Kavafis’i beklerken
KAVAFİS’İ BEKLERKEN

Kavafis’i beklerken*

 

I

 

dalgakıranı yok ki insanın

öyle korunmasız acılara”

 

Qait Körfezi’ndeki surlardan bakarken bu dizeleri döküyorum Akdeniz’e. Hani karşı kıyıda ülkem. Orada kaç aydır görmediğim kızım. Kavafis de gelir miydi bu kaleye? Karşıda yanyana onun iki ülkesi. Benim aklım Kasımpaşa’ya gidiyor, Beyoğlu’na,  Taksim’e. O Fener’i mi düşünürdü? Annesinin 1882’de götürdüğü İstanbul’u? Yoksa 1901’de Perikles Anastasiadis’ten aldığı parayla gerçekleştirdiği ilk Atina seferini mi? Ya da iki yıl sonra hasta kardeşi Alexander ile gittiği ve kardeşini kaybettiği Atina’yı mı? İskenderiye’de Kavafis de korunmasızdı acılara.

 

Peki, Iraklı şair Sa’di Yusuf’un sorduğu gibi İskenderiye ne ifade ediyordu onun için? Denizdeki ufkunu mu? Komşuluğun duvarını mı? Sonsuzluğun gelip geçiciliğini mi? Ya da labirentin sonundaki ölümü?

 

Kesin olan bir şey var: Kavafis kendine burada koca bir kübik dünya kurmuştu şiirden. Dünyanın en eski şehirlerinden birini yeniden inşa etmiş ve onu mitleştirmişti. İskenderiye ve Kavafis gelin ile damat gibiydiler.

 

Yoksa “barbarları beklerken” “kusursuz bir zırh” nasıl yapabilirdi kendine? “Hiç korku ve zayıflık duymadan”. “Kötülüklerin karşısına dikilirken” “sözleriyle, yüzüyle, huylarıyla”. Şiiri yaptı yaşadığı kenti. Bu yüzden İskenderiye’de doğduğu gibi, yaşadığı evin hemen karşısındaki Yunan Hastanesi’nde gırtlak kanserinden canını teslim etmeyi de bildi. İskenderiye verdi onu ve geri aldı zamanı gelince. Hem de sesinin çıktığı yerden.

 

II

 

Şimdi evinde, onun çalışma odasındaki masasının başında Kavafis’i bekliyorum. Sanki birazdan uyanacak ve önümdeki yatak odasından çıkıp karşıma dikilecek.

 

İsa ve Meryem ikonalarının altında korumaya aldığı uykusundan kalkınca ilk işi ne olurdu acaba? Diz çöküp dua mı ederdi? Yoksa düşten kalan dizelerini unutmamak için hemen yanıma, çalışma odasına mı koşardı telaşla? Kavafis bunu göze alamaz. 30 yıllık memuriyet hayatınca masa başında kaçırdığı imgelerin, evinde kendisine aynı oyunu oynamalarına izin veremez. Kağıdı ve kalemi yastığının altına gizlemiştir o. Hiç olmazsa, her zaman başucundaki sigara paketine yazar. Uykusunda da yazdığından eminim.

 

Birazdan uyanacak Kavafis. Beni karşısında bulacak. Hazırlıklıyım, ne soracağımı biliyorum. Nasıl dizeler yazmalıyım Kavafis? Yaşadıklarımdan bir şeyler olmalı mı içinde? Şiirin ritmi ve her dize nasıl göstermeli, bir İskenderiyeli bir İskenderiyeli’den söz etmekte? Sen sözlerini hazırla Kavafis. Ben sana bir Türk kahvesi hazırlayayım.

