Editörün sunusu: Bir şair arkadaşımızın kardeşinin 1998’de Orhan Pamuk için yazdığı yazıyı, bu arkadaşımız ve ayrıca editörümüz Nihat Ateş’in önerisi üzerine yayımlıyoruz. Farklı bir yönden bakış. Ayrıca belki tartışma doğurur.
Pamuk’un sessiz kadınları…
İlk okuduğum Pamuk kitabı Kara Kitap’tı. Şaşırarak ve severek
okuduğum bu kitap beni çok umutlandırmıştı. Birey ve kişiliği öne
çıkaran bir kitap, kolektif bir toplumdan gelen ve işi sanat, özellikle de
görsel sanat olan biri için önemli bir unsurdur. Özgür düşünebilen bir birey
olmak bir sanatçı için en önemli unsurlardan biridir kanımca. Bu gün Türkiye’de
birey olmak artık eskisi kadar suç olmasa da, hala daha lüks bir
şey. Bu durumda Orhan Pamuk’un benim yeni kahramanım olması içten
bile değildi. Bu heyecanla Onu ve de kendimi daha iyi savunmak için
bütün kitaplarını okumaya karar verdim ve okudum. Ama bu okuma yolculuğu beni
düşlediğimin dışında daha önce tahmin etmediğim başka bir konuya sürükledi,
kadınlara, Pamuk’un sessiz kadınlarına.
Pamuk’un romanlarında, hayatın anlamı, edebiyat, sanat, ne yapmalı
diyerek yeni hayatın arkasından koşan karakterler ne yazık ki hep
erkek çıktı. Peki kadınlar neredeydi bu romanlarda, evet yok değillerdi, işte
Nigan Hanım, Şeküre Melek, Rüya, Perihan, Nermin, Nilgün. Ama
erkeklere nazaran, hepsi de silik ve de gölgede kalmış karakterlerdi bunlar.
Erkeklerin büyük arayışlarını aktive eden araçlar olarak kullanılmışlardı,
(tıpkı bir dervişin dünyevi aşkının ilahi aşka dönüşmesi sürecinde olduğu
gibi) ve çoğunun dili de yoktu. Konuşmaya ancak bir erkeğin
sihirli değneği onlara değdiğinde başlıyorlardı. Cevdet Bey evlenmeden önce
Nigan’ı, anne olmadan önce Perihan’ı, nişanlanmadan önce Ayşe’yi, Apo ona aşık
olmadan önce Nilgün’ü tanımıyoruz. Onlar, erkekler onları sevdikten sonra var
oluyorlar ve olmaya devam ediyorlar. Erkekler gibi fatih olmaya en çok Yeni
Hayat’taki Canan yaklaşıyor. O da ana karakter gibi “kitabı” okumuş
ve yeni hayatın arayışı için yola koyulmuştur ve o da Mehmet/Osman/Nahit
gibi aşkının peşinden gidiyordur. Ama yine de sonuçta onun yolculuğunun sonu
bir erkeğe çıkacaktır, bütün diğer kadınlar gibi. Oysa fatih, derviş, ilim
irfan arayışının adamları, sevdikleri halde serüvenlerinin sonunda “yalnız
adam” olabiliyorlar. Cevdet Bey ve Oğulları’nın bir Muhittin
karakterinin hiç bir zaman kadını yok, hatta onun evlenip evlenmediğini bile
bilmiyoruz, o bir davanın adamıdır ve sonunda milletvekili olur. Bir
diğer ana karakter Refik hayatın anlamını anlama yolunda karısını
kaybeder. Perihan’ın onu nasıl terk ettiğini de yine Perihan’dan değil onun
oğlu Ahmet’ten öğreniyoruz. Tabii o bir ressam, tolere ettiği ve şişman olduğu
belirtilen kız kardeşi Melek ise sürekli yemek partilerinden bahseden
ve başarılı bir avukatla evlenmiş tipik bir ev hanımıdır. Melek’in
hakkında bilmemiz gereken bu, Ahmet’in sanat teorilerini, buhranlarını
öğreniyoruz, bu önemli. Neden Melek ressam olamasın diye sormak istiyorum?
