"Genele uygulanabilecek tek bir fikir belirdi kafamda. Bir vaka olarak kendime baktığımda da anneme aşık olduğumu ve babamı kıskandığımı fark ettim, şimdi bunun çocuklukta rastlanan evrensel bir olay olduğunu düşünüyorum" Freud (Wilhelm Fliess'e mektubundan)
Bu dizinin yazarını tanımasanız bile şimdiye dek yazılanlardan herhalde anlamışsınızdır. Freud'un Oedipal kuramında en ufak bilimsel gerçeklik bulabilseydik o gerçekliği kabul ve derinleştirmede anaların dibine kadar gider, cinselliğin tavanına vururduk. İtirazımız tutucu-gerici ahlaktan kaynaklanmıyor. Evrensel temel ahlaka ve bilimsel ahlaka dayanıyor.
Freud'un aklına esseydi de mitlerden, hikayelerden Oedipus'u değil de, herhangi başka birini seçseydi, örneğin tüm insan ruhsal yapısını, varoluş dramını Othello üstüne kursaydı, ne değişirdi? Hiç sordunuz mu kendinize böyle bir şeyi? Othello'nun kıskançlığını da değil, başka bir şeyi kurgulasaydı. Mesela şöyle bir senaryo: Çocuk doğduğu andan itibaren annesinin görünümünden, deri renginden farklı bir karşı cins aramaya başlar. Annesi beyaz tenliyse kara tenli, kara tenliyse beyaz tenli bir kız veya erkek arar. Onu bulduğunda ve aralarında ilişki başladığında sorun bitmez. Bu kez de gözü kendi ten renginde karşı cinsten bireylere kaymaya başlar. Ve bu çözülmez, bitimsiz gelgitler, kıskançlıkla açıklanamayacak ruhsal boşluklar yaratır kişinin bilinç ötesi dünyasında...
Pekala kabul edilebilir bir kurgu, öyle değil mi? Şu anda beş dakikada uydurdum. Emin olun bu kurama yaşamdan milyonlarca örnek bulunabilir ve Oedipal kuramdan çok daha gerçekçidir. Ama aslında en ufak bir bilimsel değeri yoktur, çünkü tüm insanlığın karakterini, yazgısını açıklayacak bir kurgu asla değildir, ufak hakikat parçalarından türetilmiş bir fantezidir. Freud, "Oedipus karmaşası" kuramı yerine "Othello açmazı" kuramını dünya entelektüel alemine sunsaydı belki yüz yıldır onu konuşuyor olacaktık. Belki de konuşmayacaktık, çünkü bir kuramın ne kadar saçma ve gerçekdışı olsa da tutulmasını veya tutulmamasını sağlayan şey çoğu kez belirsizdir. Belki de Oedipus kuramındaki o iç gıcıklayıcılık, o insanda isyan hissi uyandıran pervasızlıktı onu popüler kılan.
Fakat gerçeğe baktığımızda, elbette çocuk cinselliği diye bir şey var. Bunu çok az kişi reddediyor. Küçük çocuk, kafasında ana babasına dair o masum çocuk cinselliği içinde birtakım hisler geliştirebilir, birtakım yarı bilinçli arzular duyabilir. Zaten çocukların içleri erişkinlere göre çok daha dışlarıyla birdir. Bazı duygu, heves ve arzularını ifade ederler zaten. Babamla evleneceğim, diyebilirler, annemi babamdan kaçıracağım da derler. Ama bu duygular sıklıkla yer değiştirir. Bazen babası kimine göre anası öne çıkar. Ve asla bu anne babayla sınırlı bir ilgi değildir. Kardeşine de aynı duygular besleyebilir, komşu teyzeye de, akraba bir delikanlıya da. Ve tüm bunlar bir-iki yaşında tamamen çocuğun ilkel zekası içinde de cereyan edebilir, 3-6 yaş arasında görece yükselmiş aklıyla ve kısmen anımsanan dönemde de, 6 yaştan sonraki tüm dönemlerde de.
