Edebiyatın bugünkü görevi

                                               Edebiyat bugünkü görevi

Artık “Ne demek edebiyatın görevi? Sen edebiyata görev mi yüklüyorsun, o bilir kendini, edebiyatın edebiyattan başka görevi yoktur” diyen kaldı mı bilmiyorum. Kaldıysa eğer bu savları dinletebileceği birilerini de bulmakta zorluk çekecektir. Çünkü savları dillendirdiği  “asude bahar zamanları” çok gerilerde kaldı. Hoş geçmişte de hayat sürekli edebiyatı “hakikat” karşısında sınardı ama o bu sınavdan çok çeşitli bahanelerle -yukarıdakiler gibi mesela- kaçmanın bir yolunu bulurdu. Savaş ve yıkım dönemlerinde şair, romancı, yazar olmak hayatın “hakikat” olmadığı dönemlere de tanık olmak demektir. İnternette, televizyonlarda ne okuyorsunuz, ne görüyorsunuz da “Bu yaşanmış olabilir mi” sorusunu kendinize sormuyorsunuz. Tarihin hızlandığı, çok çeşitli toplumsal devinimlerin çakıştığı, en güçlülerin bile geçici de olsa bir “denge” durumu yaratamadığı zamanlarda yukarıdaki savları dillendiren edebiyatçıya da pek iyi gözle bakılmaz. Örneğin bugünlerde “Ben kişisel olarak bu haksızlığa karşı çıkıyorum, edebiyat bundan ayrı” diyen bir edebiyatçı görebilir misiniz? O zaman hemen “hakikat” oradan itirazını yükseltir ve der ki “Hayat karşısında edebiyatın konuşmuyorsa sen tek başına kimsin?”

 

Öyleyse burada tarihin hızlandığı zamanlara tanıklık etmiş iki şaire döneyim. Bu iki şairden birine hakikat gelip kendini dayatmıştır. En kutsal saydığı şeyden ona göre şiiri şiir yapan unsurdan ödün vermek zorunda kalmıştır. Evet Cahit SıtkıZiya Osman Saba’ya yazdığı bir mektubunda “vezinsizliği”, hayatla hakikat arasındaki uçurumu kapatabilecekleri daha doğrusu fark ettirebilecekleri bir araç olarak gördüğünü anlatır. Abbas şiirini neden vezinsiz yazdığını açıklamaktadır: “Vezinsizliği icab ettiren diğer bir sebep de hayatla hakikat arasındaki uçurumdur. Bu uçurumun şair tarafından duyulması ve duyurmak istenmesidir.” (Ziya’ya Mektuplar, Varlık Yay. 2001, s. 28) diyecektir. Burada biraz durarak, “hakikati” Cahit Sıtkı’nın kullandığı bağlamından alıp (Çünkü o, kavramı sanatsal gerçeklik bağlamında düşünüyor.)  “gerçek” kavramı ile karşıladığımız düşünelim.  “Gerçek ile hayatlarımız arasındaki uçurum” acısının daha sonraki kuşaktan şairlerce hissedilmediğini söyleyemesem de bu sorunsalın kenarından dolaşıp, kestirme bir çözüm bulduklarını söyleyebilirim. Bu çözüm de “hayatı”gerçek”lik olarak görmek oldu.

 

Oysa “gerçek” dediğimiz şeyi “hayatlarımız” karşısında farklı kılan, onun akli olmasından kaynaklanıyordu. Cahit Sıtkı, uçurumu duyurmayı şiirdeki biçimsel dönüşümlerle başarabileceğini düşünüyordu. Sorunun farkındaydı ama çözümü yetersiz kaldı. Dediğim gibi sonraki kuşak şairler ise “hayatı” anlatırsak “gerçeği” anlatmış oluruz diye düşündü ve fena halde yanıldı. Bunun nedeniyse bence şu: Bugün dünyamıza ve yaşadıklarımıza bakıp kim “gerçekliğin olmazsa olmazlarından”, akli olanla bir örtüşme yaşadığını iddia edebilir? Bugün hayatlarımızda onu “gerçek” kılacak olan akli bir şeyler var mı? Bu anlamda yaşadığımız dönemde ütopyalar çok daha “gerçek”tir. İşte bugün edebiyatımızda hayat eşittir gerçek formülünün çöktüğü yer de burası. “Gerçek” ile hayatlarımız arasındaki uçurum. Günümüz şiirinin, romanımızın sürekli etrafından dolaştığı uçurum. Şizofrenik bir şekilde yaşadığımız ama adını koyamadığımız yıkım. Uçurumumuz zamanımıza genel karakterini veriyor ve giderek öznemizle dünya arasındaki genel ilişki biçimi oluyor.

