Din konusu üstünde biraz fazla durduğunuzda kuşkuları üstünüze çekiveriyorsunuz. "Ne o yoksa dindarlaşıyor mu, dönüyor mu?" Namaz kılmaya başlayarak dönenler hani az da sayılmazlar. Dinden bahsetmeye tepki gösteren kimi dostlar tümden haksız mı, hayır. Öte yandan iktidardaki riyakarların baskısıyla toplumda dincileşme azgınlaştı. Bırakın sosyalistleri, sıradan insan bile öfke dolu artık bu gelişmeye. Dinci faşizmin baskısı altındayız, o da dine karşı tepkiselliği kışkırtıyor.
Ama bizim işimiz gerçeği göstermek. Dindarlar değil belki tek tek kişiler anlamında, ama dindarlık aşağılanıyor sol kesimde. Dedik ya toplum üstünde dinin etkisini tümüyle sosyolojik olarak veya lojik olarak, yani bir şekilde bilimsel olarak ortaya koyduğunuzda veya siyasi anlamda dinselliğin sınırlarını yeniden çizmeye kalktığınızda hemen dışlanıyorsunuz. "Ne diyor bu adam böyle! Uçuk kaçık şeyler söylüyor çaresizlikten.. Boş verin aldırmayın, duymazdan gelin... Yok mu şunu tersleyecek!" Kafadan çok üst ve ileri konumdalar ya!
Dinin siyasi gücünü daha dindarlaşmadan ortaya koyduğunuzda bile "çıkarın siyasi alandan dini" diye tepkilerle karşılaşıyorsanız, böyle bir atmosferde dindarlığın aşağılanmadığını nasıl savunabilirsiniz?
Geçenlerde Ender Helvacıoğlu'nun SOL'da çıkan yazısı "Allah'a Özgürlük" bu konuda sosyalist kesimdeki en ileri yazılardan biriydi. Daha önce yine SOL'da çıkan bir yazı ise tam bir hayal kırıklığıydı (belki ilerde ona da değiniriz). Keza bizde Osman Gürsel'in son çıkan yazısı "Dedemin odası" da aramızdaki derin görüş farklılığını ortaya koyuyordu.
Şimdi sosyalist okurlar arasında imzasız olarak benim konuyla ilgili bir yazımı, örneğin "Sosyalistler İslam'ı AKP'li çakmalara bırakmamalı" yazımı, bir de Gürsel'in o yazısını değerlendirmeye sunsak, kuşkusuz Gürsel'inki çok daha fazla onay alacaktır. Problem de buradadır zaten. Biz İslam inancının toplumsal yaşamdaki zararlarını anlatmaya bayılıyoruz. Daha doğrusu bu zararlardan çok çeken sol kesime bunu teşhir eden yazılara bayılıyoruz. Fakat bu yazıları bizim kesim okuyor, bizim kesim onaylıyor, kendi kendimize çalıp oynuyoruz. Öteki kesime nasıl sesleniriz, onu düşünen, önemseyen pek az. Öteki kesime seslenmeye çalıştığımızda, bunun için onların dilini kullanmaya başladığımızda hemen itirazlar, tacizler yükseliyor. "Ne o hacı mı oldun, hoca mı? Halkı ikna için dini referanslar kullanmak çok yanlıştır, ama çok yanlıştır vb.."
İlgili yazı için: http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1137
Gürsel'in yazısı da güzel yazı, SOL'da çıkan öteki yazı da. Ama teknik olarak. Böyle yazılardan on binlercesi yazıldı, yeni bir şey söylemiyorlar. Bunlar solcuların hoşuna gidecek yazılar. Solculuğa yeni meyletmiş bir yeniyetmeye de bir şeyler öğretebilirler, öyle işlevleri yabana atılmaz. Ama bizlere, Türkiye'deki siyasal tablo artık değişsin diyenlere bir şey ifade etmiyorlar. Dindar büyük çoğunluğa hiçbir şey ifade etmiyorlar.
