Aydın bilinci bugün neden gereklidir?

Aydın olmak…  Bugün, bu yaşadığımız ortamda, yıkımın, savaşın, vahşeti giderek daha grotesk bir boyutta olan kapitalizmin ortasında giderek bir kuyu gibi kararıp durduğumuz, dışımızdaki ve içimizdeki savaşlarda durmadan çarpıştığımız bu evrende, “şimdi ve burada” aydın olmayı, aydın bilincini tartışmanın sırası gelmedi mi? Nedir aydın bilinci? Şuradan başlayalım. Mesele aydın olmak ve gerçekliğe bakış olduğunda, bu toplumda bir şeyleri hep “olmayanlar” üzerinden tanımlamak zorunda kalıyorsunuz. Bir şeyin ne olması gerektiği üzerine düşünürken ilk yaptığınız, bu nedenle bir şeyin öncelikle ne olmadığını göstermek oluyor.

“Ben 12 Eylül ürünü”  olduğunu adeta bütün varoluşuyla gösteren, etnik kimliği ya da düşünceleri yüzünden işkencelerin en ağırına maruz kalan insanlarla alay edercesine, “dışkı yemenin aslında sağlığa zararlı olmadığı”nı söyleyen Celal Şengör ile birlikte “akademiler” ve “entelektüel sorunu” yeniden gündeme taşındı. Bu konuda konuşuldu, yazılar yazıldı. Ben bu yazıda, Celal Şengör ve onun dışında bugün aydın bilincinin neden gerekli olduğu üzerinde duracağım.

Celal Şengör bir profesör. Duruşuyla, hayata, insana bakışıyla sadece ve sadece bir “akademisyen” olmanın, “entelektüel” olamamanın tipik bir örneği. Jeolog ama konuşmalarından bu konuda hiçbir veri alınamayan, Marksist bakışla söylersek, mesleğine, kendine, emeğine yabancılaşmış insan. Ama aynı zamanda, liberalizmle arasındaki yakınlığı düşünecek olursak 12 Eylül sonrasında eleştirilen Türk aydını duruşuyla birebir örtüşen bir kimlik.

Yaşanan hiçbir şey, bütün o sözler sürpriz değildi oysa… 12 Eylül işte tam da böyle bir insan tipi yarattı. Aklını yitirmenin, vicdanı körleştirmenin, özeli genelleştirmenin insanını. Neredeyse paslanmış, kirli, bulanık bir insan. Şimdi, “Nasıl olur” gibi bir şok duygusu, sözün verdiği dehşetin büyüklüğünden. Oysa akademilerin durumu aşikârdır. Akademik ortamın, üniversitelerin genelinde vardır bu çürümüşlük. Beklenen ve istenen bir şeydi üstelik bu, çok uzun zamandır bekleniyordu. 80’ler, böyle bir dönemdir.

Celal Şengör, 12 Eylül’ün ideal insanı. Aynı zamanda reklam dünyasının, medyanın ürettiği kavramların diliyle konuşan insan. Hayata bakışı, oval duruşu, kimseyi önemsemeyen tavırlarıyla her suçu meşrulaştıraştırmasıyla, yönünü, egemen konumdakiler yararına belirlemesiyle tam da iktidarın istediğine uygun şekil alan tipik insan. Aynı insan liberal olmanın da tipik bir örneği. Olabildiğince oval, hiçbir zaman keskin hatlar yok yaşamında. Ama onun ovalliği, bir yaşam biçimi.  Yaşamı, kavramları bunlardan oluşuyor. Suç ve kötülük için haklı gerekçeler hep var. Her şeyi diliyle meşru kılabiliyor.

Armağan Çağlayan’la, yani eski bir pop-star jürisiyle konuşurken ne yapıyor mesela Celal Şengör? Önce “diyalektiği” yerle bir ediyor. Nasıl?  Tarihi çiğneyip geçiyor. İnsanı çiğneyip geçiyor. Hiçbir şey suça ve kötülüğe dâhil değil. Haklılık payı bırakılacaksa, bu pay egemen konumdakilerin olmalı, Şengör’e göre. “Ezilenler” mi? Ezilenler… Onlar da kim? Celal Şengör’ün yaşamında “ezilenler”e yer yok. Onlar şeffaf, görünmez, duyulmaz, hissedilmez birer boş levhadan, satın aldığı, duygu ve düşünceleri olmayan nesnelerden ibaret.