Ve bu dönemlerden hangisinin daha önemli olduğuna, anımsanan deneyimlerin mi anımsanmayanların mı baskın olduğuna dair hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Ayrıca bu tür masum cinselliğin insan karakterinin oluşumunda gerçekten önemli rol oynadığına dair hiçbir veri yoktur.
Ancak farklı türden düşünceler giderek kuvvetlenmektedir ki, onları doğrulayan çok sayıda çalışma yapılmıştır, bu çalışmalar devam etmektedir.
"Kişilik ve mizaç-huy, çoğumuz başka türlü düşünsek de akıl hastalıkları gibi biyolojiktir. Temel mizacımız anaokuluna gidinceye dek kurulur ve çalışmalar üç yaşında saptanan temel mizacın on sekiz yaşındaki erişkin mizacımızı öngörebildiğini ve kararlı olduğunu göstermiştir." (Nassir Ghaemi - First Rate Madness)
Thomas ve Chess'in 1984 çalışması 133 deneği bebekliklerinden ergenlik sonuna dek izledi. Bu deneklerin 3 yaşında gösterdikleri temel huy özelliklerinin ergenlik sonunda büyük oranda korunduğu gösterildi. Ana baba tutumunun ve maruz kalınan travmaların, sonuçları büyük ölçüde değiştirmediği görüldü. Evlat edinme çalışmalarının birçoğu, anti sosyal kişilik bozukluğunda genetik etmenin büyük rol oynadığını gösterdi. (Düzgün aileler içinde yetişen anti sosyal ana babanın çocuklarında yüksek oranda kişilik bozukluğu görülüyordu.) İkiz çalışmaları tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine göre yüzde 68'e, yüzde 33'lük bir üstünlük gösterdi. (Katleen R. Merikangas, Myrna M. Weismann, American Journal of Psychiatry, 1986)
Psikolog Walter Mischel'in 1960'lardaki "lokum deneyi" klasikleşmiştir. Dört yaşındaki çocuklar bir odaya alınır. Önlerine birer lokum konulur. İstedikleri zaman onu yiyecekleri söylenir. Fakat 15 dakika sonra yerlerse bir lokum daha verilecektir onlara. Bazı çocuklar kendini tutamayıp lokumu hemen yerken, bazıları arzularını denetleyerek 15 dakika dayanırlar ve ikinci lokumu da yiyebilirler böylece. Bu, çocuktaki kendini denetim gücünü gösterir. Aynı çocuklar ergenlik sonrası yıllarına dek izlenmiştir. Kendini denetleyebilen gruptakilerin denetleyemeyenlere oranla birçok bakımdan daha başarılı oldukları saptanmıştır. (Robert Kurzban - Neden Sizden Başka Herkes İkiyüzlüdür, Alfa Yay.)
Kişiliğin oluşmasında genetik ve çevresel etmenlere tekrar
döneceğiz. Burada genetik biyolojik belirleyiciliği vurguladık diye çevresel
etmene önem vermediğimiz anlaşılmasın. Yalnız çevresel etmen dediğimiz şey de
kesinlikle Freud'un fantezisindeki tuhaf şeyler değildir, bilimsel yaklaşımda bu
uydurmaların hiçbir önemi kalmamıştır artık.
Birçok "textbook"da, tarafsız tıbbi yayında değişik ruhsal
hastalıklara neden olabilecek etmenler sıralanırken Oedipus karmaşası veya
oral-anal-fallik dönemin Freudcu yorumunun bahsi bile geçmemektedir. Rastgele
bir örnek, Mayo kliniğinin bir yönergesinden:
Somatizasyon bozukluğu, konversiyon (histeri) için yatkınlık getiren etmenler: Yakın zaman gerilim, ruhsal örselenmeye uğrama; kadın olmak; başka bazı nevrotik psikiyatrik bozuklukları olmak; başka bazı nörolojik bozukluklar; yakın akrabalarında, ailesinde aynı türden hastalık geçirenlerin bulunması (kalıtım); geçmişte fiziksel veya cinsel örselenmeye uğramak; ihmal edilmiş çocukluk...
