Sosyalistler insanlığa asırlar öncesinin bilgisiyle bakıyor - Freudculuğun eleştirisi (5)

İnsanın bir tür olarak doğasını, evrimsel gelişim sonucu edindiği genetik yapısı belirliyor. Tek tek insanların yazgısını da büyük ölçüde genetik ve kalıtım belirliyor. Birçok hastalıkta kalıtsal veya genetik yükün başat etkisi gösterildi. Organik hastalıklarda, organik yapısal özelliklerde olduğu gibi, ruhsal-akli bozukluklarda da genetik yükün etkisine dair çalışma sonuçları dağ gibi yığılıyor. Sadece ruhsal bozukluklarda değil, birçok kişilik özelliğinde de genetik etmenin baskınlığı çok sayıda araştırmayla gösterildi.

Bir olguyu tüm yönleriyle bildiğinizde, o olguya dair çok net bir kavrayış oluşuyor kafanızda. Ancak olgunun ancak tek veya birkaç yönünü bilip değerlendirenler, aynı olgunun öteki yönleri hakkında donanımı bulunmayanlar, sizin bu çok net kavrayışınızı kabul edilmez görüyorlar. Sizi kafası karışık olmakla veya olgunun bir yanını abartmakla, indirgemecilikle, toptancılıkla, bilumum kötüleyici yaftalarla beziyorlar, basbayağı bir faşizan çoğunluk baskısı kuruyorlar ve kendi kafaları içinde iman dolu, huzur içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Genetik belirleyiciliği görüp göstermek hiçbir şekilde çevre etmenini yok saymak anlamına gelmiyor. Onlar istiyorlar ki, siz, her şeye kadir ve tek başına yaşam bulan bir genetiği savunasınız, onlar da huşu içinde sizi yargılayıp "Bakın gördünüz mü, tipik bir genetik indirgemeci!" diyebilsinler. Genetik, kalıtım, evrim gibi konularda ancak çok yüzeysel bilgisi olanlar çevresiz bir evrimden, çevresiz bir genetikten bahsedebilirler. Konunun büyük uzmanlarının hiçbiri çevresiz bir genetik belirleyicilik tezi  savunmamıştır zaten bugüne dek. Dolayısıyla Lewontin gibilerin büyük bir buluşmuş gibi "üçlü sarmal"dan bahsetmeleri, DNA'nın ancak çevresel etkenle birlikte bir anlam kazanacağını "dahiyane" şekilde ortaya çıkarmaları, ancak genetiği-evrimi-kalıtımı hak ettiği en üst bilgi liginden düşürmeye çalışan tutucu kafalara zekice gelebilir.

Bütün bu tartışma nereden kaynaklanıyor? İnsanın özünü belirleyen onun doğası mıdır yetişme tarzı mı, "nature"mü "nurture" mı veya insanın bir doğası var mı tartışmasında, sosyalistler, solcular, Marksistler, aydınlanmacılar kesiminin büyük çoğunluğu daha baştan yanlış mevzilendiler. İnsanın kötü karakter özelliklerini reddetmek imkansızdı, bu durumda söz konusu kesimler, var olan kötü karakterin onun özünden, doğasından değil, çevreden, düzenden, eğitimden vb. kaynaklandığını görmek ve göstermek istediler. Başka türlü varlık nedenlerinin kalmayacağını, hiçbir konuda motive olamayacaklarını, devrim yapamayacaklarını, insanlığı ilerletme mücadelesini sürdüremeyeceklerini... düşündüler. Kaka insanlığın kaka davranışlarının tek veya asıl nedeni onun yanlış eğitilmesi, yanlış bir sistemde yaşaması, yanlış koşullanmasıydı. İşte bu aydınlar, siyasi görüşlerine göre değişen ufak tefek farklılıklarla, insanlığın, toplumların, milletlerin daha iyi eğitilmesi, daha iyi bir sistemde yaşaması, daha idealist bir cumhuriyet kurulması vb. halinde büyük ölçüde düzeleceğini, şahken şahbaz olacağını varsaydılar.

O yüzden insanın doğasının evrimden kaynaklı değişmez özellikler taşıdığı fikrini doğrulayan ne kadar bilimsel kanıt, ne kadar hayat deneyimi, ne kadar siyasi sonuç gösterilirse gösterilsin, tüm bunlara cin görmüş gibi baktılar. "Kutsal İnsan" imajları zedelensin istemediler, bu imaj zedelenirse biteceklerinden korktular.

Aslında dürüstçe kabul etmek gerekir ki Freud, bu "Tanrı İnsan", eğitilirse mükemmele ulaşacak biricik güzel yaratık imajına büyük darbe indirdi. Bu yöndeki duruşu ve görüşü kaba "sol" bakışa göre elbette lanetlenesi "gerici" bir tutumdu. Ama bilimsel açıdan, hakikat açısından bakarsak asıl gerici olan, asıl hakikat karşıtı olan, felsefi idealist olan (bu noktada Marx bile öyleydi) geleneksel sol bakıştı. Freud bir tür olarak insanın içindeki uzlaşmaz vahşi, bencil hayvanı görmüş, göstermişti. Aranıp bulunacaksa Freud'da saygı duyulacak tek yön buydu. İnsanın baskın cinsel arzuların esiri olduğunu göstermişti. Bunların tüm yaşamda ve tek tek insanların yaşamında belirleyici olduğunu. Ve başka doğal içgüdülerin, "id"de yer alan dizginlenemez güçlerin varlığını göstermişti: Ölüm ve yaşam içgüdüleri vb..

İçgüdülerin insandaki belirleyiciliği ilk çağ filozoflarından en kadim dinsel öğreti yayıcılarına kadar zaten düşünen pek çok insanın malumuydu. Freud'un bu konudaki katkısının hakkını vermekle beraber, boyutunu çok da abartmamak gerek. Freud insanın hayvani özünü göstermekle birlikte, bunu tanımlayışında ve bundan kurtuluş yollarını göstermede biteviye gelgitler yaşadı, bir doğru bir yanlış şey söyledi. El yordamıyla ulaştığı keşiflerini sakatladı.  