Celal Şengör entelektüel olamaz. Çünkü her şeyden önce, “vicdanı” olmayan bir insan. Vicdanı belirleyen nedir? Adalet duygusu. Zorbanın karşısında zayıfın, güçsüzün hakkını savunabilme cesareti. O, mantığını, bilgisini, muhakeme yetisini yitireli çok olmuş.

Hiçbir gerekçe bu suçun büyüklüğünü silemeyecek tarihten.

            Peki ya biz, siz, hepimiz, Celal Şengör’e bunları söylemekle, sorumluluktan kurtuluyor muyuz?

            Celal Şengör’e bunları söylemek sizi sorumluluktan kurtarır mı?

            Her şeyden, belki hepsinden önemlisi o tek başına mı?

Elbette değil. Çevrenizde her gün giderek çoğaldığını görmüyor musunuz? En çok da medyada, sokakta, iş yerlerinde, edebiyatta… Her yerde o çıkıyor karşımıza. Değişik şekillerde, biçimlerde de olsa, sonuçlar aynı. Cinayetlerin en büyüğünün henüz gözlerimiz önünde işlenmemiş oluşu, onları masum yapmaya yetmez. Yetmez. Yetmemeli.

 

            Burjuvazinin Kavramlarına Karşı Aydın Bilincinin Gerekliliği

 

            Aydın olmak için önce aydın bilinci gerekir. Yani bilinç… Bilinç için kavramlar ve olguları ilişkilendirme yetisi. Bir nesneyi bireysel değil, toplumsal boyutlarıyla tartışabilmek.

            Aydın bilinci için de öncelikle vicdanlı olmak.

            Vicdanlı olmak için ne gerekiyor? Eğitim. Eğitimden kasıt, insana kavramlarla olguları doğru tartışabilme becerisini kazandırması. Sonra cesaret. Gerçeği söyleme cesareti. Her ne olursa olsun, hakikatten başka sığınak aramamak.

Aydın olmak, verili olanı, dayatılmış olanı kabul etmemektir.

Oysa bu topraklarda hep başkalarının sınırlarında, başkalarının tel örgülerinde yaşamak var.

Sınır kelimesi önemli. “Sınırlayıcılık” en temel şey. Her şeyin gelip bir “sınır” ve “kural”a dayanması.

“Sınır” ailede, eğitimde başlıyor.

Sınır ve kurallara bağımlı toplum, korku ve zorbalıktan başka bir şey getirmez. Polis toplumu yaratılır.

Aydın önce “sınır” ve “kural”ları sorgulayabilen kişidir.

Bugün Diyarbakır’da Sur’da, Cizre’de yaşananlara, mültecilik sorununa, ekonomik çıkmazlara bakışı, gündelik, gelip geçici olmamalıdır.

Kültür-sanat alanında da durum farklı değildir. Aynı şekilde kültür-sanat alanında yaşanan çelişkiler, verilen teşvik ödülleri, ödül mekanizmasının adaletsizliği karşısında ne söylüyor, bunlara karşı çıkıcı, yeni bir sav ortaya atıyor mu, savını destekleyici argümanları nelerdir, bunlar önemli kılar bir yazarı. Yazmak, yeni bir şey söylemektir. Bunları yapmayanlardan, bir farkı olmalıdır bugün yazan kişinin. Özellikle “bugün”!

Aydın bedel ödeyen insandır. Ama o, genel bir yanılgıda olduğu gibi bir ideal olarak var olmaz. “Ben önce bedel ödeyeyim, sonra aydın olayım” demez. Entelektüel olmak, bir “yazgı” değil bir “seçim”dir.  Gerçeği söylemeyi, ya da yaşanan çelişkiler karşısında susmayı seçeriz. Aydın hakikati dile getirmek konusunda “kendi çıkarlarına” ya da “dönemin çıkarlarına” göre hareket etmez. Onun, varoluşu dolayımında gerçeği söylemek dışında bir yolu zaten bulunmamaktadır. O bir köy kahvehanesindeki kişi, tekstil tezgâhında işçi, ya da bir yazar olabilir. Uyuklayan bir evrende, uyuyamamanın bilgisidir.

Aydına kuşku dolu bakışlarla bakılır. Halk bilinçlendikçe ona yakınlık duyar, fakat yine de halkın mutlak desteğini kazanması çoğu zaman zor hatta imkânsızdır. Halk aydın onun hakkını savunduğunda bile çoğu kez şöyle demektedir: Aydının ne hakkı vardır ki, onların olan bir seyi savunmaya. Aydın “haddini bilmeli” ve böyle şeylere hiç bulaşmamalıdır. Halk ve iktidar sık sık böyle der.