Helvacıoğlu'nun yazısı daha ileri bir yazıydı, çünkü emekçilerin diniyle, onların Tanrı'sıyla bizim bir sorunumuz olmadığını daha yalın ve içten anlatıyordu, bizim karşı olduğumuz şeyin hırsız, sömürgen siyasi despotların dini, onların Tanrı'sı olduğunu ortaya koyuyordu. Allahın birliği üstüne ne kadar yemin etseler de, iktidar sahiplerinin kendilerine uyan, kendilerini haklı çıkaran bir Tanrı ve din yorumu yaptıklarını, bu yorumun korkutmayı, baskıyı ve zenginlerin zenginliğini haklı çıkardığını, bu yorumun sevecen ve adaletli Tanrı'yı dışladığını iyi anlatıyordu.
Helvacıoğlu'na evet ama yetmez!
Ancak Helvacıoğlu'nun yazısında da temel bir eksik göze çarpıyor. Sosyalistler arasındaki en ileri yaklaşımlarda bile ciddi bir cesaretsizlik dikkat çekiyor. Tamam, biz dinsel olarak inançsızız. Dindar rolü yapalım diyen de yok. Fakat şunu bahşetmek de dışlayıcılık oluyor sonunda, tepeden bakmak oluyor: "Bize yaklaşırsanız sizi dövmeyiz. Sizi dışlamayız. Gelin birlikte olalım, inançlarınızla birlikte gelin. Ama nasıl olsa sizi bir şekilde ikna ederiz. O sonraki iş. Şimdi sizin dindar olmanız sosyalist olmanıza engel değil..."
İşte bu yaklaşım yeterli değil. Biz emekçilerle farklı kompratmanlardayız. Biz yemekli vagondayız, evet pek zengin sayılmayız, yediklerimiz çok pahalı şeyler değil belki, içki de içiyoruz. Ama büyük çoğunluk ikinci mevki başka kompartmanlarda. Bizim buradaki tartışmalarımız, oraya doğru ara sıra bağırmalarımız o kompartmanlara ulaşmıyor. Tek neden o değil ama, dine karşı küçümser laflarımız devam ettiği sürece ulaşmayacak da.
Bir kere sesimizin öte tarafa ulaşması için acilen farklı yöntemler ve farklı bir dil bulmalıyız. Bunlar çarpıcı bazı sloganlar olabilir, çok iyi düşünülmüş, kısa video klipler olabilir, görsel malzemeli afiş veya pankartlar olabilir, vb. Farklı yayın yolları, organları bulmalıyız. İkincisi o kesime yani emekçi ve yoksul halk çoğunluğuna kalıcı ciddi çalışmalarımız olmalı. Burada başarılar kazandığımızda, kök salmaya başladığımızda gerici dinciliğin siyasi etkisi de kırılacaktır kuşkusuz. Ama bu da yetmez. Bizim muhakkak dindar emekçilerin de en azından bir bölümünü kazanmamız gerek sosyalistler olarak.
İşte orada bizimle birleşirseniz sizi dövmeyiz tavrı yetmez. Bu doğrudan işçileri, emekçileri, yoksulları kazanmak istemek veya buna gönülsüz olmakla ilgili bir şey. Şunu söylüyorum: Dinsel konularda tavizsiz görünenlerin büyük çoğunluğunun gerçek halkla kaynaşmak ve onun içinde kök salmak doğrultusunda ciddi bir motivasyonları yok. Onların büyük çoğunluğu sınıfsal anlamda küçük burjuvaziyi, öğrencileri, beyaz yakalıları kazanmakla tatmin olabilecek sınıfsal konumdadırlar. Onlar çağrı yaparlar, büyük doğruları vardır, o büyük doğrulardan hiç taviz vermezler, kendi bulundukları yere çağırırlar, değişik binalara, mekanlara ve bazen sokağa... Halka gitmezler, gittikleri zaman onlardan talep edileceklerle yüz yüze gelmezler. Çağırırlar. Gelen gelecektir, gelmeyenlerle ilgili olarak kendi doğrularını gözden geçirme noktasında bir sorumluluk hissetmezler. Dine karşı katı tutum içindekilerin hepsi böyle değil elbet, ama sonuç aynı yere varıyor: İşçi sınıfı çalışmasından kaçmak. Sol keskinlik bunu gizlemeye yarıyor.