 

Öyleyse bugün edebiyat, tarihin hızlanarak aktığı dönemlerdeki gibi “hayatı gerçekleştirmek” gibi bir görevle de karşı karşıya. Hayata anlam katmaktan ötede bir boyut katmaktan söz ediyorum. Bir başka derinlik. Sürekli aynı romanları, aynı şiirleri okumamız bundan. Edebiyatçılar sürekli bu “uçurum”un etrafında dolandığı için hep kendilerine rastlıyor.

 

İletişim çağı mı? Görsel çağ mı? Her gün gözlerimizin önünde ‘gerçeklik’ diye akan binlerce olguyu insan olarak seyretmekten başka yapabileceğimiz bir şey var mı? Savaşlar, dünya üzerindeki bilmem kaç milyon tane mayın, kopan kafalar, bombalanan masum insanlar, pazaryerlerinde satılan kadınlar, işkenceyle öldürülen çocuklar, insan aklının alabileceği şeyler mi? Bu savaşlar biter; barış mümkün, demek daha ‘hakikat’miş gibi geliyor bana. Böyle söyleyebilecek sanatsal ürünlere gereksinimimiz var bugün. “Uçurumu” anlatabilecek şiirler, romanlar ve öyküler gerekiyor.

Gerçeği hakikat kılmak da Haziran'daki edebiyatçının görevi öyleyse. Bir yanda egemen olanın her zaman yaptığı gibi “hakikati” çarpıtması, dipsiz uçurumlar etrafında dolaşmak öte yanda dil, yürek ve akılla kurulacak “hakiki edebiyat”.

                                                                                                                                  Nihat Ateş

 

