini dip-bucak dürme cüretinde bulunmayacaklarının bir sigortası var mı?
Nezir Bey, bilebildiğimce, Cemal Süreya Kültür ve Sanat Derneği’nin de yönetiminde. Cemal Süreya’nın, o yüce gönüllü, yüksek güzellikli şairin anısına saygısızlık bu! Kimlere kaldın, ey yetim edebiyat? Gülsek mi, ağlasak mı?
“Stalin(ciler)’le Hitler(ciler), gene Stalin(ciler)’le Mussolini(ciler), kan köpüklü bir bıçağın iki yüzü, bir metal paranın yazısı ve turası gibidirler” tezini ilkgençliğimden bu yana ileri sürmekle ne denli isâbetli davrandığımın sağlaması, bir kez daha yapılmış oluyor böylelikle.
Nezir’in tavrının, faşist ve / veyâ nasyonal sosyalist yönetimlerdeki edebiyat denetmenlerinin tutumlarından hiç de farklı olmadığını net olarak görebilmeniz için, benim yanıtlarımla onların Üvercinka’da yayımlanmış hâllerini karşılaştırmalı olarak sunuyorum.
Benim yanıtım 1:
Sorunuzun, öncelikle “sistematik kavrayış”tan, “bütüncül bakış”tan yoksun olduğu kanısındayım. Meseleye yaklaşımınız parçacı. Ağaca bakarken, ufkunuzdan ormanı kaçırıyorsunuz. “Esas”ta odaklanmak varken, “ayrıntı”da takılıp kalıyorsunuz. Parmağın işâret ettiği canbazda değil, parmakta yoğunlaşıyorsunuz. Özcülüktür bu ve gerçekliği ıskalamaya götürür kişiyi. Diyalektik mantıktan büsbütün uzak, tek yanlı, sekter bir yörüngeye savurur. Materyalist felsefenin, “kaba” ve / veyâ “vülger” türünden olan(lar)ıyla oldum-bittim kavgalıyım ama idealist felsefenin de hiçbir çeşidiyle barışık değilim. Diyesim: edebiyat yarışmalarını haklı olarak olumsuzlarkenki tutumunuz, ne yazık, idealizmin karanlığında kalmış, dolayısıyla da ayakta durmakta, yönünü belirlemekte, savaşımını sonuca taşımakta bir hayli zorlanıyor.
Sizin pencerenizden bakınca: jüri(ler)de, (ben, Fransızca “jüri” sözcüğü yerine, “seçiciler kurulu”nu yeğleyeceğim) aynı kişilerin değil de başka başka kişilerin bulunması, başlıbaşına bir “edebiyat edepsizliği girişimi” sayılması lâzım gelen bu yarışmalara meşruiyet katabilirmiş gibi bir izlenim bırakıyor insanda. Şu demek bu: Hamam aynı kalsın, tellâklar değişsin salt. Merâmınız tastamam böyle olmayabilir; ama Allah aşkına söyleyin lütfen, sorunuzdan türeyen anlam, bundan ne kadar farklı?
Edebiyat-şiir oligarklarına karşı çıkmak, yaraya neşter vurmuyor oysa; yalnızca pansuman yapıyor, geçici olarak sağaltıyor o yarayı. Ne ki, bir süre sonra, yara tekrar depreşiyor, git git kangrene dönüşüyor. Yapılması gereken: “köktenci bir kalkışma”yı benimsemek, o yarışmaları besleyen bataklığı kurutmaktır. Hamamı yıkmak ve yeni baştan bambaşka bir hamam inşâ etmektir. Dobra dobrası: devrimci ilkelerle yeşertilmiş bir poetik-estetik tutumla davranmaktır. Oligarkları semirten ortamı tümden temizlemek; yâni, “sanatta ve edebiyatta yarışma olmaz” diye, gürlek ve gümrah seslerle diklenmektir. Diklenirken de, yıkacağımızın yerine neyi / neleri koyacağımızı bir bir göstermektir. Böyle davrananlar var, edebiyat dünyamızda: Cengiz Gündoğdu, Taylan Kara, Kaan Arslanoğlu, Sadık Albayrak, bunların ilk ağızda aklıma gelenleri.
---
Seyyit Nezir’in aktarması 1:
Edebiyat-şiir oligarklarına karşı çıkmak, yaraya neşter vurmuyor. Yapılması gereken: “köktenci bir kalkışma”yı benimsemek, o yarışmaları besleyen bataklığı kurutmaktır. Dobra dobrası: devrimci ilkelerle yeşertilmiş bir poetik-estetik tutumla davranmaktır. Oligarkları semirten ortamı tümden temizlemek; yâni, “sanatta ve edebiyatta yarışma olmaz” diye, gürlek ve gümrah seslerle diklenmektir. Diklenirken de, yıkacağımızın yerine neyi / neleri koyacağımızı bir bir göstermektir. Böyle davrananlar var, edebiyat dünyamızda: Cengiz Gündoğdu, Taylan Kara, Kaan Arslanoğlu, Sadık Albayrak…
**
Benim yanıtım 2:
Uzun yazmam gereksiz: Cevâbım, yukarıda dediklerimin süreği olacak. Ben, sanat-edebiyat verimlerinin her birinin, sanat-edebiyat verimi olmanın özgür-özerk-özgün-özel olma koşullarını yerine getirmişlerse, “biricik” oldukları gerçeğini çıkış noktası alıyorum. Biricikler, birbirleriyle yarıştırılamayacağına / çarpıştırılamayacağına ve kendi var-oluş gerekçelerinden başka hiçbir şeye indirgenemeyeceğine göre, bu noktada tavrım sarih ve sahihtir: Sanat-edebiyat yarışmaları / ödülleri geçersizdir, irrasyoneldir, gayrimeşrûdur. İster Dağlarca adına düzenlensinler, ister Rimbaud adına; poetik-estetik değerler silsilesine göre değil, küresel-postmodern kapitalist modernitenin yasalarına göre işletilirler. Dolayısıyla, egemen sınıfların kâr ve rekabet paradigmalarını kültür-sanat kodları üzerinden yasallaştırmanın düzenekleri ve aparatlarıdır.