Aydın bu yüzden “haddi olmayan” şeyleri dert edinen kişidir.

Yalnız olmak, gerçeği dile getirirken, yalnız kalmayı göze almak… Evet, entelektüel göze alandır. Oysa bizim entelektüelimizde ne kadar az olan bir özellik bu. Bir şeyi göze alma cesareti. Zola, Marx, Sartre, hep bunu yaptılar. Sonra Şeyh Bedrettin,  sonra Nâzım Hikmet… Daha başkaları…

            Kendini iktidar karşıtı olarak tanımlayan yazar, öncelikle neleri göze alabildiğine bakmalıdır. Çünkü göze almak, bir bakışı da zorunlu kılacaktır.

 

“Bizde Entelektüel Yok” Demek Yapılanları Meşrulaştırır Mı?

 

Geçtiğimiz günlerde, tam da ben bu yazıyı yazarken Hilmi Yavuz’un “Entelektüel Kime Denir” yazısı yayımlandı.

Hilmi Yavuz’un yazısı talihsiz bir yazı.

Yazının talihsizliğini, ilk okuyuşta anlamak mümkün değil. Yazı çünkü herkese bir soru yöneltiyor. Diyor ki, Celal Şengör tek değil, Celal Şengör kötü ama bugün entelektüel olan kim var?

Şöyle ki Sartre’ın pratik bilgi teknisyenleri olarak eleştirdiği üst yapı memurlarından örnekle, Celal Şengör’ün bir entelektüel olmadığını söylüyor Hilmi Yavuz. Celal Şengör’ün, Sartre’ın “hiç kimsenin buyruğunda olmayan ve statüsünü hiçbir otoriteden almayan” entelektüel tavrının çok uzağında olduğunu da yazıyor. Dışkı yemenin, yani işkencenin ahlaki boyutunu yok sayıp biyolojik boyuta indirgediğini söylüyor. Buraya kadar yazıda hiçbir sorun yok. Ama aynı Hilmi Yavuz, yazıyı şöyle bitiriyor. Sartre, Paris polisi tarafından tutuklamak için götürülürken, dönemin Cumhurbaşkanı De Gaulle’nin, “Sartre tutuklanamaz. Sartre Fransa’dır” sözünü anımsatıyor. Diyor ki, “Celal Şengör entelektüel falan değil, ama bugün Türkiye’de, ‘O Türkiye’dir’ diyebileceğimiz bir entelektüel var mı?”

Genel olarak hatalı bir yerden bakıyor. Çünkü Sartre’dan örnek verirken, Sartre’ı tekil bir özne olarak alıp koyuyor önümüze. Toplumu, Türkiye toplumunu, toplumsal çelişkileri görmekten kaçınıyor. Çok belirgin bu. Bir kere, entelektüel olmak, “toplumsal bir olgudan” çok “kişisel” bir şeye dönüştürülüyor. Kişileri, toplumlarından ayrık bilinçler olarak düşünüyor çünkü. Aslında yazı, ilk bakışta çok masum ve sorumluluğu herkese, bütün entelektüellere yüklüyor gibi görünebiliyor. Ama biz, satır aralarını da okuyacağız.

Yazıda öznel bir durum, yani “Sartre gibi bir entelektüel var mı” sorusu ile ortaya çıkan durum nesnelleştiriliyor. Soru yanıtı içindeymiş gibi duruyor. Kültür-sanat alanında da yıllarca bu yapıldı. Burjuvazi (kültür ve sanatın egemenleri) hep bunu yaptı: Bir odaya bile girdiğinde, gözleri birilerini aradı. Aradığı kişi orada yoksa, “Burada kimse yok ki.” dendi. “Bir yazıyı bile düzgün yazmayı beceremedin.” dendi. Sık sık “yargılayıcı” konumuna kendini atadı. Kendi dengi olanlar hariç, herkes hakkında karar verici oydu ne de olsa.

Yıllarca bunu yaptılar. Haksızlıklar, kültür ve sanatta arkadaş-ahbap ilişkileri kabullenildi.

            Bir şeyi yokluğu üzerinden konuşmak, o şeyin zaten olmadığını iddia ederek kendini olumlamaktır oysa. Yani bir insanın kendisinin olamadığı ya da yapamadığı bir şey varsa “kesinlikle onu kimse yapamamıştır” diye düşünmek bize hatalı yanıtlar verdirir.

