Aziz Hatman'a, "Son Teşebbüs" adlı romanını okuduktan sonra şöyle bir ileti yolladım. Roman hakkındaki yazım da budur. Sonunda ek bir bölüm var:
"Son Teşebbüs" adlı romanınızı beğenmekten çok memnun oldum. Çünkü:
Elime geçen edebiyat yapıtlarını "keşke beğensem" ön niyetiyle okuyorum. Çünkü iyi yazar, iyi eser bulmak kolay değil ve onlara şiddetle ihtiyacımız var. Ne var ki, okuduklarımın çoğu vasat hatta bazen vasat altı çıkıyor. Görüşümü ısrarla soran yazarına, ne kadar inceltmeye, hafifletmeye çalışsam da olumsuz görmüşsem bu yargımı iletiyorum. Nedenleriyle birlikte. Ve sonuç: çok sayıda düşman kazanma. Bir şekilde er ya da geç bunun acısını çıkarıyorlar.
Neyse ki sizin erdeminizi sınama fırsatım olmayacak. Gerçi yapıtlarını beğendiğim romancıların-öykücülerin çoğunun uzun vadeli tepkileri çok farklı değil. Önce hoşnut oluyorlar doğaldır ki, ama sonra edebiyat-sanat piyasasında bizim gibi insanların övgüsünün de tehlikeli olduğunu sezip uzaklaşıyorlar, iletişim kurmuşlarsa kesiyorlar :)
Neyse. İnsan BU'da yayımlanan son yazımda, ki 1997'de yayımlanmıştı ilk kez, "Fethi Naci'nin Roman Eleştirisinde Yöntem ve Ölçütler"dir adı, "güzel roman" için ne ölçüt konulmuşsa, bu roman onların hepsinden iyi, çok iyi puanlar alıyor. Bu ölçütler aşağı yukarı benim de kabul ettiğim ölçütlerdir:
http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1819
Kısaca bazı noktalara değinirsek: Bir ilk roman galiba, ama hiç belli değil, bir ustanın elinden çıkmış gibi. Kurgusu çok zekice işlenmiş. Yapıtın ve yazarın düşünsel derinliği okuru sarsıyor. Çok ileri düzeyde olmasa bile sürükleyici. Karakterler gerçekçi ve iyi işlenmiş. Dili güzel, özenli ve birikim ürünü, hatası az. Okur, okuduktan sonra bir şeyleri düşünme, sorgulama doğrultusunda değişiyor. Başka şeyler de var olumlu anlamda, fazla uzatmak istemiyorum. Roman, başka bir şey değil roman olarak yazılmış ve bu anlamda çok başarılı. Komünist toplumda geçen siyasi polisiye fikri yepyeni bir şey ve bu fikir başlı başına özgün. Sanatta en çok aranan şeylerin başında özgünlük gelir.
Eleştirilerime gelince. Sizin komünist toplum ütopyanızı epeydir paylaşmıyorum. Bu açıdan roman gerçekçi değil, ama bilimsel açıdan ve bana göre. Romanda asıl aranan kendi iç gerçekliğidir. Roman bu dünyayı, bu ütopya atmosferini yaratabilmiş mi, tutarlı mı ayrıntılarında? Bence bunu başarmış. Tutarlı. İç gerçekliği, kendi kendine gerçekliği sağlam. O zaman okuyan kişi, sadece kendi idealine veya bilgi birikimine uymuyorsa bir not düşer, fazla not kırmaz. Çünkü o farklı bir fikrin açılımıdır, olabilir, o açılımın sanatı iyi yapılmış mı, buna bakılır.
Takıldığım bir nokta, bu komünist toplum insanlarının durmadan et, etli yemekler yemeleri. Şöyle düşünüyorum: Hayvan kardeşlerini yiyen insanlık hiçbir zaman komünist topluma, gerçek barış ve huzura erişemez. Bunu sorun etmeyen insanlar zaten sorundan kurtulamazlar. Her bakımdan... onu fazla deşmeyelim. Ancak romanda buna vurgu yapılıyor da olabilir. Çünkü kahramanımız bir "eski yemekler" yapan aşevi kurmuş ve bunu da bilinçli olarak karşıdevrimci düşünceyi ayakta tutmak için planlamış. Sonunda da o yemekevini ortadan kaldırtıyor. Acaba et yemek konusunda benimle aynı fikirde misiniz ve böyle bir vurgu yaptınız mı? Yapmışsanız biraz yetersiz mi kalmış acaba, ben mi anlamadım, soru işareti bu konuda doğdu.
Dil takılmalarıma gelince: Ufak tefek sorunlar var birkaç yerde. Sık rastlanmadıkça bunlar iyi eserlerde de görülebilir. Sayfa 45, 4. paragraf: "miydi?" ayrı yazılacak. Ondan önce bir yerde, şimdi bulamıyorum, "estetize" etmek sözcüğü var. Epeyce sık kullanılıyor buna benzer İngilizce son ekli sözcükler ama, yanlış sonuçta. "Estetikleştirmek" bile daha iyi bundan. "Göze, kulağa hoş göstermek" falan, başka şey denmeli bence. Sayfa 83, 2. paragraf: "merdivenler" yerine merdiven dense daha iyi.