Bu noktada sosyalistler onu eleştirirler. Freud uygarlığın insana kötülük getirdiğini, onu mutsuz ettiğini, oysa hayvani doğasını özgürce yaşadığı durum ve zamanlarda mutlu olduğunu iddia eder. İnsanın özgürleşmesi için ya da Freudcu lisanla karmaşalarını sağlıklı bir tarzda aşabilmesi için ne yapması gerekir? Freud bu karmaşaların farkına varılmasının onu aşmanın ilk aşaması olduğunu ileri sürer. Geleneksel solcular ise uygarlığın, yasakların (ensest yasağı vb.) ilk toplum kuralları ve ahlakının insanı insan yaptığını savlar. Aslında her iki taraf da kendi açılarından haklıdır. Ama şu anki bilgi düzeyimizden, evrimci açıdan baktığımızda her iki taraf da haksızdır. Bu derin bir konu. Değinip geçelim, sonra yeniden ayrıntılı ele alacağız, şu anda mevzuu dağıtmayalım.

Artık bazı temel kavramları açalım ki, ne nedir iyi görülsün. Belli başlı itiraz noktalarından yola çıkalım ki daha açık anlatabilelim.

Derler ki klasik çoğu solcu, Marksistler, bilgisiz sosyalistler, tutucu aydınlanmacılar, "Genetik diye bir şey elbette vardır, ama buna belirleyicidir demek, aşırı önemsemek sosyal darwinizmdir, ıkrçılıktır, faşizmdir, indirgemeciliktir." 

Önce iki konuyu ayıralım. Bir tür olarak insanın özünü çevre mi belirler, genetik mi sorusu! Sonra tek tek insanların yazgısına geliriz. Evrim hakkında en ufak bilgisi olan kişi şunu bilir ki evrimin en temel yasası doğal seçilim yasasıdır. Yani çevre şartlarına uyum sağlayan türler yaşar, sağlayamayanlar ortadan kaybolur. Genetik oluşumda zaten çevre var, seçilimde var, evrimde var. Dünyada ilk canlı moleküllerin ortaya çıkışı da çevresel etkileşim bireşiminin sonucudur. Bunu reddeden tek bir bilim insanı var mı? Peki bu konu niye temcit pilavı gibi önümüze getirilir? Sizi saman adama dönüştürüp tek boyutlu düşünen, indirgemeci yapıp "Tanrı insan" lığı korumaktır erekleri. İşin aslı örümcek kafalı çoğu sosyalist için dert "Tanrı İnsan" bile değildir, bizzat kendilerini insanı yoğurup yeniden yaratacak misyonda görürler, kendilerini Tanrı gibi görürler. Bu hayalleri yıkılmasın isterler.

Hele genetiği, sosyobiyolojiyi savunanlara getirdikleri ırkçılık suçlaması! Rakip kanattan herhangi bir ciddi bilim insanı bugüne dek herhangi bir ırkın, milletin üstünlüğünü savunmuş gibi. Konunun ırkla milletle en ufak alakası varmış gibi. Tüm bel altı vuruşlarını kendilerine haklı gösteren erekleri, zaten kabul edilen çevresel etmeni vurgulamaktan çok, genetiği aşağılamak ve siyasetten kapı dışarı etmektir.

Bir DNA, bir gen, bir kromozom zaten tek başına hiçtir. (Bir virüs gibi bundan ibaret değilseniz, gelişmiş bir canlıysanız eğer.) DNA, gen, bunlar kodlardır. Bu kodlara göre protein sentez edilir, hücreler, dokular oluşur. Gen için bunlar hem erektir hem çevredir. Gen para gibidir. Parasız hiçbir şey satın alamazsınız. Yiyecek, ev, araba, giysi satın almak istiyorsanız mutlaka paranız olması gerekir. Ama paranız olsa da bunları satın alamadıkça ihtiyaçlarınızı karşılayamazsınız. Parayı yiyemezsiniz, parayı giyemezsiniz, paranın içinde oturamazsınız.

Bir canlı türünün genleri elbette o canlıyı oluşturmak için çevresel maddi koşullara ihtiyaç duyar. İnsan gibi görece çok gelişmiş bir canlı, fiziksel maddi koşullara, biyolojik koşullara ihtiyaç duyduğu gibi, sosyal ve ekonomik koşullara da ihtiyaç duyar. Bunlar olmaksızın insanlık zaten düşünülemez. Bunları kim reddediyor? Ama tartışma şurada bağlanıyor, baştan değindiğimiz konu: İnsanın evrimle milyonlarca yıl + 200 bin yılda oluşmuş çok temel doğasal özellikleri yokmuş, bu belirleyicilik her şeyin üstünde değilmiş gibi size eğitimden, sosyal sistemlerden, kapitalizm ve sosyalizmden (son 300 yılın meseleleri) bahsederek ve durmaksızın konuyu bunların müthiş önemine getirerek, kendi varlıklarının, duruşlarının, iddialarının vazgeçilmez yüceliğini onaylatmak.  

Lafazanlıkları bir yana, gerçek hayatta ise o konularda çok da bilimsel, çok da emek ürünü bir şey yapmazlar. (Büyük çoğunluk için konuşuyorum.) Hatta yapana köstek olurlar.