Facebook
yorumlar ... ( 25 )
28-01-2015
28-01-2015 12:31 (1)
Nihat Ateş'in yazısının özeti şudur kanımca:Sürekli su alan ve batma ihtimâli her an artan bir gemideki şairin/yazarın öncelikli görevi;şiir/yazı yazmak değil,suyun boşaltılmasına,olanakları elverdiğince,katkıda bulunmaya çalışmaktır.Doğrudur ve sağlaması Hayat(Gerçeklik)tarafından defâlarca yapılmış bir deneyimdir bu ve bir yandan da,sözcük canbazlarının,biçimperestlerin,elektronik-mekanik oyuncakçı müteşairlerin,içlem ve içerik gördüğünde kırmızı şal görmüş boğa gibi kuduran dipten doruğa bireyci"boş küme"şarlatanlarının kavrayabileceği/hazmedebileceği bir hakikilik değildir,iyi ki.-B.D.
28-01-2015 14:25 (2)
Yine bu ve önceki yazı arasında devamlılık var, yine fikir iyi, kitap olmaya yönelecek kadar. Gel gör ki yine aynı boşluk hissi... Ne eksik adını da koyamıyorum. Acaba şiirden bir türlü anlayamıyor olduğumdan mı? Hakikat, sunağa girenleri anlayamıyorum -ben giremediğimden değil vallahi- pek seçkin örnekler gibi görünmüyor bana. Çingene ve caz klişesinden müzik ekmeği yemek nedir allahaşkına? Caz o kadar kolay mı, aklın gerçekliği tunç sesli şairine? Sahi caz'lı bir şeyim sunağa çıkamamıştı, ama harbi kastım bu değil. Bir yandan mutimedia ile ikame edilemeyecek metin şiir mi olsa gerek diye düşünüyorum, bir yandan da tam tersi; şiirin imgeselliği müzkle, animasyonla çoktan aşılmış mıdır diye. Yaşlandıkça Gürsel'leşiyor muyum ne? Atarı aynı umursamazlıkla karşılamam, aklınızdan geçirmeyin hani. Şöyle yeni başlayanlar için şiir, olmazsa olmazı nedir gibi de bir kaynak olsa, Önce git Cahit Külebi'yi hatmet gibi kolayına kaçmadan... İşte yazılardaki boşluk bu gibi detaşelik. Shevek
28-01-2015 14:26 (3)
zaten ben de o yüzden kavrayamadım / hazmedemedim bu haki hakikiliği bünyamin ağbi. gusura galmayasan. sözcük canbazı, biçimperest, elektronik - mekanik - ve hatta plastik (latex de olur) oyuncakçı müteşair, genel olarak kuduruk boğa formatında olan (içlemin ne olduğunu anlasam onu da kullanacaktım ama onu gö-z-üm yemedi), dipten doruğa ve dahi tırnaktan kulağa bireyci bir "boş küme" şarlatanı kardeşiniz I.Ç. şaka şaka. hayal et
28-01-2015 14:26 (4)
yalnız... şu yazıya eklenen çizim var ya... duvardaki resim berezilya bayrağını çağrıştırdı bana. kapıdan sızan ya da çıkan varlık da... call of cthulhu mu var orada ne? haziran'daki edebiyatçı payesine asla erişemeyecek boş küme şarlatanı I.Ç.
28-01-2015 18:25 (5)
Gerçekçi edebiyat büyük bir kriz yaşıyor. Bunun başat sebebi ideolojik değil teknik bir sebep. Gerçekçi bir edebiyat eseri yaratmak o kadar kolay iş değil. Sahici olmanız lazım. Şabloncu olmamanız lazım. Okuru ikna etmeniz lazım. Öykü ve şiir türleri kısa oldukları için okuru eserin gerçekçiliğine ikna etmek daha kolay. Ama romanda iş zorlaşıyor. Atmosferi yüzlerce sayfa boyunca diri tutmanız lazım. Dramatik çatışma cılız olmayacak. Tek boyutlu olmayacak. Ama arabesk de olmayacak ve takıldığınız yerde gerçeküstünden medet ummayacaksanız. Yani mucize karşılaşmalara veya epik bir demagojiye başvurmayacaksınız. Gerçekçi yazarların eserleri güçlü ve heybetli olduğu için Türk edebiyatının ana damarı gerçekçilik sanılır ve mutlu olunur. Ama öyle değildir. Modern Türk edebiyatı tarihinde kaliteli gerçekçi edebiyat yapıtı ortaya koyan yazar sayısı onu geçmez. Akif Kurtuluş, Irmak Zileli gibi reklamı iyi yapılan vasat yazarlarla nereye kadar?
