Siyasetin temel ilkeleri ve Marksizm sosyalizm için tek yol mudur?

Boşa harcanan nesiller
ve hala süren siyasi cehalet ...
SİYASETİN TEMEL İLKELERİ (1)
Aklıma geldi. Ülkemizde siyasetle ilgili binlerce kitap var ama bunun temel ilkelerini irdeleyen pek kaynak yok. Bazı temel bilgilerin belki meraklılarına yararı olur diye düşündüm. Malum, bizde siyaset konuşan çoktur, ancak bileni yok gibidir. Kitapların da ezici çoğunluğu üzücü bir kağıt ve zaman israfıdır.
.....
Biz bu konulara ilk merak duyduğumuz okul çağlarında Duverger'in kitaplarına bakmış, ama keçiboynuzu misali, bazı genel geçer şeylerden fazlasını bulamamıştık. Onları da zaten az çok biliyorduk. Kaldı ki, ülkemizde siyaset zemini çok farklıydı. Esasen o dönemde kaba Marksizm üst üste iki neslin zihnini köreltmekle meşguldü. Ya hep ya hiç mantığı içerisinde "madem çelişki var o halde hep bunun üzerine git, daima ileri, hep hücum et" tarzında bir bakış ve düşünce sakatlığı oluşturmaktaydı. Bu, yenilgiyi garanti eden, siyaset ilkelerinin tümüne aykırı bir yaklaşımdı. Zaten, şayet birazcık akıllı olunsaydı, ricat dönemi diye bir şeyi analiz ederlerdi. Nitekim solun kaçınılmaz sonu hızla geldi. Sağcıların ise uluslararası tecrübeye sahip danışmanları vardı ve gerekli şekilde manipüle ediyorlardı. Elbette, bu arada hem sağı, hem de solun büyük kısmını manipüle ediyorlardı.
Kaba ve sözde Marksizmin zararı bundan ibaret değildi. Örneğin ideolojik birlik diye Komintern'in çirkin politikalarından miras kalan bir safsatayı öne çıkartarak sonsuz bölünmelere gerekçe sağladılar. İnsanlar asla aynı şekilde düşünmezler. Şayet herkes aynı kalıpta olursa, bu zaten felaketin en büyüğüdür. Siyasette yapılması gereken, asgari müşterekleri olan ancak farklı düşüncelere sahip insanları belli hedefler için bir arada tutabilmektir. Siyasi birlikler belli süreler için mümkündür ama ideolojik birlik ne mümkün ne de istenir bir şeydir, ama hala bunu isteyenler vardır. Kendisine Marksist diyenlerin yüzde doksan sekizi bunun ne olduğunu bile anlamamış, bir bakış yerine kapıları açacak bir siyaset anahtarı olarak görmüştür.
E, peki... Bunlardan ders alan oldu mu? ... Birkaç kişi olmuştur mutlaka ama onlar da lafını dinletememiştir. Nitekim...
.....
Siyasetin genel ilkeleri her yerde ve her zaman aynıdır. Bu, güç unsurlarını inşa etmek ve bunları etkili bir şekilde kullanarak yönetimde etki yapmak ya da iktidar erkini elde geçirmek veya elde tutmak için gösterilen çabaların tümüdür. Yönetim meşru bir şekilde ve kurallar çerçevesinde yürütülebileceği gibi, iktidarın süreli veya süresiz gaspı da söz konusu olabilir. Bu gasp çok ince yöntemlerle de yapılmış olabilir.
Güç unsurları temelde çok çeşitli olanaklar, ortaya konulan fikirler ve örgütlenme ile yönetim becerilerinin toplamıdır. Bunların belli bir hedef için tatbikatına siyaset deniliyor. Siyasi çabaların çoğu iktidara gelme anlamında başarısız kalmaya mahkumdur ama başarısızlık illa da tamamen etkisiz olunacağı anlamına gelmeyebilir. Her toplum bir güçler dengesi oluşturur. Akıllı siyaset, uzunca bir süre muhalefette kalsa bile bu güçler dengesi içerisinde bir yer bulabilir, ya da bunu etkileyebilir. Aşırı uzun süren muhalefet ise umutsuz bir duruma işaret eder. Bu halde siyasetin yenilenmesi veya değiştirilmesi ya da toptan bırakılarak yeni arayışlara geçilmesi iktiza eder.
.....
Hukukun üstünlüğü ilkesinin saygı görmediği ülkelerde, iktidarlar muhalefeti meşru çizginin dışına çıkartarak kendi gayrı meşru tasarruflarının eleştirilmesini önler, ya da en azından eleştirileri etkisiz kılar. Akılı olmayan muhalifler ise ya bu tuzağa düşerek iktidara taze bir nefes verirler, ya da "aman gayrı meşru çizgiye düşmeyelim" diyerek muhalefetten vazgeçip muhalefet taklidi yaparlar. Alan razı veren razı. Ama burada genelleme yapmamak gerekir. Bazı ülkelerde (örneğin bizde) iktidarın veya muhalefetin meşru sayılabilecek sınırların çok ötesine geçmeleri bile önem taşımaz. Hukuka saygılı bir ülkede derhal istifaya yol açacak on bin olay bile ardı ardına gelse her 24 saatte eskir, önemsizleşir. Yani bizde klasik siyaset anlayışlarıyla hareket eden, daha ne olduğunu bile anlamadan çırak çıkar.

