Türk Tabipler Birliği’nin aklına işçi sağlığı ara sıra Soma gibi katliamlar olursa geliyor. İş kazaları, meslek hastalıkları sosyalist partilerimizin aklına yılın birkaç günü geliyor.
“TTB’nin asıl görevi, birinci gündem maddesi koruyucu hekimlik siyaseti olmalıdır” diyoruz yıllardır. Sosyalistlere laf anlatamıyoruz. Koruyucu hekimlik nedir? Yılda ortalama 8 bin canımızı alan trafik kazalarına karşı mücadeledir, yılda 1500 canımızı alan iş kazalarına karşı mücadeledir, yüz binlerce can alan çevre kirliliğine, beslenme felaketine karşı mücadeledir…
Bunları söylediğimiz zaman apolitik, duygusal, sünepe muamelesi yapıyorlar bize, sarakaya alıyorlar. Kendileri her gün üst siyaset yapıyor ya, sağlıkta da birinci görev kuru sıkı, boş boş, yalan yanlış, her şeyi abartıp AKP’ye karşı sallamak. O zaman sosyalist, o zaman devrimci oluyorsun.
Sevgili Kemal Okuyan da yazıyor: AKP kitlesini ikna gibi bir meselemiz yokmuş artık. Bu kitle tümüyle faşist bir kitleymiş. Soma’daki işçilerin büyük çoğunluğu faşist o zaman, onları ikna gibi bir meselemiz yok. İşçilerin büyük çoğunluğu AKP’li faşist. Onları da ikna meselemiz yok. Zaten fiilen durum bu, yapmadıkları şey bu. .
Buna kadavra siyaset denir. Yaşamdan bütün köklerini çekmiş, kurumuş, kendine ve çevresine faydası olmayan bir salt siyaset. Ölü siyaset. Erdoğan gitti diyelim, bu anlayışla sosyalistlerin bundan sonraki yönetimde söz sahibi olmaları mümkün mü? Halkca ciddiye alınmaları… Kesinlikle hayır.
İşçi Partili hekim arkadaşlar çok önceleri “iyi hekimlik” diye bir kavramı savunuyorlardı. Bizim dediklerimizi bir ölçüde içeren bir kavramı. Sonra baktılar kadavra siyasetinde böyle yaşamdan gelen canlılıklara yer yok, onlar da ortama uydular. Burjuvazinin çıkarlarını savun, üstüne sosyalist sos dök, en kolayı.
Var mı dünyada başka bir ülke acaba? O ülkenin sosyalistleri işçilerle, emekçilerle hemhal olmamak için bu kadar çok teorik bahane üretsin. Nasıl bir ülke bu?
Aşağıdaki yazı Ali Rıza Üçer dostumuzun, Ulusal Kanal’daki bir sağlık programı sonrası yeni bir uyarı yazısı. Bunu anlayabilen, emekçi duyarlılığına sahip bir parti acaba bir gün çıkacak mı?
Naci Bey,
Geçtiğimiz Pazartesi (19 Mayıs 2014) yaptığınız "Sorunlar ve Çözümler" programıyla ilgili bazı katkı ve eleştirilerimi sizinle paylaşma gereği duydum. Özellikle TTB temsilcisi Bayazıt İlhan'ın aktardığı TTB görüşleriyle ilgili. Zira bu görüşler başta CHP olmak üzere (üzülerek söylüyorum, İP ve yayın organlarında da) oldukça itibar görüyor.
TTB yönetimi, ekteki slayt sunumumda detaylı biçimde irdelediğim (En son geçtiğimiz ay Bolu'da Türk Eczacılar Birliği ile ilgili bir toplantı için güncellemesi yapılmıştır) AKP Hükümetinin Sağlıkta Dönüşüm Programına soldan görünüp özünde bir avuç piyasa bağlantılı akademia mensubunun (profesörün) çıkarlarını gözeten çifte standartlı bir tutum alıyor bu konuda. CHP'nin Tam Gün yasasını TTB yöneticilerinin aklıyla 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde Anayasa Mahkemesine götürmesi de bu saptamamızla yakından ilintilidir. 12 Eylül referandumu Fethullah Gülen'in "Son 200 yılın en önemli olayı, 20 seçime bedel, gerekirse ölülerinizi mezarlarından kaldırıp oy kullandırın" talimatları verdiği kritik bir eşiktir. Bu referandum Türkiye Cumhuriyeti yargısının AKP ve Cemaatin (17 Aralık operasyonu göz önüne alındığında fazlasıyla Cemaatin) kontrolü altına sokulduğu kritik bir eşiktir. Referandumda Cumhuriyetimiz ağır bir yara daha almıştır. Tayyip Erdoğan referandum sürecindeki tüm mitinglerinde Tam Gün ile ilgili olarak (her zaman olduğu gibi konuyu ustalıkla da çarpıtarak) CHP'nin hatalı tutumunu tepe tepe lehine dönüştürecek bir algı operasyonu yapmıştır. Erdoğan miting alanlarında "Siz hiç damdan düştünüz mü? Sizi bıçak parasından, sağlığınız için verdiğiniz haraçlardan kurtarmak istiyoruz, bu CHP, bu Danıştay, bu Anayasa Mahkemesi ayağımıza dolanıyor, onun için sizden Evet istiyorum" dedikçe meydanlar dalgalanmıştır. Referandumda verilen görüntü şöyledir: CHP iki bin dolayında muayenehaneci profesörün çıkarları için, AKP ise 75 milyonun sağlık hakkı için mücadele ediyor. Referandumda alınan "% 58 Evet" oranında bu konuda yapılan hatalar kritik önemdedir ve ne yazık ki uyarılarımız Ulusal Kanal ve Aydınlık'ta bile göz ardı edilmiştir.
