Umutsuzluk ve inançsızlığın YOS dili Hamdi Koç’un “Çıplak ve Yalnız” kitabı üzerine bir inceleme-4

Umutsuzluk ve inançsızlığın YOS dili

Hamdi Koç’un “Çıplak ve Yalnız” kitabı üzerine bir inceleme-4

 

Çocukken nefret ettiğim bir yemek vardı. Köyde sac ekmeği pişirilir, küflenmesin diye kurutulur, yeneceği zaman da su serpilerek yumuşatılırdı. Bir iki hafta sonra, ekmek bitmeye yakın, annem dipte kalmış bölük pörçük kuru ekmek parçalarını tavada kızartır, haşlanmış soğan ve patates çorbasının içine doldururdu. Hamurlaşmış ekmek parçalarının yüzdüğü bu tatsız yemeğin adına tirit diyorduk. Sonradan, tiridin, kızarmış ekmeklerin etle hazırlanmış yahninin içine atılmasıyla yapıldığını öğrenmiştim ama köyde eti nerden bulacaktık. Deyimdeki gibi, sade suya tiride kaşık sallıyorduk. Bizim yoksul, köylü tiridinden nefret ederdim. Çünkü bayatlamış, ekmekliğin diplerinde birikmiş kırıntıların arasına çoğu zaman saman parçaları da karışmış olurdu ve tiridi kaşıklarken insanın ağzına böyle bir şeyin gelmemesi olanaksızdı. Bu yüzden tirit piştiği günler evden kaçmanın bir yolunu bulmaya bakardım. Akşamın karanlığında, hele kışsa bunu becermek de zordu. Çoğunlukla bu zoraki tirit yemeğine katlanmak kaçınılmazdı.

Nedense, bir edebi yapıtta baştanbaşa ironi egemense, sanki çocukluğumun kaçamadığım tiridini karşımda görüyorum. Bu ironi tiridinde ne öğürtücü çerçöplerle karşılaşacağımı bilemem. Filozof Sami Ağabey’in (Gürel) kulakları çınlasın, “insan yedikleridir” derken, edebi zevklerime benzetme yaptığım bu tirit nefretimi mi açıklamış oluyor?

Sözü uzatmaya gerek yok, postmodern anlatılar da, bende tirit çağrışımı yapıyorlar. Zorla okutacak değiller ya, annemin çatlamış ağır ellerinin sofraya oturtucu otoritesi çok uzaklarda kaldı. Ama sanki bana şunu soruyor: Tirit, hiçbir şeyi boşa harcamamak yolunda geliştirilmiş yoksul bir yemekle, insani yaratıcılık har vurup harman savrulurcasına ortalığa saçılmış ironi karmaşası nasıl birbirine benzeştirilir a oğlum? Sen teşbihte hata olmaz sözünü bilmez misin?

 

Kabataş’ta ümmi, Bulancak’ta okur yazar

Hamdi Koç’un tatsız kitabını eleştirmek için yöntemsel arayışımı sürdürürken apansız bu tirit geldi buldu beni işte. Ben de yöntemsiz bir eleştiri tiridi, yüz buruşturucu bir söz bulamacı yoğurmuş olmayayım günlerce. “Çıplak ve Yalnız”ın 27 Mayıs “kurmaca”larını tartıştıktan sonra, aynı bölgede ve aynı dönemde yaşayan, kitaptaki kişi yaşlarında birinin romanını bulamaz mıydım? Somutun zenginliğinde romanı göstermek, ironi bulamacındaki tatsızlığı daha iyi ortaya koyabilirdi.

Çok aramam gerekmedi, buldum. “Fırtınalı Denizin Kıyısında” kitabını görünce, Karadeniz, Fatsa, Ünye olabilir, dedim. 68 Kuşağından avukat Şansal Dikmen’le yapılmış uzun bir söyleşiden oluşuyor kitap ve Dikmen, neredeyse, Hamdi Koç’un geveze anlatıcısıyla yaşıt. Tek bir ayrılık var, Mesut, Ünyeli, Şansal Dikmen ise Giresun Bulancak’lı. Kitabı hızla okudum; aynı coğrafya, ortak toplumsal ve tarihsel koşullar, gerçek ile bir karşılaştırma postmodern “kurmaca”nın çerçöpünü ortaya çıkarmak için işlevsel olabilirdi.

“Çıplak ve Yalnız”daki geveze anlatıcı ana babasının amcası ve yengesi olduğunu öğreniyor. Ya da bu ironi çorbasından benim anladığım buna benzer bir şeydi. Bunun için sayfalarca yazmış Hamdi Koç. Şansal Dikmen, Derviş Aydın Akkoç’a hayatını anlatmaya başlarken şunları söylüyor: “Ben evin ikinci çocuğuyum. Aslında biz altı erkek kardeşiz. Bizimkiler beni çocuğu olmayan amcama evlat olarak vermişler.”[i] Daha ilk sayfada, gerçeğin zenginliği karşısında postmodern kuruntuların ne kadar sıradan olduğunu görüyoruz. “Zamanla amcamı baba, yengemi anne bildim.” diyor, Karadeniz bölgesinin gerçek bir kişisi, Bulancak’ın kalburüstü ailelerinden birinin oğlu, sonradan TİP yöneticisi olacak Şansal Dikmen, amcasına evlatlık verildiğini son derece olağan bir şey olarak anlatıyor. Bu başlangıç bana heyecan veriyor, postmodern “kurmaca”da kırıntısına rastlamadığım romanı, yaşamda bulabileceğimi muştuluyor.

Hamdi Koç’un uzun monoloğunda uydurma sahnelerle bulandırılan 27 Mayıs gerçeği, Bulancaklı Şansal Dikmen’in yaşamında nasıl yansıdı? Amca-baba ticaretle uğraşıyor, ekonomik durumları iyi. Öz baba ise belediyede muhasebe müdürü. Aile CHP’li, bu nedenle DP kurulup hızla güçlenince, ardından iktidara gelince bundan rahatsızlık duyuyorlar.

Hamdi Koç’un “kurmaca” kişisi Kabataş Lisesi’nde, hâlâ bugün bile İstanbul’un en seçkin liselerinden birinde okuduğu halde, kitap yüzü görmemiş bir ümmi olarak kalırken, Bulancak gibi küçük bir kasabada, 1950’lerin başında ortaokul öğrencisi Şansal Dikmen, “Çalıkuşu”nu, “Pardayanlar”ı hızla okuyor ve Dostoyevski ile Tolstoy’a geçebiliyor. “Kurmaca”da kırıntısını bulamadığımız romanı, Şansal Dikmen’in hayatında fazlasıyla okuyabiliyoruz.

Karadeniz’in kıyıcığında el koyarak birikim

Mübadelenin acıları, Bulancak’tan göçen Rumlar ve onların karşılığında gelen muhacirlerin gidenlerin malını mülkünü ele geçirmesinin sonuçları, küçük bir kasabayı geren çelişkiler, söyleşinin sıcak akışında ortaya konuyor. Hamdi Koç’un “toplu mezarlar”, “huzursuz hortlaklar” kargaşasında boğuntuya getirdiği, ödül veren seçici kurulun “yaşanan acıların bir dizi bilinmeze” indirgendiğini itiraf ettiği tarihsel gerçekleri, Şansal Dikmen yalın bir biçimde anlatıyor, bilince çıkarıyor. Mübadelenin, Anadolu topraklarında yerleşen kapitalizmin el koyarak sermaye birikimi dönemlerinden biri, sermayenin “kan ve ateşle” yazılan tarihinden bir kesit olduğu, Bulancak, Karadeniz özgülünde gün gibi açıkta. El konan Rum konakları, fındık bahçeleri, Kurtuluş Savaşı’nda Topal Osman’la anılan Bulancaklıların bu yağmadan yeterince pay alamadıklarını düşünmeleri, Bulancak tarihçesinin temel çekişmelerini belirliyor. Yerlilerle göçmenler arasında mülkiyet paylaşımı çatışması, DP kurulunca siyasi akışını buluyor. Göçmenler daha çok DP’de toplanıyor.