Siyaset gerekli ama sevimsiz bir iştir

Pazarlığa dayanır...

………………

SİYASETİN TEMEL İLKELERİ (2)

Siyaseti ister istemez izliyor ve tarihi gelişimini ayrıntılı olarak tetkik ediyorum ama yirmi dört yıldır karışmıyorum. Bunun nedenlerini soran olursa, ilk başta siyasetin çirkinliği, ikinci olarak hırs ve cehaletle uğraşmanın yıpratıcılığı ve nihayet "pazarlık" nedeniyle derim. Tabii, başka olumsuz faktörler de var.

Ticarette pazarlık kabul edilir. Ama siyasette ve kişisel ilişkilerde pazarlığa tahammül edemiyorum, haklı bir konu için dahi olsa kimseden talepte bulunamıyorum. Halbuki siyasetin yöntemi pazarlıktır. O halde izlerim, lafım varsa söylerim ama bulaşmam. Tabii herkes benim gibi düşünürse siyaset ağırlıkla çakallara kalır. Zaten öyle oluyor. Bununla birlikte siyaset gerekli bir faaliyettir, o kadar ki, ormanda yaşayan klanlar hariç, hiçbir topluluk onsuz yaşamaz. Hoş şimdi onlar da ormanlarını korumak için lobiciliğe başladılar. Her neyse,

Bu pazarlık meselesini açalım.

(1) Her toplum yapısı, farklı birimler arasında gönüllü veya baskı yoluyla gelen sayısız uzlaşmaların bileşimidir. En koyu diktatörlük bile uzlaşmalara dayanır. Tabii dikta rejimlerinde uzlaşanlar daha azdır, ama o kadar da az değildir. Yani, bir avuç güçlünün diktatörlüğü diye bir şey olmaz. Bunların tabandan desteği vardır. Propagandaya kanmayın. Her uzlaşma bir alışveriştir. Sen bana bunu ver, ben de senin bu talebini kabul edeyim. Diğer konuda destek verirsen, ben de seni o konuda desteklerim vs. Siyasette başarı, bu alışverişlerde avantajlı bir şekilde pazarlık edebilmekle mümkündür. Karşı tarafın manevra olanağını ne kadar daraltırsan o kadar az verip çok alırsın. Ancak ne kadar güçlü olursanız olun, mutlaka ve çok kısa sürede taviz vereceğiniz bir yere gelirsiniz. Tabii, güç yerine ikna kullandığınız zaman daha iyi bir durumda olursunuz.

(2) Karşınızdaki cepheyi daraltmak için de pazarlık edersiniz. Ama yanınıza çekeceğiniz her unsur sizden bir şeyler talep edecektir. Ticarette olduğu gibi, siyasette de bedava şey yoktur. Bir şeyi bedava sanıp üzerine atlarsanız, sonradan gelen fatura dudaklarını uçuklatır.

(3) Siyaset ayrıca vaatle yürür. İnsanlara sürekli vaat eder, karşılığında destek istersiniz. Refah, huzur, istikrar, iş, güç, hatta cennete gidiş bileti vaat edersiniz. . Tabii vaatle birlikte tehdit de vardır, bazen açık bazen örtülü.

Örneğin...

"Size çok iyi bir hayat vaat ediyoruz ama bize oy verin."

"Şimdi bize katılmazsanız, sizi savunacak kimse kalmayacak."

"Sizi kurtaracağız ama mücadeleye katılın."

"Her şey harika olacak ama önce biraz para çıkın."

