Sayın hâlkım, ben şu an senin kastettiğin anlamda bir akademisyen değilim. Ama akademinin tozuna meslek hastalığı kapacak düzeyde maruz kalmış ve akademik düşünce disiplinini senin akıldanelerinin uydurukçasıyla “içselleştirmiş” bir adam olduğumu unutma. Bu zamana kadar yazmış olduklarımdan tahammül (yani hammallık) gücü ne kadar düşük bir barbar olduğumu sanırım anlamışsındır. Birazdan okuyacağın yazı seni feci rahatsız edebilir. Gelişmişlik derecesi üzerine pek de olumlayıcı yorumlar yapamadığım dimağının bütün kalelerini zaptedebilir, bütün tersanelerine girebilir ve hatta bütün ordularını dağıtabilir. O derece yani! Yine de, pek çok sefer söylediğim gibi, kronik bulgur entoksikasyonunun sebebi ben değilim ve ayrıca sarı saçlarından sen suçlusun.
Peşinen ikaz ediyorum, okurken sinirden kudurup da annemin bana hamile kaldığı süreçle ilgili fazla spekülasyona girmene hiç gerek yok. Babamı ve beni yanyana görsen ne demek istediğimi şıp diye anlarsın. Ve ayrıca YES; ben sapına kadar elitistim. Senin ve benzerlerinin imalatı olan vıcık vıcık popülizm yağına bulanmış konuşmalar benim miğdemi nasıl bulandırıyorsa ve fakat sizi ağzımdan köpükler saçmadan dinliyorsam, bir zahmet sen de bu yazıya böyle yaklaş. Çemkirmeden önce düşün! GESTAY + B'yi de uygulayabilirsin. Durduk yerde tadının kaçıp kaçmaması zerre kadar umrumda değil. Bunu da böyle bil bay hâlk, olur mu?
Aşağıda tabii ki senin (hâlk'a sesleniyorum) özel olarak neden “bütün x'ler şöyledir” genellemelerinin zırva olduğunu ve niçün “bütün x'ler aslında böyle olmalıdır” önermelerinin delizırvası kategorisinde ele alınması gerektiğini tafsilatı ile anlatacağım. Unutma, delizırvası > zırva! Ama evvela senin değinmiş olduğun bazı noktalara ben de temas edeceğim. Yaratıcı faaliyetler yazık ki dokunmadan olmuyor.
Bunlar benim de tek başıma ürettiğim düşünceler değil elbette. Onlarca yıl içinde bulunduğum kurumlar, birlikte çalıştığım insanlar doğal olarak bende sayısız izlenimler bıraktı. Kütüphane raflarındaki sessiz dostlarımın da katkısı çoktur. Ayrıca yer yer işkembe ve toto adlı organlarımı da kullanmadım değil. Ama elimden geldiğince özgün bir sentez yaratmaya çalıştım. İmalattan hâlk'a satış icabında. Umarım senin şu profil özlemlerini bu yanıtımla sönümlendirebilirim (tam OG “tümce”si oldu; bilhassa eylem bildiriminde). Gerçi, kanaatimce umutsuz vakasın ama, “iyilik yap, denize at; balık bilmezse hâlik bilir” demişler. Buradaki hâlik ile hâlk'ın ilişkisi bir an senin de dikkatini çekti, değil mi? Neyse. Konumuza dönelim.
Senin yanlışa yönlendirilmenin bir gecede olmadığını söylemişsin. Hepimiz biliyormuşuz. Vay anasını. Demek ki ben hepiniz değilmişim. Çünkü son 25 yıl içinde 2 tane çok vivid örnekle senin nerelere yönlendirilebildiğini ve bunların nasıl da 1 (yazıyla – bir) gecede oluverdiğini gözlerimle gördüm. Biliyorsun, eğer aksini gösteren sağlam ve canlı 1 (yine yazıyla – bir) kanıt varsa önermenin üzerine sifon çekip tuvalet kağıdını da (taharet bezi de olur) sepete atmanı salık veren bir yazım vardı. Oku. Devamı blasfemiye girebilir. Amentüne dokunmam, merak etme. Ama sen önce bir zahmet oku.