 

III

 

Konstantinos Kavafis. 17 Nisan 1863’de İskenderiye’de doğdu. Tam 70 yıl sonra aynı ayın 29uncu gününde İskenderiye’de öldü. Zengin bir ailenin dokuzuncu çocuğuydu. Yedi yaşında babasını yitirdi.  1872’de annesi Herakleya çocuklarını alıp Kavafis aile şirketinin bulunduğu İngiltere’ye gitti. Konstantinos 16 yaşına basıncaya kadar orada kaldılar. Kavafis İngiliz edebiyatını, özellikle Shakespeare, Browny ve Oscar Wilde’ı tanıdı. Aile şirketleri batınca 1879’da İskenderiye’ye döndüler. Ticaret Lisesi’ne yazıldı. Klasik edebiyat ve Yunan medeniyetine tutuldu. 1882’de şehir karışınca Herakleya çocukları bu kez baba ocağına götürdü. İstanbul’da üç yıl kaldılar. Burada Bizans ve Roma tarihi üzerine çalıştı Kavafis. Dante’yi okuyacak kadar İtalyanca öğrendi. Söylenene bakılırsa ilk homoseksüel deneyimlerini de bu şehirde edinmiş.

 

1885’de İskenderiye’ye geri döndü Kavafis ailesi.  Kavafis, 14 yıl sonra ölecek annesiyle beraber yaşayacaktı. Kardeşi Peter İskenderiye Borsası’nda çalışırken, Kavafis de yarım gün gazeteci olarak çalışmaya başladı. Peter bu yıllarda Kavafis’i maddi olarak çok destekleyecekti. Çünkü kardeşinin, kendisini yazmaya daha çok vermesini istiyordu. Ancak 1891’de Peter’in ölümü üzerine Kavafis düzenli geliri olan bir iş aramak zorunda kaldı ve Mısır Kamu İşleri Bakanlığı’na bağlı Sulama İdaresi’nde işe başladı. Emekli olacağı 1922 yılına kadar memurluk yaptı.

 

1901’de Anastasiadis’in desteği ile Atina’ya ilk yolculuğunu gerçekleştirdi. 1903’de kardeşi Alexander’ın hastalığı nedeniyle Atina’yı tekrar ziyaret ettiğinde ünlü Yunanlı romancı Grigorios Ksenepoulos ile tanıştı. Ksenepoulos, Kavafis’in 12 şiirini seçip, Panatheneum dergisinde yayımladı. Bu dönemde Kavafis annesini ve üç kardeşini yitirdi (Bazen, Kavafis ailesinin başına gelenleri İskenderiye’nin acımasız bir oyunu gibi düşünürüm. Belki hiçbir şehir İskenderiye kadar bencil olmaya zorlanmamıştır. Kendini yokolmaktan korumak için şiirde sığınak arayan bir şehir refleksi sanırım.).

 

 Bu tarihten sonra Kavafis ömrünün kalan 25 yılını Lepsius Sokağı 10 numaralı evinde sürdürecektir. Emekli olduğu 1922 yılından sonra günlerini okuyup yazarak, akşamlarını ise dostlarıyla en sevdiği kafeler olan Trianon ile Adonis’te geçirecektir.

 

IV

 

Şimdiki adı Sharm El-Sheik olan Lepsius Sokağı’ndaki, yeni numarası 4 olan evi için Kavafis “Yaşam merkezlerinin tam ortasında: Bir genelev, af dilemek için bir kilise ve ölmek için bir hastane. Buradan daha iyi nerede yerleşebilirdim?” der. Gerçekten de Kavafis’in komşuları arasında fahişeler de vardır, rahipler de. Evinin balkonundan baktığınızda, sanki atlayarak çatısına düşebileceğiniz terkedilmiş Yunan Hastanesi’ni görürsünüz. Karşıda ise beyaz duvarlarını kolaylıkla farkedersiniz Aziz Saba Kilisesi’nin.

 

Ölümünden sonra ucuz bir hostel olarak kullanılan ve Uluslararası Kavafis Komitesi’nce kiralandığı 1991 yılında halen pansiyon işlevi gören Kavafis’in evi 16 Kasım1992’de müzeye dönüştürülür. Şaire ithaf edilen küçük bir koleksiyon, Shatby’deki Yunanistan Başkonsolosluğu’ndan eve taşınır. Profesör George Savidis tarafından korunan Kavafis kitaplığı da eve dönecektir. Ölümünden sonra, içindeki pek çok mobilya satılmış da olsa ev, Kavafis’i tanıyanların açıklamaları ve pek çok fotoğraftan yararlanılarak eski haline getirilir (Müzenin, Salı, Çarşamba, Cuma ve Cumartesi günleri saat 10.00 ve 15.00; Perşembe ve Pazar günleri ise saat 10.00-17.00 arasında gezilebildiğini; giriş ücretinin ise 10 Mısır Lirası –2 TL- olduğunu okura hatırlatmalıyım.).