29-01-2015 06:31 (6)
Sanatın da edebiyatın da şiirin de görevi yoktur. Kendine görev çıkartan birey, bu görevini, elinde ne varsa artık, ona aktarmak, onun aracılığıyla gerçekleştirmek ister, bunda bir sorun yok esasen, gayet tabii bir durum, ama nereye kadar? Başkasına dokununcaya kadar; kendi görev aracını, aynı biçimde ve aynı amaçla kullanmaya başkasını da zorlamaya başladığı yerde sorun oluşur. Okşan (ilk)
29-01-2015 06:33 (7)
"Boşluğun kendisi de bir şeydir yankı yutulmuştur ona doğru sanki kalabalık caddede kör bastonu değişir" "Yardan Geçerken" adlı şiirimden... Nihat Ateş
29-01-2015 10:21 (8)
Bişey anlamadım. Ayrıca usta Ming-Cheng bilgelikleri yapmak biz yorumcuların işi, editör olunca, hele şiir seçici, daha somut doneler koymak gerekiyor ortaya. Yoksa şiirin özü anlaşılmaz olması mı? Caz armonisi bilmek gerekmesi gibi bir şey mi? Ne ki caz dinleyince genellikle bunalmakla birlikte ortalama dinleyici yine de bir teknik, ritmik, armonik pırıltı yakalayabilir hiç değilse. Sunaktakilere ya da sunağa hakim misafir yazarlara baktığımızda Adem ve Havva'dan kalma klişelerden başka bir şey koklayamıyoruz halbüsi. Evet; bir süredir hedefe yönelik bir seri var ortada, biz de yazıldık kursa, daha dolgun materyel bekliyoruz, romantizm değil Hatta doyurucu bir açıklama alana kadar Hasan Bayram'ın algısını geçerli sayacağım korkarım, ortaya "hipertekst" gibi afi bırakıp kendi yolunu bulmasını beklemekle olmuyor:) Shevek
29-01-2015 12:18 (9)
"Bir şey anlamadım" demek şiirden de ne kadar uzak olduğunuzu gösteriyor. Anlam duygunuzun nasıl bu metinle doğrudan bir ilişkisi yoksa "boşluk" duygunuzun da benim metinlerimle bir ilişkisi yok, demek istemiştim. İçinizdeki boşluğunu doldurmak için şiir kursuna hiç yazılmayın. Caz kursu ya da "Metin yazarlığı" gibi bir şeyler ideal olabilir. "Ona burun bük, buna cıkss olmamış" kondur. Bunu yapanın metinleri de şurada gözümüzün önünde durmasa hani yutturabilirim diye düşünüyor deriz de... "Hiperteks" dediğiniz metinin bu sanal alemde yüklendiği görev faklı. Siz metni böyle gördüyseniz buna teşekkür bile edebilirim. Bir hipertekst ortaklaşma çağrısıdır. Metinlerimden sizin için bir Hasan Bayram değerlendirmesi çıkmıyorsa ben ne yapabilirim. Bunu size yaşatacak metinler elbet bulabilirsiniz. Kaldı ki yanıtım o yazının altında duruyor. Müzik, öykü, belki roman ama şiir...? Zor. Her türde tam başarı mümkün olamıyor... Şiire yazık etmeyin bence. Nihat Ateş
29-01-2015 13:20 (10)
En azından tepeden bakan mesafeliliği aşıp etekteki taşları döktürecek metinler yazabiliyorum, bu da benim işim:) Nazım Hikmet, Aziz Nesin'e benzer birşeyler söylemişti geçmişte; sizin birinciye olan mesafenize göre benim ikinciye olan mesafem bariz olarak daha az (kimlik değil tabii, teknik olarak). Daha önce de değindiğim gibi N.H. ve A.İ. dışında şiir okumam, şair olan babamdır. Benim birikimim şarkı sözleri üzerine, onlar da çoğun (!) ingilizcedir, hatta o dili kolejde değil, bizatihi şarkı sözleri ve tıp makalelerinden öğrendim. Ha müzisyenliğim de pek matah değildir, ritmim iyice bozuldu, çabalıyorum. Öğrenmenin yaşı yok. Ama nasıl ki toplumcu tıp klişelerinin havası kolayca söndürülebiliyor, bilincin gerçekliği de rahatlıkla çözülebilir, şair olunmadan. Bir hasta da tıp bilmeden doktorun verdiği ilacın iyi gelip gelmediğini herhalde anlayabilir. Yeri gelmişken;anlamayıp bozduğunuz "meze tabakları" metnimin noktalamalarını orijinal haline getirmenizi diliyorum. Shevek