Ailesi CHP’li ve hızla güçlenen DP karşısında küçük Şansal bile kaygılanıyor. “İlkokul sıralarında bebeleriz daha. 1950’li yıllar. O çocuk aklımla –aile içinde konuşulanların da etkisiyle- CHP’nin gümbür gümbür yıkıldığını hissedebiliyorum. Bulancak meydanlarında toplantılar olurdu ama CHP’lileri dinleyenler neredeyse hiç yoktu. Köylüler DP’nin çekim alanına girmişlerdi ve onların konuşmacılarını dinliyorlardı. Çok ağırımıza gidiyordu bu bizim.”[ii] Bu durum karşısında ilkokul öğrencisi Şansal, kuzenini de yanına alarak DP’ye karşı ilk politik eylemini yapıyor. İki çocuğun DP’ye oynadığı oyun gerçekten de romanesk bir sahnedir. On yaşındaki Şansal ile kuzeni İhsan kafa kafaya verip DP’ye nasıl siyasi zarar veririz sorusuna cevap arıyorlar. Sonunda buluyorlar. Çok kalabalık geçeceği beklenen bir DP mitingi öncesi harekete geçiyorlar. “Öfkemizden kuduruyoruz, mitingin kalabalık geçeceğini biliyoruz. İlçe binasına yollandık. İlçe teşkilatının kahvecisi DP’li mübadillerden sevimli bir adam. Bizi görünce, ‘Abe hayrola, ne işiniz var,’ dedi. Ailelerimizin CHP’li olduğunu biliyor tabii. ‘Haydar Amca size faydamız olsun diye geldik,’ dedik. DP’nin yakaya iğnelenen kâğıt rozetleri var o zaman. Planımız şuydu: bunları dağıtma işini üstlenecektik.”[iii] DP iktidarda ama yine de yeterince militanı yok anlaşılan, çocuklar Haydar Amca’ya rozetleri dağıtma önerisini yapınca, “Abe helal olsun size yahu, siz babalarınıza benzememişsiniz, akıllı çocuklarsınız,” diyor. “Hemen açtı, sandık gibi bir şeyden, ne kadar DP rozeti varsa çıkarıp bize teslim etti. Sırtımızı sıvazladı, çok mutlu ve hoşnut bizi uğurladı. Biz de akşam Bulancak iskelesine gidip o rozetlerin hepsini denize attık, kendimizce güya mitingi sabote ettik.”[iv] Akşamın karanlığında fısıltıyla konuşarak ve gizlenerek DP’nin rozetlerini iskeleden denize atan iki çocuk bende bir roman sahnesi etkisi yapıyor.

DP polisinin dövdüğü rektör

1960’ta, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenci Şansal Dikmen’in, 27 Mayıs öncesiyle ilgili söyledikleri de DP gerçeğini bütünlüyor. “O sırada gazeteler bembeyaz çıkmaya başladı. Rektörümüz Sıddık Sami Onar, İdare Hukuku dersleri veren saygın bir hocaydı. Milliyet gazetesinde sanıyorum bir resmi çıktı, altında haber yok, yalnızca resim var. Polisler sürüklemişler, yüzünün bir tarafı bantlıydı. Rektör yerlerde sürükleniyorsa, işler çığırından çıkmış demektir.”[v] Öğrencilerin buna tepkisi büyük oldu; 28-29 Nisan eylemleri, arkasından Ankara’da Harp Okulu öğrencileriyle halkın 555K buluşması. Şansal Dikmen, 27 Mayıs gerçeğine tanıklık ederken şunları da anımsıyor: “DP’den kurtulmuş olmanın sevincini yaşıyoruz. Daha sonraki günlerde orduya şükran mitingleri yapılmaya başlandı. İlk miting Beyazıt Meydanı’nda yapıldı. Nasıl bir kalabalık vardı anlatamam.”[vi] Hamdi Koç’un, Kabataş lisesi mezunu “kurmaca” kişisi Mesut, okumaz yazmaz olduğu için bu olup bitenlerden hiç haberi olmuyor elbette.

Şansal Dikmen’in anıları, 1950’lerden başlayarak 1990’lara, Türkiye gerçekliği içinde, bu gerçekliği politik mücadeleyle değiştirmek için çabalayan bir insanın romanı. “Kurmaca” değil, gerçek ve alabildiğine olağanüstü sahneler içeriyor. Bu romanda mezardan çıkan hortlaklar yok ama dünyanın hiçbir yerinde olmayacak tuhaf sahneler var. Avukat Şansal Dikmen TİP yöneticisi olduğu için 12 Eylül’den sonra hapse atılıyor. Erzincan Hapishanesi’nde tutuklu iken bir tebligat alıyor; hapse girmeden önce avukatlığını yaptığı bir duruşmaya çağrı yazısı bu. Cezaevi komutanının onayıyla bileğinde kelepçe, yanında askerler avukatlık yapmak için Askeri Mahkemeye gidiyor. “Duruşmanın yapılacağı askeri mahkemenin önünde yanımda iki tane süngülü er, kolumda kelepçe beklemeye başladım. Bu arada başımdaki astsubaydan kelepçelerimi çıkarmasını rica ettim. ‘Komutan cübbeyi nasıl giyerim çıkarmazsan’ deyince o da çok makul karşıladı, her şey bir oyun gibi devam ediyordu. Biraz sonra askeri hakimin sesini duydum: ‘Avukat bey nerede, gelsin’. Yargılamanın yapılacağı odaya girdim, askeri hâkim yüzbaşı önce anlayamadı, sonra saçımın tıraşlı olduğunu ve yanımda da iki asker olduğunu görünce ne yapacağını bilemedi.”[vii] Şansal Dikmen, bu duruşmada “mahkûm-avukat” olarak görev yapıyor; dünya hukuk tarihine geçecek bir olay yaşanıyor. Romanlarda bile karşılaşılamayacak ölçüde düşlemsel…

“Fırtınalı Denizin Kıyısında”, 68 Kuşağından bir insanın romanı, heyecanla akıp gidiyor. Hapishanede ameliyat olmasını sağlayarak hayatını kurtardığı bir mahkûmun onu “oportünist”likle suçlaması, davası için görüşmeye gelen kadın avukatla evliliğe giden yakınlığı, İspanya’da Falanjistler meclisi basınca hapishanede sevinen bilgisiz solcular… Komik, trajik sahnelerle Şansal Dikmen’in bir roman okuduğumuzu düşündüren yaşam öyküsü…

27 Mayıs’a “kurmaca”da yapıştırılmaya çalışılan kötülüklerin 12 Mart ve 12 Eylül’de devrimcilere ve emekçilere karşı nasıl uygulandığının tutanakları. Bu kitapta bunlara karşı mücadeleden sahneler buluyoruz. Tarımsal sömürünün orta Karadeniz özgülünde nasıl yürüdüğü, fındık üreticisinin buna karşı 1969’da Giresun, Bulancak, Ordu ve Fatsa’da yaptığı tarihsel mitingler ve karayolu işgalinin öyküsünü, örgütleyicilerinden birinin tanıklığında okuyoruz. Ordu’da bir kişinin öldüğü, il ve ilçe çevresindeki köylülerin katıldığı mitinglerde şu sloganlar atılıyor: “FİSKOBİRLİK, Patrona Yemlik”, “Fındıkta Sömürüye Son”, “Alın Terimizi Faizciye Yedirmeyeceğiz”.

Hamdi Koç, Türkiye burjuvazisinin el koyarak sermaye birikimi yaptığı tehcir ve mübadele dönemini, hayaletli toplu mezarlarla alacakaranlık hikâyesine çevirirken, Şansal Dikmen’in kitabı, etkin bir devrimcinin yaşam öyküsünün içinde aktığı tarihin toplumsal belleğimize yerleşmesine katkıda bulunuyor. “Çıplak ve Yalnız” kitabının mekânı olan Ünye’nin, 68 Kuşağı devrimcileri için simgeleşmiş olaylardan birinin, Kızıldere’nin başlangıç noktası olduğunu anımsatıyor. Mahir Çayan ve arkadaşları “Ünye’deki radar üssünden üç İngiliz teknisyeni” kaçırıp Niksar’ın bu köyüne götürüyorlar. Sonrası, sermayenin toplukıyımı, biliniyor.