"Hizmet getireceğiz ama vergilere itiraz etmeyin."

"Lidere inanın, o her şeyi düzeltecek."

"Cennete gideceksin ama kendini patlatman gerek."

"Davaya inanıyorsan kendini feda et."

Hadi buyurun, buradan yakın.

Ancak sadece vaatle ya da tehditle yapılan pazarlıkla başarı olmaz. Olsaydı, ohooo... Zaten ahali uçuk vaatleri anlar, ama bazen işine öyle geldiği için anlamazlıktan gelir. Aldanmayın, fena kullanılırsınız. En çok kullanılanlar da şu veya bu şekilde toptancı çözümlere inananlardır. Bunlar siyasi yelpazenin her tarafında bulunur. Halk budalası solcular, mikro ve makro şövenistler, köktenciler vs. vs.

Şimdi siyaseti bu kadar kötüledik, çirkin taraflarından söz ettik. İşin kötüsü, iyi niyetli kişiler siyasette bir süre kullanıldıktan sonra kendilerini dışarı zor atarlar. Siyaset arenası da çakallara kalır. Dünyanın düzeni böyle. Belki iyiler daha sıkı bir birlik içerisinde bazı şeyleri dayatıp kabul ettirebilirler. Haydi gençler...

…………….

Siyaset bilimsel olamaz

ama her tür bilgiden yararlanabilir

SİYASETİN TEMEL İLKELERİ (3)

Bilimsel siyaset iddiası büyük bir aldatmacadır. 19. yy'da, toplumun da doğa gibi belli kanunlara tabi olduğu ve bunların anlaşılabileceği yanılgısı üzerinde kurulmuştur. Bazı yanılgı unsurları şöyledir:

(1) Siyaset tercihlerle ilgilidir ve bunları yöneten hırslar, hisler ve özlemler ölçülemez.

(2) İnsanlar ve toplumlar çok hızlı değişir ve bu değişimi tüm yönleriyle izlemek ve anlamak mümkün değildir, ancak yetişmeye çalışılır.

(3) İnsan zihni çözülmüş değildir.

(4) İnsan zihni daima beklenmedik şeyler üretir.

(5) İnsan zihni rasyonel olan çözümleri değil, beklentilerine en uygun olanları kabul eder. Bu ikisi nadiren çakışır.

(6) İnsanlar genelde kısa vadeli çıkarlarını öne alırlar. İlkelere göre yaşamazlar, ya da çok nadiren öyledir.

(7) Bir şeyin bilimsel olup olmadığını tayin etmek de her zaman kolay, hatta mümkün değildir.

(8) İnsanlar daima manipülasyona açıktır. Çoğunluk için yönlendirme mantıktan daha önde gelir.

(9) Hiçbir zihin her şeyi kavrayamayacağı ve yönetemeyeceği için kurumlar oluşturulmuştur. Ancak kurumlarda bir araya gelen farklı zihinlerin ürettiği bilgi ve önermeler bazen çözümlemeye, çoğu zaman ise karmaşıklığı sürdürmeye hizmet eder.

Tüm bunlara karşı, açık, bilgili ve hazırlıklı zihinler siyaset işini çok daha iyi yönetir. Bilimsel siyaset yaptığını iddia edenler zihnin en önemli hasleti olması gereken açık bakışı öldürür. Halbuki siyasette uzun vadede geçerli olabilecek çözümler daha çok, açık fikirli insanlar ve gruplar tarafından üretilir. İdeolojik çözümler genelde uzlaşmaları olanaksız kıldıkları için kalıcı olamaz ve toplumun kabul edemeyeceği acılara yol açar. Dünya ideolojilerin değil insanların bir arada yaşadığı ve çatıştığı bir yerdir. İdeolojiler buna hizmet ettikleri oranda kullanılır ama her halükarda bunların bilimsel olduğu  ileri sürülemez. Toplumlar da asla birkaç prensiple açıklanamaz. Öreğin tezat evrenseldir, hatta bazıları antagonisttir, biz de tezatlar silsilesini anlarız ve buna dayanan siyasetle başarılı oluruz denemez. Böylesi bir yaklaşım toplumların karmaşıklığını çözemez. Çırak çıkartır. Bkz. şekil 4c.

………………

Acılı süreçler

TOPLUMCULUĞUN TEK YOLU YOKTUR

Hiçbir ideoloji bu iddiada bulunamaz.