Sayfa 87, 2. paragraf: "ne o beni kabul etti, ne ben onu". Sonu kırpılmış cümlelerde bu hata sık yapılır. Özne ve yüklem uyumu sabit kalmak zorunda. "Ne o beni kabul etti, ne ben onu kabul etti" denir mi? O yüzden bunun kısaltması olmaz. "Ne o beni kabul etti, ne ben onu kabul ettim." olmak zorunda. Sayfa 124, 5. paragraf aynı yanlış: "Bugünün bana, benim de bugüne ihtiyacım vardı." Sayfa 146, 6. paragrafta yine aynı yanlış. Bir de sinir olduğum "adına" sözcüğü beş-altı yerde geçiyor. Bazıları doğru kullanılmış, bazılarının yerine gerçek anlamı karşılayan öteki sözcükler kullanılsa daha iyiydi.
Bulabildiklerim bunlar.
Bazıları romandan "siyasetsizliği övüyor" ya da "örgütsüzlüğü övüyor" sonucu çıkartacaklardır. O da doğal. Çünkü bu köklü bir siyaset eleştirisi, çok iyi işlenmiş, bütün yönleriyle işlenmiş bir siyasi siyaset eleştirisi. Çok çarpıcı saptamalar, cümleler var. En tuttuklarımdan biri: "Kastını gizlemek, düşündüğünü saklamak, insanları aldatmak, kandırmak karşımızdakini; ama sürekli... Faydalanmak diğerlerinden, hatta onlardan beslenmek, ancak böyle var olabilmek, kendini ancak böyle gerçekleştirebilmek; çünkü ulvi bir amacın var ve o her şeyin üstünde! O yüzden sen herkesin üstündesin!"
Bu özellik siyasetçinin ve daha tehlikelisi sol siyasetçinin evrensel özelliği. Siyaset olmadan, örgüt olmadan bir şey olmuyor, ama bu siyasetle, bu örgütlerle de bir şey olmuyor. Hatta bunlar solun ilk ve en önemli engeli oluyor. Roman çoğumuzun dert ettiği bu sorunu iyi irdelemiş.
Tekrar bir eleştiri yaparsak, acaba kuramsal tartışma ve açıklamalar biraz fazla mı kaçmış? Ben bu uzayan ve birkaç yerde tekrarlayan bölümlerde biraz yavaşladım, ama yine zevkle okudum. Çünkü bunlar benim sorunlarım ve bunlar çok yönlü ve canlı olarak işlenmiş. Ama sıradan okur sıkılır mı? Muhakkak böyle bir risk söz konusu. O bölümler, sayfalar için. Acaba az daha kısalamaz mıydı? Bilmiyorum, kararsızım, belki böylesi daha iyidir. Sıradan okuru, vasatı hem dikkate almak, hem de fazla önemsememek gerekiyor. Kime hitap ediyorsunuz, amacınız ne, bu daha önemli.
Sonuçta yeniden kutlarım. Keşke çok fazla sayıda insan okusa.
Ek: Yazar Aziz Hatman'dan bu iletime bir cevap aldım. Sizlere aktarmak istediğim iki konu:
Birincisi, et yemenin komünizmle bağdaşmayacağının Hatman da farkındaymış. Şöyle diyor Aziz Hatman:
"Et konusunda ise sayfa 51’de bir vurgu var aslında.
Aslında burası bir nevi okuldu onun için. Çoğu yemekyerinde balık neyse de kırmızı et pek sık pişmiyordu; hatta çok nadir görülüyordu. Ama Kuzguncuk’un her yemeğinde mutlaka bir hayvansal protein vardı, çoğunlukla da kırmızı et. Hayvansal yağ dışında neredeyse yağ tüketilmiyordu. Böyle bir yerin var olması çok büyük bir olanaktı onun için.
Gericilikle etçillik arasında haklı haksız bir bağ kurdum. Ayrıca Barbunya Pilaki’nin İstisna diye adlandırılmasının nedeni et ve hayvansal ürün içermeyen tek yemek olması menüdeki. Belki yine fazla dolayım kullanmışımdır. Fazla dolayımlı kendimi ifade ettiğimi düşünenler var da yakın çevremde…"
Evet, Hatman benim dediğimi doğruluyor. Fakat yanlış anlaşılma olmasın. Ben taş devri beslenme anlayışını savunuyorum ve bu anlayışta kırmızı et beslenmenin ana unsurlarındandır. Ne yazık ki doğamıza daha uygun beslenme hayvansal proteinlere ve kırmızı ete dayanmak zorunda. Kırmızı et, ekmekten, buğday ürünlerinden çok daha sağlıklıdır. Ama daha önce belirttiğim gibi kırmızı et (hatta deniz ürünleri) yemekten ruhen rahatsızım. İnsanlık et yemeden etin yerini tutacak bir beslenme sistemi kurmak zorunda. Ve yine yanlış anlaşılmasın, biz özellikle et yediğimiz için hayvanlaşmıyoruz; daha çok şu doğru: Et yemekten rahatsız olmayan bir hayvan olduğumuz için birbirimizi katledip duruyoruz.
Biz yine romana dönelim. Hatman bu romana örgütsüzlüğü, siyasetsizliği övüyor diye eleştiriler getirilebileceğini, tam tersi yönde, hâlâ mı örgüt fetişizmi, siyaset fetişizmi yapıyorsun yollu eleştiriler de beklediğini söylüyor ve ekliyor: Eleştiriler yeter ki gelsin, yeter ki böyle şeyler bu roman dolayısıyla enine boyuna tartışılabilsin.
Bizim görevimiz de böylesi tartışmaları canlandırmaktır zaten, iyi eserlerin yolunu açmaktır. Karartmaya, kapamaya, tek yönlü bakmaya, sürekli çarpıtmaya karşı en etkili ilaç sanatsal ve bilimsel akıldır.
Kaan Arslanoğlu