Umutsuzluğun ve inançsızlığın dili

Postmodern edebiyatta ironik bakışla sinizm iç içe bulunuyor. Yaşama yabancılaşma ve kayıtsızlaşmanın mazeretlerini üreten bir dil bu. Benim tatsız tiritle benzeştirmem boşuna değil. 1990’lar özgülünde, Ali Şimşek’in “yeni orta sınıf” olarak adlandırdığı küçük burjuvanın saldırgan, herkesi adlandıran, kodlayan ve dışlayan dilinde ironi başat tavır olarak ortaya çıkıyor. “İroni bir taraftan dünyayı değiştirmeye dair bir umutsuzluğun veya inançsızlığın, diğer taraftan da bir yükselişin ve parıltının ‘tatlı’ dili olarak 1990’lı yıllar yüzeyini sarmalayacaktır.”[viii] Küçük burjuvazinin büyük sermayeye daha yakın, üst orta sınıf diyeceğimiz kesimlerinden oluşan yeni orta sınıfın, 90’lardaki dilinin bir başka özelliği de “itirafçılık” üretmesidir. 12 Eylül hapishanelerinde uygulanan işkencelerle siyasi “itirafçı”lar yaratılmıştı. Tekelci burjuvazinin bürokratik işlerini yapan yeni küçük burjuvazi, 90’larda, geçmişin bütün mücadelelerini ironik bir dille itirafa dönüştürerek yadsıyan bir kültüre yataklık etti; siyasi baskıların ürküntüsüyle inançsızlık ve umutsuzluğun ironik ve sinik diline sarıldı. Hamdi Koç’un bir söyleşide, “Ne işler ya! Nelerle uğraştık. Lukacs diye bir Macar köylüsünü getirip burnumuzun dibine dayadılar, estet diye”, kurtuluşun sevincini dile getirmesini sağlayan, sosyalistleri işkenceden geçiren, hapse kapatan, onlarcasını idam eden 12 Eylül faşizmiydi. Onun baskı ve korkuyla boşalttığı meydanı, sermayeye çok yakın konumlarda, kültür endüstrisinde istihdam edilen küçük burjuvalar doldurdu. Kültürün niteliğini değiştirdiler. Sanat ve edebiyatın tanımı küçük burjuvaya göre yeniden yapıldı; bu tanıma göre “kurmaca” esastı, edebiyat “dil için”di, gerçeklerle bir ilişkisi olamazdı. Bu dönemde Latife Tekin, Ahmet Altan, Orhan Pamuk sahneye çıktı. Yalçın Küçük’ün “Küfür Romanları” kitabı, bunların estetik ve ideolojik niteliklerini çözümledi. Hamdi Koç ve benzerleri, buradan çıktılar; “ne işler ya!” yakınması bu gerçeği imliyordu. “Dil için yapılan”, “kendinde estetik biçimler”den ibaret, bireyci ve biçimci bir edebiyatı, televizyonlarda Orhan Kemal’in ve Maksim Gorki’nin romanlarını “teröristlerle ele geçirilen” suç aletleri olarak sergileyen 12 Eylül generalleri getiriyorlardı.

Yıldız Ecevit’in itirafı: 12 Eylül’ün edebiyata iyilikleri

Gerçeğin apaçık ve dolaysız ortaya konmasından rahatsız olup, bu saptamaları mekanik ve kaba materyalist bulacaklar için, 12 Eylül’ün edebiyata bu katkısını, postmodern yazının bilincini temsil edenlerden, kuramcılarından Yıldız Ecevit’in kitabından aktaracağım. Kitabın adı da dönemin edebiyat anlayışını özetliyor: “Kurmaca Bir Dünyadan”. Yıldız Ecevit, “kurmaca bir dünya”ya ulaşabilmesini sağlayan koşulları şöyle özetliyor: “1980 yılının 12 Eylül’ünde yapılan askeri darbe, Türk toplumunda gerek sosyopolitik/ekonomik gerekse kültürel/sanatsal alanlarda büyük boyutta dönüşümlerin yaşanmasına yol açar. 80 başlarında dünya genelinde ön plana çıkan, özel sektörün genişlemesini savunan, alınan önlemlerle kapitalizmi girdiği darboğazdan çıkarmayı amaçlayan yeni liberal görüş, Türkiye’de bir askeri darbeyle yaşama geçirilir. Darbeciler solu susturmakla işe başlar. Sol entelijensiya ile bütünleşen seçkinci/ilkeli modernitenin de susturulması demektir bu. Türkiye’nin tarihindeki en karanlık dönemlerden biri olan 12 Eylül yönetiminin bu uygulaması ürkütülen toplumun siyasal kimliğinden arınmış bir yaşam biçiminin içine girmesine yol açar.”[ix] Yıldız Ecevit’in mantık çizgisinin iyi görülebilmesi için aktarmayı uzun tutuyorum; şöyle devam ediyor: “Bu arada, depolitize olmak durumunda kalan edebiyat da kendini dile getirmek için siyasal angajmanın dışında yeni alanlar aramaya başlar. Türkiye’ye onarılmaz zararlar verdiğini düşündüğümüz 12 Eylül yönetiminin, Türk edebiyatına farkında olmadan yaptığı bir iyiliktir bu.”[x] Ecevit’e göre, 12 Eylül, Türk edebiyatını depolitize ederek, “farkında olmadan” bir iyilik yapmış oluyor. Bu “depolitize” etmenin, sermaye sınıfı lehine politize etmek olduğunu, bunca yıl sonra çok iyi biliyoruz.

Yıldız’ın 12 Eylül’de gördüğü bu iyilikten neler doğuyor, görelim: “Türk edebiyatının özgürleşmesi, kendini deneysel bir sanat dalı olarak görmesi, Batı’daki estetik yenilikleri metinlerine taşıması, özgünleşmesi, 80’li yıllarda aldığı ivmelerle gerçekleşir. 80’li yıllar, Türk edebiyatında en büyük paradigma değişikliğinin yaşandığı tarih kesitidir.”[xi] Bu paradigmadan doğanları tanıyoruz; Ahmet Altan’lar, Latife Tekin’ler, Orhan Pamuk’lar geldiler ve gerçekçi edebiyatımızı bastırdılar. Ardından ölü yazıcılar, Hamdi Koç ve benzerleri çıktı. Yazı gücüyle değil elbette, onları 12 Eylül’ün getirdiğini kuramcıları söylüyor; sermayeleşmiş basın yayın ve iletişim kanallarıyla, ödül yaftalarıyla, 12 Eylül’ün sosyalistlere uyguladığı işkencelerin benzerini, beyinlere, bellek silme kampanyalarıyla uygulayarak yaptılar. Yıldız Ecevit, 12 Eylül’le birlikte, Batı’dan ithal edilen tapon bir edebiyata pazar açtıklarını da itiraf ediyor. “Kurmaca” bir dünyayı 12 Eylül kurdu ve onlar bu dünyada yazıp çizmeyi en tehlikesiz, suya sabuna dokunmadan geçinme yolu olarak seçtiler. Üstelik hiç de sanıldığı gibi “depolitize” değillerdi, Yalçın Küçük’ün “Küfür Romanları”nda gösterdiği gibi, egemen sınıfın politikasını edebiyat haline getiriyorlardı. 

Yıldız Ecevit’in bir belge değeri taşıyan bu “itiraf”ını iyi not etmenizi öneririm.

80’lerin sonu, 90’ların başında, yaşamın her köşe bucağının konuşulduğu, ortaya saçıldığı, özellikle cinsellik ağırlıklı bir “tabu yıkıcılığın” sergilendiği bu itiraf salgını, postmodern edebiyatın da bir özelliği oldu. 2013 yılında yayımlanan “Çıplak ve Yalnız”da anlatıcının uzun monoloğunda izlediğimiz, bir küçük burjuvanın insanlardan saklaması gereken çirkin yönlerinin, içgüdüselliklerinin, öteki insanlara duyduğu kin ve nefretin bitmez tükenmez itirafı bu kültürün bir uzantısıdır.