29-01-2015 13:35 (11)
Bu arada, ad hominem telaşıyla atlamışsınız; benim yazıldığım kurs gerçekten ilgi duyduğum zombi-bellek-ekran-görev yazı diziniz. Yorumumda da meramım bu; okur olarak verilen teaser'ın içinin doldurulmasını talep ediyorum, şiir zannettiklerimin rövanşını değil. Şiir yazamıyorum, doğrudur, metinlerim de kaotik, müesseseniz de Barselona değil. Bu da şiir köşenize uzanan dile verdiğiniz ilk abartılı tepki değil. Tüketici olarak şöyle koyayım o zaman, eğer şiir bu ise, ve onu öyle kılan dokunulmazlığı ise - öyle ya Sn. Durali de bunları eleştirmek için önce şunları-şunları bitirmiş olmak gerekir buyurmuştu, Sn. Turhan'ın da yakınlarda duygusal bir tepkisi vardı- dokunmadan bir kenara atılmasına da ağlanmamalı. Yeni takma adım kısa süreli ayrılmamdan hiç rahatsız görünmeyen editörlük tarafından henüz onanmadığından, çeki-düzen arayışında okurlar için belirteyim. Shevek: Yağız Üresin
29-01-2015 14:03 (12)
Hocam, "Ben metninizi anlamlı bir bütün haline getirdim. Siz de bu çabayı anlamamışsınız. Bana teşekkür etmeniz gerekirdi; oysa sürekli "metnimin noktası, virgülü" deyip duruyorsunuz... Üzgünüm ama yazı dizisinin devamı gelecek. "İçini doldurma" talebinizin sandığınız gibi benimle ve metinlerimle ilgili bir sorun olmadığı konusunda ısrarcıyım. "Tüketici" demişsiniz kendinize, hem kendinize hem şu kadar metne de haksızlık etmişsiniz. Yazık. Saygılar Nihat Ateş
29-01-2015 15:44 (13)
"Televizyon evi - yok artık - ara sıcak" yazarak, şarkılarda olduğu gibi modülasyon yapıp, "yok artık" ı önceki ve sonraki ifadelerin her ikisi için ve geçiş olarak kullanmıştım, "televizyon evi, yok artık!" uygun görmüşsünüz, ne diyeyim, yok artık! Şiir müstesna, metnin bütünlüğünü değerlendirecek yetkinlikteyim. Şiir de bakıp hayran olmak ve homo-oto-sırtsıvazlizm dışında etkileşimi dışlıyorsa geriye bir tüketici konumu kalıyor, yapabileceğim(iz) bir şey yok. Yazı dizisinin devamını bekliyorum, daha önce de belirttim, benden daha meraklı takipçisi de yok gördüğüm kadarıyla. "Şiirin rüzgarı"ndan çıkıp bir tür ilmi çabaya girdiğinizden benim deneyim alanıma intikal etmiş bulunuyorsunuz, artık anlamlı bir bütün haline gelmesi için elimden gelen desteği vereceğime emin olabilirsiniz, teşekküre gerek yok. Hem "hocam", hem de virgülden sonraki " gereksiz örneğin :) Sevgiler Shevek
29-01-2015 23:43 (14)
"Sen kim ilmi çaba kim; şairsen şairliğini bil" demek istiyorsunuz; ama burası hakemli dergi değil. İstediğim zaman, istediğim yerde, istediğimi yazarım. Dahiyane buluşunuzu sabote ettiğim kanısındasınız da "televizyon evi ile ara sıcak" arasındaki geçişte bir şarkı duygusu ve düşüncesi görememek benim suçum olmamalı. Editör yazarla okur arasında durur, o duruşta her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır. Okurların bu yazılarda anlatılmak isteneni şimdilik sorun etmemiş olmaları bizim onlara işaret etmeyeceğimiz, soruna, olguya, gideni ve gelmekte olanı anlama çabasından uzak duracağımız anlamına gelmez. Bir virgüllük yer kalsaymış bari... Oradaki virgüle bile dokunmuşsunuz ama özneden sonra virgül iyidir, siz de deneseniz iyi olur. Saygılar. Nihat Ateş