Rastgele dedik ama, bunu özellikle somatizasyon bozukluğu, konversiyon (yani histeri) üstünden seçtik ki, Freud'un en çok üzerinde durduğu, kuramını neredeyse tamamen üstüne inşa ettiği psikiyatrik hastalık tam da budur. Var mı bu devirde anaya aşktan, babanın kendini hadım etmesinden korkma diye bir şey bilimsel psikiyatride?
Yineliyoruz: Freud insanın cinselliğe bakışında bir çığır açmış, bunun önemini vurgulayarak bir devrim yapmıştır, ama bir karşıdevrimdir bu. İnsanın cinsellik bilincini en az elli yıl kapamıştır. Keza bilinçaltı-bilinçdışı kuramı da bir yeniliktir, ama onu da baştan çarpık kavradığından bilinçaltı kavramını da bilinçle birlikte batırmıştır. Şimdi Freud'dan başka somut örnekler göreceğiz.
Freud'un zavallı vakaları
Kadınları küçük gören bakışına, kuramıyla onları aşağılamasına karşın her ne hikmetse Freud'un hastalarının büyük çoğunluğu kadındır, kuramını üstünde kurduğu vaka örneklerinin de çoğu kadındır.
Niye kadınlar büyük çoğunluktur? Kadınlarda Freud'un ilgilendiği türde nevrozlar çok daha yaygındır bir kere. Muhtemelen şimdi olduğu gibi erkekler çok zorda kalmadıkça psikiyatriste gitmemektedir. Freud'un tanı ve tedavi tarzı büyük ölçüde doktorun otoritesine, telkinine ve karizmasına bağlı olduğundan buna daha az kapılan erkekler olasıdır ki tanı ve tedaviye daha çok "direnç" göstermekte, bu da başarı şansını düşürmektedir. Her neyse konumuz bu değil.
Konumuz şu: Freud'un kadınlar üstündeki başarısız tedavili vakaları inanılmaz derecede çoktur. Fakat bunların büyük çoğunluğu psikanalizin aylara yıllara yayılan ve bağımlı hale getiren yönteminden ötürü terapistten (Freud'dan) bir türlü ayrılamamaktadır! Pardon, konumuz bu da değil. Konumuz şu ki, Freud başarısızlığı gizlemek için notlarında, yayınlarında türlü numaralara başvurur, bunlara kılıf uydurur ve kuramı neredeyse bu kılıflarla örülmüş koca bir yamalı bohçadır.
Freud'un kuramını oluşturan vakalardan en çarpıcıları:
Emma Eckstein vakası:
Freud'un genç hekimlik yıllarında en yakın dostu, kankası, eşcinsel hisler duyduğu bir hekim arkadaşı vardır. Wilhelm Fliess. Freud'un eşcinsel hislerini saklamaya gerek duymaması, ikide bir bunu ifadesi emin olun beni hiç ilgilendirmiyor, ama konuyu anlamanız açısından bunu belirtmek gerekliydi. Biraz bende de vardır homofobi, ama inanın Freud'a tepkim asla onun cinselliğinden de cinselliği abartmasından da kaynaklanmıyor. Bu iki kanka durmadan kokain çekerler ve üstelik hastalarına da kokain verip hızlı "iyileşmeler" sağlarlardı. O da beni ırgalamıyor fazla, Freud bir süre sonra hastalarına kokain vermeyi keser (ondan bile emin değilim artık). Çünkü o zaman bile hekimler arasında kokainin reçete edilmesi yanlış bulunmakta, ayıplanmaktadır, suç kapsamına girmek üzeredir, muhtemelen bu yüzden Freud bir süre sonra tırsar.