Belli kesimlere seslenmek için, Türkiye'nin sünni emekçi, işçi çoğunluğuna seslenmek için dini referanslar da kullanılmalıdır. Bunu dindar olmayan sosyalistler de yapabilir, sonuç itibariyle yalan söylemedikten sonra bilgi bilgi, gerçek de gerçektir. Ama bunun çok daha iyisi dini referansları kullanacak olan sosyalistlerin kendilerinin de dindar olmalarıdır. Böyle bir örgütlenme tüm dengeleri değiştirir. Haber resmindeki gibi "Gerilla İsa" motifini başka ülkelerin sosyalistleri öne çıkarıyor, biz niye "Devrimci Muhammed"i çıkarmayalım?
Elbette kabul ettirilmesi çok zordur. Galiev'in adını duyduğunda irkilenler, Kuran'dan söz edince insanın yüzüne "zavallı" diye bakanlar ezici çoğunluktur bizim saflarda. Büyük olasılıkla o çoğunluğun, o çoğunluğa dayalı teorisyenlerin dediği olacaktır.
Tam da burada konuyla ilgili önerilerimin bilerek veya bilmeyerek çekildiği iki noktaya karşı uyarmak isterim. Birincisi bunların içinde dindar bir sosyalist parti kurmak yoktur. Sadece mevcut partilerin bir veya birkaç değişik mezhepte kanat örgütlenmesi kurması önerisi vardır. İkincisi bu öneride laiklikten sapma yoktur. Aksine örgütlenme katı veya kesin laik ilkeleri savunmalıdır. Çünkü hiçbir dinin veya dinsizlik türünün veya hiçbir mezhebin birbirine üstünlüğü, ötekine tahakkümü söz konusu edilemez. Bu en azından aynı din içindeki mezheplerin varlığını tehlike altına sokar.
Solcuların dinleri semavi dinlerden daha bilimsel değildir
Laikliği savunmak, savunmayanlara bir üstünlük sağlar bilimsel ve mantıksal olarak. Ama solcuların, sosyalistlerin dinsel inançsızlığı savunmaları, onlara bilimsel bakımdan, mantıksal bakımdan çoğu durumda bir üstünlük sağlamaz.
Çünkü insanların çok büyük bir çoğunluğu dinsel veya dinsel olmayan inançlarıyla ayakta durabilir. Bilimle ve gerçekle değil, inançlarla. İnsanlar manevi bir alem kurma ve kendini oraya ait hissetme ihtiyacındadır. İnsanların büyük bir çoğunluğu için bu manevi alem semavi dinlerle kazanılır. Onlara daha iyi, daha işlevsel, daha geçerli başka bir alem sunmadığımız, bunu somutlamadığımız sürece dinlerin nüfuzu hep böyle kuvvetli kalacaktır.
Sosyalizan bir dayanışmayı üstünde hissetmeyen veya zayıf hissedenlerin de büyük çoğunluğu yine inançlarıyla, hayalleriyle, değişik başka manevi alemleriyle yaşar. Dindar olsun olmasın bu alemlerden en yaygın ve en güçlüsü benlik inançlarıdır, egosal inançlar, kişisel manevi dünyalar. Sosyalist kesimde bile kendini kurtarmanın, paranın alemi, toplumcu maneviyata üstün.
İşte o kişisel inançları, benlik maneviyatını değiştirmek de en az bir insanın din değiştirmesi kadar zordur. Bir insanın siyasi eğilimini, hele hayata kişisel yaklaşım tarzını, anlayışını değiştirmek ne kadar aydın, ne kadar okumuş olsa bile nasıl çetin bir iştir, bilmez misiniz?
Ama öte yandan sosyalistler arasında yaygın biçimde paylaşılan dine benzer inanç sistemleri, ritüelleri hüküm sürmektedir.