Fakat kardeşler, bunları hep tartışıyoruz ve insanın akli gelişmişlik düzeyi ve bilime uzaklığı nedeniyle daha hep tartışmaya devam edeceğiz de, şu dağ gibi hakikatin karşısında sizin kendi varlığınızı kutsama savlarınızın ne önemi var: İnsan tek kafası olan, iki ayak üstünde yürüyen, suda yüzemediğinde boğulan, havada uçamayan, zeka kapasitesi oldukça sınırlı bir canlı mıdır değil midir? Bunu belirleyen de estek gitti köstek gittiyi boş verin, onun evrimsel olarak belirlenmiş türsel genetiği değil midir? Bu insan dediğiniz canlının aklı, on bin yıl önce, elli bin yıl önce nasıl çalışıyorsa, ne düzeydeyse, temelde şimdi de öyle çalışmıyor mu? Bu canlı çıkarı için yalan söyler mi söylemez mi, adam boğazlar mı boğazlamaz mı? Kendinin ve çocuğunun hayatta kalması onun en önemli varoluşsal nedeni değil mi? Cinselliği yaşamdaki en önemli canlılık kaynağı mı, kim reddedebilir bunu? Bu canlı aç kaldığında veya öfkelendiğinde daha da aptallaşır mı aptallaşmaz mı... Tüm bunlar 15 ila 170 arasında değişen bir IQ ve en çok saatte 37 kilometre koşabilecek bir bedensel yapıyla çerçeveli değil mi? Bir tavşanı en mükemmel şartlarda bir sarayda yetiştirsen "kral naibi" olabilir mi, olamaz mı? Olamaz diyorsan "Çevresel etken aslında her şeyin üstündedir, genetik de eh işte öyle bir şeydir" diye nedir bu bitmeyen gaz sancın? Nedeni söyledik. Güya yönetimi değiştirecek, bir şeylere hakim olacak, insanı bir Tanrı gibi yeniden yoğuracak. Nah yoğurursun, yoğurma iddian ne kadar güçlüyse o denli acımasız bir faşiste dönüşürsün, yükseldiğin en yüksek mertebe sosyal faşizm olacaktır. Hani genetikçilik faşizmdi?   

Bir aciz itiraz daha, o da klişe: Genetiğin, kalıtımın önemini gösteren çalışmalar "çevre etmeninin" önemini geçersizleştiremiyor! Niye böyle bir özel niyeti olsun ki bu çalışmaların? Fakat şu da var ki genetik etmenin, kalıtımın baskınlığını gösteren çalışmaların üst üste yığılması, elbette çevre etmeninin önemini sıfırlamayacaktır. Dedik ya, çevresiz bir genetik düşünülemez. Ne ki itirazda temel amaç aynıdır: Onlara göre baskın olan çevredir, genetik, kalıtım vs. sadece dikkate alınması gereken yan etkenlerdir. Genetiği kabul edin, ama onu ikinci lige düşürerek kabul edin...

Kazın ayağı öyle değil işte. Genetiğin önemini gösteren hiçbir çalışma elbette çevreyi tümden dışlamaz, öyle bir amaç da gütmez. Ama bu türden her çalışma sadece ve sadece yüzde birlik bir fazladan genetik nedenselliğe bile işaret etse, bu aslında genetiğin bizim yaşamımızda başat olduğunu gösterir.

Acaba anlatamadım mı? Hiçbir çalışmada hayatta olduğu gibi çevre etmenini sıfırlamak mümkün değildir, bundan ötürü. Arabayı yürüten motordur. Hadi araba üstünde ispat et deseler, arabayı kurmak zorundasın, en azından tekerler falan olacak. İşte bak, ancak motor çalışınca araba gidiyor dediğinizde, hayır diye cevaplıyacaklardır, dönen tekerlek, o halde arabayı götüren o. Şöyle kabaca anlatmaya çalışırsak: Bir konuda çevre ve genetiği yarıştıralım dedik. İkisine de baştan ellişer puan verdik. Yarışma sonucunda genetik 51 puan almışsa, bu onun başatlığını gösterir. Bir hastalık toplumda yüzde 5 oranında görülüyorsa, ama aşağı yukarı aynı ortalama koşullarda yaşayan yeteri kadar fazla sayıda hastanın birinci derecede yakınlarında bu oran yüzde 6 ise, genetik etmen yüzde yirmi öne geçmiş demektir.

İnsan tek tek insanlar olarak ele alındığında embriyoyla başlar anne karnında. O zamandan itibaren çevre etkeni devreye girer. Annenin fiziksel, biyolojik, fizyolojik ve ruhsal tüm durumları embriyonun gelişimin etkilemeye başlar. Doğumdan sonra bu etmen yine devrededir. Çocuğun anne ve babadan aldığı iki deste oyun kağıdından karılarak seçilmiş (belli kurallar içinde) yeni bir destesi, yeni bir genetik dizilimi bulunur. Kişinin diyelim ki 18 yaşında çok büyük oranda belirlenen fenotipi veya kişiliği bu genetik dizilimin emirleri doğrultusunda her türlü çevre koşulları içinde gerçekleşir. 3-4 yaşına dek çocukla pek az konuşulması onun gelişimini engelleyen en önemli çevresel etmendir ruhsal anlamda. Bu çocuklarda dil gelişimi ve zeka ciddi şekilde sekteye uğrayabilir. Keza ihmal edilmiş çocuk, küçük yaşlarda sevgi, ilgi görmemiş, bir veya birkaç kişiye bağlanamamış çocuklarda ilerde ruhsal sorunlar daha sık görülür. Erken çocukluk için bahsi geçen en önemli iki ruhsal çevresel etken işte bu ikisidir. 

İtirazlardan bir başkası: Genetik ve kalıtım o kadar önemli olsa birbirine çok benzeyen kardeşler ortaya çıkardı. Aptalların çocukları hep aptal olurdu, zekilerin çocukları hep zeki... Siz böyle şeyler savunmakla sosyal sınıfların genetik temelini savunuyorsunuz, kapitalistsiniz, gericisiniz falan...   