Yanılmıyorsam, Hamdi Koç, Lukacs’a ve sosyalist gerçekçiliğe uluorta saldırdığı yıllarda, yeni orta sınıfın bu yeni kültürünü yaygınlaştıran, kitlelere içselleştiren reklamcılık sektöründe çalışıyordu. Ali Şimşek, 90’larla doruğa çıkan yeni orta sınıfın bu itirafçılığını şöyle açımlıyor: “Duyguların denetimi, sıkılma, utanma ve temkinlilik gibi temel (geleneksel) orta sınıf davranış tarzları düşünüldüğünde, yeni orta sınıfın babalarından farklı ‘teklifsiz itirafçılığı’ geçmiş dönemle karşılaştırıldığında gerçekten yeni bir şeydir. Dil adlandırıcı bir konuma gelirken, keyfileşecektir de.”[xii] “Çıplak ve Yalnız”ın dili, tam da bu dildir. Vıdı vıdı konuşan, her şeyi keyfi biçimde yargılayan ve adlandırıp kodlayan bir dildir. Kitapta “Allahşükür” adıyla anılan şoför ve korumanın ailesince çağrılan adı, “Şükrü”dür. Kitabın 90’larda ortaya çıkan yeni orta sınıf (yos) tipolojisine pek uygun temsilcisi Mesut’un, anakronik biçimde 1960’lara taşınmış monoloğunda, ona “Allahşükür” diyerek, kişi adını bile kendi keyfince belirlediğini görüyoruz. Yos’un bu adlandırma, kendi tarifini mutlaklaştırma eğilimi çok tipiktir. Ali Şimşek, yeni orta sınıfın 90’larla birlikte, benzetme ve değişmeceleri rafa kaldıran, “düzanlam” adlandırma stratejisi olarak belirlediği bir özelliğine dikkat çeker. Herhangi bir benzetme, metafor oluşturma çabasına girişmeden açtığı kahvehaneye “kave” adını vermekte, antikacıya “Eskidji” adını takmakta, tümel kavramı, özel yerine kullanmakta bir yarar ummaktadır.

Yos kültürü ve dilinin, Hamdi Koç’un kitabında da gördüğümüz en temel özelliği, emekçi sınıflara egemen sınıfın gözüyle, tepeden bakması ve onu aşağılamakta hiçbir sınır tanımamasıdır. Ali Şimşek, bunu, Gırgır’dan Leman’a, mizah dergilerindeki değişimi inceleyerek somutlar. Gırgır ezilen sınıfın, Orhan Kemal edebiyatının odağındaki “küçük insanın” gözünden üst sınıflara bakar ve onları sorgularken, 90’ların dergilerindeki mizahçılar, üst sınıfın gözüyle küçük insanı komikleştirirler. Oğuz Aral mizahında emekçinin bir belirtisi ve onur belgesi olabilecek “amele yanığı”, Cem Yılmaz’da bir gülmece konusu haline gelecek, milyonlarca emekçinin boğaz tokluğuna çalışmak zorunda kaldığı tekstil atölyelerine “overlokçu aranması”nın mizahı yapılacaktır. Ali Şimşek, yeni orta sınıfın, eski küçük burjuva ile ayrımını anlatırken şunları yazar: “Orta sınıfı hedefleyenlerde geniş bir ‘merak’ duygusu ve ‘temkinli’ bir dil varken, yenilerinde müthiş bir ‘cüret’ ve kodlama zenginliği, meraka yer vermeyen ‘ben sizi çözdüm; siz busunuz’ özgüveni vardır.”[xiii] Bu “cüret” ve “özgüveni”, Lukacs’ı Macar köylüsü ilan eden Hamdi Koç’un dilinde birebir buluyoruz. “Kendinden başka kimseye inanmayan bir adam”ın (s. 70) itirafları, adlandırma ve kodlama cüreti, bütün insanları nesne konumuna indiren üst sınıf bakışı roman diye önümüze konabiliyor.

Yos bu cüreti nereden buldu. Elbette, 27 Mayıs’la ve 1960’larda örgütlenme ve mücadeleyle elde edilen bütün insani, toplumsal kazanımlarımızı kazıma acımasızlığını sahneye koyan 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin düzlediği bir Türkiye’den aldı. Üstüne, 3 Kasım 2002 seçim-darbesiyle iktidara oturtulan AKP diktatörlüğünün Tanzimattan beri elde ettiğimiz hakları da kazıma çalışmaları yos kültürüne dinci katkılar getirdi.

“Çıplak ve Yalnız”da, ABD’nin Türkiye’yi güdümüne alma girişimiyle, 1946 yılını başlangıç alabileceğimiz, yetmiş yıllık bir sürecin ürünü bu karşıdevrimin kültürel kazanımlarını okuyoruz.

                                                                                                          B.Sadık Albayrak

 



[i] Şansal Dikmen, Fırtınalı Denizin Kıyısında, Şansal Dikmen Kitabı, s.13, Söyleşi: Derviş Aydın Akkoç, Ayrıntı Yayınları, 2014, İstanbul.

[ii]A.g.e., s. 25

[iii]A.g.e., s.25

[iv]A.g.e., s.26

[v]A.g.e., s. 57

[vi]A.g.e., s. 58

[vii]A.g.e., s.194

[viii] Ali Şimşek, Yeni Orta Sınıf-Sinik Stratejiler, s. 108, Agora Yayınları, 2014, İstanbul.

[ix] Yıldız Ecevit, Kurmaca Bir Dünyadan, s.20, İletişim Yayınları, 2013, İstanbul.