            Evet… Kimse, “O Türkiye’dir” demiyor, bugün kimse için.

 Entelektüelleri, bu toplumun akıllı, cesaretli insanları için, “O Türkiye’dir” denmiyor hiçbir zaman. Çünkü;

            Bir kere bu ülkenin aydınlarına, rahat bir yaşam bile çok görüldü. Dolayısıyla “O Türkiye’dir” falan değil, “hain” dendi. “Vatan haini” dendi.

            Yazarların, o değerli entelektüellerin pek çoğu yanarak, işkencelerde, demir parmaklıkların ardında yitip gitti… Eriyip tükendiler.

            Yazar olmak için “belirli bir çevre”ye dâhil olma şartı arandı. Yazılı değildi elbette bu şart. Zaten gizli-kapaklı oluşu bu yüzden.

            Hiçbir çevreye ait olmayan yazarların yazdıkları elendi, yayımlanmadı.

            Çünkü bu ülkenin edebiyatını 3-5 kişinin hizmetine sundular. Edebiyat ödüllerini, bayrak yarışı gibi babadan oğula, bir arkadaştan alıp bir başkasına aktardılar.

            Bu ödüllerden birinde de seçici kurul, siz Hilmi Yavuz’dunuz. 2003 Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü, sizin seçici kurulunda yer aldığınız bir yarışmada oğlunuz Ali Hikmet almıştı1, bunlar ve daha pek çokları yazıldı2. Ve bu, ne ilk ne sondu.

            Bu ülkenin entelektüelleri, yazanları, okurları, haksızlık en yakınınızda bile olsa buna susmadığınız sürece varoluşunuz anlamlıdır.

            Celal Şengör’ün yerine koyulabilecek kişi pek çoktur. A,B,C… Ne Çok. Sadece henüz en kötüsünü henüz söylemediler, o kadar.

            Celal Şengör kötüdür. Ama bu, kendisine “entelektüelim” diyen herkesi iyi yapmaz. Hepimizi “iyi” yapmıyor.

            Bugün zaten yaşanan çelişkileri dile getirecek bir entelektüel zaten yok, sözü bir yılgınlıktır.

            “Bizden entelektüel çıkmaz.” tam da böyle bir yargıdır.

Peki varolan bir şey için “o aslında yok” demek ne demektir? Soru işaretlerine dikkatle bakmak ve özenli davranmak gerekir. Soruların sorulma biçimi çok önemlidir.

Linda Nochlin’in Makalesi: Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?

 

Soruların sorulma biçimi meselesini şöyle bağlayacağım. Linda Nochlin’in “yokluk” meselesini, kadın sorunu üzerinden tartıştığı çok önemli bir makalesi vardır: “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?”tur yazının başlığı.

 Feminist tarih yazımında bir yön geliştirici, yeni ve değiştirici bir bakış açısının yürürlüğe konulmasıdır Linda Nochlin’in bu makalesi. Bu makale ile sanat tarihinde birinci kuşak feminizm yön değiştirmiş, ikinci kuşağa geçilmiştir. “Neden hiç kadın sanatçı yok” sorusunun beraberinde getirdiği olgu nedir peki aslında? Gerçekten kadın sanatçı yok mudur? Ya da egemen ataerkil bakış açısı, kadın sanatçıyı yokluğu üzerinden tartışarak, onu tarih üzerinden silmeye mi çalışmaktadır?

Bir şeyi “yokluk” sorusu üzerinden tartıştığınızda, olgusal düzlemde o soru ile o durumu ortaya çıkaran toplumsal nedenlerin üzerine bir sis perdesi örtülmüş olur. 

Linda Nochlin de bu sorunun gerçekliği çarpıtan, kurnaz bir soru olduğunu söyler. Çünkü kadınlar zaten toplumda ikincil konumdadır. Michalengelo, Cezanne, Van Gogh gibi sanatçılar için tanımlanan deha, kadınları dışarıda bırakmaktadır. Kadınlar “dahi” değil midir? Yoksa deha, toplumun ürettiği bir şey mi? Ya o koşullardaki Van Gogh’un kız kardeşi olsaydı, diye sorar Nochlin. Van Gogh’un kız kardeşi için dahi diyecek miydik, diyor. Ve aslında “deha” nın da kadın sanatçıyı yokluğu üzerinden tartışmanın kökeninde de bireyi toplumdan yalıtarak düşünmek yatar.

Linda Nochlin sorular üzerine düşünüyor.