Bakın kardeşler, siyasi arenada özellikle solcularla tartışmalarımızda bu tür itirazlar çok yapılır, bir de bakarız ki, en tartışmasız bilimsel tezlere hayran olunası bir özgüvenle itiraz eden kişi, ne kalıtımı biliyor, ne genetiği. Oluşan embriyo ve ondan çıkan yeni çocuk anne ve babadan eşit ölçüde genler alır. Anne ve babanın fenotipine takılmayın. Fenotip ne? Genetik temel + tüm çevre koşulları içinde gerçekleşen o kişinin tüm yaşam izleri, kazanımları, kayıpları. Bunun sonucu oluşan o kişinin görünür, bilinir özelliklerinin bütünü. Fenotipi, yani hali hazır durumu. Anne ve babanın fenotipini biliriz biz sadece, o da kabaca. Hassas bir araştırmaya tabi tutmadıkça genetiğini bilmeyiz. Şu andaki teknolojiyle genetiğinin tüm yanlarını da zaten bilemeyiz. Dolayısıyla anne veya baba çocuğuna fenotipini değil, tam olarak bilinmeyen alttaki temel genetiğinin birer kopyasını verirler. Kaldı ki bu genetik kopya içinde bir silsile halinde onlarca atadan kalma birçok gizli gen (baskın olmayan ve dolayısıyla anne veya babada zaten görülmeyen kodlar) da aktarılır. İşte yeni çocuk bu gen havuzundan rastgele seçilen genlerden oluşan tamamen biricik yeni bir modeldir. Yüz şekillerinin, parmak izlerinin illaki farklı olmasının nedeni budur, karakterlerin de keza.

işte o yüzden çift yumurta ikizleri bile birbirinden hayli farklıdır. Kardeşler tabii ki çok daha farklı olacaktır. O yüzden karaktersiz iki kişinin çocuğundan, onların ahlaksız evinde yetişip büyüse de pırlanta gibi bir genç çıkabilmektedir.

Ama matematik ve istatistik yasaları gereği anne-baba ve onların atalarından aktarılan birçok özelliğin yeni çocukta görülme şansı, başkalarının çocuklarına göre daha yüksektir. O yüzden akraba evliliklerinde daha yüksek oranda hastalıklı çocuk doğar. Aynı hastalıklı gizli genlerin üst üste binmesi... O yüzden birçok hastalıkta kalıtımsal etmenden söz edilir. Ama kalıtımsal etmen elbette hiçbir zaman tam belirleyici değildir.

Bir itiraz daha. Bazı hastalıklarda veya kişilik özelliklerinde (alkolizme eğilim, eşcinsellik-olumsuz düşünmeye eğilim, takıntılı kişilik...) genetik sorumlu kromozom bölümü gösteriliyor, ama bu geni taşıyan bireyler illa ki hastalanamıyorlar. Yaniiiii, genetik hiç de belirleyici değiiiiil. BURASI ÇOK ÖNEMLİ. Bir hastalığa yol açan bir gen bir kişide bulunsa onun şu an hasta olduğu sonucu çıkmaz bundan. Ölene dek belki hastalanmayacaktır. Bırakın eğitimi, yetişme koşullarını, bir genin potansiyelini gösterebilmesi için sadece uygun bazı fiziksel çevre etmenleri değil, bundan daha önemlisi uygun genetik yapı da gerekir. Şöyle ki: Sizde alkolizme genetik bir yatkınlık olabilir, bu da işte şu gendir diye gösterilmiş olabilir. Bu geni taşıyanların bakarsınız büyük bölümü hakikaten alkoliktir, ama bazıları da değildir. Bizim "çevreciler" böyle bir şey okuduklarında havalara uçarlar. Oysa insanın bir özelliğini saptayan bir tek gen yok ki. Herhangi bir özelliği, örneğin burada alkolizmi ortaya çıkaran bir güçlü genetik şifreniz var diyelim. Ama bazı kişilik özelliklerinizi belirleyen bazı genleriniz de alkolizme karşıysa bunlar birbiriyle rekabete girer. Bir gen için öteki genler de çevre faktörüdür. Siz alkolizme meyil ediyorsunuz, ama genetik temelde çok gelişmiş, güçlü bir iradeniz de var mesela. Ayrıca buna yardım eden aşırı ahlakçı, kuralcı bir yapınız var. İşte diyelim o iki gen bir olur, alkolizm geninizin ürettiği beyin modüllerinizin çalışmasını baskılar. Siz alkolik olmayan normal bir birey olarak etrafta dolaşırsınız alkolik geninizle birlikte. Ama çocuğunuzun alkolik olma ihtimali başkalarına göre yine yüksektir. 

Son yıllarda sarıldıkları bir can simidi: Epigenetik. Epigenetik nedir?   "Epigenetik, biyolojide, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değişiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkilemektedir, ancak DNA dizisinde hiçbir değişiklik gerçekleşmemektedir." (Wikipedia) Şöyle de söylemek mümkün, bireyin DNA'sı sabittir, fakat protein sentezi sırasında, hücre bölünmeleri esnasında, nedeni ve mekanizması bazen bilinen, bazen tam olarak açıklanamayan bazı fenotipik değişiklikler olmaktadır ki, türe ve bireye ait DNA'nın direktifleri dışındaki değişikliklerdir bunlar ve bir sonraki nesle de aktarılabilmektedir. Metil gruplarının eklenmesiyle (çevresel etkiler) genlerin işlevi değişebilmektedir, epigenetik yollardan biri budur örneğin.  

Bilindiği üzere türlere ait bireylerin yaşamdaki uyum çabaları sonucu bazı özellikler kazandığı ve bunun sonraki nesillere aktarılmak suretiyle yeni türlerin oluştuğu tezi Lamarkcı bir tezdir. Bu tez günümüz bilimince büyük ölçüde geçersizleştirilmiştir. Ama hala Lamarkcı tezin küçük doğruluk payları bulunmaktadır. Epigenetik bu dar doğruluk kapılarından bir tanesidir. Ne ki epigenetik etki çok sınırlı bir etkidir, az örneği gösterilebilmiştir. Genel yasayı bozabilecek yoğunlukta bir bilgi değildir, ancak onu renklendirebilecek ve çeşitlendirebilecek bir daldır.

Yine de o konuda ne kadar bilgimiz artsa da şu ortaya çıkmayacaktır: Bir tavşan epigenetik değişimler sonucu kral naibi olamayacaktır. Epigenetik, Cinderella'nın kabağı değildir ki 10 bin yıllık insanlık rezaletini 40-50 yılda "komünist" yapsın. Hani birileri çıksa, "gen" demek "cin" demektir, genetik de aslında "cinbilim" demektir, dinciliktir, dese bizim sosyalistler onu da havada kaparlar.    