-
Seyyit Nezir’in aktarması 2:
Uzun yazmam gereksiz: Biricikler, birbirleriyle yarıştırılamayacağına / çarpıştırılamayacağına ve kendi var-oluş gerekçelerinden başka hiçbir şeye indirgenemeyeceğine göre, bu noktada tavrım sarih ve sahihtir: Sanat-edebiyat yarışmaları / ödülleri geçersizdir, irrasyoneldir, gayrimeşrûdur. İster Dağlarca adına düzenlensinler, ister Rimbaud adına; poetik-estetik değerler silsilesine göre değil, küresel-postmodern kapitalist modernitenin yasalarına göre işletilirler. Dolayısıyla, egemen sınıfların kâr ve rekabet paradigmalarını kültür-sanat kodları üzerinden yasallaştırmanın düzenekleri ve aparatlarıdır.
**
Benim yanıtım 3:
Aynı çıkmaz sokakta, umarsızca dolaşmaya iteliyor beni, bu
sorunuz da. Problem, Enver Ercan’la Seyyit Nezir’in internet ortamında kimileyin
benim de rastladığım ve tiksinerek izlediğim “dalaşmalar”ının çok ötesinde bir
problem. Dağlarca Şiir Yarışması’nı ha Beşiktaş Belediyesi düzenlemiş, ha
İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Bu, Dağlarca gibi evrensel bir şairin
nesneleştirilmesinin, onun büyük şiirinin nâmusunun kirletilmesinin önüne set
çekmez ki. Tam tersine, Dağlarca’yı ve onun ancak büyük şairlerde içkin olan
“ontolojik şiir”ini paspas çiğnercesine çiğnemenin “kirli zemin”ini ve “kara
zaman”ını oluşturur. Orada kalmaz, bütün şiirsel atılımları zehirlemenin
iklimine kucak açar. Enver Ercan gibi, Varlık dergisinin (Varlık Oigarşisi’nin)
yönetiminde olmaktan öte, artık hiçbir “ağırlığı” kalmayan (İlk iki
kitabında "hayli nitelikli şiir emekleri var" diyebiliriz ama üçüncü
kitabı “Türkçenin Dudaklarısın Sen”, nasyonal-sosyalist edebiyat
bürokratlarınca yaldızlanmış alkışlarla karşılansa da, bütünüyle ve büyük
harflerle “ENKAZ”dır), şiir barutunu basbayağı tüketmeye yüz tutmuş biriyle;
Seyyit Nezir gibi sözünün ardında durmadığını hayatımda iki kez acıyla
deneyimlediğim (bu sözünü tutmama meselesine girmeyeyim hiç), şiirsel
girişimleri en azından yirmi yıldır ortalamanın altında seyreden bir başka
dergicinin “egoist ve hedonist kapışmalar”ına fedâ edilemeyecek mertebede
kıymetlidir, hakikatli sanat ve hakikatçi edebiyat.
Ercan ve Nezir, öyle sanıyorum, bütün zamanlarını, facebook / twitter başında
oturup birbirlerine ve ona-buna saldırarak çarçur ediyor. Şair insanın işi
değil, böyle işler. Dedikodu kazanı kaynata kaynata, oylumlu şiir, insanı insanlığın
yazgısıyla yüzleştiren şiir yazmak, nerde görülmüş? Şiirsel başarısızlıklarını
örtmeye çabalıyorlar belki, bilemem. Kendileri bilir ya, çıkmaz sokaktadırlar.
Bu sokağın, onları düzlüğe götürmeyeceğini, esenlikli bir adrese
kavuşturmayacağını söylemek için, kâhin olmak şart değil.
Şuna da dokunmak boynumun borcu: Şiir coğrafyamızda epey tanınmış çok şair /
yazar (aralarında donanımlısı da, bıktırasıya vasatı da var) biliyorum ki,
Ercan ve Nezir gibi, internetle yatıp internetle kalkıyor. Okumakmış,
düşünmekmiş, sorgulamakmış; hepsi için hak getire! Döktürmekten de geri
durmuyorlar ama. Ağızlarını bir açmayagörsünler, kapatabilen beri gelsin!
Hem, “özne”olmak başka, “öznel” olmak çok başka bir şey. Kezâ, “nesnel”le
“nesne(leşmek)” arasındaki derin yarıklar için de aynı cümle kurulabilir,
kurulmalıdır. Kişisel sürtüşmelerin, şiir havzalarına da toplumsalcı
duyarlıklara da hiçbir katkı sunmayacağı, biraz da buralardan kestiriliyor.
Bunu bilir, bunu söylerim.
-
Seyyit Nezir’in aktarması 3:
Problem, Enver Ercan’la Seyyit Nezir’in internet ortamında kimileyin benim de rastladığım “dalaşmalar”ının çok ötesinde bir problem. Kişisel sürtüşmelerin, şiir havzalarına da toplumsalcı duyarlıklara da hiçbir katkı sunmayacağı, biraz da buralardan kestiriliyor.
Not: Üçüncü yanıtıma, merâmımın ekseninden sapmaksızın, bir-iki eklemede
bulundum.
Bünyamin Durali