İşte bu kankası Fliess, Emma Eckstein adlı bir kadına başarısız bir burun ameliyatı yapar. Niye mi yapar? Orası ayrı bir skandaldır. Bahsi geçen iki kafadar histeri hastalığı ile insandaki cinsel organ mukozası ve burun mukozası arasında bir bağlantı kurmaktadır. Zavallı genç kadın Emma histerik belirtilerinden ötürü her ikisinin de hastasıdır. Bir gün histeriyi önlemek için Fliess kadıncağıza burun ameliyatı yapmaya karar verir ve Freud da bunu onaylar. (Şimdi aklıma geliyor da ne malum bu kadına durmadan kokain vermedikleri, eğer burundan çekiyorsa, kokain burun mukozasında tahribat yapabilir, ameliyatın asıl sebebi bu da olabilir. Nitekim aynı yıl aynı ameliyatı Fliess, Freud'a da yapmıştır.) Ancak Emma'nın ameliyatında tentürdiyotlu tamponlardan biri içerde unutulur. Sonrasında durdurulamayan bir kanama başlar ve uzun sürer. Kanama neden sonra durdurulur, ama yara iltihaplanmıştır bu sefer de ve enfeksiyon iyileştirilemez. Enfeksiyonu iyileştirmek için genç kadının yanağında koca bir delik açılır. Kadın sonunda kurtulur, ama façası fana halde bozulmuştur.
Freud'un yorumu ne mi olmuştur? Kadına biraz üzülür ama dostu için daha çok üzülür ve kaygılanır. Fliess bu olaydan ötürü suçlanmaktadır, ceza alma ihtimali söz konusudur. Freud arkadaşının hiçbir kusuru olmadığını belirtmekle kalmaz (zaten yapılan ameliyat baştan gereksizdir, buna hiç değinmez) daha da yüzsüzleşir. Bu kuramsal ve çok daha tehlikeli bir alçaklıktır. İnsanlığı bir asır etkileyen kuramı yavaş yavaş kurulmaktadır. Kanamayı kadının histerisine bağlar (yok artık demeyin - aynen böyle yazmıştır), histeriyi de Emma'nın "cinsel özlemlerine". (Louis Breger, Freud Görüntüsünün Ortasındaki Karanlık)
Katharina vakası: Freud'un kuramını üstünde kurduğu ilk vaka serileri birbirinden ilginçtir. Bunlardaki ortak nokta bu kadınların anlattıkları, gerçek durumlarıyla Freud'un bunlara getirdiği absürd yorumlar arasındaki derin çelişkilerdir.
Katharina, panik atağa benzer kuvvetli anksiyete belirtileriyle üstadımıza başvurur. Freud'un notlarında bu belirtilerin babasıyla ablasının cinsel ilişkilerini görmesinden sonra başladığı yazılıdır. (Hastalığa neden olacak bundan daha güçlü bir örselenme düşünülebilir mi?) Görüşme ilerlediğinde Katharina'nın 14 yaşındayken babasının tecavüz girişimiyle karşılaştığı da açığa çıkar. Freud sırrı çözmüştür: Katharina erken çocukluk döneminde (6 yaş öncesi oluyor) babasına aşık olmuştur, şimdi bunun kıskançlığını yaşamaktadır. Son iki olaydan şöyle bir bahseder Freud, ona göre asıl travma veya karmaşa 14 yaşında, 18 yaşında falan yaşanamaz, ne karmaşa yaşanmışsa ilk altı yılda olur biter, sonra insana her gün tecavüz etsen, üstünde pek fazla konuşulacak bir şey değildir büyük düşünürümüz için.