[x]A.g.e., s.20

[xi]A.g.e., s.20

[xii]Ali Şimşek, A.g.e., s.52

[xiii]A.g.e., s. 71

Facebook
yorumlar ... ( 54 )
04-12-2014
04-12-2014 08:52 (1)
Latife Tekin'le Hamdi Koç'u aynı kefeye koymak ayıptır, günahtır yahu. Arada estetik açıdan uçurum var. Varsın herkes marksist leninist olmayıversin.
04-12-2014 10:23 (2)
YOS'ı deşifre eden bir yazı. Teşekkürler. YOS kendisini tanımıyor, hazır verilmiş olanı tek kültür ve rasyonel akıl sanıyor. Mizah dergilerinin dönüşümü gözleminize de katılmamak mümkün değil. Leman kültür de bunun somutlaşması. Bankalar fanzin çıkarıyor artık. Sözde muhalife ödül verip sisteme dahil ediyorlar. Marjinaller böylece kontrol altına alınıyor. Sözde aykırı, gerçekte ise etkisiz bir dil hakim oluyor. İsyan ve devrim de tüketim malzemesine dönüştürülebiliyor. Che tişörtü, parka, asker botu giyip banka fanzini okuyan, mizah dergisinde fakirin aşağılanmasına, kadının ezilmesine, meta olmasına gülen, starbaksta latte içen, kısa yoldan yırtmayı ve anlamadığını aşağılamayı marifet sayan bir insan türü ortaya çıktı. Mert Berk
04-12-2014 13:01 (3)
Oğğğ, süleyman iz bek in tavn. Velkam
04-12-2014 13:11 (4)
Bir de editöryal bordaya ve yazarlara duyurulur. Hamdi Koç kötü ve kaka bir insan. Tamam. Star Wars'taki imparator mu desem, Türk futbolundaki imparator mu... Maho aga falan belki. Bunu anladık. Kafamıza kakmaya devam etmenizde bir viral sezeceğim yakında. Kötülüğün cisim bulmuş hali sanki. Bütün sistem eleştirisi Hamdi Koç üzerine yıkıldı son 2 aydır. Ben bile şaşırdım. Hani, koltuğundan pırt sesi çıkaran ve abdülcanbaz adını geğirirken okuyabilecek kadar tiynetsiz bir insan olan ben bile "acaba o mu, ben mi" demeye başladım. Vurmayın demiyorum. Hobi olarak yine vurun. Da... Tüm başlıklar adamceğize vakfedilmesin. Olma mı? Hamdi Koç enflasyondan, işsizlikten, yoldaşların birbirini katletmesinden falan da sorumlu çıkarsa şaşırmam. Ya da, postmodern sürprize bakın. Maskeyi çıkartıyormuş. Ta ta ta taaa: Gorbaçovmuş aslında Hamdi Koç. Hürmets. Renfield
04-12-2014 13:21 (5)
Hamdi Koç'a sallamak kolay. Enver Aysever'e tek kelime laf edebiliyor musunuz ileri haber'deki köşenizde?
04-12-2014 13:39 (6)
5 noya: Bizim Türk halkı kahramanlığı sever, ama başkası yaparsa! Basit bir yorumun altına adını yazmayacak kadar korkan adam, "hadi şunu da yap", "bunu niye yapmadın" diye millete kahramanlık tavsiyelerinde bulunur. Usta, sen bi adını yaz bi zahmet, buna cesaret et. sadık hocaya ondan sonra akıl ver. sadık hoca o dediğini yapsa bu arkadaş: "onu yazmak kolay, sıkıysa şunu da yaz" diyecek. Velakin bu arkadaşlar bitmez. altı
04-12-2014 17:03 (7)
ben adımı yazsam ne olacak ey 6. napacaksın? feysbuktan tvitırdan özgeçmişimi mi araştıracaksın? kimci hangi örgütçü olduğuma mı bakacaksın. kamuoyunda adı sanı duyulmamış biriyim. ben burada ilerihabercilere laf etsem dikkate alınmam. ama sadık hocanın orada bir köşesi, bir mevzisi var. o iki çift laf ederse bir polemik doğar. daha çok insan gerçeklerin farkına varır. kaan hoca kemal okuyanı eleştirince bizzat kemal okuyan cevap vermedi mi? ben kemal okuyanı eleştirsem kimsenin ruhu duymaz. imza ile imza arasında fark var yani. mühim olan o. ayrıca ben bir okurum. yazar değilim. bu iş yazarların sorumluluğunda. öncelik onların. yazar sıfatını taşıyanların. nitekim bir kitabın üzerinde okuyucusunun adı yazmaz, yazarının adı yazar. böyle bakın olaya. yazarın adı ve diyeceği önemli. okur sadece katkıda, ricada bulunur yazardan. herkes işin yapsın kısaca.
04-12-2014 17:04 (8)
tabi tabi sayın yorumcu, sizin hiçbir sorumluluğunuz yok, bütün sorumluluk sadık albayrak ve benzeri yazarlarda. Sizin tek işiniz iş yapmaya çalışan yazarlara "onu niye yapmadın, bunu niye yapmadın, erkeksen şunu da yap" demekten ibaret. ama milimetrik bir sorumluluk duymamak! sorumluluk sadık albayrakın işi! mevzisi varmış! sor bakalım ne mevzisi varmış. yarın onu oradan attıklarında sizin ruhunuz duymayacak, oturup bir sözcük bile yazmayacaksınız. K.Arslanoğlu tam da senin dediğini yapıp solportalden atıldığında ne yazmıştın sayın yorumcu? hatırla bakalım. onu savundun mu? bir saniye bile aklına gelmedi... başkalarına kahramanlık öğretmek ne kolay, bir de söylediklerimizin binde birini kendimize uygulasak, yapsak ne güzel olurdu ama! başkalarını cepheye gönderirken keşke sen de parmağını oynatabilsen ey yorumcu. ne güzel olurdu. altı
04-12-2014 17:04 (9)
4. yoruma yanıt olarak: http://www.edebiyathaber.net/odul-sizi-iyi-yazar-yapmaz-ama-feridun-andac/#comment-15902 bu pilav daha çok su kaldırır. Israrla yazmak lazım. söyleyip geçmek olmaz. aylardır yazıyorlar, daha yeni yeni ses çıkıyor bunlarda. 10 defa 30 defa yazmak lazım. yoksa unutulup gidiyor. zaten istedikleri de bu, ortalığın yatışması... jan valjan
04-12-2014 21:00 (10)
Ferman padişahınsa dağlar sizindir. Ödül sistematiğinden kurtuluş yok. Tıpkı kendini solcu olarak adlandıran insanların kendi içlerindeki klik davranışlarla aidiyet konforunu yaşaması gibi bunlar da kendi inisiasyonlarını yapıyorlar. Savaşa gerilla usûlü devam edin siz de. Devrimci pratiği de benim gibi sağcıdan öğrenecek haliniz yok ya. Victor Hugo. Şaka. Renfield
04-12-2014 21:52 (11)
Konuyla ilgisi var mı, varsa ne kadar var, bilemiyorum; ama insanbu sitesinin "İmzasız yazı yayımlanmaz" uyarısına karşın, her gün onlarca imzasız yorum yayımla(n)ması, insana "bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu" dedirtiyor ister-istemez. Mesele içinden çıkılamayacak kertede karmaşık değil ki! Ya uyarıyı kaldırısınız, ya da imzâsız yorumları yayımlamazsınız. Haksız mıyım? bünyamin durali
04-12-2014 23:14 (12)
Çok haklısınız, sn durali. editoryal zaafiyet olduğu kesin.
05-12-2014 08:43 (13)
12 editörler iyi, çevresi kötü Terbiyeci Coşkun
05-12-2014 13:30 (14)
Sevgili Arif Yavuz Aksoy kardeşim, Hamdi Koç eleştirilerinden gınanın geldiğini biliyorum. Ama ortada bir seviyesizlik var ki sorma gitsin. Demin Taylan Kara'yla konuştuk. Eskiden bir parça burjuva estetiği vardı, şimdi Hamdi'ye kadar düştük. Mesela artık burjuva estetiğini mi savunsak dedik kendimize. Mesela Latife Tekin'i falan mı savunsak. Şaka değil, ciddi? Bu seviyesizliği ve soldaki denyolara bunun ne menem bir şey olduğunu anlatmak için bazı kitapları okumak, emek vermek ve yazmak gerekiyor. Sadık'ın yaptığı bu. Sizden özel ricam: Mesela Enver Aysever veya Yekta Kopan'ın son kitaplarını okuyup kendi kafana göre bize yazar mısın? Veya Faruk Duman. Bu bir iş ve yapılması gerekiyor. Her şeye biz yetişemeyiz. Mehmet Harma'ya veya üstüne alınan herkese bu teklifim geçerli. Okumadan kitap ve yazar eleştirme yeteneği henüz geliştiremedik. Zaten bunu yaptığımızda eleştiri zayıf düşüyor. Ne dersiniz? Okuma iyi okuyorsunuz, kalem derseniz jilet gibi, bir şeyler yapın, ha? Saygıyla, sevgiyle. K
