Mandolin çalmak güzeldir, beste yapmak ise bir başka güzel

Sevgili Okuyan’ın “Direnişin sanatı, devrimin sanatı...” adlı Sol Portal’da okuduğum yazısını, sanat, siyaset ve iktidar ilişkisini bir kez daha düşünmemize yol açtığı için önemsemiş, eleştiriye değer bulmuştum. Hâlâ da öyle olduğunu düşünüyorum.

“Küçükken mandolin çaldım, yetmez mi?” adlı yazısı da oldukça kışkırtıcı ve estetik.

 

“Uzman olmayanlar sanat yapmasın, onun hakkında düşünmesin, yazmasın” ya da “sanat ve siyaset ayrı şeylerdir, birbirine karıştırılmasın” şeklinde bir görüşüm hiç olmadı. Öyle, anlaşılmışsam da üzülürüm. Tam tersine, meslekten olmayanların bu konularda düşünmesi gerektiğinden yanayım. Kurallara aykırı doğasıyla, sanat zihin açıcıdır. El elden, akıl akıldan üstündür. Herkesin herkesten öğrenecek bir şeyleri vardır. Yalnızca biyolojik değil, bilimsel, siyasal, felsefî ve sanatsal ensestlik de çürütücüdür.

 

Sanatçının yaptığı şeyi, sanatçı olmayanların beğenmeme, eleştirme hakkı yok mudur? Kim karışabilir ki! Herkesin beklentisi, yorumu başka başkadır ve bu bir zenginliktir kuşkusuz. Giacometti’yi anlatırken, “Ne yapmak istediğini o bilir, biz bilmeyiz; ama ne yaptığını o bilmez, biz biliriz” demişti Sartre. Picasso’nun ise, sanki ona yanıt verircesine, “Sanat sizin benden istediğiniz değil, benim size verdiğimdir” diye bir sözünü anımsıyorum. Her ikisi de kendi penceresinden haklı. Sanatta doğru yoktur, doğrular vardır.

Sanat ve reel siyaset arasındaki ilişkiye gelince: Sağ ya da sol, hükümet ya da muhalefet biçiminde olsun, siyasal çevreler, özetle, “bizim anlayacağımız tarzda işler yap; sanatınla bizim idealimize hizmet et” demişler; şimdi de öyle demeye getiriyorlar. Diğer ülkeleri geçelim, bu siyasetin SSCB ve diğer Doğu Bloku ülkelerinde resim ve heykel sanatını boğduğunu, dönemin en önemli sanatçılarını aşağıladığını gördük maalesef. Dikkat çekmeye çalıştığım konu buydu. Denendi, tutmadı. O halde, bu sanat siyasetinden artık uzak durmak gerekmiyor mu?

Sanatçıdan hem üstün nitelikli bir şey bekliyoruz, hem de benim anlayacağım şekilde yap diyoruz. Ee, zor iş tabii. Tam tatmin her iki taraf açısından da mümkün değil.

Bir yapıtın değerini belirleyen şey, onun, bizim acil beklentilerimize hizmet edip etmemesi değildir. Peki, bizim siyasal beklentilerimizle örtüşen yapıtlar olmasın mı? Elbette olsun. Örneğin, Hans Haacke’yi bu yüzden severim. Adam, burjuva sanat piyasasının (galeri, müze, sponsor ve sanatçı ilişkisinin) ipliğini pazara çıkarıcı işler yapmaya gayret ediyor. Ama bunu halkın anlayacağı biçemde değil; müzeci, sponsor ve sanatçıların (ve camiadaki tartışmaları yakından bilenlerin) anlayacağı biçemde yapıyor. Çünkü onlara sesleniyor “sizin ne mal olduğunuzu biliyorum” diyor. Ama çaresiz, aynı sınıftan insanlarla çalışmak zorunda. Çünkü, istediği etkiyi sağlayacak sergi mekânları o sınıfın elinde. İki ucu pis değnek. İşte sorun burada düğümleniyor sanırım.