“‘Neden hiç büyük kadın sanatçı yok?’ Bu soru, kadın sorunu denen meseleyle ilgili hemen hemen bütün tartışmaların arka planında suçlayıcı biçimde çınlar durur. Fakat feminist ihtilaf bağlamındaki bütün öteki sorularda olduğu gibi, bu soru da meselenin özünü çarpıtarak sinsice kendi yanıtını verir. ‘Hiç büyük kadın sanatçı yok çünkü kadınlar büyük olamaz3.”

Bu soru, kökeni itibariyle yanlış bir sorudur. Linda Nochlin, bu makaleyi yazar ve o günden sonra feminist sanat tarihi sanatçı kadınların varlığını savunmakla değil, kadınların toplumsal varlıkları ve temsiliyetleriyle ilgilenir. Soruların sorulma amacı önemlidir. Yanıtlar da böyle düşünmek gerekir. Evet kadın sanatçı vardır ama o bir büyüklük miti değildir. Kadın sanatçı, yapıtlarıyla kendini var etmiştir. Gizli, kıyıya itilmiş ya da görünür olarak. Tıpkı entelektüelin kendini, kendi toplumsal koşullarında var ettiği gibi.

“Feministlerin ilk tepkisi, yemi olduğu gibi yutmak ve soruyu sorulduğu biçimiyle yanıtlamaya çalışmaktır. Yani tarih boyunca değerli ya da değeri yeterince bilinmemiş birtakım kadın sanatçıları bulup ortaya çıkartmak; onların ilginç, üretken ama tabii alçakgönüllü yaşamlarını yeniden canlandırmak; unutulmuş çiçek ressamlarını ya da David’in izleyicilerini ‘yeniden keşfederek’ eserlerinin iyi olduğunu kanıtlamaya çalışmak; Berthe Morisot’un aslında Manet’ye sanıldığı kadar bağımlı olmadığını göstermek-başka bir deyişle- kendisi dışında kimseye ilginç gelmeyen alanının aslında ne kadar önemli olduğunu kanıtlamaya çalışan akademisyenin tavrını paylaşmaktır4.”

Ben bir akademisyen tavrını paylaşmayacak, entelektüelin varlığına “kanıtlar sunmayı” değil, sorunun “hatalı” ve “yokluğun içinde kendini olumlayan” bir soru olduğunu söylemeyi tercih edeceğim. 

Entelektüelin Değiştirici Yönü  

Öyle bir ortam ki, yazarları susuyor, yazarların kalemleri tutuk. Çünkü ovallik demiştim ya, herkese sıçrayıp duran ovallik bu.

Kalemini sivriltmekten çekinen entelektüel, neyi değiştirebilir?

Bir savaşın içindeyiz. Ben bu yazıyı yazarken, bir çöp konteynırı patlıyor ve şu anda insanlar ölüyor. Diyarbakır Sur’da, Cizre’de bugün çocuklar ölüyor.

Ve piyasa yazarları, bugün de kendilerini sağlama almak için birilerini çiğneyip geçtiler.

Böyle bir ortamda kaybedecekleriniz, sizden daha neleri alıp götürebilir?

            Siz bu ülkenin entelektüelleri, yazanları, okurları, sustuğunuz sürece, onları doğuran, yaratan, yücelten iktidardan hiçbir farkınız olmayacaktır.

            Celal Şengör’ün yerine ne kadar çok kişiyi koyabiliriz. A,B,C… Ne Çok. Sadece henüz en kötüsünü henüz söylemediler, o kadar. En kötüsünü söylemedi diye, bu, katilliğin tohumlarını taşımadıkları anlamına gelmiyor.

            Celal Şengör kötüdür. Ama onun kötülüğü, kendisine “entelektüelim” diyen herkesi iyi yapmaz. Hepimizi iyi yapmıyor. Bir bataklığın içindeyiz hepimiz. Kültür-sanat ortamında, bu çok yaygın.

            Bugün her yazar, yazan herkes öncelikle bir entelektüel olmalı. Neden? Diğer türlüsünü yapan, sadece yazan ve bir şeyleri göze almayan kişiler, böyle yazan yığınlar zaten çoğunlukta. Sorumluluk, başkaları için taşınan sorumluluk bu yüzden önemli. Aydınlar toplumdaki çarpıklıktan, bu küflü halden, çürümeden sorumludur. Gülten Akın diyor ya bir şiirinde, tam da bu: “insan sorumluluktur.”

