Sanatın çürümesi: “Öfke” kitabı üzerine notlar

İğrenme duygusunu çok önemsiyorum. Yaşadığımız koşullar, bilincin varlığını sürdürmeye yetmediğinde yönetimi duygu ve dürtüler alır. Geçmişte bilincimizle algıladığımız bir öfke ya da iğrenme duygusu, böyle koşullarda insanın entelektüel varlığını korumasını sağlayabilir. Çoğu kez bilinçle tepki gösteremediğimizde, bilincimiz o konuda tepki gösterecek eşik değere ulaşacak kadar birikmemişse, sezgisel öfke ve iğrenme duygusu bilincin yerine geçebilir. Karanlık çağlarda, çöküş dönemlerinde bizleri idame eden önemli bir entelektüel uyumdur bu. Bilinç, beyne hep sonradan gelir. Öfke ve iğrenme duygusu bilincin öncesidir. Sosyalistlerin hemen hemen hiçbiri Kapital ya da Komünist Manifestoyu okuyarak sosyalist olmamıştır. Her şeyin öncesinde insani bir itiraz duygusu, haksızlığa karşı öfke vardır. Birçok insan bilinç biriktirmeye öfke nedeniyle başlar.

Yazdıklarımızın işlevi ne olabilir? Bu yazılar, yazılan-yazdığımız bu kitaplar ne işe yarar? Eğer bir işe yarıyorsak yaptığımız şey, farklı ve bizim dışımızda süreçlerle zaten oluşmuş olan bu öfke ve iğrenme duygusuna bilinç katmaktan ibarettir.

Sezgisel olarak “bu işte bir terslik var.” diyenlerin bu sezgisini bilince dönüştürmektir, olsa olsa…

Kısacası öfke ve iğrenme duygusu bizler için çok insani, çok verimli bir duygudur. Osman Çutsay’ın alt başlığı “Türk Çürümesinde Sanatın Rolü” olan Öfke adlı kitabını bitirdiğimde bunları yazmıştım.

1. Bugün bu ülkenin kültür ikliminde yaşananın sözcük karşılığı “çürüme”dir. “Ölen bir kültürün çürümesi”dir izlediğimiz, şiddetle yaşadığımız ve de isyan ettiğimiz. Kitabın adı “Öfke” olsa da “Türk çürümesinde sanatın rolü”  alt başlığı bu durumu veciz bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu çürümenin en kokuşmuş yeri, “çürümenin istimi” olan sanattan söz edilmektedir. Muğlak, okurda tek başına belli bir imge yaratmayan “öfke” sözcüğü, ancak bu alt başlıkla birlikte anlamına oturmaktadır. Bu kitap çürümeye duyulan öfkenin ifadesidir.

2. O. Çutsay’ın Türk Edebiyatı’na egemen olan isimleri sıralayıp bunlardan hareketle aldığı tavır doğrudur. Ancak bu kadroyu “Türk Edebiyatı” diye nitelemek bana pek doğru gelmiyor. Aslında O.Çutsay’a da pek doğru gelmiyor olmalı ki defalarca bunun istisnalarını vurgulama gereği hissediyor. Burada ufak bir kavram düzeltmesi yapmayı, kapsamı değişmemek üzere bunlara “Edebiyat Piyasası/ Piyasa Edebiyatı” demeyi öneriyorum. Bu kavramla çağrılacak her şey bu tabloda mevcuttur. Edebiyat Piyasası/Piyasa Edebiyatı, Türk Edebiyatını işgal etmiştir, güncel pratikte neredeyse özdeştir. Buradaki “neredeyse”yi çok büyütüyorum. O.Çutsay’ın kitapta satır aralarında sürekli belirttiği o istisnalar, “son 40 yıldır kaidenin altında kalan istisnalar”ın saygınlığı bana bu düzeltmeyi önerecek cesareti veriyor. Bir hareket merkezi olarak ilham alacağımız bu istisnaların yüzsuyu hürmetine bu itirazımı not etmek isterim. Bu itiraz, yazarın çıkardığı sonuçlarda bir farklılık, önerdiği entelektüel şiddetin hedef ve dozunda bir değişiklik öngörmemektedir.