Şimdi o geceleri hatırlayalım mı? Hani islambol için bir şehremini seçimi vardı. Zülfü bankoydu. İlhan da sürpriz yapar deniyordu. Bedrüddin kakaydı. Şov tiğviğde pınağtüğenç akşam akşam kime ne sorduydu da ne cevap aldıydı? İyi düşün yüce hâlk. Bir gecede gecekondu mukimini şehremini yapan babam değildi. Sendin. Primae noctis droit du seigneur'dür nihayetinde. Sarı saçlarından da sen suçlusun esasen.
İkinci gece daha yakın. 2002'de oldu. Gece de demeyelim. Gündüz. Asabi, müzmin bekar, sesi sık sık kısılan bir adam var. Hani (honey; yani “balım” diye sesleniyor yazar burada hâlka) bir ara başbakan yardımcısıydı. Hah! Ortada fol yok, yumurta yokken (hey gidi Tülay Yılmaz! Fol dedim de fowl geldi aklıma. Fowler'daki fowl. Güneş mi? Ay mı? Ay inanmıyorum mu?) erken seçim isteyivermişti. Sonrası malum. 13 yıldır sana bol bulgurlu, bol yeşilkartlı, bol maynanekapattırmacalı, bol askerhapsetıktırmacalı, bol hukukunırzınageçmeceli, bol dubleyolinşaatlı, bol anayasayataklaattırmacalı, bol yaşasınhâlklarınkardeşliğili, bol fotzenekoymameraklısımüteahhitli günler sunan bir refah denizi içinde yüzmektesin.
Demek ki neymiş? Sen 1 gecede çok yerlere gayet güzel yönlendirilebilirmişsin. Vannaytsitend tabiatta ve cemiyette var. Ama ertesi gün hapı almayı sorumlu kişi unutursa onun sorumsuzluğu yüzünden hep “biz” hapı yutuyoruz. Benim hazmedemediğim de tam burası ve sarı saçlarından sen suçlusun gibime geliyor.
Duydum ki bozulmanın akademisyenlerin içinde başladığını iddia etmişsin. Rivayet muhtelif. Ama inan bana, toplum balık değildir ve baştan kokamaz. Zaten balık da baştan değil, karın kısmından kokar. Nerde “bokluk”, orda bokluk nihayetinde. İstatistiğe giriş dersini unutma. Evrensel kümenin alt kümesidir ne de olsa her grup. Ve o evrensel küme içerisindeki dağılımı belirli oranda temsil eder mutlaka. Yani senin alt kümende ne kadar ahlaklı ya da puşt varsa bizim gibilerin (sen “okumuş” diye anıyorsun ya bizi) arasında da aşağı yukarı o nispettedir.
Hem çok yanlış bir yargıya varmışsın. Senin gibi amorf kitlelerin homojenite gösterdiği noktalar hiç de yok değil hani. Misal fenilketonüri, hipotiroidi, kwashiorkor benzeri hususlar neredeyse alamet-i farikan olmuş. Sen Gauss eğrisinin tepesisin. Vasatsın. Coğrafyalardan münezzeh olarak kıt olmakla donatılmışsın. Acur medyası tüketicisisin. Milli Piyango, belki de sıra bendecisin. Fi-Çi-Pi okurusun. Senin önderlerle işin olmaz. Arkandan üvendirenin ucundaki modulla dürten bulunur ancak. Takma sen o güzel kafanı yol göstericilerin niteliğine. Seni güden biri ille çıkar tontişim.
Kütüphanelerimizin konforunda kitap okuyormuşuz ve öğrendiklerimizi kendimizde tutuyor, paylaşmıyormuşuz. Meydana çıkmıyormuşuz. Korkmadan doğruları söyleyecek akademisyenlere ihtiyacın varmış bay hâlk. Allahallah! Bak sen şu işe. Yemek yerken ağzımızı da şapırdatıyor muyuz? Geceleri çok horluyor muyuz? Tüh. Bilemezdim bu kadar hain olduğumuzu. Peki sen amerikanizm nedir bilir misin hâlk biraderim? Kullandığın kelimelerin ve kavramların amerikanizm çevirisi olduğundan bir ben mi şüphe ediyorum acaba? Şüphelenmek ne kelime! Resmen kıllanıyorum. Niyet okumak sana serbest de, bize yasak mı?
Sırayla gideyim.