30-01-2015 14:09 (15)
Benim işim değil ama bu yazışmalar bir tür kişilik çözümlemesi niteliği de taşıyor kanaatindeyim. Umarım okurlar için de bir şeyler çıkıyordur. Siz daha önce "sen bunlardan anlamazsın, hocasın, müzisyenliğin var, olsa olsa öykü yazarsın, insan herşeyi de yapamaz" deyip, üstelik "bir b.ka benzemeyen metnini adama çevirdim, teşekkür etmen lazım" saldırganlığına erdiğiniz için, "edebi olmayan bir metinde bu hiyerarşi iddianız geçerli olmaz" demek istedim. Sizi köşeye kıstırmak niyetinin yakınından geçmediğim gibi samimiyetle yazı dizinizle ilgileniyor, katkıda bulunmak istiyorum. Şiirlerde de kin gütmeyip gerçekten şarkı sözü metodolojili metinler nasıl ilerletilebilir diye yardım isteyesiydim. Ne var ki Okşan'ın da temas ettiği gibi değişik bir editörlük anlayışınız var. Kara'nın saygılılığı, Arslanoğlu'nun samimiyet ve özgüveni karşısında immatür olduğunu söyleyebilirim. Dokunduğum şey tırnak işareti, virgül değil. Hırçınlığınızın "top benim, istediğimi yaparım" a yöneldiğini görüyorum+
30-01-2015 14:10 (16)
Allahtan "dahilik" şairliğin aksine ölçülebilir bir şey ve ben de uygun yerlerde uygun olan şeyleri yazabilirim, imkanlarım da pek kısıtlı sayılmaz. Kendi emeğinizle oluşturduğunuz sitede elbette kurallar koyablirsiniz ama katkıda bulunanlara istediğiniz gibi dalamazsınız. Altmetinlerinizi okurun görüşüne sunabilmek keyfiyetinden ve bunun keyfinden nezaketimi sürdürüyorum. Hoş okurlar da sizin okurlarınız olduğundan büyük bir nesnellik beklentisi içinde değilim. Ezcümle; Yavuz kardeşimle bir Orhan Pamuk'un yeni kitabı eleştirisi üretmeyi planladık (onun fikridir) malsahibinin veto hakkını kullanacaksanız ona göre uğraşmayalım ya da yalnızca o yazsın. Selamlar. Yağız Üresin
30-01-2015 18:16 (17)
Sunaktaki şiirlerin vasatlığı, müdüriyetin estetik anlayışındaki bir eksiklikten kaynaklanmıyor bence. Sorunun tek sebebi bu olamaz. Sözcükler'de, Notos'ta, Varlık'ta yayımlanan şiirler de berbatlar. Gerçek şu ki, Türk edebiyatında en heybetli tür olan şiir son 20 yılda epey nitelik kaybı yaşadı. Artık iş o hale geldi ki, imkanı, parası olan büyük yayınevleri bile şiir dosyalarını kabul etmez oldu. Can Yayınları senede 10 tane şiir kitabı bassa batmaz ama basmıyor. Yazılan binlerce, on binlerce şiirin niteliksizliği, dilin kullanımındaki özensizlik, kolaycılık, yapmacıklık, şairin egosunun ve kibrinin metnin önüne geçmesi, mesaj verme kaygısının veya anlamsızlığın saçma bir yere vardırılması gibi kolayca çözülemeyecek yapısal sorunlar mevcut. Dönemin karakteristiği bu. Şiir sunağının dönemin karakteristiğinden nasibini almaması düşünülemez. Murathan Mungan, Birhan Keskin, Enis Akın gibi star şairlerin arada bir patlattıkları kült şiirler ise sektörü ve piyasayı ayakta tutmaya yetmiyor.
31-01-2015 14:02 (18)