Marksizmin ortaya çıktığı 19. yy, doğanın ve toplumun keşfedilebilir kanunlara tabi olduğu inancının hakim olduğu bir dönemdi. Şimdilerde doğa bilimcileri her keşfin yeni bilinmezler ortaya çıkardığını, anlaşıldığı sanılan şeylerin aslında anlaşılıp anlaşılmadığının belli olmadığını, ya da en azından belli koşullara bağlı olduğunu kabul ediyorlar. Ama belli koşullarda geçerli olan ve yararlandığımız kurallar var. Örneğin Newton fiziği.

Toplumları inceleyenler ise bilgilerinin bilimsel olduğunu iddia edemezler. Bunun bilgilerin doğru olup olmamasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Doğru bilgi bilimseldir, yanlış bilgi bilimsel değildir diye bir şey söylenemez. Bilimin kıstasları başkadır. Hiçbir iki toplum ve kültür aynı olmadığı gibi, hiçbir olayı geri dönüp inceleme olanağınız yoktur. Benzerlikler ise gene belli koşullar ve süreler için geçerlidir. Tüm bunların ötesinde siyasi tercihler insanların kaprislerine bağlıdır. Evet, örneğin kapitalizmi inceleyebilir ve özelliklerini biliriz ama her toplumda gelişimi ve etkileşimleri farklıdır. İkisinde de kapitalizm var diye Finlandiya ve Pakistan'ın nasıl değişeceğini söyleyebilir misiniz? Ne var ki bir zamanlar bilimsellik iddiası daha güçlüydü. Benim gençliğimde bilimsel sosyalizm iddiası hala canlıydı örneğin.

Marksizmin bazı savunucuları toplumları beş aşamaya göre tasnif etmiş ve sosyalizme doğru evrimleşmelerinin kaçınılmaz olduğunu ve kendilerinin de yanılmazlığını ileri sürmekte beis görmemişlerdi. Halbuki bu aşamalar sadece dünyanın çok küçük bir parçası olan Avrupa'nın bazı toplumları için -o da kısmen- geçerli olabilirdi. Dünyanın geri kalanı çok farklı yollardan geçmişti ama o dönemde Avrupa merkezli bir bakış vardı. Dünyanın geri kalanı Avrupa'nın sömürgesi veya yarı sömürgesiydi. Yani Avrupalı bir ideoloji olan Marksizmin gözünde de önemsizdi. Zaten oralarda bir işçi sınıfından pek söz edilemezdi. Uzun yıllar boyunca birçok toplumcu nesil bu kutuların içinde kalıp ziyan oldular. "Ah! bizde de bir işçi sınıfı olsaydı ne güzel devrimler yapardık" diye hayıflandılar.

.....

Marksizmin en zararlı yanı ise yanılmazlık iddiasıydı. Tam bir kilise anlayışı. Eh, eğer işçi sınıfı ideolojisinin en saf, en düzgün, en doğru temsilcisi olduğuna inanıyorsan, diğer mezhepleri rafızi (sapkın) olarak göreceksin tabii. Hatta anlamayacaksın. "Ortada doğrular en açık bir şekilde dururken nasıl olur da bunları göremezsin" diye şaşıp, sonra kızacak, azarlayacak ve elinden gelirse öldüreceksin. Milyonlarca sosyalist bu nedenle, Marksizmin en saf, en doğrusunu temsil ettiğine inananlar tarafından öldürüldü. Hem dinlerin hem de bu türdeki ideolojilerin en büyük zaafları kuşkuya mahal vermemeleridir. Halbuki kuşku olmadan inanç olmaz. İnanç olacaksa, kuşkuya rağmen olmalıdır, kuşkuyu reddederek değil. Bunu en çok bilmesi gerekenler "diyalektik meraklısı" olmaları gereken Marksistlerdir ama öyle olmadıklarını her zaman sergilerler.

Binnetice bu günlere geldik.

Dünyada toplumcu iddia, mali sermayenin sınırsız saldırılarını karşılayamadan dağıldı. Ne Marksistler, ne de Marksist olmayanlar buna karşı bir yol bulamadı. Marksistlerin bulacağı iddia edilebilir mi? Arkalarındaki külliyata ve deney birikimine dayanarak hala en iddialı biziz diyebilirler. Ama bu külliyatın içerisinde çok fazla kirlilik yükü de var. Temizini bulacağın bir ayırma tesisi mi kuracaksın. Ayrıca hesabı çıkarılmamış çok da olay var. Deney birikimini nasıl ele alacağın tartışması bile anında kavga çıkarır.