3. Yıldız Ecevit, 12 Eylül sonrası Türk Edebiyatını değerlendirirken şu çıkarımda bulunmuştu.

“Bu arada, depolitize olmak durumunda kalan edebiyat da kendini dile getirmek için siyasal angajmanın dışında yeni alanlar aramaya başlar. Türkiye’ye onarılmaz zararlar verdiğini düşündüğümüz 12 Eylül yönetiminin, Türk edebiyatına farkında olmadan yaptığı bir iyiliktir bu.”

Yıldız Ecevit, Kurmaca Bir Dünyadan, s.20, İletişim Yayınları, 2013, İstanbul.

Bu satırlar bir 12 Eylül güzellemesiydi. 12 Eylül, kültür sanat alanında ancak böyle savunulurdu, nitekim böyle savunuldu. Bunun fark edilmemesi ve hala iltifat görmesi de solcumuzun kültür reflekslerini yitirmesinin bir cezasıydı. Bu ceza hala çekilmektedir. Kenan Evren bir edebiyat eleştirmeni olsaydı, sanat alanında neden olduklarını ancak böyle açıklardı.

O.Çutsay Öfke kitabında sanki bu cümleleri yanıtlamaktadır:

“…solun kanatları altında siyasallaşmış sanattan şikayet edenler 12 Eylül’den sonra sanatı sınırsız siyasallaştırdılar. “

“Aydınlanma ve emek yanlısı siyasetten arındırılan , bu anlamda politize edilen sanat”…

O.Çutsay, on yıllardır kullanıla kullanıla gülünçleşip klişeleşse de hiç eskimeyen sanat-siyaset ilişkisini ters yüz etmektedir. Bu iki ayrı bakış, iki ayrı cephedir. Y.Ecevit’in “politikadan arınmış” olarak gördüğü yerde, O.Çutsay sınırsız siyasallık görmektedir. Bakılan pencereler birbirine tam olarak zıttır.  Y.Ecevit “ideolojik olmayın” demektedir kısacası… Bunu da boğazına kadar ideolojiye batmış olan küfür romanlarının, vasat edebiyatının şekillendirdiği bir kültür-sanat atmosferinde söylemektedir.

O. Çutsay’ın bu saptaması çok temel bir ideolojik konumlanış, önemli bir çıkış noktasıdır. Bu “politikadan arınmış sınırsız siyasallık” kumaşından çok elbiseler çıkmıştır. “Politik değil” diye övülen, örnek gösterilen bir yığın çürütücü metni, esasen politikanın doruğu olduğunun veciz bir ifadesidir. Küfür romanları, piyasa edebiyatı, edebiyat piyasası, vasat edebiyatı bu paltodan (yoksa postal mı demeliyim) çıkmıştır. Ve elbette onlara göre doğal olandır; hiç politik değildir, olması gerekendir! O. Çutsay’ın bu saptaması, kültür-sanat battaniyesiyle örtüldüğü için pek de fark edilmeyen postalları teşhir etmektedir. Bu gericilik fırtınası, on yıllardır ilerici çevrelerde hiçbir zorlukla karşılaşmadan iltifat gördü, hala da görmektedir. Üzerine koskoca bir vasat edebiyatı kuruldu. Artık bu kokuşmuş gericiliğin altındaki tuğlayı çekmenin gecikmiş sorumluluğu hepimizin üzerindedir. Çutsay’ın bu saptaması şık bir yıkım girişimidir. O.Çutsay bu atmosferi alt üst etmekte, her alt üst ediş gibi aslında bir “yerine yerleştirme”’dir.