Ya da sanatçı işini mümkün mertebe reel siyasetin dışında tutmak isteyebilir – Manzoni’nin Dünyanın Kaidesi adlı işinde olduğu gibi. Bir düşünce bu kadar yalın ve etkileyici anlatılabilirdi! Kıskandığım işlerdendir.

Bazı yapıtlar açık, bazıları ketumdur. Ama biraz yakından bakıp, kodlar ve göstergelere aşina oldukça kapı aralanmaya başlar.

Sanatçının biçemi nasıl olmalı? Bu, tamamen sanatın içsel (görece özerk) yanıyla ilgilidir. Reinhardt’ın dediği gibi, “müzeler bize artık yapılmaması gereken şeyleri” gösteriyorlar. Kendinden önce tüm yapılanlar, sanatı derinden kavramak isteyen bir sanatçının zihnine çöreklenmiş birer kâbus gibidir. Onlara hayrandır; ama aşmak da ister.

Sanatçı bir yandan bugüne ilişkin bir şey ortaya koymak isterken, bir yandan da onu daha önce söylenmemiş bir biçemde söylemeye gayret eder. Konu da biçem de yeni olmalı, zamanın ruhunu yansıtmalıdır. İşte bu, ister istemez biraz uzmanlık işidir. Bu konuda sanatçıya karışmamak; daha doğrusu, ortam hazırlamak gerek.

Bırakalım özgürce yaratsın. Siyasal ya da değil; samimi işler her halinden belli olur. “Olmamış, devrime hizmet etmiyor” diye aşağılamak ya da ona yön tayin etmeye kalkmaktan ziyade, sahiplenmek daha doğru bir yaklaşım olmaz mı?

Bizim siyasetimize hizmet etmeyen yapıtları tekneden atmaya kalkarsak, geriye çok az şey kalabilir. Ockhamlı William tarzında azcı (minimalist) iseniz, sorun yok tabii!

Devrimci sanat nedir? Devrime (reel siyasete) gönülden bağlı olan mıdır; yoksa düşünce süreçlerini allak bullak eden, algıları sarsan, sanata yeni bakış açıları getiren midir devrimci sanat? Durduğunuz yere bağlı. Sanatsal ilericilikle siyasal ilericiliğin örtüştüğü durumlar da vardır, ters düştüğü durumlar da. Her niyet, istendiği gibi sonuçlanmayabilir.

Sanatsal devrimlerin çoğu, görece reel siyasetten bağımsız ortaya çıkmışlardır. Dünya resim ve heykelinin gidişini değiştiren Picasso’ya (özellikle 1905-20 arasına) bakmak çok aydınlatıcı olabilir.  “Bir ağaç büyürken büyüme kültürünü düşünmez” demişti üstat. Sanatçı elbette bir ağaç değildir; ama inanın, yaratma anında yaratıcılığın doğasını düşünecek durumda falan değildir – tıpkı doğum sırasındaki bir kadının doğumun doğasını düşünecek durumda olmadığı gibi.

Gezi’deki imge yaratıcıları, o ortamda ne yapılması gerekiyorsa, tam da onu yapmışlardır. Başkası mümkün olsaydı, o yapılırdı. Onlara biçem ve yön tayin etmek mümkün müydü? Mümkün değildi elbet. Peki, hepsi meslekten sanatçı mıydı? Olan da vardı, olmayan da. Ama yarattıkları işler, toplamda, sanata yıllarını veren ustaları kıskandıracak cinstendi. O ortam ve ürünler bir zirveydi – halen öyledir. Benim üzüntüm ve eleştirim, bu zirvedeki yaratıcılığa “Olmadı” denmesiydi.

Reçetelerle yapılan şeye sanat değil, olsa olsa zanaat denebilir. Sanatı, reçete yazanlar değil, reçeteleri çöpe atanlar yaparlar. Ve çoğu zaman da ne yaptığını bilmeden yaparlar. Bunu küçümsemek yerine, anlamaya çalışmak daha devrimci bir yaklaşım olsa gerek.