            Çünkü sorumluluk duygusu olmadan, donuktur insan; kunt lekedir, ifadesiz, kimliksiz, ne ileriye ne geriye giderek öylece kalır, kalır… Bir suçlu gibi yaşar ve suç evrenselleşir.

            Suskunlukla başlayan bu suç, tek tek kişilerden başlamış, sonra büyümüş, büyümüş, toplumun damarlarına yerleşmiştir. Tek bir kişinin ya da birkaç kişinin çantasına, masasının altına sakladığı sır değildir o artık. Kanıksanmıştır.

            Çünkü;

Her suç bir ortaklıktır.

 

Özgün Ergen

 

 

NOT1: Ben bu yazıyı yazıp ABC gazetesine gönderdiğimde akademisyenlerin, “Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi yayımlanmamıştı. Bir bildiri yazıldı ve ardından destek, tepki ve eleştiriler oldu. Oysa meselenin temeline inmek gerekirdi. Meselenin temeli şu: bugün, akademiler 12 Eylül ürünüdür. Bazı akademisyenleri beğenmemiz, bazı akademisyenlerin alanlarında “iyi” olması bu gerçeği değiştirmiyor. Akademilerin genelinde beni en çok ürküten hemen daima, yaşamla kurulan mesafeli ilişki, akademisyenlerin çoğunun dilinde kavramların yaşamsal karşılıklarının olmayışı. Bunun hiç mi hiç düşünülmemesi. Yapılan çalışmaların neye faydası var, bilinmemesi. Akademilerin bu yüzden Türkiye’de, insanı kısıtlayan, sınırlayan bir yanının olduğunu düşünüyorum. Belirli kurallara bağımlı kişi, yazar, kendi doğasından kopar. Kendine özgü bir dille, üslupla yazamaz. Bu politik ve yaşamsal olandan uzaklaştırır. Ben bunu çok tehlikeli buluyorum. Ezbere kavramlar, ezbere alıntılar, bilindik şeyler, çalıntı çırpıntı makaleler bu yüzden çok yaygın. Örnek vereyim. Tarih bölümünde yüksek lisans yapan bir arkadaşımdan hocası, ondan bir makale yazmasını istiyor. Bir konu belirlemiş ve o konuda makale yazdıracak. Konu başlığında hocanın bakış açısı var. “İyi de sen bu konuda yazmak istiyor musun?”dediğimde, “bilmiyorum ki” yanıtını verdi, “bana böyle bir konu verildi.” Bütün bu yanıtlar, dönen bunca dolap, düşüncenin kısıtlılığı beni dehşete düşürüyor ve her zaman midemi bulandırıyor. Daha sayısız böyle örnek var.

NOT2: Piyasa güdümlü, kapitalist, iktidarla ilişki içinde, ama sorsanız kendisini “solcu” olarak tanımlayan kişiler bildiriye yönelik eleştirilerin hemen tümüne, “ulusalcı” diyebiliyor. Çünkü bir şeyi eleştirebiliyor olmak Türkiye’de hemen damgalanır, çok geçmeden günah keçisi olursunuz. Bence bu da 12 Eylül’ün bir sonucu. Baskı, yargılama ve kısıtlama, düşünmeyi kendisinden olmayanı yasaklama. Tıpkı iktidarın bugün yaptığı gibi. Öte yandan akademisyenlerin gözaltına alınmasını hiçbir haklı gerekçe ile savunamayız. Kimse, hiç kimseyi, düşünceleri yüzünden tutuklama, yaşam hakkını gasp ederek yargılama hakkına sahip değildir. Linçe ve bu şekilde günah keçisi ilan edilmeye her koşulda karşı çıkılmalıdır. İktidar baskısı karşısında, kimi akademisyenlerin imzalarını geri çekmeleri ve çok komik, zorlama, bilimsel olma çabasını belli eden açıklamaları akademilerin durumunu ortaya koyar. “Korkuyorum” demeleri, diyebilmeleri bile çok daha insani ve samimi bir tepkidir. İktidar evet suç işliyor. RTE, “hain, müsvedde, alçak” diyor akademisyenlere. Kavramsal sözlüğü bunlar. Kenan Evren de bu sözlüğü kullanmıştı: “Ne yapayım böyle aydını” demişti Aydınlar Dilekçesi olayında. Ve soruşturma başlatmıştı. Aziz Nesin’in hazırladığı “Aydınlar Dilekçesi Davası” kitabı bugün de bir ders olarak okunmalıdır. Akademisyenlere yöneltilen eleştirilere, “Bildiriyi yazan akademisyenler zaten azınlıkta” diye bir karşılık verilebilir. Öyleyse, bu bence daha büyük bir tehlike. Çünkü; ben azınlıkta olandan, az olandan daha bilimsel, somutlukta geçerliliği olan sağlam adımlar beklerim. Muğlaklıklar yaratmalarını değil, onu ortadan kaldırmalarını. Bu muğlaklığı ortadan kaldırmak için bir adım olarak buradan Gaffar Yakınca ve Kaan Arslanoğlu’nun tartışmalarını izlemekte fayda var5.

