Elif Şafak'ın Ustam ve Ben romanındaki yanlışlar üzerine Arkitera adlı mimarlık sitesinde Mehmet Berksan'ın eleştirilerine Gümüş'ün yanıtı, Melih Gökçek'in insan aklıyla alay eden mantığına benzer bir mantıkla kendi içinde çelişkiler taşıyan bir yazı.
Birincisi sayın Berksan'ın eleştirisi bir "eleştirmen" olarak Semih Gümüş'ün araya girmesini gerektiren bir eleştiri türü değil: "3 yılda yazdım" diye her fırsatta böbürlenen Şafak'ın kendisinin hatta, "Dünü bugüne getiren başarılı bir roman." diye romanın tarihsel doğruluğuna kefil olmuş Doğan Hızlan'ın yanıtlaması gereken oldukça maddi hatalar.
"Koskoca Selimiye'nin kubbesine dam derse külhanı kazan dairesi zanneder, saray arsasını çorak arazi diye niteleyip koskoca padişaha törenleri meydanın ortasında izlettirir, daha o dönemde olayların geçtiği sarayın adını dahi yanlış zikrederse bu neyin göstergesidir?" diye eleştiren Mehmet Berksan'ı, Semih Gümüş, "Bu eleştiri anlayışını anlamam da, onaylamam da olanaksız!" diyerek kestirip atıyor ve ders verme cüreti de gösteren oldukça iddialı tümceler yazıyor:
"Roman romandır, kurmaca bir metindir; yani yazarınca yapılmış, uydurulmuş, ne derseniz deyin, gerçek hayatın somut nesneleriyle değil, dil gibi en soyut araçlardan biriyle, sözcüklerin anlamına dayanarak yazılır; bu arada yazarın hayalleriyle, düşleriyle, fantezileriyle de karıştırılabilir ve gerçek hayattan yararlanılsa bile, o gerçek hayat bütünüyle bir kıyıya konduktan sonra yazınsal gerçekliğe yaklaşılabilir... Demek ki bir romanı gerçek hayatla sınayamaz, doğrulayamazsınız..."
Sapla samanın karıştığı bu laflara geçmeden önce Semih Gümüş'e "gerçek"in ne olduğunu, "gerçek hayat"ın ve "yazınsal gerçek"in nerede başlayıp nerede bittiğini belirleme hakkını kimin verdiğini sormak gerekiyor.
Hadi "roman romandır" analojisini geçelim, romancının "en soyut aracı"nın "gerçek hayatın somut nesneleri"yle ilişkisini kesme yetkisini Gümüş nerede buluyor? Yazı nedir, sözcük nedir, harf nedir Semih Gümüş? Sözcükler yukarıdan vahiy yoluyla insanoğlunun bilincine indirilmiş kutsal işaretler mi yoksa "hayat"ın maddi şekillerinin insan bilincine yüklenmiş sembolleri mi?
İdealizm batağına düşüp kendini paralamak bu olsa gerekir. 1980'li yıllarda 12 Eylül faşizmiyle halvet olmuş "Neoliberal" saldırının ideolojisi " olan "Roman romandır, hayat hayattır..." felsefesi ne körü körüne bağlılık bu yanılgının nedenidir. Çünkü bu anlayıştaki yazarlar maddi yaşamı, tarihsel gerçekleri insanlığın ortak ilerlemesi için değil kendi tatlı "hayat"ları için alabildiğine yağmaladılar, yağmalıyorlar.
Acaba Şafak, romanında niçin Sultan Süleyman, Mimar Sinan, gibi "maddi" olarak bu dünyada var olmuş kişileri, Süleymaniye'nin "dam(!)"ını "yazınsal gerçek"leyip "hayat"da yaşamamış kişileri ve yapılmamış binaları "kurmaca"lamamış?
Alman eleştirmen Gabriella Killert'in, Orhan Pamuk özelinde yaptığı Die Zeit'deki haklı eleştiri gibi: "Tarih bir patosa girer gibi romanına giriyor ama dışarıya saman olarak çıkıyor! İnsanlığın kazandığı tek bir dane bile kalmıyor!"
Semih Gümüş, Şafak'ın romanını savunurken mantık oyunu da yapıyor: Mehmet Berksan'ın eleştirilerine yanıtını "gerçek hayat", "yazınsal gerçek" gibi kavramlar üzerine kuruyor. Oysa Berksan, romanda maddi olguların -"hayat" değil!-, elle tutulur gerçeklerin yanlış yazıldığını belirtiyor. Mimarlık mesleğinin onurunu korumaya çalışıyor.
