"Yerli postmodern" İhsan Oktay Anar'ın edebiyatımıza yaptıkları

 

"Yerli postmodern" İhsan Oktay Anar'ın

Edebiyatımıza yaptıkları

 

Son yıllarda kitabevlerine gittiğimizde "En çok satanlar" ve "Yeni Yayınlar" raflarını ve bu bölümdeki kitapların okurun başında toplaştığı kitaplar olduğunu görürüz.

 

Gelgelelim çoğu yeni çıkan kitabın "Yeni  Yayınlar" rafına konmayabildiğini, konsa ve hemen bitiverse bile dağıtımdan yeniden istenmediğini, ölüme terk edildiğini çoğu okur bilmez. Hele tüm rafları kaplayan kitabın yayınevinin bu rafları parayla kiraladığını ise duyunca ben bile şaşırdım.

 

Yazarın yıllarını harcayarak verdiği emeğin, yeteneğinin büyüklüğünün değildir artık güç: yayınevi çalışanlarının gücü, ideolojik düzeyleridir çoğu kez kitabevlerinde bir kitabın kaderini belirleyen.

 

Bu şanslı kitaplardan biri de İhsan Oktay Anar'ın kitaplarıdır; güzelim gençlerimizi rafların en önünde aldatmakla yükümlüdür.

 

İlk kitabı Puslu Kıtalar Atlası, 12 Eylül faşist rejiminin "Türk-İslam Sentezi" ideolojisinin "Türk"ünün gidip "İslam"ının da Osmanlısının ideolojik algı mühendislerince parlatıldığı 1995 yılında yayınlandığında wikipedi'nin deyimiyle "hem içerik hem biçim"iyle "sükse" yaptı. (Biçim derken galiba kapak tasarımındaki başarıdan söz ediyor.) "Sükse" yapan kitaplardan hep uzak durmuş ben, ortalık yatışınca yıllar sonra satın aldım ve dilinin bana zarar vereceğini düşünerek okumadım. Konu da dikkatimi çekmemişti; daha doğrusu konuyu anlayamamış, kahramanı kim onu bile belleyememiştim.  O günden sonra okumama özgürlüğümü kullandığım kitaplardan oldu Anar'ın kitapları.

 

Ne var ki 2012 yılında her kitabın karşısında eriyen bilincimin aldatmasıyla almış bulunduğum Yedinci Gün adlı türü belirsiz kitabı duruyor kütüphanemde. Türü belirsiz çünkü hiç bir yerinde öykü, roman ya da deneme yazmıyor.  İletişim yayınları "Çağdaş Türkçe Edebiyat" serisinden olduğunu belirtmiş. (İletişim  yayınevi eğer İngilizce, Arapça dilde filan edebiyat kitapları yayınlamıyorsa galiba, "Çağdaş Türk Edebiyatı" demek istemiş.)  Ancak her edebiyat yapıtının bir türü var. Şiir kitabı olduğunu bağıran şiir kitaplarında bile kapağa "şiir" yazarak türü belirtilir. (Örneğin, Gürsel Korat'ın, önümde duran Rüya Körü adlı aynı yayınevinden çıkan kitabında en azından yazarın tanıtımında, kitap isimlerinin yanına parantez içinde türü belirtilmiş.) Anar'ın kitapları İletişim yayınlarının da kabul ettiği gibi edebiyat türleri açısından biraz karışık bir kitap.

 

Yirmi birinci sayfaya kadar altını çizdiğim satırlar var. Ondan sonra okumayı da bırakmışım; "Kahramanı kim daha anlayamadım" diye yazmışım bir yerine. Ama yine Türkçemin bozulacağından korktuğum belli oluyor altını çizdiğim yerlerde. "Gelgelelim Paşaoğlu, âdeta Allâhü Teala'nın yarattığı güzelliği hakkıyla his ve idrâk ettiği için tozutan dâhi bir ressamın fırçasından çıkmış harikulâde bir resme benzeyen bahçeye dudak bükerdi. Sorbon'da tahsil gördüğü için tabiî ilimlere alâka hissetmiş beyefendi..."nin yanına çıkardığım notta, "Metin Akpınar'ın Necmettin Erbakan'ı taklit ettiği bir dil" diye yazmışım. "Orucunda namazında, dinli diyânetli, evrâd çekip mukâbele okuyan, ahıretini mâmûr etme..." sözcüklerinin altını çizerek, "Günümüz Türkçesine uyarlanması gerek..." diye de ok çıkarmışım.