Şimdilerde Ahmet Altan, Nuray Mert, Murat Belge iktidar karşıtı yazılar yazıyor. Bu nasıl bir yön değiştirmedir? Hem insanların bilincini saçmalıklarla dondur, iktidarla her türlü ilişki içinde ol, hem de en büyük “solcu” geçin. Evet bugün devlete saldırırlar, çünkü “solcu olmak” için saldırmaları gereken bir “devlete” gereksinimleri vardır. Devlet karşıtı olsalar bile asla sistem karşıtı olamazlar. Karşı çıkacakları “devlet” karşı çıkabilmeleri için her zaman orada, olduğu yerde sapasağlam durmalıdır çünkü.

Herkesin aydın olduğu bir yerde aydın kavramı da aşınmıştır. Bu aşınma sürekli haber manşetleriyle, ard arda geçen görüntüleriyle yaşama sızar. Oysa coğrafyamızın doğusunda insanlar ölmektedir, yaşayanlarsa her gün bin bir korkuyla, panikle... Onları öldüren,  iktidar bilincine, burjuva bilincine sahip olan herkestir.

Solun üstündeki örtüleri kaldırmak, tütsüleri söndürmek, bugün Türkiye’de entelektüel olmanın ilk koşuludur.

 

1-http://www.sanathaber.net/haber.asp?HaberID=1143&KategoriAdi=Kultur-Edebiyat

2-http://www.gunzileli.com/2014/06/30/taylan-karaturkiyede-edebiyat-odulleri-nasil-verilir/

3-Hilmi Yavuz’un “entelektüel var mı” sorusu ile makaledeki, “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok” sorusunu birlikte okumak başlangıçta yadırgatıcı olabilir. Oysa her iki soru da kalıpları farklı, anlamca ortaklığı olan sorulardır. Makalenin başlığını, “neden hiç büyük entelektüel yok” olarak değiştirseydik, ne değişirdi? “Linda Nochlin, “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok,” Sanat Cinsiyet, Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri, çev. Ahu Antmen, İletişim Yayınları, İst., 2010, s.121

4-A.g.e, s. 122

5- http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1931

 

 

 