05-12-2014 14:14 (15)
Buna da meşguliyet tedavisi deniyordu yanılmıyorsam. Louis
05-12-2014 15:26 (16)
Nemeçek verilecek her göreve hazırdır. saygılar. mh
05-12-2014 15:27 (17)
a.y.a. can bu bir nedir? sen söyle ona göre davranıcam. 15 ne der? mh
05-12-2014 15:27 (18)
Postmodern sağ görüşlü eleştirmen siteye taban (farsça parlaklık, ışıklı anlamında) getirir. Judas
05-12-2014 16:15 (19)
Hey allahım, çocukluğumda kızlarla yakartop oynadığımdan beri böyle bir aldım-verdim-ben seni yendim olayına girmemiştim. AYA asıl senin arkadaşın mı? Beraber kuul musunuz siz? Benimle küs müsün, saymıyo musun? Benim diil ama al bendeki hissesi senin olsun, arıza çok bende. Ha, davranış tedavisiyle onu kasdetmiştim, seni farketmemişim sorry. Zaten şakanın asıl hedefi de Fantom beydi, siz iki kafadar değil. Valla sansürleseler hak veririm, gündeme bak, uğraştığımız şeye bak. Dediğim çıktı, yoldaş, auşvitz, üçüncüde ülker işçileri gerçeği tutmadı. Üç kuruşluk opera geldi aklıma, kİmse kendi gerçek derdiyle etkileyemez insanları. Darılmaca yok, bu kimliğimde senli-benliydik, her zaman senin : Büşra
05-12-2014 19:25 (20)
Kaan Arslanoğlu'nun yazdığını sandığım 14 numaralı yorum ile ilgili şunu söyleyeceğim: Sanat eserlerinin değerlendirilmesi hususunda insanbu sitesinin sürekli yazarları arasında önemli görüş ayrılıkları var. Sadık Albayrak öncelikle sanatçının dünya görüşüne bakarak eserini değerlendirirken, Taylan Kara öncelikle eserin kendi iç yapısından hareketle eserin değerlendirilmesini savunuyor. Mesela Latife Tekin veya Hasan Ali Toptaş, "Suç ve Ceza" gibi bir baş yapıt yazsalar bile Sadık Albayrak'a göre kötü bir eserdir bu. Bu farklı tutumları Cengiz Gündoğdu geleneği ve Fethi Naci geleneği diye iki başlıkta toplayabiliriz. Sadık Albayrak, Cengiz Gündoğdu geleneğinden gelen birisi. Taylan Kara daha çok Fethi Naci'ye yakın. Fethi Naci, Ahmet Altan'ın "Sudaki İz" romanından tiksindiğini söylerken, Orhan Pamuk'un ilk romanlarını "büyük yetenek", "Türk edebiyatında eşsiz tatlar bırakan" gibi ifadelerle övüyordu. Bu iki tutumdan ve gelenekten hangisi daha sağlıklı? Bunu da düşünmek lazım.
05-12-2014 19:26 (21)
19 Sevgili Büşra, biraz da ipten kazıktan kurtulmuşluktan, kendi cinsimle her türlü dalaşa varım ama bir genç kadının kalbini kırmak en son isteyeceğim şeydir. Orada ben dışımdan 10a kadar saydım ve çağrışımlar ve çıkarımlar tanrısından yardım istedim aslında bir yanlış yapmayım diye. Farkedilmemişim oysa dazınd medır zira kalp kırmaktan iyidir. Louisa'yı tercih ederdim seni anıştırması için bir de, hepten de kabahatli değilim bak. hoş çakal mh
05-12-2014 22:53 (22)
Nihayet, editöryal büronun AYA güzellemesine dayanamayan mh de bozuldu (az biraz önce S-3 dönüşmüştü zaten).Sn Taylan Kara, Sn S.Albayrak niye uzaklara H.Koçlara filan giderseniz içinde yer aldığınız sitenin "dil"ini görmeyip :((( sahi burası düşünce, sanat, bilim sitesi değil miydi? Not:bu başarı için sn AYA'ya özel tebrik,AYU'nun desteklerini de yok saymadan tabii. BYŞO(Bulunduğu Yere Şaşıran Okur)
05-12-2014 23:33 (23)
Bulunduğu yere şaşıran okur, i know what u did last summer. Anonim (adsız) inisiyallere karışmak için çaba sarfetme. Feleğini ve hatta sağını solunu şaşıran okur oluverirsin sonra. Beni daha fazla takip etme. İzleği yitir. Bu yorum o gençsivil okusun diye yazılmadı. a.y.a.
05-12-2014 23:54 (24)
BYŞO 22, bozulma saptamasını hangi durum için yaptığını belirtmelisin zira, bozulma öncesiyle karşılaştırmamız gerekli. Bu diğer kişiliğin olsun ama gerçek kimliğinle anlaşmamız daha kolay olur gibi. mh
06-12-2014 00:17 (25)
no 23 bu bir tehdit mi? takip etmek mi? Her yazının her yorumun altına dalmazsa rahat etmeyenleri, adı belli olduğu için herkese her sözü söyleme hakkını kendinde görenleri mi? :((( BYŞDKO(Bulunduğu Yere Şaşırsa Da Korkmayan Okur)
06-12-2014 00:18 (26)
24, ilk yorumlarınızla son bir iki günküleri, dil bakımından karşılaştırmalı okumanız yeterli, AYA'ya ateşkes ilan edip barış çubuğu tüttürdükten sonrakileri yani (niye siz değil de sen?). BYŞAYŞO (Bulunduğu Yere Şaşıran Ancak Yorumculara Şaşırmayan Okur)
06-12-2014 00:55 (27)
Her yazı? Her yorum? Şavulunu şaşıran okura duyururum. Benim için şakul (şavul) sembolojisi önemlidir. İkinci tekil şahıs sürecek. MH'den kibarlık bekleyebilirsin. Benden değil. Bir de dipnot: asla tehdit etmem. Havlayan köpek ısırmaz, iyi bilirim. Ben hiç havlamam. Ve köpek de değilim. Açık oldu sanırım. a.y.a. sana ve şürekana bundan sonra şahsen yanıt veremeyecek. "Toptancı" stil iz kamink suğn. Üzülme olur mu?
06-12-2014 09:57 (28)
Tamam sana ilk tezahür ettiğin kutu numaranla sesleneceğim ve yavaş ve anlayabileceğin şekilde tekrar izah edeceğim Sayın/Değerli/no 22 yorumcu/arkadaş/dost/can ya da hiçbir şey seçim senin. Ben, sene sen derim onun için de sana sen. Siteye ilk takıldığım zamanlarda AYA ile girdiğimiz polemik ile tanıştık, bunlar halen de devam ediyor, diğerleri ve şimdi seninle olduğu gibi. Söylemlerim bu yaştan sonra değişmez onun için ilke bazında bozulma yoktur ancak kavga değil sessizlik içinde kitap okumak için buradayım, insan zehirlenmesinden kaçıyorum. Tarzım bu. Bırak ateşkesi, savaşa girmem bile. Bunu sana daha önce de anlattım. Burası serbest dalış bölgesi, kimler nereye yorum yazar/yazamaz diye de bir kısıtlama olmadığına göre cesur ol, kendine bir isim bul ve sen de dal, tutan yok. Kin tutmam, benden yana sıkıntı yok ama sen sminle ortaya çıkarsan eğer hiç bunlar olmamış gibi davran, unut çünkü bize insan lazım. Selamlar/saygılar ya da hiç birşey. Mehmet Harma
06-12-2014 10:08 (29)
27 "sen" sözü tüm mesajlarında kibarlığı tescilli MH içindi, kimden kibarlık bekleyeceğimizi gayet iyi biliriz.Havlamayan köpeğin de köpek olmayanların da ısırabildikleri herkesce bilinir.Ben de köpek değilim, havlamam, ısırmam, a.y.a'nın yanıt vermemesi sadece ben ve şürekam için değil,tüm site için hayırlara vesiledir,kuşkusuz.Hayatta ne çok üzülecek şey var, şu sitede yer alanlar bile fazlasıyla yeter, endişeye mahal yok.BYŞKGPBO(Bulunduğu Yere Şaşırsa Da Kuru Gürültüye Pabuç Bırakmayacak Okur)
06-12-2014 09:59 (30)
Sn. KA 14, ne yapacağımı değil ama ne yapamayacağımı yani sınırlarımı iyi bilirim. Kitap öneriniz için belirttiğiniz gibi kendi kafama göre yazacaksam, bir okurun kitap görüşleri gibi birşeyler olarak yazabilirim. Ancak edebiyat ekollerini çarpıştırıp, ideolojileri kanırtacak iş çıkmaz ancak ortaokul ödevi gibi de olmaz. Gönderirim bakarsınız, oldu oldu, olmadı çay içeriz. Saygılar. MH
06-12-2014 10:39 (31)
aya terörü ne zaman bitecek, merakla bekliyoruz. adam herkesle kavgalı. siteyi komple hulusi-mahmut tartışmasına çevirmiş. Krakow Fatihi