 

Evin girişinde sizi muhtemelen Mohammed El-Sayed karşılayacaktır. Bana türbelerin bekçilerini anımsattı. Kavafis’i, evini, etrafını, buradaki her eşyayı biliyor. Dost oluyoruz. Çekinmeden soruyorum tüm sorularımı. Sonra Kavafis’in odasında çalışmak için izin alıyorum. Onun masasına oturuyorum. Küllüğünü kullanıyorum. Okuduğunuz bu yazı da o odadan çıkma. Kendimi sadece vesile olmuş sayıyorum.

 

Kavafis’in çalışma masasından tüm evi kontrol edebildiğini anlıyorum. Sağ ve sol cephedeki iki pencereden gelen ışık,  önde salon ve yatak odalarına açılan kapı, yanda ise diğer bir odaya açılan ikinci kapı. Pencereler ve kapılarla dolu bir odada yazdığına şaşmıyorum Kavafis’in.

 

Yine de anlatmak istiyorum bu evi. Binanın ikinci katında olan evin giriş kapısı koridor şeklinde bir salona açılıyor. Karşıdaki dolapta, Kavafis’in posterleri, kaset, CD ve kitapları var. Bunlar satın alınabiliyor. Sol taraf, yatak odası ve çalışma odasına gidiyor. Yatak odasında demirden bir karyola.  Duvarlarda kara kalem Kavafis’i resmeden çalışmalar. Yatak odası balkona açılıyor.  Yatak odası ile çalışma odası arasında bir ara oda var. Duvarlarda Kavafis resimleri, camekânlı dolaplarda ise Kavafis’in kitapları. Çevrildiği birçok dilde. Kavafis uyanınca soracağım soru aklıma geliyor. Sanki yanıtı bu odada gizli. Camekânın içinde Varlık Yayınları’ndan, Herkül Millas ve Özdemir İnce’nin çevirisiyle Kavafis’in Bütün Şiirleri’nin 1998’de yapılmış ikinci baskısı gözüme çarpıyor. Mohammed’e camekânı açtırıyorum. Kitabı elime aldığımda, ilk sayfaya iliştirilmiş, Özdemir İnce’nin kartvizitini farkediyorum. Sonra, sıklıkla Şirazlı Hafız’ın Divanı’nı açarken yaptığım gibi tılsımlı sözlerimi Kavafis için biraz değiştirerek mırıldanıyor ve rastgele bir sayfayı açıyorum. Aradığım sorunun yanıtını okuyorum:

 

Yitirmemeye çalış onları, ozan

Ne denli az olsa da saklayabildiklerin.

Yaşamının sevişme görüntülerini.

Yerleştir onları gizlice dizelerine,

yakalamaya çalış onları ozan,

düşüncelerinde dirildikleri zaman

öğle parıltısında ya da geceleri.

 

                                               (Tahrik Oldukça, 1916)

 