Hıristiyanlar görüş ayrılıklarını gidermek için konseyler toplamış, Ariancılığı, Nasturiliği, monofizistleri vs. tartışmış ve gene de bölünmüşlerdi. Aynı şey Marksistler için de geçerlidir.

Marksistlerin geleneği (ki Hıristiyan geleneğiyle bağlantıları ne kadar çoktur)  de kendi aralarında kavga ve bölünmeye pek açıktır. Bunlar bir dizi yeni soruyu düşündürüyor. Diğer toplumcu eğilimlerin önü Marksistler tarafından kesilmese ne olurdu? (Bu sadece spekülasyon our artık). Ya da, örneğin Kautsky Marksizmin içinde mi yoksa dışında mıdır, fikirleri yeniden tartışmaya açılmalı mıdır? Ya da, Marksizmin fabrika sosyalizmi artık çok mu geride kalmıştır?

Belki de en önemli sorular şunlardır:

Marksizm kendisini yenileme olanağına sahip midir? Yoksa sadece toplumcu mücadeleler tarihine ait mi kalmıştır? İşin diğer yanında Marksist olmayan toplumcu yaklaşımlar da sistemli bir görüş haline dönüşememiş veya toplumlarıyla uyuşma haline girmişlerdir. O halde ihtiyaç olan yeni bir toplumcu bakış nasıl olmalıdır? Referansları nasıl tayin edilmelidir? Ve, 8 milyarlık bir dünyanın sorunlarının çok farklı olduğunu kavramak o kadar mı zor. 8 milyarlık dünyada doğa çökerken, 2 milyarlık bir dünyanın  bakışları ve kavramlarıyla mücadele edilir mi? Şimdi, şayet bu satırları okuyan bir Marksist var ise, aklından "kapitalizm evrenseldir" diye geçirecektir mutlaka. Ama bu sistemin koşullara adaptasyon için sayısız yeni yolları olduğunu görmezden gelerek bir yere varılmaz. Nitekim varılamıyor. Ama şayet sistem kaynaklar nedeniyle kendisini yenileme gücünü yitirirse, bunun için zihinde hazırlık yapan kaç kişi var. İnsanlığın acılarını hafifletmek için öneriler henüz çok dar çevrelerde yaygınlaşıyor.

Toplumcu düşüncelerin çıkmazları kolay aşılmayacak. Mehdi gelmeyecek.

Mehmet Tanju Akad

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
07-03-2016
08-03-2016 09:36 (1)
Her akşam TV'de izliyoruz. Üretici domatesi 50 kuruşa satamazken, biz 2 TL altında bulamıyoruz. ABD'de de Turing Pharma 1 dolara ürettiği Daraprim'i 750 dolara satıyor ve patent elinde olduğundan kimse sesini çıkartamıyor. Soru şu: bunlar kapitalizmin "arızi" görüngülerimi, yoksa "özü"mü? Arızi olduğunu düşünenlerden biri Dünya Tabipler Birliği başkanı) geçen hafta İstanbul'da verdiği konferansta "kapitalizm ille de eşitsizlik yaratacak diye bir şey yok" dedi. Gerçekten eşitsizlik kapitalizmin "doğasında" yok mu? "Kötü yöneticiler mi" kapitalizmin içine ediyor? İyi niyetli, dürüst yöneticiler olsa kapitalizmin olumsuzlukları giderilebilir mi? Diğer yandan sosyalizm bu sorunların çözümünde sihirli bir değnek mi? Sosyalizm gelecek bütün sorunlar uçacak mı? Ben her şeye rağmen toplumcu düşüncenin "çıkmazları" aşmakta "bireyci" düşünceye göre daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Akif Akalın
08-03-2016 19:46 (2)
Tanju bey, yazınız çok ilgimi çekti derin düşünmelerime neden oldu. Çok teşekkür ediyorum. Ellerinize sağlık. Okan Önerci
17-03-2016 13:36 (3)
Sorular,sadece sorular.Marksizmin bazı savunucuları toplumları beş aşamaya göre tasnif etmişler ve sosyalizme doğru evrimleşmenin kaçınılmaz olduğunu belirtmişler.Fazlaca muğlak değil mi?Kimdir bunlar?İnsanlığın acılarını hafifletmek için öneriler henüz çok dar çevrelerde yaygınlaşıyormuş.Kimdir bunlar?İn midirler,cin midirler?Biz de bilsek fena mı olurdu?Selamlar,Caner E.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210144
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.