Sorulması gereken soru şudur. AKP'nin Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) hiç kuşkusuz küresel bir operasyondur, tıp kartelinin kârına kâr katmak için planlanmış kapitalist/emperyalist bir plan ve uygulamadır. Bedeli yoksul sınıf ve katmanların sırtına yüklenecektir. Ancak SDP'den önceki düzen nasıl bir düzendir? TTB bakışının ısrarla görmezden geldiği ve gizlediği husus budur. Türkiye'de sosyalist bir sağlık düzeni vardı da AKP Hükümeti mi kapitalist bir dönüşüm gerçekleştirdi? Bu soruların yanıtı açıktır. Eski düzen tam bir derebeylik düzenidir, muayenehane/özel hastane-özel tanı tedavi merkezi, üniversite hastaneleri içinde de özel öğretim üyesi, TTB Başkanı Özdemir Aktan'ın da içinde olduğu üniversite-vakıf hastanesi sarmalı vb. düzenekleriyle sistem halkın yararına olmayan keyfi, kuralsız ve acımasız bir sistemdi. AKP Hükümeti bu zayıf noktalar üzerinden kolayca operasyonunu gerçekleştirdi.
Bu konuda İlk Kurşun gazetesindeki yazılarımı da sizinle paylaşma gereği duydum. Yazılar tarihe tanıklık etme ve adeta Nostradamus kehanetlerine benzer biçimde geleceği okuma konusunda kritik önemdedir. Bu yazılarda sık sık sorduğumuz ve yanıtsız kalan sorular şunlardı:
1-Yarım güncü hekimlerden mesaisine düzenli riayet edenler saat 12.00′de fakültelerinden muayenehanelerine-özel hastanelere, özel tanı tedavi merkezlerine koşuştururken (mesaisine riayet etmeyenler saat 09-12 arasında da yoklar) tıp eğitimi, bilimsel araştırma ve faaliyetler, tanısı konulamamış, tedavisi yapılamamış hastaların nitelikli akademik ortamda tanısı ve tedavisi, genç doktorlara nitelikli eğitim gibi üniversiter misyonlarını aksatmıyorlar mı? Bu öğretim üyelerinin saat 12′ye kadar değil de tam gün çalışmasının tıp fakültelerinde bilimsel araştırmaları, eğitimi, tanı ve tedavi faaliyetlerini engelleyeceği iddiasının somut dayanakları ve kanıtları nerededir?
2-Performans tıp fakültelerinde iki kere zararlıdır derken, özel öğretim üyesi tanı-tedavi fark ücreti alınmadığı takdirde öğretim üyelerinin engin bilgi ve deneyimlerini esirgemelerini de zararlı buluyorlar mı? Yurttaşların maruz bırakıldığı, “bu ücreti verirseniz tanı-tedaviniz bekletmeden hocalar tarafından verilir, vermezseniz aylar sonrasına randevu verilir ve asistanlar tarafından tetkikleriniz yapılır, tedavi edilirsiniz” kıskacı performanstan daha zararlı değil midir?
3- Bu protestoları toplum nasıl algılıyor? Hükümet/YÖK/Sağlık Bakanlığı (AKP) bir yanda TTB, uzmanlık dernekleri, akademianın seçkin öğretim üyeleri öbür yanda, çoğunluk kimi haklı görüyor, kimin yanında yer alıyor hiç düşündünüz mü? “İlerici-solcu” olduğunu savlayanTTB yöneticilerinin kendi ifadeleriyle bu etkinliklerin içinde, arkasında ve yanında (hatta önünde) konumlanışı ibretlik bir yarılma ve çifte standart örneği değil midir?
AKP Hükümetinin sağlık ve sosyal güvenlik dönüşüm programıyla ilgili güncel verilerle Tıp Kurumu adına yaptığımız değerlendirme de ekteki pps sunumundadır.
Selam ve sevgilerimle
Dr. Ali Rıza Üçer
Tıp Kurumu Genel Sekreteri