Yanıtımı almış olmanın rahatlığı içinde evi dolaşmaya devam ediyorum. İçiçe açılan odaları turluyorum. Her resmin başında, her camekânın önünde zamanın nasıl geçtiğini farketmiyorum. Jose Maria Alvarez’in daktilo ile yazdığı bir mektup, Kavafis’in hazırladığı bir soyağacı ve içine konulacak yayınları bekleyen boş bir camekân gözüme çarpıyor. Kavafis’in alçıdan bir heykeli, bir mindere oturtulmuş, yine camekân içinde. Bir kasetçalar, Yunanca aslından devamlı Kavafis şiirleri seslendiriyor. Lirik bir kadın sesi. Kavafis şiiriyle ne büyük bir çelişki. Son odada, Kavafis gibi diğer İskenderiyeliler. Lawrence Durrell’e de rastlıyorum orada. Bu oda, Kudüs, Kahire ve İskenderiye’den oluşan Başıboş Kentler üçlemesini yazan ünlü Yunanlı yazar Stratis Tsirkas’a ayrılmış. Duvarlarda bu kez Tsirkas’ın resimleri. Camekânlarda onun kitapları. Merakımı yenemeyip, evin mutfağını, tuvaletini de gezdiğimi itiraf etmeliyim. Bu bölümün kapısı açık ama salondan bir perdeyle ayrılıyor. Perdeyi aralayınca duvarda Anderas Karaya’nın 1998 Mayısında müzeye bağışladığı çıplak erkek figürleriyle karşılaşıyorum.

 

V

 

Yaşamı boyunca şiirini satmadı Kavafis. Her yıl 70 kadar şiir yazdığına inanılır. Ama o, dördü beşi hariç hepsini yok etmiştir. Sosyal fobi gibi anlaşılır bu davranışı. İnsanların yargılamalarından, düşüncelerinden çekinir. Belki de onların ne düşündükleri önemli değildir Kavafis için. Öyle ki N. Garofilidis, 1991’de Birinci Uluslararası Kavafis Sempozyumu’na sunduğu, Kavafis’in Miris ve Onların Tanrılarından Biri şiirlerini incelediği bildiriyi şöyle sonlandırır: “Kavafis, etrafındaki insanları nasıl görür? Eski Tanrılarının toplumdaki insanları gördüğü gibi: Değersiz böcekler olarak.” Belki çok acımasız bir yargı. İlk okunduğunda insanı irkiltebilir. Ama Kavafis’in seçkinci yönü zaten bilinmektedir. O şiirlerini herkes için yazmamaktadır. Birilerinin anlayacağını düşünür, bunu hisseder, buna inanır. Has şiir yazar, birkaç has okur bulur diye. Kavafis poetikası açısından bu gayet anlaşılabilir bir gerçekliktir. O bir tarih şairidir. İhtiyar bir şairdir de. Kırkından sonra şair olmuş, ellisinden sonra ise Yunan ve Avrupa tarihine kendini hakim kılmıştır. Homoseksüeldir ve bu özelliğini açıklıkla vurgular. Bu şiirlerini 1918’den önce ortaya çıkarmasa da. Hatta bu nedenle bazen, tereddüt içinde hiç yapamayacağına inansa da Londra, Paris gibi büyük şehirlere kaçmak ister. Kavafis başka türlü nasıl yazabilirdi?

 

14 şiirinden oluşan ilk şiirlerini 1904’’de bastığında 41 yaşındaydı. Hiçbir eleştirmene bu kitabını göndermedi. Yine de tanındı, hakkında konuşulur oldu. Altı yıl sonra, 1910’da, 14 şiirine 12 yeni şiir daha ekleyerek tekrar yayımladı kitabını. Yaşamı boyunca başka bir kitap da yayımlamadı.

 

Burada, E.M. Forster’dan biraz söz etmek isterim. Birinci Dünya Savaşı sırasında Kızılhaç görevlisi olarak İskenderiye’ye gelen ve Montazah Sarayı’nda İngiliz kayıp ve yaralılarını araştırmakla görevli bu İngiliz romancı, 1915-19 arasında İskenderiye’de bulunduğu üç yılı aşkın sürede Kavafis ile sıkı dost oldu. Bu dostluk Kavafis’in başta İngiltere olmak üzere dışarıda tanınmasında büyük bir önem taşımıştır. Nitekim, Forster, Kavafis’in şiirlerini, İngiltere’ye götürür. Arnold Tonybee, D.H. Lawrence ve T.S. Elliot’a gösterir. Elliot, Kavafis’in “İtaki”sini yayımlar.  Forster, 1949’da, Kavafis’in ölümünün 16. yıldönümünde, Kavafis’in kırk yıllık dostu, kendisine ise 35 yıldır dostluk yapan Perikles Anastasiades’e şöyle yazacaktır: “Sık sık iyi talihimi düşünürüm... korkunç bir savaşın, zamanımızın en büyük şairlerinden biriyle tanışma şansını bana verdiğini.”