06-12-2014 10:58 (32)
31 ne kadar rezil olursak o kadar iyi. mh
06-12-2014 11:53 (33)
Auschwitz duygusu adlı yazınıza eklediğiniz 10 numaralı yorum geldi aklıma sayın TK. Siz bu durumda Lem ve Auschwitz fatihi oluyorsunuz. Diğer zat da 10 numaralı yorumdaki alemlerin fatihi. Tanıştığımıza memnun oldum numara 31. "Yeter artık bu ayadan"dan başka fikri imalatı olmayan zevata saygı yok. Ç'ye var. Bakın o en azından birşeyler söylemeye çalışıyor (meramınca). Örnek alabilirler, değil mi? Hürmetz tu dı adırs
06-12-2014 12:26 (34)
Sayın Mehmet Harma (30), AYA, Enver Aysever'i yazacak. Siz de kafanıza göre günün popüler yazarlarından birini ele alabilirsiniz, yazarsanız sevaba girersiniz. Elbette kendi anlayışınızla yazacaksınız, bizim, benim anlayışlarımıza uygun olması tabii ki gerekmez. Önemli olan okuma, emek verme, inceleme ve bir fikir söyleme. Karşı fikri olan da söyler, zaten tutamıyoruz gördüğünüz gibi :)) Sevgiler, saygılar. Kaan Arslanoğlu S-3
06-12-2014 12:38 (35)
Sayın 20, iyi bir noktaya değinmişsiniz. Böyle bir ekol farkı var. Aslında ekollerden öte her bireyin edebiyat anlayışı farklıdır. Kötü bir şey değil. İnsancıl geleneği de soldur, Fethi Naci'ninki de. Ama hayli farklıdırlar (sadece küfür romanlarını kınamakta anlaşırlar). Benimki nedir diye sorarsanız bambaşkadır. Bunlardan ikisinden de öğrendiklerim, faydalandıklarım vardır ama. Bu sitede başlıca anlaşma noktamız kötü-kalitesiz-piyasa işi edebiyata ve onun şebeke ilişkilerine, terörüne karşı durmak. Ayrıca 14 nolu yorum evet benim. Yer kalmadığından sadece K çıkmış. Kaan Ars.
06-12-2014 15:48 (36)
21 pıhh! erkek modellerimiz de var bildiğiniz gibi... hem kemerimde hiç nisaiyeci saçı yok :) Lakin o da ne! Hafta itibarı ile saha kapatma cezası aldım, dolayısıyla uzun süre full contact maça çıkamam. Zaten bu yaşta tavla maçı yakışır herhalde. Bi akşam beklerim, fena kekerim, size uygun sıkıntılarım da var (yok canım, öyle diil!). Neyse, kitap eleştiri görevini kaptınız iki afacan, biz hava aldık. Bir-iki doktora bitireyim de Bülent'imi yazayım ben de... Louis Cyphre
06-12-2014 16:53 (37)
Louis beyefendi, hatırı sayılır gölgesini arkasına alan genç girişimciler yoluyla ve kişisel muhabbetiyle sitenin burnundan getirme taktiğiyle Koral Yunuk'ta ıskaladığı ironinin intikamını, fazlasıyla alabilmektedir. S-3 de kar etmemektedir. Koral bey daha iyi açıklar bu durumu. Her zaman sizin olan samimi hürmetlerimle. James Moriarty
06-12-2014 18:38 (38)
Kapmak mı 36? Bu yemeği Cipriani'de tanıdıkları araya koyup mutfağa yakın yerde yemedik, ramazan çadırının önünden geçerken sorduk n'oli diye, herkesin gözü önünde öyle aldık, kimseyi geri çevirmiyorlar sevap diye, hatta bi de geri götürmesini düşünerek fazla fazla veriyorlar. Sen de gelsene mercimek çorbası güzel, köfte de var ama soğuk. Ekmek istediğin kadar alabiliyosun. Morning Star
06-12-2014 18:39 (39)
28:sn/Değerlimh/MH/vd:Niye bene ben oldu anlatmışınız sağolun,anlamadık ama kalsın,benimle polemiğe girdiğiniz gibi ayayla girmiş olamazsınız,çünkü "biz" girmedik.Bakın,şu sizin.siteye ilk geldiğiniz zamandan da değil,bikaç gün önce(30 kasımmış)"Sizinle (hem nezaket hem çoğul olarak) işim olmaz sn. YÜ. Dehşetengiz sektinizin ilanını ortağınız daha önce yaptı ve yazdı ne kadar mükemmel şahsiyetler olduğunuzu da biz size sizin kendinize hayran olduğunuz kadar hayran olabilir miyiz bilmiyorum ancak güzel insanlar da var sitede güzel şeyler yazan ve bunu kimseyi dövmeden yapan onları da okumak lazım, bulunuş gayemiz budur buralarda. Aleni hakaretleri bizim afacan zeki yiğenin küçük haşarılıkları olarak görmemizi istiyorsunuz. Esas böyle bişey yok. Bu arada sizin ortak kimseye ihtiyacım yok ben kendime yeterim diyordu gördük ki size dilekçe yazdırmış. Böyle diyince de ad hominem oluyor." Diliniz değişti deyince kızdınız sanki,ama son yazılarda hakkaten öyle.AHŞO(ArtıkHiçbişiyeŞaşmayanOkur)
06-12-2014 19:56 (40)
Sayın AHŞO, mh'nin cevabını şekerli bir şeyler yedikten sonra yine okuyun derim zira anlaşılmayacak hiçbir şey yok.
06-12-2014 19:57 (41)
Site editörlerine soruyorum: Elif Şafak, Tuna Kiremitçi veya Hamdi Koç, Marquez'in "Yüz yıllık Yalnızlık" romanı gibi bir romanla, yani hiç tartışmasız bir klasikle, bir baş yapıtla çıkagelseler yarın, tepkiniz ne yönde olurdu? Latife Tekin, Hasan Ali Toptaş gibi iyi yazan saygın burjuva edebiyatçılar hakkındaki görüşünüzü sormuyorum. Sadık hoca onlar ne yapsa beğenmeyecek. Peki, A'dan Z'ye piyasa ilişkilerine gömülmüş, küfür romanlarının dibine vurmuş, popüler kültürün ikonu olmuş, yani nefret edilecek her şeyi bünyesinde toplamış bir yazar mesela Dostoyevski'nin "Budala" romanı gibi bir klasik, baş yapıt koysa önünüze, nasıl tepki verirdiniz? Mesela Hamdi Koç böyle bir kitap yazsa tepkiniz ne olur, ne olmalı? Latife Tekin böyle bir kitap yazsa sorun yok. Neticede bir saygınlığı, ağırlığı var. Ama Hamdi Koç veya Elif Şafak gibi, nefret ettiğiniz her şeyi yapan biri bir baş yapıt-klasik kaleme alsa bu yeni durumda nasıl tepki vermek gerekir? Yani estetikte sınırlarınız nedir? (Salih)
06-12-2014 20:05 (42)
Değerli Salih Bey, Bu konu üzerinde epey bir yazı var. Aşağıdaki linkteki yazılar bu sorunuza yanıt olabilir sanırım. http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1375 http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1592 Saygılarımla Taylan Kara
06-12-2014 20:42 (43)
41 nolu yorumcuya cevap: Ben de Taylan'a benzer düşünüyorum. Siyaseten gerici, hatta faşist, hatta ajan biri "başyapıt" olmasına gerek yok, iyi bir eserle gelsin toplumun önüne, onun iyi eserinin (iyi eser sadece teknik ustalık gösteren eser değildir, öz-biçim açısından uyumlu, insana bana göre olumlu bir şeyler katan, onu ilerleten, daha da önemlisi gerçeklik-hakikat bilincine katkıda bulunan eserdir) başımın üstünde yeri olur. Onun siyasi hattına karşı mücadele eder, ama daha önemli yanı olduğu için eserinden ötürü saygı-sevgi gösteririm. Böyle örnekler tarihte nadir görülür, ama yine de dönem dönem görülür. Kaan Ars.
06-12-2014 22:41 (44)
Sn KA 43 tarihte görülen bu örnekler hangisidir bilmek adına soruyorum. Iyi esere saygı duyup yazarına bakışımız değişmez olmalı diye düşünüyorum. Çünkü kötü bir yazar o eser arkasına ömür boyu saklanabilir. Biz de tarafsız davranabilmeliyiz gıcık olduğumuz yazarın eseri iyiyse iyidir diyebilmeliyiz. Örn. Herife günahımı vermem ama iyi yazmış şerefsiz... MH
06-12-2014 22:49 (45)
Değerli MH, 42 nolu yorumdaki iki linkte bunlardan bir sürü örnek veriliyor. Balzac, Celine, Hamsun, Dostoyevski... R.H.Karay, Peyami Safa da bizden örnek olarak verilebilir. Taylan Kara
07-12-2014 09:04 (46)