İnsanın değişik özellikleri şu anki bilgimize ve bu doğrultuda giderek artan eğilime göre halen büyük ölçüde genetik kaynaklıdır. Çevre etkisi de önemlidir, ama hangi çevre? Dedik ya bir gen için öbür genin etkisi de bir çevre etkisi sayılabilir. Potansiyel genetik zekası 110-IQ olan bir birey hipotirodi, fenilketonüri sonunda 60- IQ'lu bir birey haline gelebilir. Kafa travması, hipoksi, annenin alkolizmi veya ağır beslenme bozukluğu bu yetişkinimizin zekasını 90'a  indirebilir. Bunlar hep çevre etkileridir. Ama yetişme koşulları, eğitim, aile ortamı gibi çevre etmenleri zekayı ancak artı eksi %10-15 değiştirebilir. Bir dağ köyünde, okuma yazma bilmeyen bir ananın okula gitmeyen çocuğuysa bu bireyimiz, beslenmesi de kötüyse, potansiyel 110 olsa olsa 90'a iner. Aynı kişiyi üç yaşından başlayarak Sorbonne'da  okutsak, çıksa çıksa 125'e çıkar.  Bakın zekadan bahsediyoruz bu örnekte. "Başarı" için, o kişinin bir yerlere gelip gelemeyeceği için kestirimde bulunacaksak, o iş çok daha karmaşıktır, daha fazla parametreli formüller bulmamız gerekir.  

Bir de başka bir kural: Kişi bir şeye çok kuvvetli genetik eğilim taşıyorsa, o eğilim mutlaka ete kemiğe bürünür. Ama bir şeye genetik anlamda hafif eğilim taşıyorsa, yani toplumdaki çan eğrisinin ortalamasına ne kadar yakınsa genetik yapısı, çevre koşullarının etkisi o kadar fazla olur. O bakımdan ortalama insan için eğitim daha bir şarttır, evrensel hukuk, evrensel sağlam kurallara dayalı düzen daha bir şarttır. Örneğin kişi çok kuvvetli psikopatik genetik taşıyorsa, o kişi ne kadar çelebi bir aileden gelse, ne kadar iyi eğitilse, yine psikopat olacaktır. Ama eğitimle, destekle belki psikopatisinin zarar vericiliği azalabilecektir. Ama vasat genetik eğilim taşıyorsa psikopatiye, bir suç yuvasında büyürse vasat bir suçlu olacaktır, iyi bir aile içinde büyürse normal ve düzgün bir insan olacaktır. Yani bunu şöyle formüle edebiliriz: Genetik potansiyel yüzdesi + (+ - 15) diyebiliriz. Meramı anlatmak için olguyu çok basitleştirdim, şimdilik bu formülün bilimsel bir geçerliliği yok. Ama ilerde buna çok yakın formüller ve oranlar çıkacaktır, çıkmaya başlamıştır bile.  

Tek ve çift yumurta ikizleri üstünde yapılan çalışmalar genetik etkinin en büyük kanıtlarıdır. Şunu merak ettiniz mi? Aynı ailenin aynı okullarda okumuş, aynı mahallede yetişmiş, arkadaşları bile bire bir aynı olan, sadece 1 yaş farklı iki çocuğundan biri nasıl klasik müzikten, öbürü poptan hoşlanır? Biri radikal siyasete meylederken öbürü neden politika denince kaçar. Bunlar işte hep o çocuğa özel karılmış ve rastgele çekilmiş oyun kağıdı dizisinin biricikliğine ait göstergelerdir. Çift yumurta ikizlerinden birinde bir eğilim veya bir hastalık varsa ötekinde de aynısının çıkma ihtimali kardeşler arasındaki benzerlik veya ayrılığa çok yakındır. Ama tek yumurta ikizlerinde genetik materyal bire bir aynı olduğundan, onlardaki sonuçların çift yumurta ikizleriyle karşılaştırılması büyük bir anlam ifade eder. Diyelim A hastalığının  tüm toplumda görülme oranı yüzde 1. Ama aynı hastalığın kardeşler arasında görülme oranı yüzde 3 ise, bu bilgi o hastalığın genetik-kalıtsal temeli hakkında önemli bir ipucudur. Bu oran çift yumurta ikizlerinde diyelim yüzde 5'e çıktı. Oranın 3'den 5'e çıkması önemli bir kanıt sayılmayabilir, çünkü bu ikizler genellikle aynı zaman diliminde ve aynı ortamda büyürler ve o nedenle hastalık için olası çevresel etmenlere birlikte maruz kalırlar. Ama  çift yumurta ikizleriyle karşılaştırıldıklarında tek yumurta ikizlerinde oran yüzde bir bile artsa, bu genetik etki için büyük kanıttır. Diyelim aynı hastalık tek yumurta ikizlerinde yüzde 6'ya yükselmişse... Gerçi burada örnek olsun diye "1" dedik ama, en düşük oranlı bir farkın bile çok anlamlı sayılabileceğini göstermek bakımından. Yoksa tek yumurta ikizlerinde çok daha yüksek oranda aynı hastalığa yakalanma rakamları görülmektedir.

Niye peki tek yumurta ikizlerinde aynı hastalık yüzde yüz oranında görülmez. Onu az önce açıkladık. Aynı ortamda da büyüseler belli bir oranda farklı çevresel etkilere maruz kalmış olabilirler. Epigenetik veya başka bazı bilinmezler... 

Tek yumurta ikizleri üstünde çalışmaların bilimsel olarak daha da anlamlısı, tek yumurta ikizlerinin farklı ortamlarda, farklı ailelerde büyüdüğü örnekler üstünden yapılan çalışmalardır. Farklı ortamlarda büyüyen tek yumurta ikizleri çok büyük oranlarda aynı karakter özellikleri, aynı hastalıkları taşımaktadırlar.