Emrin olur. Bundan sonra çivili tahtada yatar, ağu bal ve çekirge ile besleniriz. Böyle bir zühd ile rüşdümüz ispat olunur mu? Kütüphanelerimizi de yakalım. Konforsuzlukta Enverhocaarnavutluğunu bile geride bırakalım. Yoksullukta tam eşitlik! Politbüro bile olmasın. Atı az önde gidenin boynunu tiz vuralım. Tatmin olur musun o zaman kuzucum?
Öğrendiklerimizi paylaşmamak... OĞ MAY GAT ve hatta CİZIS FAKİNG KIRAYST! You have utterly and bitterly misunderstood us maaan! Bilakis, biz paylaşmadığımız an tükeneceğimizi gayet iyi idrak etmiş durumdayız. İdrak yolları enfeksiyonuna karşı immünitemiz tamdır elhamdülillah.
Meydana çıkmamak hali fildişi kulede oturmakla eşanlamlıdır. Türkçeye amerikan ingilizcesindeki “ivory tower” tamlamasından geçmiştir tatlişkom. O da aslında Neşideler Neşidesi'nde boyun ile ilgili bir benzetmeden gelmedir (eski ahit – ağır semboloji – cısss). Bu babdaki kullanımı 19. yüzyıl amerikanizmi olarak karşımıza çıkıyor. Demek fildişi kulelerinde saklanan sinsilerden pek hazetmemektesin. Nasıl bir kahraman arzu ederdin haşmetmeab hâlk? 70'li yıllardan kalma hale soygazi – kadir inanır filmindeki gibi mi? Atom fiziğine de purofösörlüğe de lanet okuyan cinsten mi? Artık uzay hesaplarını bırakıp dünya hesaplarına yönelen mi? Görmeden devam etme istersen. Hafızanla meşhur değilsin neticede. Ben iyi hatırlıyorum da... Sana da aha buradan linkini veriyorum: https://www.youtube.com/watch?v=k4Xk2GgZ6WE
İzledin, değil mi? Yalnız Kadir'i Hale başta ne diye anıyor? Alim Efendi! Pejoratif seslenişin dibi. Ve bir ironi! Sonra da süper mayoları ve muhteşem saç kesimleriyle hâlk gelip alime bir temiz sopa çekiyor. Alimin aklı ondan sonra başına geliyor. Eğer bu yazı “yayım”lanırsa bu film üzerinden postmodern zırvanın dibini bile buluruz ya. O da ayrı bir eğlence umudu. Umut da fakirin ekmeği. Filhakika ben pastayı tercih ediyorum.
Korkusuz akademisyenler için iş ilanı da vermişsin. O akademisyen lafı da senin kullandığın anlamda daha çok amerikan stiline uyar kuzuların kuzusu. Yani akademik tavrın değil de, unvanın ve bordronun sahibi çığrışımı vardır (bazan ne kadar pis ve bulaşık bir adam olduğuma kendim bile şaşırıyorum). Biz olsak olsak scholar adamlarızdır. Akademiğizdir. Hamdolsun, hain düşmanımız çoktur ama yiğitliğimize bok sürdürmeyiz evelallah. Sandığının aksine, büzüğümüz öyle kuvvetli bir tonusa sahiptir ki, ben diyeyim Polemon'un sarayına dalan Battal Gazi, sen de tiyatro düellosu sonrası sokakta kıstırılan Cyrano de Bergerac edasıyla düşeriz ortama. Nötron bombası gibi! (bkz. Kancık kelleni ödlek bedeninden ayırmaya geldim Polemon – Pokemon değil)
Sorun şu ki, sen cesareti madalyalandırma hevesindesin. Bizim payelere ve nişanlara karnımız tok. Göğsünün sol yanını ve apoletlerini uzatanlar tam da senin duymak isteyeceğin şeyleri söyleyenler. Halbuki mahallelinin vasati işitme frekans aralığına göre nara atana delikanlı denmez. Haddizatında sinemiz üryan, ciğerimiz de püryandır! Biz serden geçeli çok oldu gülüm hâlk! Ve yine unutma ki, yalınayaklar, başıgabaklar ve dalyaraklardan önce düşmana karşı ilk salınan kuvvet serdengeçtilerdir!