 

Okuru aptallaştıran Latife Tekin zihniyetinde, yani "Eylülist romanlar"ın yazarları gibi ancak biraz daha tumturaklı tümceler kurmaya meraklı bir yazarın yazdığı yazılı bir metinle karşı karşıyayız. Edebiyat demiyorum, ne Türk edebiyatına, ne dünya edebiyatına bir katkısının olacağı epey şüpheli metinler bunlar. (Yedi yabancı dile çevrilmiş; merak ediyorum, ikinci baskı yapanı var mı oralarda?) Mizah kitabı niyetine okumak en iyisi. Aşağılamak değil bu; edebiyat türleri içinde yazarların yazarken en ciddiye aldığı tür mizahtır.

 

İhsan Oktay Anar yazılarının dayanılmaz "nokta”sı dilindeki Osmanlıca egemenliği, dolaysıyla Arapça, Farsça sözcüklerin çokluğu. Şapkalı harfler hastalığı ise Tanıl Bora'dan Ümit Kıvanç'a özel bir ideoloji ol(uştur)muş durumda. Türkçe'ye bu denli düşmanlık ya da Arapça Farsça'ya bu denli sevdaluk 70'lerin Tercüman yazarlarında bile yoktu.

 

 

İHSAN OKTAY ANAR HANGİ ÇAĞDA YAŞIYOR?

 

Çok merak ettiğim bir konu; İhsan Oktay Anar hangi çağda nasıl bir toplumda yaşadığını sanıyor? Acaba bu metinleri 1900'lu yılların Osmanlı memurlarına mı yazdığını sanıyor. Eğer -ölülerle değil de- yaşadığı toplumla yazarak bir ilişki kurmak, "şimdi" yaşadığı, içinde bulunduğu toplumdaki okurlara yazarak bir şeyler anlatmak istiyorsa bu Osmanlıca dil niyedir?

 

Okurun yaşadığı çağa yabancılaşmasını mı istiyor? Bir Anar kitabı satın alan, bir de Mustafa Nihat Özön'un Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük'ünü mü alsın istemektedir?

 

Bizim bildiğimiz, zorunlu hallerde (örneğin Türkçe'de karşılığı olmayan) kullanılan yabancı sözcüklerin eğer eş biçimi varsa anlam açısından işaret konur, yoksa "alâka" sözcüğüne niçin şapka konur? (Hem "ilgi" gibi müthiş bir karşılığı varken Arapçası neden yeğleniyor?) Evet neden? İhsan Oktay Anar'a bir kez olsun bunu soran niçin olmadı?

 

Gerçekten açıklanması gereken bir durum. Öyle ki Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutku çok daha "temiz" bir Türkçe! 

 

"Kitapta kullanılan dil anlaşılır olmasına karşın çeşitli dillerden eski sözcükler de içermektedir ve bizi aşina olduğumuz bu dile karşı adeta yeniden düşünmeye sevk etmektedir." diye yazmış yayınevi. Yani Anar'ın anlaşılır bir dille yazdığını bahşetmiş; kuşkusu vardı demek ki!

 

Bir zamanlar İstanbul “resmi!” çevrelerince kullanılmış ve Türkçe, Arapça, Farsça ve sonraları biraz Fransızca karışımı jargon bir dil olan Osmanlıca'yı yeniden ciddiye almak için bunca "sevk etme"ye ne gerek var? Acaba burada başka bir kültürü "düşünmeye sevk etmek" mi kastedilen? Osmanlıca ve Cumhuriyet öncesine özlem mi? Bu dil bir şeylerden nefreti mi içeriyor, yoksa bir şeyler kirletilmek, pisletilmek mi isteniyor? Bu anlayışlarca böylece Türkiye'yi silip süpüren AKP iktidarına ideolojik zemin mi hazırandı?

 

"Yerli Postmodern" diye özetleyivermiş kitaplarını inceleyen bir yazar İhsan Oktay Anar'ı. Solcu görünüp de karşı olmanın moda olduğu “neoliberalizm”in, insanlığın ileriye dönük tüm referans noktalarını "tahrip", "inkar" ve "asimilasyon"a uğratma yeteneğine sahip postmodern denen şeyle kardeş olduğunu artık herkes biliyor. Postmodern Durum'u başımıza gerçek anlamda bela eden Lyotard'ın bu kitabı sarhoşken yazdığını, bu düşünceyi Fransız sağının isteği doğrultusunda yalan üzerine kurduğunu Perry Anderson ayrıntılarıyla yazmıştı.