Sayın Okuyan, “Bir sürü paçozluk sanat diye yutturuluyorsa, siyaset çürümenin dibi haline geldiyse, devrim mücadelesinde sanat ve sanatın devrimcileşmesi elbette tartışılacak. Tartışmalıyız… Konu üzerinde çalışan arkadaşlarım var, ben de ciddi ciddi bir kitap yazıyorum. Kimden izin almalıyım acaba?” diye bitirmiş yazısını.

Evet, “tartışmalıyız,” tüm kalbimle katılıyorum. “Bir sürü paçozluk” sözüne gelince… Örneklerini merak ediyorum. Kitap yazmak için izin alacağınız tek otorite beyninizdir, yüreğinizdir elbet. Bekliyoruz, okumayı severiz.  

Boya, alçı, polyester ve kamerayla düşünürken, bir de baktım, yazı ve kitap dünyasına bulaşmışım (Bkz: ‘Modernden Postmoderne Sanat’, ‘Sanatın Günceli, Güncelin Sanatı’; ‘Sakıncalı Çünkü Edepsiz’, ‘Fotoğraf Resimdir’). Ciddi, sarsıcı bir eleştiri iyi gelebilir. 

Mehmet Yılmaz

 

Facebook
yorumlar ... ( 6 )
02-03-2014
02-03-2014 20:51 (1)
Yukarıdaki yapıt: Piero Manzoni, 'Dünyanın Kaidesi', 1961, bronz ve demir, 82x100x100 cm
03-03-2014 09:39 (2)
Eşek hoşaftan ne kadar anlıyorsa artık solcular da sanattan o kadar anlıyor. Acı ama gerçek: Sanat piyasası tüm kurum ve boyutlarıyla sağın ve liberallerin elindedir. Birbirimizi suçlamadan önce bu duruma nasıl geldiğimizi anlamamız gerekir sanırım. Gezi de bu gerçeği değiştirmemiştir, ekleyeyim. Yazık!
04-03-2014 17:11 (3)
yukarıdaki yorum tüm solcuları gömmüş. 'yaratıcı (sanatçı) solcular'ı nereye koyacaksınız? ayrıca, tüm izleyici solcular da aynı kefeye konmuş. toptancılık bizi bir yere götürmez. her sanatsal alan, kendi doğası üzerinden değerlendirilmelidir. M.Y.
04-03-2014 21:14 (4)
Devrimden sonra filmini amacından ötürü filmin çıktığı günlerde eleştirmedim. Çünkü izlenmesini istiyordum. Ama senaryo açısından da anlatım tarzı açısından da iyi bulmadığımı şimdi söyleyeyim. Kemal Okuyan'ın Zeki Demirkubuz siyasal eleştirisini doğru bulmakla birlikte sonrasında bu adam ne film yaptı kim ki eleştirisine dönüşmüş. 2000'lerin başında Duman Mor Ve Ötesi kadar siyasal değildi. Mor ve Ötesi ne kadar duruş sergilese de müzik kalitesini beğenmedim. Duman hiç siyasal yanı olmasaydı bile müziğini kaliteli bulurdum.
05-03-2014 11:06 (5)
Şmdi "YÜ'ye sormadan yorum yapılmaz" cihetine paçayı kaptırmayacaksak, "YÜ mevzuyu merak etti ama konuyu anlayamadı, film, kubuz, duman ve mor başlıklarını ayrı ayrı irdeler misiniz?" Diyebilir miyim? Sanat erbabı değiliz amma; hazır yeni yazı yok, yer geniş...
06-03-2014 09:18 (6)
iyi sanat eserleri yapan insanların siyasi bilgileri yok denecek kadar az da olabilir. bundan bahsetmek için kubuz,duman gibi sözcükler yan yana geldi. elif şafak yarın sosyalist olsa iyi yazar diyecek sosyalistlerimiz mevcut. sanatçıyı sanatı ile değerlendirmeliyiz. siyasi önder olarak görmekten uzak durmalıyız. toplumsal sanatta entellektüel sanatta bir toplumda olmalıdır. bizde ise solcu sanatçı (siyasi derinliği olmasa bile) hemen sol bir gazetede köşe yazarı oluyor. hemen ona siyasi önder rolü biçiliyor.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2211033
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.