Temiz ve doğru bilgi diye birşeyden bahsetmişsin. Devamına bakındım. Yenilenebilir ve sürdürülebilir de yazsaydın suisidal bir girişimim olabilirdi. Yine de doruk noktasında bıraktığın için sana müteşekkirim. Yoksa kan kırmızı gözlerimden sancıların gelir geçerdi. Ve sarı saçlarından yine sen suçlu olurdun hâlk!
Yapma böyle. Hem kendin de bir azası olduğun o sosyeteyi böyle eleştirme. Neden çok okumuyormuş ki sizinkiler? Bak ben şahidim. Hmmm, yanılmıyorsam çok okuyan hâlk için hazırlanmış prematür ali grup serisinden fişler şöyleydi: A-li to-pu at (bırak topu manasında). Koş A-li koş (acele et manasında). Ay-şe ip at-la-ma (ayşe iple ne işin var manasında). Bak A-li to-paç (maşşallah manasında). O-ya sen de ka-tıl (uzakta durma, birlikten kuvvet doğar manasında). Kalk A-li kalk (haydi manasında). Gel A-li gel (haydi haydi manasında). A-li da-ha ya-vaş gel (o kadar da değil manasında)!
Yani yukarıdaki fiş serisinin ötesine pek geçemiyor benim güzel ama yalnız ülkemin kabaca 3'te 2'si. Ama olsun. Okur mu? Okur. Hatta oğğ-kuğğr. Yazar mı? E iyi kötü bir imza atar banka kağıdına işte. Kim mi oğğ-kuğğr? Kim mi iyi kötü bir imza atar? Sen tabii ki, sen birtanem!
Bak sevgili hâlk kardeşim. Çok kimsenin iç dünyasını bilen adamların ortasında böyle büyük laflar etmesen?! Elini sallasan psikiatra, başını döndürsen kadındoğumcuya, parmağını şıklatsan hematoloğa, yüksek sesli yellensen genel cerraha denk geleceğin bir mekandan bahsediyoruz. Farmakolog yok. Senin de dolaylı olarak müsebbibi olduğun bir münakaşa neticesinde bir süreliğine izne çıktı. Ve fekat, bu “içbilen” tayfa toplansalar 3 tane kent hastanesi çıkar vallahi. Piliğz diyorum.
Kulaktan giren sözler kalplere işler buyurmuşsun. İşler tabii de... Onun adı akademi olmaz. Kulaktan kalbe, dudaktan kalbe, na şu omuzdan sırtın ortasına, sol memeden karna, kasıktan dize... Bunlar akademide değil enstitüde geçerlidir. Marc Dorcel'in Russian Institute'ünde... Aşk meselesi de buyurmuşsun kıymetli hâlk. Onun alıcısı diğenarda pembe mi, gri mi diye bakınmakta. Biz ise kara dantel sokağındayız. Kapımızda akşam gülleri.
İnsanlığa faydalı olma sevdası olmalıymış kalplerimizde. Çok ciddi çalışmamız gerekmiş. Aksi takdirde toplumu doğruya şeyedemezmişiz. Acaba?!! Bence sana pek yanlış öğretmişler. Akademik düşünme disiplininde “bu yapmaya çalıştığım şeyin, bu tartışmaların mala ya da davara bir hayrı olur mu?” diye bir soru yoktur hâlkcım. Hem sen nerden biliyorsun bizim gayriciddi çalıştığımızı? Laboratuarda madeni parayla tahta sıra üstünde parmak kaleli futbol maçı yaptığımıza mı denk geldin? Enstitünün yemekhanesinde uzuneşşek oynarken gravatı alnımızdan sarkıttığımız resimlerimiz mi var elinde? Velev ki mesai saatleri dahilinde manitamızla kurumun interneti daha hızlı diye masamızdaki bilgisayar vasıtasıyla saybırseks yaptık ve ter içinde içimiz bileylendi... Sence “akademik imalat” üretim bandında vida monte etmek ya da tarlada tütün kırmak gibi parça ya da kilo ile mi ölçülüyor ki ciddiyetsizliğimiz yekun prodüktivitemizden çalsın?
Seni doğruya şeyetmek hususuna aslında yukarıda değinmiştim ama sen tekrar ettin diye bir daha temas ediyorum. Öyle bir çabamız hiç olmadı. Olamaz da... Motivasyonu insan gütmek olan işten akademik düşünce çıkamaz çünkü. Bunu “liberalizm” diye de boklamaya kalkma ey hâlk. Ha bu arada, liberalizm eşit değildir bok! Ve elbette, bu kalleşlik belki bana yakışmıyor ama sarı saçlarından yine sen suçlusun.