 

Evet, postmodernizmin boyası döküldü; acaba İhsan Oktay Anar da mı gemiyi terk ediyor? "Bu son kitabım" demiş çünkü bir yerde. 

 

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA HAKLI ÇIKTI

 

Nicedir Türkçe sahipsiz. 12 Eylül generalleri TDK'ya saldıralı yıllar oldu. Dumura uğratılmış TDK istediği sözcüklerde AKP'nin ihale yasasında oynaması kadar rahat oynuyor. Yazar ve şairlerimizi denetleyecek, onlara kılavuz olacak bir nirengi kalmadı. Dil dernekleri etkisiz sıradan birer dernek konumunda.

 

1986 yılında TDK'dan umudu kesen ilerici yazar ve aydınlar bir dernek kurmak istiyorlar. Tahsin Saraç, Fazıl Hüsnü Dağlarca'ya kurucu üye olması için bir mektup yolluyor. Dağlarca, mektuba yanıtında büyük bir öngörüyle büyüklüğüne yakışır saptamalarda bulunuyor ve yeni dernek kurulmamasını istiyor. Saraç'a yazdığı 24.11.1986 tarihli mektubunda, "Yeni bir dernek oldubittiyi kabul anlamına gelir. Amacımız Türk dilini arıtmak, özleştirmek ilkelerinden çok ötede, Mustafa Kemal'in Kurduğu Türk Dil Kurumu'nu bugün içine düşürüldüğü gericilikten kurtarmaktır. (...) Hele üç beş yıl sonra bugünkü duyarlılık kimilerinden eksildikçe kurulan derneğe ilgilerimiz azaldıkça etkimiz azala azala sıfıra ulaşabilir..." diye yazmış. (Ertan Mısırlı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Kaynak y. s. 141)

 

“GALİZ” KÜFÜRLER!

 

Yapacaklarını yaptılar. 70'lere dek ilerici demokrat kimliğiyle Türk aydınlanmasının dinamiği olmuş, belki de Cumhuriyetin ayakta kalmasana neden olmuş müthiş edebiyatımızı, başka bir kanala yönlendirip, kullandığı dile, içinde yaşadığı halka saygısı olmayan yeteneksizlerle doldurup çökertmeye çalıştılar.

  

Edebiyatımızı işgal etmiş bu gericiliği nasıl alt edeceğiz? Yıllardır gözümüzün önünde cansiperane çalıştılar; kitap ekleri çıkardılar; birbirleri hakkında yazılar yazdılar; gizli örgüt gibi birbirlerini tuttular; biz seyrettik. Bu ters akışı şimdi nasıl değiştireceğiz?

 

Hepimizin önünde bu deliler kervanından kurtulmanın yollarını aramak gibi bir görev duruyor. Yalnızca gerçek edebiyat yapıtları yaratmakla değil, yazdıklarımızı tanıtmakla da görevliyiz; alçakgönüllülük her yere sızan sahtekarlık karşısında tek başına bir işe yaramıyor çünkü.

 

İşte Ankara'da en büyük kitabevlerinden birinin "En çok satanlar" ve "Yeni Yayınlar" -kiralık!- raflarının tam yarısını (Yanlış okumadınız, rafların yarısı aynı kitabın yan yana konmasıyla doldurulmuştu!) Anar'ın yeni kitabının doldurduğunu görünce Galiz Kahraman nasıl olunuyor bilmiyorum ama  galiz küfürler etmek geldi içimden.

 

Bir komiser değiliz; herkes istediğini yazmakta özgürdür ama eleştirinin de yazar ve şairlere, okurlara karşı, -Terry Eagleton'un deyimiyle- söylenmeyeni söyleme, yoldan çıkanı yola getirme, hizaya sokma görevi vardır.