Meleklere böyle isler verilmiyor demek ki. (Oysa ressamlar ne çok melek boyadılar
resimlerinde.)
Daha önce de söylediğim gibi ebedi ilim, irfan ve de
aşkı sufi misali arayan erkek için geçici bir önem ve fonksiyon taşıyan
kadınların isimleri bile çok hoş doğrusu, Melek, Canan, Rüya, Perihan. Bizde
dünya ötesi hissi uyandırıyorlar. Bir de erkek isimlerine bakalım,
Celal ( büyüklük,ululuk ), Salik (bir yola giren mürîd), Faruk (
haklıyla haksızı ayıran ) Galip, Metin, vb. Evet kadınlar, anne
olarak var olabilirler, sevgili ve eş olabilirler ama bir “rastignac” bir fatih
olamazlar, olmuyorlar Pamuk’un kitaplarında. Benim gibi bir okura ne yapmak
düşüyor o zaman?! Konuyu, “batı ile ilişkinizden biraz şüpheli olsam
da ve de geleneksel Türk yazarının okuruna karsı öğretici ve babacan tavrına
karşıt olan tutumunuz sonuçta yine onların yaptığını tekrarlıyorsa da olsun,
kadınları arka plan da tutsanız da, bireyi öne çıkarmanız çok önemli bir işti”
diyerek geçemiyorum.
Evet bilgisi geniş ve kendisi akıllı bu erkek yazarımızın kitaplarındaki
dünyada bir erkek dünyası. Bölüm baslarındaki diğer büyük erkek
yazar, düşünür ve de alimlerden yaptığı alıntılar da bunu kafama
tekrar tekrar vuruyor. Demek hiçbir kadın ona esin kaynağı (ya da
ilham perisi) olmamış. Kendini sesiyle kurtaran bir Şehrazat bile yok! Bu
beni hayal kırıklığına uğratıyor, kadınlarda gördüğü sadece bu mu diye
düşünüyorum; bir toplumun içinde yaşayan biri, evet günde on saat yazıp
pek dışarı çıkmıyormuş - ama yaşadığı toplumu çok iyi bir duyarlılıkla
gözlemlediğini yine kitaplarında açıkça gördüğümüz biri nasıl oluyor da karşı
cinsini bu kadar dar bir çerçeveye sokup, onları klişe bir şekilde bize
sunuyor. Toplumun ve onun gerçeği bu mu diyelim, buna da inanmıyorum; ben bu
kadınların pek azıyla, pek az bir şekilde özleştirebilirim kendimi, eğer
kendimi zorlarsam. Bundan anne ya da eş olmak istemediğim anlaşılmasın;
benim istediğim, bir kişinin var olan tüm renkleriyle
yansıtılmasıdır. Oysa kadınlara sadece siyah ve beyaz düşüyor
Pamuk’un kitaplarında, olsa olsa en fazla monokromatik bir renk olabilir.
Halbuki bizi de en azından kırmızıya boyayabilirdi, suç aletimiz elmanın
kırmızısına, bakirliğimizin kırmızısına, vücudumuzun ayı takip etmesinin
kırmızısına ve de erkeklerinki gibi kırmızı olan kanımıza boyayabilirdi bizi
de.
Belki de Pamuk kitaplarını benim için yazmıyordur. O zaman
yapacak tek şey kalıyor, oturup kızı Rüya’nın genç kız olmasını
beklemek. İyi ki yazarın oğlu değil de kızı olmuş! Ne de olsa bir
çocuk çocuktur, kız da olsa, biyolojik cinsiyetinin dışında bir cinsiyet
edinmemiştir henüz, toplum ve kültür onun cinsi
kişiliğini biçimlendirmemiştir ve bu yazara iyi bir fırsat
verebilir. Bir kızın da istekleri, idealleri olacağını, erkeklerin onlara
verdiği kişiliğin dışında da bir kişilikleri olduğunu görebilir ve bu bize pozitif
ve çok boyutlu kadın karakterleri getirir diye umuyorum.
Evet şimdi oturup bu Rüya’nın gerçekleşmesini bekleyelim, büyü Rüya büyü!
Filiz Çiçek, Indiana University, Bloomington, USA 1998