Mao'nun Çin'inde, Stalin zamanı Sovyet düzeninde senin beklediğin profile uyan, tunç gövdeli, kartal bakışlı, kutsal devrim ışığı kafatasına sığmayıp kulaklarından taşan, yüreğini adeta Danko gibi çıkartıp hâlkı “aydınlık gelecekler”e taşıyan “kahraman”lar olmuştur.Yani, “sanırım” olmuştur. Ama ben kendileriyle (eserlerini kastediyorum) henüz tanışamadım. Ben tanışmadığım için hiç yaşamamışlardır da demiyorum. Ama sel gitseydi bir kum kalırdı. Andığım coğrafyalarda, andığım tarih kesitlerinden 1 kum tanesi kalmışsa (senin özlemle andığın profildeki “kahraman”ın coşku selinden bahsediyorum) beni sabahın 4'ü bile olsa uyandır. Söz. Küfretmeden açacağım telefonu. Ve ama unutma canikom hâlk, kim üzülür, kim bekler seni?
Bizleri gelişigüzel çalışanlar olarak görmemeliymişsin. İddialarımızı uyguluyor muyuz diye hayatlarımıza bakıyormuşsun. Aman diyeyim hâlk, canım ciğerim. Voyörizm sıkıntı yaratır. Hem sen dememiş miydin “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” diye? Yoksa yine mi bana yalan söylediler? Kaderden bahsetmediler ya!
Sempati kazanmak ya da farklı çevrelerin veya kurumların onayını almak amaçlandığında sözlerimiz sence şüpheli olurmuş. Bak onu iyi demişsin. İyi demişsin de, kendinle çelişmişsin. Çünkü biz sözümüzü birileri beğenir mi kaygısıyla söylemiyoruz. Ama sen ille de “bana kendinini beğendirmelisin” diyorsun. Eee? Ne iş? Senin sempatini kazanmak olmuyor mu bu? Sen bir “çevre” olmuyor musun? Varlığın soyut anlamda institüsyonel değil mi (aç bak sözlüğe)? He minnoşum hâlk? Bu kaçıncı çalınışı kapımın? Bu kaçıncı, sen değilsin!
Konuştuğumuz ve yaptığımız farklıysa örnek olamazmışız. Örnek olmayı neden hedeflememiz gerektiği ayrı bir konu. Da... Benim aklıma birşey takıldı. Şimdi bu astronomi ve jeoloji gibi disiplinler var ya... Var onlar. Biliyorsun, değil mi? Hani birisi fal şeysi olmayan. Ötekisi de senin “olası İstanbul depreminde hangi mahalleler yok olacak” türevi televizyon zırvalarına çıkan memur “dede”ler vasıtasıyla yakinen takip ettiğini sandığın şeyoloji. Hah işte. Şimdi bu işlere kafa yoran, akademik disiplinle çalışan insanların söyledikleriyle yaptıklarını nasıl kıyaslayacaksın?
Misal adam Plüton gezegen değilmiş diyor. Ne diyeceksin adama? Evine gidip üzerinde “I”, kırmızı kalp ve “planet pluton” yazan tişört mü arayacaksın? Bunu bulduğunda da “heh işte, sen benim hasretiyle yandığım örnek astronom değilsin, tuh senin sıfatına” mı diyeceksin? Jeologların 1976'dan kalma banyo küvetlerinin yüzeylerinde Fay hattı mı arayacaksın (yeni nesil için ek bilgi: Fay, toz formunda yüzey temizleyicilerin ülkemizdeki ilk markalarındandı)? Bu adamlar senin cücük kadar algın için hiçbirşey ifade etmeyecek veya kendileri için de pratik (siz solcular kılgısal diyip beni çileden çıkartırdınız eskiden) anlamı olmayacak şeylere kafa yoruyorlar diye kötü örnek mi oluyorlar? O zaman ekrana çıktıklarında da buzlayın yüzlerini gitsin, olmaz mı? Ha miniğim hâlk? Bak tekrar söylüyorum. Dumanım aynı. Ateşim aynı. Ve hala sarı saçlarından sen suçlusun bence.