17 Numaralı değerli arkadaşımızın söylediklerinin bir kısmı doğru, bir kısmı da yanlış elbet. Can Yayınları da Hilmi Yavuz yönetiminde bir ara çok şiir bastı ve ama yine olmadı. Son yirmi yılın değil son elli yılın, bugün internette, paylaşım sitelerinde yalan yanlış, özensiz bir şekilde alıntılanan şairlerin bile kitapları ikinci baskısını yapmıyor. Turgut Uyar, Edip Cansever, Can Yücel... Bu ülkede üç işi yapmak çok zor: Birincisi futbol, ikincisi Türkçe, üçüncüsü de şiir... Bu konularda herkes her şeyi bildiğini düşünür çünkü. En kolay genellemeler de bu üç konu başlığında yapılır. Burada şiir konusunda söz almak elbette serbest ama söz alanlar acaba geçen yıl kaç şiir kitabı okudu çok merak ediyorum. İsyanım okumadan, bilmeden kestirme yargılara, genellemelere... Geçtim on taneyi -ki ortalama bu- bir tane bile şiir kitabı okumadan şiir üstüne sadece genellemelerden ibaret yargılarda bulunmak.Şiir Sunağı'nda şiirlerin vasatlığı üzerine genelleme yapmak orada yayımlanan iyi şiirlere+
31-01-2015 14:02 (19)
Mungan, Keskin ve Enis Akın gibi star şairler ise sadece star... Arada değil hiçbir zaman kült şiir patlatamadılar ki arada sıradası kalsın. Bu sitede yıldızların, ödüllerin üzerine gidiyoruz biliyorsunuz; bu "kalitesizlik" bu mekanizmalarla besleniyor ve büyüyor zaten. O star, bu yıldız, bu ödüllü... Burada bir solukluk alan yaratmaya çalışıyoruz; ama onu da boğmak için kendi arkadaşlarımız eleştirdiklerimizden daha evecen ve sabırsızlar. Saygılarımla Nihat Ateş
31-01-2015 18:09 (20)
18. yorumun sonunda "iyi şiirlere haksızlık değil mi" olacaktı. Düzeltirim. Nihat Ateş
31-01-2015 23:12 (21)
Şiir formatında yayınlanabilse çok güzel olurdu gibi geldi bana, siz bilirsiniz yine de. Mine. Şair İşçidir Bağırırlar şaire ” Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni. Şiir de ne? Boş iş. Çalışmak, harcınız değil demek ki…” Doğrusu bizler için de en yüce değerdir çalışmak. Ve kendimi bir fabrika saymaktayım ben de. Ve eğer bacam yoksa işim daha zor demektir bu. Bilirim hoşlanmazsınız boş lâftan kütük yontarsınız kan ter içinde, Fakat bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan: Kütükten kafaları yontarız biz de. Ve hiç kuşkusuz saygıdeğer bir iştir balık avlamak çekip çıkarmak ağı. Ve doyum olmaz tadına balıkla doluysa hele. Fakat daha da saygıdeğerdir şairin işi balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü. Ve doğrusu işlerin en zorlusu yanıp kavrularak demir ocağının ağzında su vermektir kızgın demire. Fakat kim aylak olduğumuzu söyleyerek sitem edebilir bize; Beyinleri perdahlıyorsak eğer dilimizin eğesiyle… Kim daha üstün, şair mi? yoksa insanlara
31-01-2015 23:13 (22)
İkisi de. Yürek de bir motordur çünkü ve ruh, onun çalıştırıcısı. Eşitiz bizler şairler ve teknisyenler. Vücut ve ruh emekçileriyiz aynı kavganın içinde Ve ancak ortak emeğimizle bezeriz evreni marşlarımızı gümbürdeterek Haydi! laf fırtınalarından ayıralım kendimizi bir dalgakıranla. İş başına! Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu. Ve ağzıkalabalık söylevci takımı değirmene yollansın dosdoğru! Unculuğa! Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla! Vladimir Mayakovski (1893-1930) Çeviri: Ataol Behramoğlu-Dünya Şiir Antolojisi II
31-01-2015 23:50 (23)
Taşıma suyla değirmen dönmez de denmiştir. Göl Mayatutarmıkovski
31-01-2015 23:58 (24)
21'in sonu eksik kalmış: yoksa insanlara "Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?"
01-02-2015 00:30 (25)
damlaya damlaya göl bile oluyorsa değirmen de döndürülür icabında.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210932
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.