Görüldüğü üzere bizim karşı çıktığımız Freud'un cinsel örselenmeleri çok öne çıkarması değildir, aksine adam çok ağır cinsel örselenmeleri bile kolaylıkla hafife almaktadır. Freud'un bilinçaltı-bilinçdışı kuramı tümüyle yanlış, hayali değildir. Ama onun asıl ereği başka bir çarpık kuramsal fantezisini bir şeyin içine sokmak için bir şey, bir kap, bir araç bulmaktır. Bu kap, bu araç bilinçdışından başka bir şey değildir. Bir safsatayı kafalara sokmak için, o safsata çok mantıksızsa, dirençle karşılaşıyorsa ne yaparsınız? Karşınızdaki kişiyi veya tüm bir toplumu bilinçaltında yaşadığı bir şeyi o bilinç altında olduğu için bilmemekle suçlarsınız. Bilinemiyorsa sadece inan! Dinsel ilke aynı. Bilinemiyorsa, bilinçaltında yaşanmış ve anımsanmıyorsa o halde bilinçli olarak kabul edilemez. Bu kabul edilemez şeyi ona gösterecek kimdir? Freud ve izinden giden terapistler. Dindeki peygamberlikle, altındaki havariler, kardinaller, papazlar hiyerarşisiyle aynı. Bir şeye inandırmak için bilinemezliğin içine sok, bilinemezliğin içine sok ki insanlar araştırmasın, düşünemesin, hakkında kanıt isteyemesin. Freud'un bilinçaltı ve Oedipus fantezileri bir bütündür, bir bütün olarak safsatadır ve o yüzden bu kadar çok tutulur.
Birçok kuram ve bilimsel tez aslında gerçeğe sevdadan değil, kişisel-toplumsal-ekonomik-siyasi ihtiyaçlardan doğar. Firmalar gıda üretimini ucuzlatmak için GDO'yu kullanır örneğin, sonra tekelleşebilmek, daha fazla kar elde edebilmek için itirazları önleme gereksinimi doğar, GDO'nun insanlığa yararları bilimsel olarak "kurulur." Bu kurguda her şey yanlış değildir, kuşkusuz GDO'nun birçok yararı da vardır, ama asıl amaç ne, gerçeğe ve insanlığa hizmet mi; bir amaç doğrultusunda kuramsal kılıf uydurma mı? Amaç bozuksa, amaca giden yolda bilimsel yöntemden sapılmışsa, o kuram bir bütün olarak gerçeğe düşmandır ve onunla bir bütün olarak mücadele edilmelidir, çünkü insanın gerçeklik bilincini tahrip eden her şey insana düşmandır, zararlıdır.
Dora vakası:
"Gençliğinin baharında, zeki ve güzel kız olan" (Freud'un ifadesi) Dora, babasının ısrarıyla Freud'a tedaviye gönderilmişti. Birtakım somatizasyon, anksiyete ve depresyon belirtileri gösteriyordu. Dora'nın annesi çekilmez bir temizlik hastasıydı. Dora'yla araları soğuktu. Babasını ise eskiden severmişti (Eskişehirliler gibi dedim ama, buraya uydu), fakat babasının tanıdık bir ailenin hanımıyla cinsel ilişkiye girdiğini öğrenince araları açılmıştı. Bu kadının kocası ise Dora'ya iki kez (on üç ve on beş yaşlarındayken) cinsel tacizde bulunmuştu. Bunlardan birinde adam Dora'yı dudaklarından öpmek isteyince kız çok tiksinmişti. Bizim Freud olayı hemen Oedipale bağladı. Dora'nın iğrenme tepkisini "histeri" diye etiketledi. Kız aslında babasına aşıktı, ama bir yandan da tacizci adamın karısına homoseksüel arzular duyuyordu Freud'a göre. Dora'daki psikolojik kaynaklı olarak değerlendiren öksürüğü de o söz konusu adamla oral seks yapma arzusuna yordu. (Bana rastlasa ağzını burnunu kırardım bu şerefsiz doktorun, ama yok, kıramazdım, çünkü dünya bunlardan kaynıyor, onlar bizi kırıyorlar.)