 

Ahmet Yıldız

(Aydınlık Kitap, 4 Nisan 2014)

Facebook
yorumlar ... ( 20 )
12-04-2014
13-04-2014 10:40 (1)
Yuzuklerin Efendisi de yasaklanmali degil mi? Icerdigi zehirli mesajlar irdelene irdelene bitemiyor. Keske ben gencken Anar'in kitaplari olsaydi da Bekir Yildiz-Dursun Akcam bozkirinda bagirsak dugumlenme tehlikesi gecirmeseydim. Aziz Nesin'e sukur. Betonarme mufettisleri ona da soytari derdi o zaman. Bence Anar'a da Pamuksafak'in dandik oryantalist islerinden kat kat renkli,arada ucuz azinliga zulum teraneleri yutturmayan tarihi fantastik eserleri icin tesekkur etmeli, son iki kitabinda sismis olsa da. Tanil'la Umit ayri, her turlu dalariz. Bulent de kusur kalmasin. YU
13-04-2014 12:53 (2)
Bu yazıda çok fazla açıklanması gereken bilgi var. Mesela Lyotard'ın sarhoşluğu da neyin nesidir? Postmodern durum kitabını bir gecede sarhoşken ya da sarhoş olduğu zamanlarda mı yazmış? peki sonra verdiği onlarca söyleşi, yazı ve savunusu? o kitabın eleştirilecek tek yanı "sarhoşken yazılması" mıdır? yazıyı fazlasıyla kestirme buldum. İ.o.Anarın kitaplarını hiç okumayan birisi için aydınlatıcı bir eleştiri değil. ulaştığı sonuçları sıralamaktansa okuyucuyu ikna edecek argümanları ortaya koymak gerekir. R.Temiz
13-04-2014 12:55 (3)
Sapla samanı karıştırmış YU kardeş. hangisini düzeltelim. Bu yazı Anar'ın yapıtlarının edebiyat yapıtı olarak sunulması, türünün belli olmaması, -fantastik edebiyattaysa amenna...- Dilinin niçin gerçekten böyle olduğu... 1995 yılının ideolojik kırılması.. sorusu... Bekir Yıldız-Dursun Akçam edebiyatı başka, fantastik edebiyat başka... Selam olsun insanımızı insanımıza müthiş bir dille anlatan yürekleri insanlığın, insanımızın güzellikleriyle dolu Bekir Yıldızlara Dursun Akçamlara... Bağırsaklarınıza üzülmek içimden gelmedi.. öğğ. Zekiye Apak
13-04-2014 18:49 (4)
R. Temiz Lyotard kendisi bir söyleşide söylüyor zaten. Üstelik ısmarlama yapmış anımsadığım kadarıyla. Zahmet edip Perry Anderson'un kitabını okuyunuz... Yazıda o kitabın adı da var sanırım... Canan
13-04-2014 18:49 (5)
Aydınlanan aydınanmıştır.. Teşekkür yazı için... Tam kafamdaki sorunları deşmiş... S. Soylu
14-04-2014 23:21 (6)
Bunun dili anlaşılmıyor, dili bozuk, okuyamadım demek de bir eleştiridir... (zorba)
15-04-2014 09:55 (7)
Dili bozuk okuyamadım da bir eleştiridir, yazarın karakteri bozuk içim almıyor da, örneğin Yeni Hayat bende böyle bir intiba uyandırmıştır. Ne var ki; Osmanlıca kullanma demek orta okul sıralarına (40 sene) götürür bizi. Ayrıca Anar malı osmanlıcadan değil yarattığı osmanlımsı atmosferden götürüyor, tabii bunu anlamak için biraz dil bilgisi, feraset ve dikkat gerekiyor. Bu anlamda Puslu Kıtalar Atlası, Amat, Sessizler çok güzel kitaplardır, nereden girilip nereden çıkıldığı belli olmasa da. İç ezici bağımsız sinema, trier mrier filmlerinde çıplak kadın görmek için mi oturuyorsunuz onca saat?YÜ
15-04-2014 11:13 (8)
özür dilerim; "Suskunlar". diğer yorumda da "sattın" değil tabi ki "attın". Madem pencereyi açtık, şunu da söyleyeyim; önceki yazdıklarımda asıl dikkati çekmek istediğim içimizdeki "erkeksilik" merakı idi, köylülük değil. Ama birbirimizi o kadar dolduruşa getiriyoruz ki, otomatikman köye daldık. Bakınız yukarıdaki zarif hanımefendi (:p, özür, özür), tamamen errkekçe bir dille kolumdan tutup ayar veriyor bana. Çok iyi bilirim bunu 12 eylül öncesinden. O güzelliklerle dolu insanlarımız kadınlı erkekli çocukuklarından beri cinsel tacize uğradıklarından olsa gerek önce erkekliği sağlama alırlar.