Eğitim, ülkedeki sosyo-ekonomik sistem, ahlak ve kurallar silsilesi, alışkanlıklar hiç mi bir şey değiştirmez. Görünür olan birçok şeyde büyük değişiklikler yapar. Aynı genetik ortalamadaki bir halk efendi gibi otobüs kuyruğunda beklerken, öteki halk araca binmek için birbirini ezer mesela. Bir halk daha çok sinemaya gider, daha çok bilgisayar kullanırken, ötekisi kadınlarını eve hapsedebilir örneğin. İnsan yaşama bir kez gelir ve bu farklılıkları görmek, iyi olana özenmek hor görülmemeli. Ben de çok kez Avrupa'da yaşamak istemişimdir örneğin. Ama  Avrupa'da biraz yaşadığınızda şunu da görürsünüz; bu yüzeysel kuralcılık, nezaket, düzen, estetik ve benzerleri güzel şeyler ve insanın yaşamına çok şey katıyor amaaa; beklentileriniz az derine indiğinde alttaki insan bire bir her yerde aynı insan.

İşte sosyalistler bunu göremediler ve sistem o yüzden battı. Sistemin adını değiştirirsek, üretim ilişkilerini kabaca değiştirirsek insan farklılaşır zannettiler, ama farklılaşmadı. En başta onu yöneten siyasiler, yani komünistler aynı insandı, hiç farklılaşmamıştı. Komünistler, sosyalistler, kendi toplumlarına, insanlarına, bilime saygılı ahlaklı mühendisler gibi veya işinin ehli rehber öğretmeler gibi yaklaşmadılar, çakma Tanrılar gibi davrandılar. Eğitimde, düzende, örnek olmada, olumlu kurallar getirmede sonuç alıcı daha yüksek düzeyli değişimler yapabilecekken, işte o yüzde 15, belki 20'lik insani nitelik sıçramasını yaratacak fırsatı yakalamışken, o çakma Tanrılık özentileri nedeniyle yapabileceklerinin yarısını bile yapamadılar, sosyal faşistlere dönüştüler. Devrimini yapamamış ülkelerdeki sosyalistlerin durumu da istisnalar dışında aynıdır.

Bizdeki ise daha fecaattir. Keşke bizim sosyalistlerimiz hiçbir şey yapmasalar, sadece dursalar ve baksalar. O zaman topluma daha yararlı olacaklardır, çünkü şu an yaptıkları bir faydaya karşı iki zarar veriyorlar. 

O yüzden diyoruz, malzeme insansa, ona ait senin bilgin yeniçağ düzeyindeyse, sosyalist devrimi yapman çok zor. İnsanı tanımıyorsun, ona uygun siyaset yapman rastlantıya kalmış. O rastlantı ara sıra gerçekleşiyor, bir grup kadro veya bir-birkaç lider, aslında dinselleşmiş öğretiye tamamen ters bir doğru yolu el yordamıyla buluyor, insana daha uygun bir siyaset geliştiriyor ve devrimi yapıyor. Ama ondan sonrası yine zor, daha zor. İnsana dair daha sağlam bilgi ve yönetme becerisi gerekiyor, işte bu olmadığı için ve doğal nedenlerle sürekli duvara toslanıyor. 

Oedipus Karmaşası:

Şimdi buradan tekrar Oedipus karmaşasına dönersek... Anne, baba, çocuk üçgeninin yaşandığı, Freud'un üstüne dünyalar kurduğu o çekirdek aile ne zaman ortaya çıktı? Son üç yüz yılda. Daha önce ne vardı? Geniş aile... Ondan önce ne vardı yüz binlerce yıl? Kabile. Yahu bu üç yüz yılın dinamiğiyle nasıl insanın milyon yıllık evrimsel karakterini açıklarsınız? Bugün bile birçok çocuk çekirdek ailede yetişmiyor veya ana baba üçgenine girmiyor. Kabilede, hele belki yüz bin yıl süren anaerkil kabilede ne Oedipus karmaşası çıkacak? Son birkaç on bin yılın ataerkil kabilesine veya aşiret düzenine gelelim. Orada bir otorite olarak babanın esamesi okunur mu, ananın ne hükmü vardır? Birçok çocuk süt annelerce büyütülmez mi, birçok durumda çocuk kabilenin ortak evladı değil miydi?

Bugün pek çok çocuk anne veya babasız veya ikisinden birden yoksun büyümüyor mu? Bunlarla çekirdek klasik aile içinde büyüyenler arasında belirgin karakter farkları çıkması gerekir Freudcu mantıkla, bambaşka karakter gruplarına rastlamak gerekir insanlar arasında. Bir fark var mı, ninesinin, teyzesinin büyüttüğü çocukla, anasının büyüttüğü çocuk arasında. Boşanmış aile çocuklarının boşanmamışlara göre daha özgür, daha sağlıklı olması gerekmez mi Oedipal açıdan? Oysa yetişkinliğe geldiğimizde belirgin bir fark kalmaz, kalan ufak tefek farklar da boşanmamış ailede büyüyenler, yani Oedipale maruz kalanlar lehine bir farktır olsa olsa.  

Sonuç olarak neresinden bakılsa bir safsatadır Oedipus kuramı. Bu karmaşa keza, aynı zamanda aynı şartlarda büyüyen çift yumurta ikizleri veya kardeşler arasında rastlanan derin karakter farklılarını da açıklayamaz. Biraz bilimsel bakan, az buçuk bilimsel araştırma yöntem bilgisinden nasibini alan herkes buradaki garabeti görür. O halde kardeşim, niye hâlâ Zizek, Lacan vb. Avrupa snoblarını burnumuza sokarsınız, sonra da nasıl ve hangi mantıkla dindarları küçümsersiniz? Dindarlar ilahi adalete inanıyor sorgulamadan, siz de sorgulamadan popüler sol kültüre inanıyor, kendi kuramsal adaletsizliğinize inanıyorsunuz sonuçta.       

(Sıkın dişinizi, sadece iki bölüm kaldı.)