Dora bu yorumlara karşı çıktı. Bunun üzerine Freud o ünlü "direnç" kuramını ve "aktarım" buluşunu nazil etti. Dora bilinçdışı suçluluk duygularıyla bu gerçekleri reddediyordu. "Benim onu öpmemin hoşuna gideceğini düşünmüş olmalı" diyecek kadar ileri gitti şarlatan doktor. "Freud'un Dora'ya uyguladığı tedavinin kıza büyük hasar verdiği açıktır; günümüzde bu vakayı okumak, babasının ve hayatındaki önemli yetişkinlerin bencil oyunlarına alet olmuş bu genç kadına uygulanan saldırgan ve anlayışsız tedaviye şahitlik etmek üzücüdür" (aynı eser)
Bu baba onun pezevenk arkadaşı, Freud'u parayla satın alıp onun vasıtasıyla Dora'yı susturmuşlardır. Benim okumam da budur, hiç entelektüelce sayılmaz, öyle değil mi? Kimin okuması daha gerçekçi? Freud o kadarla kalmamış, bu adaletsizliği bu vaka özelinde bırakmamış, kuramsal kapsamda tüm dünyaya yaymıştır.
Nerede bu millet, nerede devlet!... Ey feminist, özgürlükçü, ifade şeysi, anti vesayet bilmemnesi copy paste entelektüelleri. Neredesiniz ey, Boğaziçi akademisyenleri, Cihangir insan hakçıları, 2. Radikalciler, ÖDP-Ödip kompleksi, Metis ve İletişim uleması, Leyla Erbil kerimeleri, mahdumları, Zizek fanları... Hani niye bu bastırılmış cinsel şehvetli Freud denen büyük kuram babasının fallusuna karşı dikilemezsiniz?
Freud'un akıllara zarar ruhsal travma ve çevre etmeni anlayışı
Birinci Dünya Savaşı gelir ve Avrupa insan mezbahasına dönüşür. Tarihte hiçbir savaşta görülmediği kadar kırım yaşanır. On milyonlarca insan cephede her saniye ölümü bekleyerek aylarca yıllarca kar buz çamur içinde sürünür. Arkadaşları yanı başlarında paramparça olur, kendilerinin kolları bacakları kopar, gözleri çıkar. O zamana dek hiç böylesi görülmemiş bir salgın hastalık çığ gibi yayılır. Savaş nevrozu. Çaresizlik ve korku askerleri çıldırtır, intiharlar, arkadaşını öldürmeler, öldürüleceğini bile bile siperden fırlamalar, psikolojik kaynaklı felçler, durdurulamayan bayılma nöbetleri, sürekli ağlayarak katılmalar, bitmek bilmeyen gece kabusları vb. yüz binlerce askeri esir alır.
Freud ve tuzu kuru hempalarının savaş nevrozuna yorumu basit ve kesindir: Kadınsı erkeklerde görülen histerik belirtiler ve hepsi de 3-6 yaş Ödip şeysine bağlı.
Freud'un en yakın gözdesi, katı takipçisi Abraham'a göre "askerlerin dehşet semptomları, sürekli ölümle, öldürmeyle ve sakat kalmakla yüz yüze olmaktan değil, siperlerde başka erkeklerle fazla yakın olmanın uyandırdığı "homoseksüel libido" dan kaynaklanıyordu.
Aynı Abraham dokuz yaşındaki bir kız çocuğunun tecavüze uğradıktan sonra bunu anne babasına geç haber verişini, onun bu işten zevk aldığına yormuştu ve bunu yazdı. Bu adam daha ileri gitti, savaş nevrozu vakalarının kadınsı erkeklerde görüldüğünü, bedenin yaralı bölgelerinin erojen bölgeye dönüştüğünü de yazdı. Savaş nevrozlarıyla hiç ilgilenmemiş olan Freud efendi de (Çünkü bu nevrozlarla uğraşması için evinden biraz uzaklaşması gerekebilirdi ve üstelik o tip hastalar para da bırakmıyordu) uzaktan ahkam kesti, kuramlar geliştirdi ve Abraham'ın tüm saptamalarına onay verdi.