Kapasitesi küçük olanlar seni kapsayamazmış. İşim gereği kimden nasıl bir kapasite çıkacağını ve o çıkan kapasitelerin neleri kapsayabileceğini kestirmenin hakikaten çok güç olduğunu biliyorum. Buna hiç girmeyelim istersen. Peşimde mazinin ayak sesleri.
Senin halinden anlayan, derdinle dertlenen kişileri arıyormuşsun. İnsanları bağzı kurumların güdümüne mahkum olmaktan koruyacak kafada olmalılarmış. Vallahi düşündüm; senin tanımınla örnek akademisyen olması banko insanlar bence şunlardır:
·Orhan Gencebay
·Ferdi Tayfur
·Haydar Dümen
·Güzin Abla
·İsmini vermek istemediğim bir izleyici. O değilse bile avukatları kesin izliyordur. Şimdi savcılıkta uğraştırmayın beni. Ama bir tüyo vereyim. Onun da benim gibi 2 adı var ve ilk adını 3 aylardan birinden almış. Acaba kim?
Demek ki listedeki bağzı isimlere boyuna fahri doktora unvanı verilmesi boşuna değilmiş. Hatta bağzıları seni anayasa, meclis, hukuk gibi kurumların ve kavramların güdümüne mahkum olmaktan hakikaten kurtarmış (tehlikeli sular). Ben de buna şahidim. Ama sarı saçlarından yine sen suçlusun hâlk!
Örnek akademisyende aradığın en önemli özelliklerden biri de tevazuymuş. Canımıniçi, niye böyle büyük laflar ediyorsun? Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var! Elbette. Ve fekat, tevazu, fazlası en şiddetli kibir formu olan insan hasletidir. Bunları da unutmasan. Hmmm?
Söyledikleri sana fayda sağlayan kişileri tercih etmekteymişsin. Yatırım uzmanı? Altılı tüyocusu? Kimi tarif ettiğini bir daha açıklasan olmaz mı? Başarılarımız ile iftihar edermişsin, ama sonuçta onların sana dönüşüne, senin ne işine yaradığına bakarmışsın. Seni pek bir pragmatist gördüm birtanem hâlk. Köylü kurnazı, ne olacak?!
Karşıt görüşlere kibar ve medeni şekilde mukabelede bulunmalıymışız; asla hakaret et-memeli ve dalga geç-memeli-ymişiz. Neyse.
Akif Abi'nin sürekli refere ettiği Virchow geldi aklıma. Akademiğin tillahıdır herhalde. Kendisinin Bismarck'la meşhur bir sosis düellosu hikayesi vardır. Nedeni politik görüş gibi gözükse de iyi örnektir. Düello çığrısını (pisim ben; gıcığım; evet); pardon, çağrısını Bismarck'ın yaptığı iddia edilir. Ama sonuçta berikisi de bunu kabul etmiştir. Şimdi ben bu örneği niye mi verdim? Doğru. Konsantrasyonu kaybettin sen.
Senin büyük kahramanın Polat Alemdar ne derdi? Sonunu düşünen kahraman olamaz. Sen onunla avun. Ama akademide başka birşey geçerli. Kavgası olmayanın söyleyecek sözü de olamaz! Hırçınlığımızı belki alıcılarının ayarıyla oynarsan anlarsın. Medeniliği de elhamdülillah kimseden öğrenecek değiliz. Sapına kadar şehirliyiz (yine sözlüğe aç bak; medine-medeni-şehir-şehirli)! Dalgamızı da Sadri Alışık bossanovasından kaptık. Oldu mu ikigözüm hâlk?!
Kendimize saygılı davranılması için çabalamalıymışız. Oh no! No, no, no! Saygı, görmek için çabalamazken gördüğünde anlam bulan bir şeydir. Loch Ness canavarı gibidir adeta! Nessie, Nessie diye bağırsan, gölün altına-üstüne kamera koysan ı-ıh. İnat eder, yine çıkmaz! Merak etme sen. Sarrafıyız. Görünce hemen tanırız. Bize gösterilen hürmeti merkez bankasına götürmene gerek yok. Ama senin ne gördüğünü bilemeyeceğim hâlk.