4. George Orwell, geçmişi ve ilişkileri nedeniyle bir insan olarak solda yer almayabilir. Ancak G. Orwell’ın yazdığı 1984 kitabı, yıllardır alet olduğu propagandaya rağmen ilerici sanatın büyük bir örneğidir. Eğer Çutsay’ın “bugün yaşananlar 1984 pratiğidir” saptaması doğruysa –ki apaçık doğrudur- 2015 yılındaki siyasal- toplumsal düzeni 1948 yılında öngörebilen bir kitap nitelikli bir kitaptır. Yazarının yaşamı ve ilişkileri bu önemli kitabı gölgelememelidir. Dostoyevski’nin yobazlığı, Balzac’ın kralcılığı, nasıl ki bu gerici yazarların ilerici kitaplarını gölgelemiyorsa G. Orwell’ın 1984’üne de böyle bakmak durumundayız. Yaşadığımız siyasal atmosferin ayrıntılarını kavramada Orwell’ın 1984 kitabının okura verdiği büyük bir kavrayış vardır.  Yalçın Küçük’ün edebiyat alanındaki meşhur formülasyonlarından “Kemal Tahir’i karşıya verelim, Peyami Safa’yı alalım”dan esinlenirsek 1984’ü “biz” almalıyız; “karşıya” verilecekler ise sayılamayacak kadar çoktur ve başka yazıların, yazı dizilerinin konusudur.  O. Çutsay’ın neredeyse her yazısı “karşıya verileceklerin”  adları ile doludur. “Biz”, “karşıya verilecekler” tarafından işgal edilmiştir. Öfke kitabı, biraz da “karşıya verilecekler” tarafından işgal edilmiş biz”in tarihini anlatmaktadır. Oysa hep karşıdaydılar; günahı, onları “biz” kabul edenlerin olduğu kadar, onları “karşı”ya vermeyi başaramayan bizlerindir. Bu konuda yazılacakların hacmi ansiklopediktir.

 

5. Bu ülkenin solcuları birbirlerine karşı olağanüstü sevgisiz… Hala yan yana kalabilenlerin ise çoğunluğu artık solcu değil. O. Çutsay’ın kitabında adı geçen Gürsel Korat, Murat Yetkin, Akif Kurtuluş, Ayfer Tunç, Sedat Ergin ve benzeri isimler bana bunu düşündürdü. 

6. Türk çürümesinde sanatın rolü yazılıyorsa “çürüme sanatı”na karşı duranların da konu edilmesi doğaldır. Bu bakımdan kitabın ikinci yarısında detaylı bir Yalçın Küçük değerlendirmesi var. Kitapta onun için “iklim kırıcı” kavramı kullanılmış. Milan Kundera ve temsil ettiği edebiyatın, edebiyatın “iklimi” olduğu bir dönemde, solun birçok kesiminin öve öve göklere çıkardığı Milan Kundera’ya ve onun edebiyat anlayışına karşı durmak gerçekten de bir iklim kırıcılığıdır. Yalçın Küçük’ün Estetik Hesaplaşma ve Küfür Romanları adlı iki kitabı, 12 eylül sonrası ağır saldırı karşısında ilerici edebiyat için bir “istinat duvarı”dır. Bugün öyle bir durumdayız ki ne kadar gerilersek gerileyelim bunun gerisine düşemiyoruz. Ne kadar göz ardı edilirse edilsin yapılan tarihsel olarak çok büyük bir iştir.

7. Kitabın büyük bir kısmı İsmet Özel ile Ataol Behramoğlu’na ayrılmış. Bu kısım ayrı bir kitap olacak kadar kapsamlı ve kitabın diğer yerlerine göre ayrıksı durmaktadır. Doğrusu İsmet Özel-Ataol Behramoğlu arasındaki mektuplaşma ve ilişkinin kitabın başlığıyla çok bağdaştıramadığımı, “Türk çürümesinde sanatın rolü” ifadesini dikkate aldığımızda merkezi bir önemde bulmadığımı söylemeliyim.