Bunlar kadınsılıktan kaynaklanıyorsa (üç yönlü hakaret var işin içinde, üç cinsin de aşağılanması) savaşın ortasında kalmış kadınların veya kadın askerlerin neden acaba hepsinde savaş nevrozu ortaya çıkmıyor, hatta kadınlar daha dirençli çıkabiliyor diye bir tane adam gibi adam veya kadın gibi kadın çıkıp sormadı. Üstelik basbayağı cesaretli, savaşta kahramanlıklar gösteren birçok eşcinsel bilip bilinirken. Eski Yunan'da, Sparta'da, Makedonya'da askerler arasında eşcinsellik çok yaygındı, ama bunlar ölümüne savaşırlardı.
Freud'a göre kız çocuğu hep bir penis sahibi olmak hayaliyle yaşar, acaba buradan mı çıkardı cevap. Kadınların savaşa direngenliğinin erkeklerden az olmaması acaba etraflarında bombayla parçalanan bir erkeğin penisinin kopup tam şeylerine yapışması beklentisinden mi kaynaklanmaktaydı?
Oysa bilimsel çalışmaların ortaya döktüğü gerçekler bambaşka:
Post Travmatik Stres bozukluğu-disorder (PTSD) üstüne yapılan iki araştırma korkutucu ve çaresiz bırakıcı çok ağır ruhsal-fiziksel travmalardan sonra kimlerin bu hastalığa uğradığı veya uğrayanlarda kimlerin bu bozukluğun semptomlarını daha uzun süreli ve ağır yaşadığını ortaya koydu. (Rusya'da 1994-2005 yılları arasındaki 72 terörist saldırının kurbanları üstünde yapılan araştırma ve ABD'deki 11 Eylül saldırısının kurtulan kurbanları üstünde yapılan araştırma.) İki çalışma da hayata daha olumlu bakan, mizah duygusu yüksek bireylerin travmadan daha az etkilendiğini, nörotik karakterdeki bireylerin ise (güvensiz, kuşkucu, kapalı kişilik özellikleri) PTSD'ye daha çok uğradığını gösterdi. (Nassir Ghaemi- aynı eser)
Psikiyatride çelikleştirici etki diye bir şey tartışılmakta. Çocukluk travmalarının ruhsal olarak zayıf veya hasta bireyler ortaya çıkardığına inanılmaktayken, aslında tersinin doğru olabileceğine dair çalışmalar da mevcuttur. Ağır depresyon geçirenler üstünde yapılan bu çalışmalar, örneğin çocukluklarında yoksulluk çekenlerin depresyona daha direngen olduğunu göstermiştir. Buna "steeling effect - çelikleştirici etki" denir. (David H. Barlow- Anxiteyy and its disorder: The Nature and Treatment of Anxiety and Panic)
Obsesif kompulsif bozuklukta tek yumurta ikizlerde ayrı yumurta ikizlerine göre anlamlı derecede daha fazla hastalığa rastlandı. Bu hastalığı gösteren kişilerin birinci derecede akrabalarında hastalık oranı yüzde %'35'di. Bir çalışmada intihar edenlerin birinci derecede yakınlarında ortalama intihar oranının dört katı intihar görüldüğü gösterildi. Başka bir çalışmada intihar etmede monozigotluğun çift yumurta ikizliğine göre anlamlı derecede intihar oranını artırdığı bulundu. Saldırganlıkla ilgili çalışmalar kalıtımı güçlendiren sonuçlar verdi. (Kaplan, Sadock, Synopsis of Psychiatry)
Guze, 1976'da 223 erkek ve 66 kadın mahkumun birinci derecede akrabalarında normal popülasyona göre yüksek oranda anti-sosyal ve başka kişilik bozuklukları ve alkolizm buldu. (Katleen R. Merikangas, Myrna M. Weismann, American Journal of Psychiatry, 1986)
Sınır Kişilik bozukluğunda genetik yük üstüne çok sayıda çalışmanın derlendiği bir makale 1989'da yayımlanmıştı. (Gunderson, Zanarini, Review of Psychiatry, volume 8,)
Eşcinsellikte, tek ve çift yumurta ikizlerinin karşılaştırıldığı genetik temeli gösteren iki çalışma için: Whirter, Review of Psychiatry, volume 12, 1989
2011 tarihli ve American Journal of Psychiatri kaynaklı haberlerden: The Independent şöyle diyor: "Bilim insanları ilk kez depresyona neden olan genetik nedeni belli bir kromozom üstünde saptadılar" Depresyonun genetik ve çevresel etmenlerden kaynaklandığı, fakat ciddi depresyonda ve tekrarlayan depresyonda genetik nedenin daha önde olduğu biliniyordu. Ancak bu kez kromozom 3 üstünde "3p25-26" olarak adlandırılan genin tekrarlayan ağır depresyonla bağlantılı olduğunu gösteren açık kanıtlar var.