Sayın Taylan Kara, Peyami Safa'nın veya şimdinin modası Aslı Erdoğan'ın nitelikli metinlerine her görüşten insan saygı duyar. Mesele onlar değil. Nefret ettiğiniz Hamdi Koç ayarında bir yazar, Anna Karenina kudretinde bir roman yazsa, o zaman tepkiniz nasıl olur? Yoksa Hamdi Koç gibiler işin doğası gereği asla nitelikli eser üretemezler mi? Sorularıma cevap alamadığım için şöyle bir akıl yürütüyorum: Yazar hem iyi yazıyorsa hem de solcuysa size göre iki sıfır önde. Kötü yazıyor ama solcuysa, muhalif saftaysa, nötrsünüz ona karşı. Örnek olarak Tuna Kiremitçi ve Enver Aysever karşısındaki suskunluğunuz. İyi yazıyor fakat solcu değilse, bir eksi bir artıyı götürmüyor bu kez, hakkını teslim ediyorsunuz. Hem solcu değil hem de kötü yazıyorsa edebiyat kanonuna dahil etmiyorsunuz zaten. Tasnif dışı. Ayrıca Fethi Naci'nin Ahmet Altan'dan tiksinirken, Orhan Pamuk'u "büyük yetenek", "Türk edebiyatında eşsiz tatlar bırakan" gibi ifadelerle övmesini nasıl değerlendiriyorsunuz, katılıyor musunuz?
07-12-2014 09:14 (47)
46 no lu yorumcuya: Yazdıklarınızdan, linkteki yazıları doğru değerlendirmediğinizi anlıyorum. 2.yazıda tam da bu sorunuzun yanıtı var. Söylediklerinizin, yazdıklarımla hiçbir ilgisi yok. Benim hiçbir yazımda, "solculuk"la "yazar"lığı arasında bir ilişki göremezsiniz. Böyle bir şey olamaz. Yazarın solcu ya da sağcı oluşu ile sanatının değerlendirilmesinin tamamen birbirinden ayrı olması gerektiği üzerine sayısız yazım var. Sayın yorumcu, T.Kiremitçi ve E.Aysever karşısında suskun falan değilim. Bu yazarları henüz okumuş değilim. Okumadığım bir yazar hakkında asla yorum yazamam. Mesele budur. Ben "o iyidir, bu kötüdür" diye bir eleştiri anlayışını kabul etmiyorum. Benim için eleştiri gerekçelendirmektir. Yargımı okura kanıtlamadığım bir yazı asla yazmam. Sonuç olarak bir kitap "nitelikli" ise yazar öyleydi, geçmişi böyleydi diye değerlendirmem ve o kitabı yazarım, niçin yazmayayım. 1. Taylan Kara
07-12-2014 09:22 (48)
Fethi Naci'nin A.Altanla ilgili yargısı sudaki iz kitabıyla ilgiliydi, 100 türk romanı kitabında geçer. Oradaki yargılara genel olarak katılıyorum. O.Pamukla ilgili övücü ifadeleri ise bildiğim kadarıyla Cevdet bey ve oğulları, sessiz ev gibi ilk 2-3 romanı içindir. Bugünkü yazın anlayışı 3. kitap sonrasındadır, ilk romanları modern roman örnekleridir. Pamuk'un bu romanlarını okumadığım için F.Nacinin bu yargıları hakkında bir yorumum yok. Sn yorumcu, benim günde 24 saatim var, yaşamımı edebiyat eleştirmenliğinden ya da köşe yazarlığından kazanmıyorum. Olabilecek en asgari uykuyla kendimce bu işleri yapmaya çalışıyorum ama eleştirmek istediğim ancak okumaya fırsatım olmayan 100lerce kitap var. Bu işler bir ekip işi olmalı. Madem ki E.Aysever, T.Kiremitçiyi okumuşsunuz, yargıya ulaşmışsınız, niçin bunlarla ilgili görüşlerinizi gerekçelendiren yazılar yazmıyorsunuz? Yazın burada yayınlayalım, tartışalım. Bizleri suskunlukla suçlayacağınıza bunu yapın, daha iyi olmaz mı? saygılarımla t.k
07-12-2014 09:39 (49)
Sayın 46, maksadınız nedir, bir anlasam daha güzel cevap vereceğim de, rotayı tutturamıyorum. Bu sitede Tuna Kiremitçi hakkında (Onun Aydınlık'a transferi hakkında) bir yazı yazdım, bir sürü insanla papaz oldum. Her ne hikmetse yazılarımız düşman kazandırıyor, dost kazandırmıyor. Baksanıza onu görmemişsiniz bile. Enver Aysever ile TKP'nin yayınevinden basılan Kayıp Devrimin Öncesinde romanımda dalga geçtim. Bunu Aysever gördü, siz onu da görmemişsiniz. Ne yapmamız gerekiyor ki, sizin gözünüzde "suskun" olmamak için? EK: Fethi Naci, Orhan Pamuk'un ilk üç harici romanlarını yerin dibine batırmıştır. Bu konuda en az üç dört yazısı mevcut. Ben de oralardan alıntı yaptım. Evet, T. Kara'ya katılıyorum, siz bir şeyler yazın, gönderin, katılmamız şart değil, yayımlarız. Saygıyla. Kaan Ars.
07-12-2014 10:03 (50)
Sn. 36 LC, Çalışkan Şeflerimiz, erkenden kitap eleştiri görevi servisine başladı, hem de açık büfe, çıtır simit de var, çay mis. MS
07-12-2014 14:26 (51)
Ek: 46. yorum o kadar yanlış ki, mevcut durum o yazılanların tam zıddı. Bundan 4-5 yıl kadar önce solportalde K.aRSLANOĞLU Attila ilhan ve Kemal Tahir'i eleştirmişti. Sol cenahta saygın ve az tartışılan-tartışılmayan bu yazarları eleştirmesi çok büyük tepki aldı. "bir yazar solcu ise yazdıkları iyidir" önermesinin zıddını savunan nadir çevrelerden birisidir insanbu. Bu yazıların hepsini internette bulabilirsiniz. Bu anlamda olabilecek en yanlış yere yöneltiyorsunuz eleştirinizi. Bizim bütün tepkimiz tam da "solcu ise yazdığı iyidir, sağcı ise yazdığı kötüdür" yargısınadır. Bununla ilgili sayısız örnek var. Siteyi 5 dakika kurcalasanız, 10 dk lık bir google taraması yapsanız bu konuyla ilgili en az 10 tane yazı çıkar karşınıza. Bu nede
07-12-2014 16:37 (52)
AHŞO 39, seninle (hem samimiyet, hem de tekil olarak) işim olmaz çünkü bizde kav-ga, ye-o-ke yani YOK!. ayrıca müsaadenle daha adını belirtmiyorsun ve maskenin ardından saldırıyorsun sen diyeyim sana. Ancak saklandığın perdenin altından ayakların gözüküyor ama yine de bizimle oynamaya sokağa göndermesi için kapıya gelip Ayla teyzeden izin isteyebiliriz. Tek kale maç yapıcaz lastiklerini giy, tam macera Zagor ve ciltli Tommiks varsa değiştirebiliriz. Gördüğün gibi dil aynı dil sazlarda tel değişti. Önerilerim; beni değil siteyi takip et, güzel bir şeyler yaz biz de bir şeyler öğrenelim, işim olmazın ne olduğunu anladın her halde. Prezewalski atı veya Mandarin ördeğin varsa bir tornet tekeri on amerikan misketi veriririm (tevellüt yetmezse anlamayabileceğini anlayabilirim). Yolun açık olsun. AŞTİ
07-12-2014 21:00 (53)
52,saldırmak mı? allaalla nerden çıkt yahu,ne alaka?Ne tuhaf,yazdıklarınızı anlamadım ama anlamaya da niyetim yok, eksik kalsın, aman aman siz işinize, evde sokakta nerde oynıcaksanız oyununuza,devam edin. ABİSO(Artık Burdan İyice Sıkılan Okur)
12-12-2014 13:47 (54)
SADIIIIIK!!! BU YORUM SANA: M.F'ye büyük ölçüde katılıyorum. Neden büyük ölçüde, çünkü İnsancıl'daki gençler kimdir, ne yaparlar bilmiyorum. Ama söyledikleriniz genel anlamda doğru. O çevreden sadece Bizim Sadık Albayrak'la iyi görüşüyorum, o da dediğiniz gibi kendi yazısının altındaki yorumlara bile cevap vermiyor. Biraz kullanmak lazım interneti. Bize o alanda da militan edebiyatçılar gerek, hasım ideoloji çok yaygın, güçlü, üç beş kişinin çabasıyla çok mesafe kat edemeyiz. Ama "milimetrik mücadele" deniyorsa o ayrı. Gerçi internette de kullanmak lazım o milimleri :))Birçok genel internet sayfası var edebiatla ilgili. Bunu Sadık'ın yazısının altına da koyayım ki belki görür :) Saygılar. Kaan Ars.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210984
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.