 

Evet Kavafis çağının en büyük şairlerindendi. Türk okurunun da  bugün Kavafis’i Türkçe olarak aynı güçte okuyacağını biliyorum.  Kavafis’i Türkçe okurken, Joseph Brodsky’e siz de hak vereceksiniz. “Her şair çeviride kaybeder. Kavafis istisna değil. Belki istisnai olan, o aynı zamanda kazanmaktadır.”

 

Kavafis şiirinin incelemesine girmedim. Bu haddimi aşmak olurdu. Söz konusu Kavafis’in şiiri olduğunda ben ancak W.H. Auden’e katılabilirim: “Böylesine güçlü, özgün bir ses tanımlanamaz, olsa olsa taklit edilir.”

 

Son Söz Yerine

 

1932 Haziranı’nda Kavafis’e kanser teşhisi konur. Sevenlerinin, son on yılını beraber geçirdiği ve mirasçısı yaptığı Alexander Singopoulos’un ve kızkardeşi Rika’nın ısrarıyla Temmuz’da Atina’ya gider.  Başarılı bir ameliyat geçirir. Ama sesini tamamen yitirmiştir artık. Ekim’de İskenderiye’ye geri döner.  1933 başında hastalık tekrar baş gösterir. Yunan Hastanesi’ne yatırılır. 29 Nisan’da, yani öldüğü gün, boş bir kağıda bir daire çizdiği ve dairenin tam ortasına bir nokta koyduğu söylenir.

 

Belki günün birinde sizin de yolunuz, Gelinler Şehri İskenderiye’ye düşerse, bu “Ruhun Tapınağı”, “Bedenin Tapınağı”, “Hazzın Tapınağı” olan şehre, Damat Kavafis’in evini ziyaret etmeyi ihmal etmeyin. Belki sizin de öğrenmek isteyebileceğiniz bir yanıt vardır.

 

Kendimi merdivenlerden hızla sokağa salıyorum. Kavafis’in evinin solundaki İzmir Sokağı’na hasret dolu bir bakış fırlatıyorum. Kendimi Akdeniz’e atmalıyım. Koşarcasına, soluğu Délices Kafe’de alıyorum. Trianon’un yakınında. Karşımda Saad Zaghloul’un heykeli. İbrahim Paşa gibi sırtını bana dönmüş, ne gam! Önümde Akdeniz. Karşı kıyıda kızım! Ve “daha bitirmem gereken yirmibeş şiir var”.

 

Ümit Özkan

 

 

Not: Akademik bir çalışmanın okuru sıkacağından korktum. Zaten böyle bir çalışma yapmak da değildi amacım. Kavafis’in odasında yazdıklarımı sonradan temize çekerken, alıntılarımı metin içinde dipnotlarla belirtmekten kaçındım. Ancak, alıntılarım için şu kaynakçayı verebilirim:

 

- Kavafis, Bütün Şiirleri, Çev. Herkül Milas- Özdemir İnce, Varlık Yayınları, 1998.

- Kavafis, Barbarları Beklerken, Çev. Alova-Barış Pirhasan, Donkişot Yayınları, 2002

- Alternate Manner, Poems of C.F.Cavafy, Desmond O’Grady, 1993

- 1991-1995 yılları arasında Kahire ve İskenderiye’de gerçekleştirilen Uluslararası Kavafis Sempozyumlarında sunulan tebliğler.

- Kavafis, Sanat Her zaman Yalan Söylemez mi?, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan bu kitaptan yapılan alıntılar internet üzerinde http://epigraf.fisik.com.tr/index.php?num=552 adresindedir.

- Ayrıca, http://greece.poetryinternational.org sitesi.

 

*Bu yazı ilk olarak Yoğunluk Dergisi’nin Mayıs 2006 tarihli 5. sayısında yayımlanmıştır.

Facebook
henüz yorum yapılmamış
13-02-2015
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210918
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.