Çalışma 839 aile ve 971 ikiz çift üstünde King's College Psikiyatri Enstitüsünce gerçekleştirildi. Esas kaynak: Breen G, Todd Webb B, Butler AW, et al. A Genome-Wide Significant Linkage for Severe Depression on Chromosome 3: The Depression Network Study. Am J Psychiatry Published May 15, 2011
Ermenistan'daki büyük depremden sağ kalanlar arasında rastlanan depresyonlarda yüzde 60 oranında genetik geçiş saptandı. http://www.recoveryranch.com/articles/therapy/depression-heredity/
Neuron adlı dergide yayımlanan başka bir çalışmada depresyonla ilgili SLC6A15 kodlu özel bir gen bulunduğu yazıldı. Martin A. Kohli, Susanne Lucae, Philipp G. Saemann, Mathias V. Schmidt, Ayse Demirkan, Karin Hek, Darina Czamara, Michael Alexander, Daria Salyakina, Stephan Ripke et al. The Neuronal Transporter Gene SLC6A15 Confers Risk to Major Depression. Neuron, Volume 70, Issue 2, 252-265, 28 April 2011
2008'de Massachusetts General Hospital, Kaliforniya Üniversitesi ve Yale Üniversite'sinden bir grup bilim insanı anksiyete, içe kapanık davranış kalıpları ve kendini engellemeyle ilgili özel bir geni buldu. http://www.livestrong.com/article/143408-genetic-factors-depression-anxiety/
Bir çalışmaya dayanan makale, erkek eşcinsellerin benzer genetik özellik taşıdığını (xq28 üstünden) ama bu geni taşıyanların %40'ının eşcinsel olduğunu gösterdi. 2011 tarihli İngiltere kaynaklı bir ikiz çalışmasında lezbiyenliğin en az %25 oranında genetik kaynaklı olduğu gösterildi: http://fhs.mcmaster.ca/main/news/ news 2007/sexual orientation genetics.html
Bu kaynakları, kanıtları neden verdim? Aslında ruhsal hastalıklarda, kişilik bozukluklarında ve doğrudan kişilikte biyolojik-genetik etmenin başat rolünü gösteren onlarca kat fazla başka çalışmalar da gösterilebilir. İnanmayanlar için onlar da yeterli olmayacaktır. Konuya ilgi duyup nesnellik içinde araştırmak isteyenler de zaten kendileri farklı kaynaklar bulabilir. O yüzden bu listeyi uzatmayacağım.
Nesnel olarak olguya bakabilen kişiler, insan kişiliğinin Freud'un iddiası doğrultusunda 0-6 yaş arasında mı oluştuğunu, insanın ruhsal hastalıklarının muhakkak bu 0-6 yaş arası bilinç dışı karmaşalara mı dayanması gerektiğini; yoksa insan kişiliğinin başka bir takvimle ve başka etmenler mi şekillendiğini ve ruhsal hastalıkların birçok çeşidinin farklı nedenlerden mi kaynaklandığını anlayabileceklerdir.
Sonraki bölümde genetik etmen nedir, çevre etmeni nedir, birlikte nasıl işlev görürler, tek ve çift yumurta ikizleri çalışmaları neden önemlidir gibi temel sorunlara değinecek, sonra Freud'a yeniden döneceğiz.
Kaan Arslanoğlu