Niçin "Topkapı sarayı" deniyor, Süleymaniye'nin damı deniyor da "Ağırlığı doksan kantar!" yerine kilo, "Boyu beş arşın" yerine metre denmiyor, Şehzade İbrahim yerine mibrahim denmiyor? Bu dikkatsizlik roman sanatına, sanatçı kavramına, okura, tarihsel kişilere, tarihe, gelecek kuşaklara saygısızlıktan başka nedir? "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin etkisinden yararlanmak için alelacele yazılarak yapılmış bu yanlışların "yazınsal gerçek" gibi önemli bir kavramla ne ilişkisi var
Bir yazar, "İstediğimi yazarım, alabildiğine özgürüm" diyerek insanlığın ortak değerlerini çorbaya çevirebilir mi? İnsanlığın en önemli ve "biricik" kazanımı olan tarihsel gerçekler "Tarih bilinci" kavramından habersiz bir kızımız milyonlar kazanacak diye heba edilebilir mi? Herkes romanında bunu yaparsa insanlığın ilerlemesi durmaz mı? Sanatçılar ve yazarlar insanlığın ilerlemesinin en sorumlu, en devrimci unsurları değil mi?
EDEBİYAT YAPITI İNSANI İNSANA ANLATIR!
Edebiyat, Adnan Binyazar'ın deyimiyle, "İnsanı insana anlatır!" İnsan ise kendisinden önce yaşanmış tüm maddi ve tinsel süreçlerin toplamının eseridir. İnsanın insanlaşması diğer insanın yaşadıklarını öğrenerek gerçekleşir. Bir sanat yapıtı, özellikle roman, işte insanın insanlaşma sürecinin bu kutsal serüveninin en önemli araçlarındandır. Öyle ki burjuvazi tarih sahnesine romanla çıktı, romanla dünyayı değiştirdi. Olaylar insanlar tarafından hazırlanır, insanlar tarafından yapılır, sonra da insanları etkiler ve onları değiştirir. Sanat eseri (Ustam ve Ben romanında yapılmak istendiği gibi) olayları yapan ya da yaşayan insanların hayatını doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak yansıtır. Sanatçı en öznel durumunu bile yazsa bu insana ait çok değerli bir kayıttır.
Bu nedenle tüm maddi süreçlerin ("Hayat!"ların değil) elden geldiğince "doğru" kaydedilmesi gerekmektedir. Marx: "Raphael de sanatta daha önce gerçekleştirilen teknik ilerlemeler tarafından kendi bulunduğu bölgedeki toplumsal örgütlenme ve işbölümü tarafından koşullanmıştır. İnsanların kafasında oluşan inanılmaz hayaller bile ampirik bir biçimde saptanıp gösterilebilen, maddi önkoşullara bağlı, maddi yaşam sürecinin zorunlu olarak doğurduğu yücelmelerdir." diye yazarken sanırım sanatçının tarihsel toplumsal süreçten bağımsız olduğuna inanan eleştirmenleri, maddi gerçekleri tahrifde özgür olduğunu sanan yazarları hiç düşünmemişti!
Çinliler romanı tarih kitabıyla eşit tutarlar. Bilim adamları için sanat eseri, hele sosyologlar için roman -elbette saman üreteni değil- altın kıymetinde veriler içeren birer hazinedir. (Sosyolog Doğan Ergun'un kulakları çınlasın.) Bir romanın değeri de maddi gerçeklere ne kadar sadık olduğuyla doğrudan ilişkilidir. Savaş ve Barış romanında bu tür maddi yanlışların olduğunu düşünebiliyor musunuz? Köyünü çizerken tepedeki yanardağı çizmemiş Hattuşaşlı duvar ressamını düşünebiliyor musunuz?
Yazar elbette yazdıklarında özgürdür, her türlü naneyi yazabilir. Kimse karışamaz! Ancak bastırmayıp evde kendi kendine okursa! Ben şu kadar emek verdim, çok çalıştım deyip bizim önümüze servis ederse o zaman o özgürlüğünden feragat etmek zorundadır. Çünkü bizim de söyleyecek bir sözümüz vardır!
Doğan Hızlan, Ustam ve Ben'i överken hiç de "kurgusal", "yazınsal gerçek"den yola çıkmamış: "Süleymaniye’nin temelinin atılışından tamamlanışına kadar yapılışını romanda bulacaksınız... Ustam ve Ben’i özetlemek isterseniz, Mimar Sinan’ın romanı, diyebilirsiniz. Ama ne olursa olsun bu yanıt, kitabın bütününü açıklamaktan uzaktır. Çünkü Ustam ve Ben, ne biyografik bir roman ne de belgesel bir çalışma. Ancak iki özelliği de bünyesinde taşıyor. Çünkü Mimar Sinan’ın kişiliği ekseninde, yaşadığı dönemin tarihini de bu kitapta bulacaksınız..."!
Bir roman hem öyle hem böyle nasıl olur? Kafamız karışıyor. Elif Şafak'a, "Objektiflik"ten uzak, körü körüne bu insanüstü desteği anlamakta güçlük çekiyor ve edebiyatımız adına artık korkuyoruz.
"Mehmet Berksan, bize söz düşürmeyecek kadar konusunun uzmanı..." diye yazmış Gümüş. Keşke biz de Gümüş için bunları yazma gereği duymayacak denli "konusunda uzman" diyebilseydik.
(NOT: Aydınlık kitapda yayınlanmış bu yazıda bilinçli olarak iki "maddi hata" yapılmıştır. Dikkatinize...)
Ahmet Yıldız