Kaan Arslanoğlu

Facebook
yorumlar ... ( 17 )
15-01-2015
15-01-2015 08:59 (1)
Resimde görülen "suçlu", "hain", "batının ajanı" Nikolai Vavilov. Dünya bilim çevrelerince yakından izlenen önemli bir Sovyet genetikçisiydi. Büyük bir hata yaptı, Stalin-Lisenko Örümcek Kafaların Lamarkcı-ilkel genetiği karşısında Darwinciliği savundu. Laboratuarında suçüstü yakalandı, önden yandan fotoğrafları çekildi, hapse tıkıldı. Cezası ölümdü tabii ki. Zindanda aç ve soğukta bırakılarak öldürüldü. 26 OCAK 1943... Kaan Arslanoğlu
15-01-2015 17:00 (2)
Uzun, özenli okunması gereken ve çok şey öğreten bir yazı olmuş. Kaan Bey'e teşekkür ederim. Freud'un insan tabiatı üzerine yaptığı gözlemlerin de hakkını teslim etmiş bu yazıda. Evriminin nihai noktası itibarı ile çok büyük bir yetersizlikle donatılmış bir canlıdan kalleşlik, hainlik, alçaklık yapmamasını beklemek zaten gerçekçi olamazdı. Yazarlarınızdan birinin kifayetsizlikle ilgili bir yazısı vardı. O da aklıma geldi. Bir de şu tek yumurta ikizleri ile ilgili çalışmalara atıfta bulunulmuş. Hakikaten çok ilginç. Kanaatimce sadece o başlık için bile ayrı bir yazı dizisi daha çıkar. Ve tabii ki psikopati... İlgimi çekiyor. Yazarın bu konu ile ilgili kitaplarını ve yazılarını mümkün olduğunca takip etmekteyim. Yazık ki, Kaan Bey'in kitapları yerine Kevin Dutton zırvalarıyla karşılaşıyoruz kitabevlerinin raflarında. Hayırlısı. Saygılar efendim. Tekrar teşekkür ederim. Ellerinize, aklınıza sağlık! Hasan Bayram
15-01-2015 17:00 (3)
dişlerimi sıkmıyorum...ağzımı gep geniş açıp mutlulukla gülümsüyorum...sevgili kaan..sola kattığın bu düşünsel derinlik, sergilediğin dürüstlük, samimiyet ve aydın cesareti ve yarattığın estetik değerler olaganüstü...türkiye solu bunun anlamını ve değerini mutlaka kavrayacaktır...seni de suçlu ve hain görmeye hevesli nice örümcek kafalı olduğu malum...ama bu metinler o örümcek ağlarında büyük gedikler açıyor...yani devam...solun kutup yıldızı daima parlasın...dostlukla gururla...çarşıyız haklıyız...:)can ertan
15-01-2015 20:21 (4)
Yazarımızın engin bilgisinden damıtılmış çok boyutlu bir analiz-makale daha...Genetik,çevre,evrim,seçilim,insanın özü,insan doğası,içgüdüler,DNA-Genler,belirleyicilik,etkileşim,protein sentezi,kuvvetli-zayıf genetik eğilim ayrımı,karakterlerin oluşumundaki etmenler,konunun sosyalizmle olan bağı,düşülen hatalara dair fikirler.Ve bilimin tüm konulara dair verili durumu...Berrak,örneklemeli ve son derece akıcı bir anlatım.Çevre etmeni ve insanın evrimsel gelişim sonunda edindiği genetik yapısının insana etkisinin farklılığı,baskınlığı,değişebilirliği,belirleyiciliği;üzerinde olabildiğince durulmaya değer ,ucu bucağı olmayan bir disipline içkin kavramlar.Böylesine bir konuda ayakları yere sağlam basan bir düşünce sistematiğine sahip olabilmek büyük emek ister.Bana toplumsal yapılara dair altyapı-üstyapı arasındaki ilişkileri,belirleyicilikleri hatırlattı.Toplumsal formasyona dair belirlenimler üzerinde bu kadar kafa patlatıyoruz;hadi,biraz da genetik-çevre belirlenimi sofrasına.Caner
16-01-2015 07:01 (5)
Genetik bozukları ortadan kaldırarak toplumu "bilimsel" yöntemle yüceltmeye ve ilerletmeye yönelik en sıkı çalışanlar nasyonal sosyalistlerdi. Sınıflama ve tasnifin en şiddetlisi. Kimse eşit koşullarda ve genetikle dünyaya gelmiyor. Bu başkasının alanını işgal eden üç-beş kişinin dünyanın kaynaklarının çoğunu kullanmasına karşı çıkmamıza engel değil. Genetik olarak daha iyi değil sömürücüler. Liberal demokrasi, azınlığın çoğunluğu sömürmesi üzerine kuruldu. Genetik, epigenetikle ilgisi yok bunun. Doğası böyle değil, insan da sadece bundan ibaret değil. Babamızdan korkalım, onu alaşağı edemiyelim istiyor bu sistem. Oedipus kompleksini bu anlamda aşmalı ve kaybedecek birşeyimiz olmadığını anlamalıyız. Korku ve endişe içgüdüsel tepkiler ve davranışlarımızı belirliyor. Büyük diğeri yoktur. Yani dayatılandan kurtulmalı ve aklımıza sahip çıkmalıyız. Tüm insanlık için iyi dilekler dilemenin rahatlığı yerine bir şeyler yapmak için harekete geçmeliyiz. Şimdi ve daima.
16-01-2015 07:07 (6)
5 Numaralı arkadaş genetik olarak yazıdan hiçbir şey anlamamış. Genetiğin gücünü bir kez daha görüyoruz :)) Nasyonal sosyalist, stalinist sosyalist, adlara takılmayalım, aynı örümcek kafa kesinlikle genetik kökenli ve siz ne anlatsanız o aynı şeyi yineliyor. Kaan A.
16-01-2015 09:01 (7)