Yanıldığın çok önemli bir nokta daha var. İmkanlar ölçüsünde bize ulaşabilmeyi, bize soru sorup cevap alabilmeyi bekliyormuşsun. Mamafih, sürekli kapalı kapılar ardında toplantılar yapıp, alınan kararlara senin sorgusuz sualsiz uymanı bekleyen akademi değil. Onun adına türkiye cumhuriyeti hükümeti diyoruz biz. Bunda da anlaştık mı koçum hâlk?
Vallahi, bir masal kahramanından bahsetmediğini söylemişsin ama bence saydığın özellikler marvel ile dc comics karakterlerinde bulunuyor. Beklentilerini maalesef revize etmelisin. Gerçekçi ol. İmkansızı iste! Yürü be koçum! Kim tutar seni!
Ben artık teknik olarak bir akademisyen değilim. Solcu hiç olmadım zaten. Akademiden bir kamyon dolusu adamı tanıyorum ve bu siteden 4 kişiyi gözlerimle gördüm. Ben de sadece görüşlerini paylaşan biriyim.
“Hep aranan, hep özlenen, gelir diye yol gözlenen, öldürse de çok sevilen, sizden biri, sizden biri”yim.
Sayın okuyucu (sayacağız bakalım okuyucuyu o tıklarla), bu satırlara kadar gelebildiğine göre sen de az manyak değilsin hani. De, teşekkür niye edeyim sana, onu anlamadım. Esas senin bana teşekkür etmen gerekmez mi? Bu yazı kaç saatte çıkıyor, haberin var mı? Ha şöyle! Sık dişini. Az kaldı. Pek kıymetli hâlkın hezeyanlarına tek tek cevap vermek zorundaydım. O iş anca bitti. Şimdi örneğini bilmem ama, sana bir de ben akademisyen tanımı yapayım. Benimkisi “insider” bilgi. Güvenebilirsin.
Kadayıf, kaymak ve en üstte çekirdeği alınmış vişne reçeli benzetmesi ile gideceğiz.
İmdü, yukarıdaki teslisin (testis değil, teslis – trinity yani) en olmazsa olmazı hangisidir? Tabii ki de kadayıf!
Ahandas! Akademik kimliğin sine qua non'u (sin kaf değil – olmazsa olmaz'ı demek) nedir?
SEPTİK OLMAK
Büyük harfle yazdım. Vurgu şeysi babında. Aslında sağa yatırıp kalın gösterince de göze daha bir hoş geliyor, ama ben onu başka bir yazıya saklıyorum. İçiniz fena sizin vallahi! İtalik ve Bold yapmayı kastetmiştim.
Neyse ne. Yani neymiş? Akademik varoluşun ilk ve en önemli şartı, “olmazsa olmaz”ı SEPTİK OLMAKmış. Dettol'la, Betadine'le alakası yok güzelim. Kuşkucu olmayı kastediyoruz. Sorgulayıcı olmazsanız olmaz diyoruz. Amentüyle, taraftarlıkla, fanatiklikle, holiganlıkla, ağbi pozlarıyla, mahallenin namus bekçiliğiyle, amigolukla, fetişistlikle, totemcilikle, tabularla o işler yürümez diyoruz. Akıl ve hikmet diyoruz. İşte İyonya Sütunu!
Pekiii, manda gaymağı ne oluyor burada?
DÜRÜST VE TARAFSIZ OLMAK
Babandan cigara içtiğini saklamak değil iki gözüm. Hakemlik, ortayolculuk, arabuluculuk hiç değil. Gerçeği kıvırmadan söylemek... Gözlem sonuçlarını, verileri, analizleri işine geldiği gibi yorumlamamak... Makam, mevki, apolet, nişan, regalya hırslarıyla ikbal peşinde koşarak, yancılık yaparak, totonuyiym ayaklarına yatarak dik durulmaz diyoruz. Harbi ol, ciğerimi ye diyoruz! Bundan alırsın kuvvetini diyoruz. Bu da Dorik Sütun oluyor!