15-04-2014 11:14 (9)
Bekir Yıldız'ın İstanbullu bir çocuğun babasının siyasi kimliği yüzünden sonunda doğu'da kimsesiz kaldığıı, ve sığındığı kişinin bu sarışın çocuğa "bu gibi durumlarda abi deme bana" diyerek "kaydığı" bir hikayesi vardır yanılmıyorsam. Gerçekten o yıllarda bu ve benzeri hikayeler insanımızın güzelliği ve erkekliği konusunda görüşlerimi şekillendirmeme yardımcı olmuştur. Hülasa; şu ya da bu faşizmi tartarken potansiyel katil yazısındaki gibi klişelere takılmadan içimizdeki ezik erkeği masaya yatırmak elzemdir. En kral feminist için bile söylerim bunu! hepimize sağlıklı cinsel kimlikler.YÜ.
19-04-2014 09:02 (10)
Geze dolaşa ancak bağımsız sinemayı yardıma çağırmış kardeşimiz.. O da Anar'ı kurtarmaz bu eleştiri karşısında... Beyhude çaba... (Seviye)
04-05-2014 00:50 (11)
Bekir Yıldız o öyküde cinsel istismarı mı yüceltmiş? Bu iyidir, ülkemizin güzelliğidir algısı mı yaratmış? YU'nun tavrı yanlış, Zekiye Apak ise doğru tespitte bulunamamış. B. Yıldız bir sınıf hikayecisidir ve sömürüne karşı sömürülenden yanadır. Hikayelerinde bir Sait Faik naifliği, Sabahattin Ali inceliği bulunmaz. Serttir onun hikayesi, bir yerde cinsel istismar varsa bunu kulağınıza fısıldamaz, yüzünüze tokat olarak yapıştırır. YU kardeşim, B. Yıldız'ı miden kaldırmıyorsa (ya da barsakların) ben sana Tuna Kiremitçi, Murat Menteş falan salık veriyorum. M. Ozan Seyfi
04-05-2014 14:58 (12)
Bak bacı, bak birader; duvara astığın o çorapların sahibi geldi, tepemize çıktı, zincirlerinden başka kaybedecek Doblo’suyla ağaçları eziyor, okumuşluğu çiğniyor, kredi kartını, LCD’sini ve AVM’lerini kaybetmemek için reyini bastırıyor. Bu erkeksi iklimde kadına, çocuğa, çevreye şiddetin şahikasını yaşıyoruz hep birlikte. Kiremitçi’nin kapağını açmam, bağımsız sinemanın önünden geçmem (bir hıyarlığım var bu ikincisinde ama o kadar haybeyi bunca şişirmeye bu kadar tepkim olsun). Yıldız’ın bütün kitaplarını 15’imde hatmetmişim ki şunca sene sonra hala hatırlıyorum.+
04-05-2014 14:59 (13)
Ama daha o zaman, anlatılanların yüceltilecek değil yok edilmesi gereken şeyler olduğunu idrak etmişliğimden buradayım. Ama sen ne hikayeyi, ne benim ne demek istediğimi bulmaya çalışmadan bu mahallenin kutsalı olması gerektiğini düşündüğün şeye dokanınca çekiyorsun paslı çakını. Kabul, zaten böyle olsun için örseledim “anadolu gerçeği”nizi. Sait Faik yumuşak, Bekir Yıldız sert öyle mi? Zaten anlatmış oluyorsun derdini... Raconun dışına çıkarsak konuştuğumuz “Zeki Müren dili” mi olur? Şimdi kalkıp meslek icabı karşılaştıklarımızı yazsam, ne mideniz kalır, ne barsağınız, ne ciğeriniz. +
04-05-2014 14:59 (14)