Fikirlerinizden anladıklarım: 1- Sosyalizm mümkün değildir, çünkü genetik yazılımımızda yok. 2- İnsan yaratılıştan kötüdür. Düzeltmek mümkün değildir. 3- genetik hemen herşeyi belirler. Milyonlarca yılda oluşmuştur. 4- Siyasetin son aldığı şekil olabileceklerin en iyisidir. Evrim sonucu oluşmuş genetik canlılardan bu kadar olur. Sol bunu anlamıyor. 5-Ödül sistemi değişmeli ve tıp bu değil. Kapitalizm öldürür(bunun genetikle bir ilgisi olabilir. Kafa karışıklığı var orda.). 6- Din önemlidir, çünkü geneti k yazılımımızda vardır.( genlerdeki "yazılımın" bizi tanrının yarattığının ispatı olduğunu düşünüyorsunuz sanırım.) 7-Solun başına siz geçseniz bunları düzeltirsiniz. 8-Marx, freud, zizek, Lacan insanın değişmezliğini anlamadıklarından yanılıyorlardı. 9- monarşi belki de en doğru yönetimdi. Kölelik de kalkmamalıydı. Genetik yazılımımızda yok. 10-Hep bu solcular yüzünden.
16-01-2015 09:01 (8)
Kim bu "sosyalistler"? 19. yy sosyalistleri mi? Türkiye'li Stalinist sosyalistler mi? SE
16-01-2015 09:09 (9)
7 numaralı isimsiz yorumcu. Hiçbir şey anlamamışsın, çünkü anlamaya niyetin olmadığı gibi bu yeterlilikte değilsin. Söylenen her şeyi ya kasıtlı olarak çarpıtmışsın ya da ismin olmadığı gibi zekan da yok, maksadın tartışmak değil, o çok belli, bana bunları söyletip mazoşist bir keyif almak, sonra da "işte Kaan A. bu diyebilmek." Senin karakterinde ve zekanda insan kaynıyor çevre, hiç özgün değilsin. Bereket karakterli ve zeki pek çok insan da var, solcususu, apolitiği, sağcısı. Ben onlar için yazıyorum. Sayın SE (6 numara) sizin sorunuz da cevaplandı sanırım. 19. yüzyıl veya 7. yüzyıl fark etmez, isterse 23. yüzyıl olsun. Çoğunluk örnekte görüldüğü gibi, daha iyi bir şekil gösteremezdim, 7 numara gibi beton kafa, ve karaktersiz, ister Stalinist olsun, ister liberal, ister bilmem ne, onlar geçici maskeler. Saygılar. Kaan a.
16-01-2015 09:19 (10)
7 numaranın kim olduğunu araştırsanız kalbımı basarım solcu bile değildir. Sizin sol için yaptıklarınızın binde birini yapmışsa ne olayım. Bence hiçbir şey değildir. Hiç!!
16-01-2015 11:44 (11)
Bir yorumcu büyük diğeri yoktur demiş. Yanlış hatırlamıyorsam bu Jijek nam filozofun çok kullandığı bir kavram. Sitenizde bu zatın ismi çok geçiyor. Ben anlamadığım için merak ediyorum. Büyük diğeri nedir tam olarak? Saygılar efendim. Hasan Bayram
16-01-2015 18:20 (12)
Konunun özünden uzaklaşmama pahasına değinilmiş olan Lisenko tartışmasını kısaca irdelemekte fayda var.Lisenko yörüngesinde cereyan eden olaylar 1940'ların bilimsel tartışmalarına damga vurmuştur.Lisenko genetik üzerine bir rapor hazırlamış ve 1948 Ağustosunda SSCB Ziraat Bilimleri akademisi toplantısında onaylanmasıyla 'Genetik' eğitimi uzun bir süre yasaklanmış,idealist-gerici ilan edilmiş ve müfredattan kaldırılmıştır.Lisenko kim?Sadece basit bir birey değil.Tarımsal stahanovcular denilen bir kesimin ideolojik temsilcisi sayılabilecek bir isim.1927 yılında tohum tekniği üzerinde yaptığı çalışmalarla dikkat çekmiş,zirai teknikler geliştirmeye çalışan,kolhozlarda etkili bir teknisyen.Konunun arka planında tam 12-13 boyunca süren sert tartışmalar bulunur.Lisenkocular Genetikçilere sürekli olarak ''sizin bu yaptığınız çalışmaların pratik getirisi nedir?'' türlü sorular sormuşlardır.Doktriner olunduğu zaman maalesef çok üzücü şeyler yaşanıyor.Vavilov ise fedekar bir bolşevikti.Caner
16-01-2015 21:30 (13)
Sayın Hasan Bayram, Büyük Öteki kavramı Lacancı bir kavramdır. Gelecek bölümde Lacan'ı ele alacağız, bu arada o kavramdan da bahsederiz. Saygılar. Kaan Ars.
16-01-2015 23:26 (14)
Merakla bekliyor olacağım Sayın Arslanoğlu! Büyük diğeri hakkında gerçekten aydınlatılmaya ihtiyacım var. Peşinen ellerinize sağlık. Hasan Bayram
17-01-2015 21:37 (15)
Kaka insanlığın kaka davranışlarının tek veya asıl nedeni onun yanlış eğitilmesi, yanlış bir sistemde yaşaması, yanlış koşullanmasıydı. İşte bu aydınlar, siyasi görüşlerine göre değişen ufak tefek farklılıklarla, insanlığın, toplumların, milletlerin daha iyi eğitilmesi, daha iyi bir sistemde yaşaması, daha idealist bir cumhuriyet kurulması vb. halinde büyük ölçüde düzeleceğini, şahken şahbaz olacağını varsaydılar.ismail kaptan
17-01-2015 21:39 (16)
++++ bence çok doğru.kaan bey kadar bilgim yok ama bende şöyle diyorum.babası yaparken çoçuğu malzemeden çalmış.bütün devrimci yoldaşlara yürek dolusu sevgiler.ismail kaptan.
05-02-2015 01:46 (17)
Kaan Arslanoğlu ne demek istiyor - Özdemir İnce http://fasizmekarsibirlesikcephe.blogspot.com.tr/2012/09/kaan-arslanoglu-ne-demek-istiyor.html
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210944
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.