Çekirdeği alınmış vişne reçeline ne gerek var öyleyse? İşte o da işin süsü a kozmos'tan, bütünlükten anlamayan kazmam benim. Olmasa da olur mu? Güldürme beni. Sahneye makyajsız çıkılmaz. Ve makyajdır aslında o yüzleri birbirinden ayıran. Varyete tam da buradan gelir zaten. Korint Sütunu'nun dibinden tepesine neler mi var? Seç beğen al abla! İkizlere takke! Weird science (Hacı, Ufaks ve Ulaş, buraya kadar okumuşsanız bu göndermeye yarılacağınızdan eminim; hatta filmin o sahnesi şu an gözünüzde canlanmıştır. Mucucuks)!
·Çok okumak, iyi okumak, okuduğunu iyi anlamak,
·Anadiline ve o dilin edebiyatına hakim olmak, yabancı dillere yatkın ve edebiyatlara meraklı olmak, matematiğin de bir dil olduğunu iyice kavramak,
·Çok çalışmak, hırslı ve kavgacı olmak,
·Güzel sanatlardan biriyle uğraşıyor olmak (yaratıcılık düzeyinde – icracılık değil), sporcu ve sportmen olmak, gusto sahibi olmak,
·Taşra-kasaba kafasından kurtulmuş şehirli adam olmak, ***
·Ortalamadan farklı uğraşları (hobi deyiver sen ona) olmak,
·Azıcık cins, birazıcık manyak olmak ya da bir ÜTOPYA düşlemek
O sonuncusu da en fantastiği olur ha! Now that's the orgasmic touch! Ovv yeğğğ! Aman ovmadan yemeğğğ!
İşte yine yaklaştık bir yazının daha sonuna.
Herkes kendince düşler kurmak, kurtarıcılar beklemek, kahramanlar özlemek hürriyetine tabii ki sahiptir. Fakat siz öyle istiyorsunuz diye taş sütunlar biryerlere uçamaz. Wishful thinking bile denmez buna. Alice in wonderland olur anca. Tamam mı? Her kardeş buradan kendi payını almıştır umarım.
Sınıfsız dünya istemek başka birşey. Beynin işleyişini belirleyen biolojik süreçlerin insanlar arasında hayli değişkenlik gösterdiği gerçeği bambaşka birşey. O yüzden her testi hacmince alabiliyor çeşmeden suyu. Sadece peynirde olmuyor matürasyon. Tekamül etmemişe laf anlatılamıyor. Ham incir hep acı oluyor.Ve avam ile havas hep ayrılıyor. Derece bilgisi de tam da buradan çıkıyor.
Bunun olmadığı coğrafyalarda ne mi oluyor? Mebzul miktarda hadbilmez türüyor. Ayaklar da baş oluyor. Burunlar da boktan maalesef çıkmıyor.
Son alıntımın kaynağını bulmayı size bırakıyorum. Buyurun: Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu, yalnızca akıl sahipleri öğüt alır.
Yazıyı kime ithaf ettiğimi söylememe sanırım gerek yok. O ki, kuzeyin rüzgarını taşıyandır.
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Uçan da kuşlara malum olsun, ben hocayı özledim.
Arz ettim!
***
Buna bikleyeceklere peşinen söyleyeyim. O maddede köyde ya da kasabada doğmuş olmak, soy çizgisi falan kastedilmiyor. Kastedilen şu: medeniyet, yani sivilizasyon dediğimiz şey, tam da sivillikle, vatandaşlıkla, yani şehirlilikle ifade edilir. Benim yalnız ama güzel ülkemde zaten 2,5 şehir var. 2'si İstanbul, buçuğu da İzmir. E buralarda doğmamış ya da büyümemiş adamlardan “akademik” olmaz mı? Olur. Bal gibi olur. Ama taşralılığı yüceltmezlerse, küçük kasaba hayatının ve şehir olamamış pelte yığınlarının estetik ve virtü yoksunluğunu matah birşeymiş gibi addetmezlerse onlardan önce ADAM, sonra da “akademik” çok da güzel olur. Bu arada, Angara'yı hiç saymadım bile. Farkettiniz sanırım. Bu apayrı bir yazı konusu. Nasip!
Referans mı? Yavvv canımıniçi ta yukarıda yazdım ya!?
·Totom
·İşkembem
Yasal Uyarı:
Bu yazı daha önceki hiçbir değiniden esinlenilerek kaleme alınmamıştır! (KIS KIS KISSSS)
Fonda sürekli electric moon çaldı. Yuğtuğbdan the psychedelic experience kompilasyonu önerilir.
Kimmeryalı Conan