Ama Nihat Genç gibi bir seçim sonucu değil de mecburiyetten hasbelkader gasilhanede bir süre takılındığında, dünyaya gasilhaneden mi bakmak lazım? Hayal gücü, dille oynama, aşk-meşk, incelikler, sanat, şehirlilik tümden cumhuriyet eklerine, radikalikicilere mi kalsın? Yetim miyiz, öksüz müyüz, mahalle kabadayısı mıyız? Çocukken teyzeoğlum askerden izne geldiğinde yakasındaki rozet için “bu kim?” diye sorduklarında “TİP amblemi” demiştim. Şimdi o amblemi unuttum ama Atatürk’ün Kocatepe’deki halini hatırlıyorum.Kırsala, aşirete de hiç mi hiç borcum yok +
04-05-2014 21:43 (15)
Şeklim marksist.org tayfasına benziyor olabilir ama ahlak anlayışıma burası uyuyor.Dolayısıyla rahatsızlık vermeye devam etmek niyetindeyim. Yüzüme tokat yapıştırmak yerine fısıldamayı tecih etmenizi öğütlerim. Sevgi&Selam. YÜ
05-05-2014 10:47 (16)
YÜ kardeşim tavrın yanlış, olayla hiç alakası olmayan bir adamı, Bekir Yıldız'ı orta yere, hem de haksız bir eleştiriyle attın gittin, halen de aynı ayıbı yapmaya devam ediyorsun. Bekir Yıldız'ı 15 yaşında hatmettiğin için böyle yanlış görüyorsun belki de. Bir daha okumayı dene. Bekir Yıldız kırsalı da aşireti de övmemiştir, bunun çarpıklıklarını göstermiştir. Senin tavrın Yol, Duvar, Umut filmlerini yaptığı için Yılmaz Güney'e giydirmeye çalışan düzen yanlılarınkini andırıyor. Adamın gözünün önünde bir bozukluk varsa, adam bunu anlatmasın mı? (devamı var) M. Ozan Seyfi
05-05-2014 10:47 (17)
Ayrıca yok mu senin dediklerini yazan sol yazarlar? Var, özellikle yeni kuşakta bireysel ağırlıklı yazan onlarca solcu-sosyalist yazarlar var. Ama bu insanların hepsi böyle yazacak diye bir kaide yok. Bir hava yaratıyorsun sanki Bekir Yıldız feodaliteyi öven bir yazarmış gibi... Senin isteğin görmezden gelen bir edebiyat. Yani aşireti, feodaliteyi yazmayıp kent yaşamına abanırsak, daha sol bir iş mi yapacağız? Bu arada da çok negatif ve karmaşık bir dil kullanıyorsun yorumlarında, çoğu anlaşılmıyor yazdıklarının. Sükunet ile yazmanı dilerim biraz daha. M. Ozan Seyfi
05-05-2014 21:04 (18)
Yazdıklarımı anlamadığına üzüldüm. Her ne kadar “kardeşim tavrın yanlış, aynı ayıba devam ediyorsun, şunu oku, bunu yaz” gibi “yorum yazarlarında” sık rastlanan, kendine nereden biçtiğin anlaşılmayan ağabey rolünü –ki bütün derdimiz bu- yansıtan kalıplar kullansan da bu kadar anlaşmazlığa karşın bir iyi niyet seziyorum. Ben senin dediklerini anlıyorum, daha yazmadan, Bekir Yıldız’ı İhsan Oktay’ın karşısına koyduğumdan beri hem de. Tekrar girmeyeceğim konuya; Yıldız yerinde dursun, Anar'ı savunmak da benim olayım değil, sana bişey olmasın. YÜ
06-05-2014 07:33 (19)
Bizim derdimiz, derdimizi kolay anlatabilmek zaten. Sen beni anlayabilmişsin,ne mutlu. İnşallah diğer okuyanlar da rahatlıkla anlamışlardır. Kardeşim de bir samimiyet göstergesidir bizim bildiğimiz, bunda bi büyüklük havası sezmem ben. Sağlıcakla :) M. Ozan Seyfi
25-11-2014 13:44 (20)
Fevkalade sığ bir değerlendirme. Bu dogmatik sosyalist gerçekliğe ancak İşçi Partisi, TKP çevresi tahammül eder zaten. Aydınlık kitap, soL hariç başka yerde bu lafları edemez Ahmet Yıldız. Ahmet beye bir de benden tavsiye: Aydınlık Kitap'ın son sayısında tam sayfa "Bu roman o kız okusun diye yazıldı" ballandırması vardı. Madem Latife Tekin'i, İhsan Oktay Anar'ı gerici buluyor, yoldaşlarının tavsiyesine uyup Enver Aysever okusun Ahmet Yıldız. (Hacıoğlu Salih).
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211023
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.