Komünizme inanmak örneğin. İnsanlığın bir gün komünizm aşamasına geçeceğine dair en ufak bir bilimsel veri var mıdır? İlkel komünal toplum mu? Çok değişikti, komünizm falan değil bambaşka bir şeydi bu, çoğunuz orada yaşamak istemez. Demokrasi inancı... Demokrasi nedir üstüne insanların anlaştığı bir tanım var mıdır her şeyden önce? Bir tek demokrat toplum kurulabilmiş midir şimdiye dek? Özgürlük... Sosyalist metinlerde demokrasi ve özgürlük sözcüklerinden geçilmez. Sorumluluğa dayalı bir özgürlük mü, sorumsuzluğa dayalı bir özgürlük mü? Özgür toplum kurulabileceği yönünde herhangi bir bilimsel belirti kayda geçmiş mi? Binlerce aydında binlerce Atatürkçülüğe ne demeli. İyisi, kabul edilebiliri, kötüsü, çok kötüsü...
İnsanlar böyle şeylere, "izm"lere ve liderlere sadece inanırlar. O değerlere aykırı şeyler söylendiğinde dinlerine küfredilmiş gibi öfkelenirler. "Dini siyasetin dışına çıkaralım!" Hangi ülkede ne zaman çıkarılmış? Ama bunu az üsteleseniz sinirlenirler, kovarlar sizi. Sorgu ve araştırma yoktur, bazı kalıpların tekrarlanması ve alışkanlıklar vardır.
Birbirine çok benzer kalıplar, sözler, makaleler sürekli tekrarlanmalıdır ki inanç sürekli pekişsin. Bu makalelerin büyük bölümü rakamlara, araştırmalara, gerçek kanıtlara önem vermez. Verir gibi göründüğünde keyfi biçimde onları çarpıtır.
Evet şehitlerimizle güçleniriz, cennetlerimizle... Oraya götüren mabetlerimizle, ritüellerimizle...
"Haklıyız kazanacağız!" "Allah yolundakiler kazanır" sözünden ne farkı görüyorsunuz? Haklıysan neye göre haklısın? Birbirine karşı onca sol-sosyalist akım ortalıkta cirit atarken hangisi haklı? Üstelik haklı olanın kazandığına dair hangi bilimsel yayın gösterebilirsiniz? Haklılar nadiren kazanır. Çünkü güçlüler genellikle haksızlar arasından çıkar. "İnanıyoruz, kazanacağız!" Karşıdaki de inanıyorsa? İnanç, ancak bulunmadığında yenilgi getiren, ama bulunduğunda başarıyı garanti etmeyen bir şeydir.
Dine karşı bu denli katı tutum örneğin Hıristiyan toplumlarındaki sosyalistler arasında görülmüyor. Bizimkiler diyeceklerdir ki, orada din günlük yaşama bu kadar müdahale etmiyor. Acaba? Durum öyle değil. Üstelik tezi kabul ettik diyelim, o durumda bizim daha akılcı davranıp daha içsel yaklaşmamız gerekmiyor mu dine karşı? İnançları günlük yaşamın dışına çıkarmak meselesine dönecek olursak, biraz da bu aşırı tepkimiz kendimizin de olaya tamamen inançsal boyutta yaklaşmamızdan, o yüzden dini rakip olarak görmemizden kaynaklanıyor olmasın? Üstelik dinsel olmayan birçok inanç sola zarar verecek boyutta yaşamımızın ta göbeğindeyken. Sağlıksız yaşam alışkanlıklarından, takım fanatikliğine, çocuk yetiştirme tarzımızdan tüketim önceliklerimize kadar...
Sonuçta dini siyasetin dışına çıkarabilir miyiz? İnançlarımız bize bunu yapabileceğimizi söylüyor, o da bir dindir sonuçta. Şeytana uyma diyenin birçok durumda şeytan çıkması gibi. Bilim bunun tersini söylüyor. Bilime mi inanacağız dinlerimize mi?
Kaan Arslanoğlu