8. O. Çutsay, bizlerle ulaştığı sonuçları paylaşmaktadır, ancak bu sonuçlara nasıl ulaştığına dair süreçle ilgiyi ya da bu sonuçları gerekçelendirmeyi göz ardı etmektedir. Bu bence okuru iki şekilde etkilemektedir. O.Çutsay’ın görüşüne yakın okurların görüşü pekişirken, O. Çutsay’ın görüşünün karşısında ise asla etkilenmeyecektir. O. Çutsay’ın yöntemi ikna olmaya hazır okurların görüşlerini pekiştirirken karşıtlarının görüşlerini de pekiştirmektedir. Onun kazandırdığı “Belgeli Birikim Gericiliği” ifadesi için bu belki fazlasıyla ortadadır, bunun üzerine yüzlerce yazı yazılmıştır. Ancak “Adorno ya da E. Fischer’in gericiliği” ifadeleri açıklanmalı, gerekçeleriyle okura sunulmalıdır.

Bu kitap niçin kendini ilerici olarak tanımlayan yayınların kültür sanat sayfalarında yer bulmaz? Bu yayınların kültür sanat ekleri neden piyasa edebiyatının yazar ve eleştirmenleriyle doludur da bu ve benzeri kitapları dışlamaktadır? Bu kitabı okursanız bu soruların yanıtına daha çok yaklaşacaksınız.

Çürüme varsa, çürümeye direniş de vardır; Öfke kitabı da çürümeye direnenlerin entelektüel cephaneliğinde yerini almıştır.

Taylan Kara

taylankara111@gmail.com

 

Osman Çutsay, Öfke : Türk Çürümesinde Sanatın Rolü, Beyaz Baykuş Yayınları 2015

 

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
01-03-2016
02-03-2016 17:05 (1)
Bu harika değerlendirmeden sonra Öfke'yi okumak kaçınılmaz oldu. Fatih Torun
15-03-2016 09:37 (2)
Türkiye'deki,bahsettiğiniz sanatın takipçisi hatta sıkı takipçisi olan okurun böylesini hakettiğini düşünüyorum.Sizin de değindiğiniz berbat edebiyat fanzinlerine ve saman tadında romanlara delicesine bağlılar.Televizyonda,internette,kitapçılarda arka arkaya dizilmiş;çürümüş ceset parçalarının birbirine dikilmesiyle oluşturulmuş bedene benzeyen bir sanat eserinden daha fazlasına layık mı bu insanlar?O fanzinlerdeki şiirlerle bir Nazım şiirinden aynı sanatsal hazzı alan insanlardan bahsediyoruz.Uzatmak istemiyorum.Bu meselenin zemininde 'türk çürümesi'nin olduğunu,sanattaki çürümenin bundan doğduğunu söylemek istedim.Bunun yanısıra,insanın büyük macerasının ve kadim meselelerinin işlendiği 'normal sanat'a karşı başlayan;onun konusuna,mantığına ve lezzetine karşı başlayan bu gerici kalkışmaya dünyanın hiçbir yerinden itiraz yok.modern sanatın tabii özellikle modern romanın doğduğu topraklarda bile 'insan'ın romandan kovulmasıyla ilgilenilmezken---Mahmut Pirlepeli
15-03-2016 09:37 (3)
Devam---Ülkemizde çoktan buna karşı 'istinat duvarı' ördük.Evet,sinemasından müziğine romanından mimarisine ve sanal ortamdaki yeni türleriyle bu cesedimsi varlık çok 'tuttu'.Ancak Türkiye'de biz de varız,biz de bizim sanatımıza tutunuyoruz ve zaten tersini midemiz kaldırmaz.Apayrı bir konu ama bu durum,bu ülkenin kültürünün çok çok doğal bir sonucudur. Sanattaki çürüme meselesiyle ilgili düşüncemi paylaşmak istedim.Bu konuyla ilgili çabanızı takip ediyorum ve Osman Çutsay'ın kitabını tanıttığınız için teşekkür ediyorum.Galiba şöyle bitirmek gerek;Aydın,nicelik değil nitelik meselesidir.Mahmut Pirlepeli
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210148
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.