DSM- I, II, III, IV, IV-R, V. Yetti gari, Stop-DSM
Gözümüz aydın, psikiyatri alanında dünyada yaygın olarak kullanılan tanı koyma ve tanıları sınıflandırma el kitabı olan DSM (Diagnostic and Statistical Manual), 1952 den sonra altıncı kez yenilenerek psikiyatristlerin kullanımına sunuldu. Her yeni DSM el kitabı çıktıktan sonra kitaptaki ‘yeni hastalıkları’ bir çırpıda ezberleyip, onları sorgulamadan ertesi gün karşısına her çıkana teşhis olarak koymaya can atan çok psikiyatrist olduğunu biliyoruz. Bu tür arkadaşlar için Tanrı kelamı kadar kutsal olan DSM’yi eleştirenler de var. Bu eleştirilerden bazılarını http://www.stop-dsm.org sitesinde bulabilirsiniz. STOP-DSM hareketi, bunlardan birisi. Blogdaki açıklamada şöyle deniyor:
STOP-DSM hareketi, DSM’nin yegane sınıflandırmaya dönüşmüş olmasını tartışmaya açmaktadır. Epidemiyoloji, bilimsel araştırmalar, sosyal güvenlik kurumları, tıbbi istatistikler, psikiyatri ve psikoloji eğitimi için yegane temeli oluşturan bu sınıflandırma ile ruhsallığı anlamak, tedavi etmek gittikçe zorlaşmıştır. DSM’nin yarattığı yapay psikopatolojiler içerisinde hastalar ve ruhsal acıları kaybolmuş gibidir. Özellikle çocuk ve ergenler için bu aşırı tanı koyma eğilimi ciddi risk oluşturmaktadır. Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından hazırlanan DSM 1980’lerden beri tek referans durumundadır. 1952’de yayınlanan ilk versiyonunda 108 tanı kategorisi bulunmaktayken DSM IV'te 410 tanı kategorisi bulunmaktaydı.
Bu hareketin amacı DSM’nin bilimsel değerini, metodolojisinin klinik geçerliliğini, ruh sağlığı alanına katkısını tartışmaktır. Bu sınıflama hegemonyasının anlamının kavranması ruh sağlığı alanındaki tüm klinisyenler için önemlidir.
DSM V’in hazırlanma sürecinde davranışların, duygulanımları psikiyatrikleşmesi, ilaç kullanımının yaygınlaşması ile ilgili süren tartışmalar, Patrick Landman ve meslektaşları tarafından 2011’den beri izlenmektedir. Psikiyatrinin psikanalizle bağını kesen DSM yaklaşımına karşı Fransa, İtalya, Amerika Birleşik Devletleri, Arjantin, Brezilya ve Belçika’daki birçok dernek bu harekete katılmaktadır. STOP-DSM hareketi 2011’den beri her yıl Paris’te yıllık toplantılar düzenlemektedir.
Şimdi biraz bu hareketin öncülerinden Gérard Pommier’ye kulak verelim (bu metin Paris’te 22 Kasım 2014 tarihinde gerçekleştirilen « De STOP DSM à POST DSM » toplantısında sunulmuştur):
Şüphesiz ki kendi bakış açımız var, ama Allen Francis’in de hatırlattığı gibi, günlük hayatın sorunlarının hastalığa dönüşmesinin, hatta aşkın ve yasın bile hastalığa dönüşmesinin ve sadece bizi değil kamu yararını da ilgilendiren yanlış tanıların zararını göstermeyi düşündük. Freud’un fikirlerinden bu yana geniş ölçekli keşiflerde bulunan sinirbilimcileri de ilgilendiren bu zararı durdurmayı umduk.
Hiçbir bilimsel kanıt içermeyen ve gittikçe daha karmaşık ve istilacı vahşi bir ormana benzeyen bu epidemiyolojik el kitabı ile ne öğrencilerin iyi bir eğitim alabileceğine ne de eğitmenlerin iyi bir formasyon verebileceğine ikna olduk. Şehirlerdeki doktorların ilaç dağıtıcısı, ilaç temsilcisi rolüne indirgendiğini, çünkü her yerde hastalık gören bu el kitabının insanı korkuttuğunu düşündük. Ve DSM’den kaynaklanan sadece insani değil maddi sonuçların da farkında olarak, bu politikanın bitmesi gerektiğini düşündük.
Geri döndürülemez bir yıkım riskiyle karşı karşıya olduğumuzu fark etmekte geç kaldığımız bir gerçek. Önceleri epidemiyolojiye göre hazırlanmış zararsız bir sınıflandırma, sosyal güvenlik kurumlarına ve finansal tahminlere göre bir kodlama ile uğraştığımız zannettik. Ama bunun her türlü farklı düşünme, tedavi etme, tedavi eğilimi, araştırma yapma biçimini boğmak isteyen, hegemonyacı bir teşebbüs olduğunun farkına varılması gerekti; ki bunun için de her yeri kaplaması gereken bu yalan empoze edilmeliydi.
Hoşgörümüzün sadece bize karşı dönmüş olduğunu fark etmekte geç kalmış olmayıp ki bu önemli de değil, ama aynı zamanda ruhsal acıların herhangi bir daha derin anlayışına karşı da dönmüş olduğunu çok geç anlayabildik ve şimdi bu daha geniş patolojilere doğru ilerliyor.
İlaçlara karşı değiliz ve açgözlü olmasalardı laboratuvarlarla müttefik olabilirdik. Freud nöromediyatörlerin varlığından ilk bahsedenlerdendi ve bu daha keşfedilmelerinden çok önceydi. O, ruhsal ve bedensel olanın iki yönlü olarak birbirini etkilediğine asla karşı çıkmadı. Bugünkü klinik yaklaşımımız ile Freud’un zamanı arasında çok fark olduğu doğrudur, ama psikotrop ilaçlar onun döneminde henüz mevcut değildiler ve şimdi geçmişte olsa hastaneye kapatılmış olabilecek birçok hastamız var.
Ama tedaviler ne olursa olsunlar, şimdi nadiren görebildiğimiz gibi, öncelikli olan doğru bir tanıdır. Yeni yöntemler ve eğilimler ne olursa olsun, öznelliğin tanınması ve saygı duyulması gerekmektedir. Bizler makina değiliz ve bugün ruhsal acıyı açıklayan organik nedenlerin hiçbir bilimsel kanıtı yok.
Nedeni her ne olursa olsun, organik ya da psişik hiçbir ön kabul olmaksızın bilimsel kriterler üzerine kurulmuş bir sınıflandırmadan yanayız. Psikiyatr, psikolog, araştırmacı arasındaki bölünme tamamen uygunsuzdur, bizim gibi D.S.M. şirketinin ne ifade ettiğinin farkında olanlar ile birlikte, psikanalist sıfatıyla bu amaçlara bağlıyız.
Fazla söze ne gerek var? Şimdi tıpış tıpış psikiyatristlere koşup Pommier’nin içyüzünü ortaya koyduğu bu kitapçığa göre, önce teşhisimizi öğrenelim, sonra da ona uygun bir ilacı kullanmaya başlayalım mı, ne dersiniz?
Mutluhan İzmir