Facebook
yorumlar ... ( 73 )
09-02-2016
09-02-2016 21:24 (1)
"Evet… Kimse, “O Türkiye’dir” demiyor, bugün kimse için." Katılmıyorum bu görüşe, Nihat Genç varken. mh
09-02-2016 22:04 (2)
İlk elde "Vicdanlı olmak için ne gerekiyor? Eğitim.", "Aydın bedel ödeyen insandır.", "Aydınlar toplumdaki çarpıklıktan, bu küflü halden, çürümeden sorumludur.", "Akademilerin bu yüzden Türkiye’de, insanı kısıtlayan, sınırlayan bir yanının olduğunu düşünüyorum.", "Oysa coğrafyamızın doğusunda insanlar ölmektedir, yaşayanlarsa her gün bin bir korkuyla, panikle... Onları öldüren, iktidar bilincine, burjuva bilincine sahip olan herkestir." önermelerine itiraz ediyorum. Kolaycı formüller gibi geldi bana. Hele "Her suç bir ortaklıktır."ı hiç anlamadım. mh
09-02-2016 23:03 (3)
"Akademilerin genelinde beni en çok ürküten hemen daima, yaşamla kurulan mesafeli ilişki, akademisyenlerin çoğunun dilinde kavramların yaşamsal karşılıklarının olmayışı. Bunun hiç mi hiç düşünülmemesi." Yaşamla kurulan mesafeli ilişki mi? Her akademisyen saat 5'ten sonra halkın arasına karışır. Mesai saati içinde de herkesin ne yaşamsal şeysi (borç, taksit, aidat, çocuğun eğitimi, memleketin hali vs.) varsa onun da vardır. Yoksa mesai sonrası küçük kapsülüne binip atmosferin üst tabakalarına çıkıp, aşağıdaki insancıkları seyrediyor değildir. Ne yapsın akademisyen? Yaşamla mesafesiz ilişki kuracam diye iş çıkışı her gün kaveye mi gitsin? Ayrıca akademide çalışan Luthier de akademisyen, Odyometrist de. Afaki konuşmak yerine "hangi akademisyen, beklenti ne"soruları açıkça tanımlanmalıdır. mh
10-02-2016 03:29 (4)
Sayın Harma, yazara bakın, hizaya gelin. İlk yazısı çıktığında bana olan atarınızdan ve inadınızdan gözünüzü kaldırabileydiniz bu metni üreten kişiye daha önceki gönderisinde ne yorum yaptığımı görebilir, saptamalarınızın gargaratülbeşeriye bandıyla iyice sarılıp depoda herkesin gözlerinden uzak tutulma manevrasıyla tozlandırılacağını anlardınız. Kendi yazısının yorumlarını bile ciddiye alıp cevap vermeyen sadık albayrak'ın bu yazarın yazısına enikonu yazdığı yoruma bile yazar yanıt verdi sayılmaz. Ki bu bence büyük başarıdır. Bu sefer Promete'den az öte allahtan. Hadi selametle! a.y.a. selametsss ve dahi pür sarkazmsss
10-02-2016 08:32 (5)
bir filmde görmüştüm. solcu adam bir yandan kendisini takip eden, devletçe görevli polislerden kaçarken (muhtemelen seksenlerde geçiyor olay ) bir yandan da daha özel olan sorunlarıyla boğuşuyor. gönül ilişkisi var ve sorunlu. takip eden polisler bunu farkediyor ve bu durumdan dolayı yaşadıklarını öğreniyor ve siyasi mevzulardan çok bu durumuyla boğuştuğunu ve meşgul olduğunu öğrenip takibi bırakıyorlar.ve hatta aralarındaki sohbette alay da ediyorlar. solcuları kastederek " bunlar aşık olurlar mıydı yahu " deyip alaycı biçimde kahkaha atıyorlar. çok uzun yıllar önce izledim ama genel olarak hatırladığım buydu. niye yazdım bunları. bu siteyi uzun zamandır takip ediyorum. elbette her yazıyı görmedim. ama gördüklerim arasında konu olarak aşk meselesine hiç rastlamadım. bu filmi izlediğim dönemde o polislere o sahnede katılmasam da daha sahne de alay kısmı gelmeden söyleyeceklerini tahmin etmiştim. ( x kişi )
10-02-2016 08:33 (6)
( x kişi devam ) çünkü daha çocuk sayılabilecek yaşlarda bile , kavgada ki solun ve solcuların dışarıdan böyle algılandığını sezinlemiştim. ve inanın sahneyi aynen tahmin etmiştim. çünkü solcu abilerimiz çok sertti. ve kavgaya odaklanmışlardı. bunu biliyordum. dava için canını vermekten söz eden abilerimizin aşk için bedel ödemeye hazır olduklarını hiç duymamıştım. ama farkındaydım da en kral aşıklar olabilecek yüreğe sahip olduklarının.ve sezinliyordum kimbilir yüreklerinde ne aşk acısıyla mücadele etiklerinin. kendini insanlık için böylesine feda eden yiğit kalplerin içinde aşkın olmaması mümkün değildi. çünkü ne zaman içime aşk ateşinin koru düşse bu sert abilerimiz aklıma gelirdi. insanları , canlarını hiçe sayacak kadar seven abilerden kim daha iyi yaşabilirdi sevdayı. düşünürdüm , ben sevdiğim kızı bırakıp kelle koltukta yaşamayı göze alabilir miydim. ya ölürsem ya sevdiğim kızı bir daha göremezsem , ya başkasına yar olursa. işte o zaman bu abilere hayranlığım bin kat artardı
10-02-2016 03:33 (7)
https://www.facebook.com/karikateist/videos/vb.174377972659359/942392555857893/?type=2&theater Mine M.
10-02-2016 08:34 (8)
(x kişi devam ) bu nasıl bir iradedir. nasıl bir güçtür. nasıl bir fedakarlıktır. sonraları da çok düşündüm. biraz daha büyüdükten sonra .belki delilik, belki ruhsal bir hastalık durumu.ne olursa olsun sevdayı bırakıp kavagaya giden herkese gönülden selamlar olsun. çünkü onlar sadece ekmek ve hak için değil aşka layık bir dünya içinde savaştılar. uzun lafın kısası, zor konu biliyorum. yer yer can acıtıcı ama burada aşka dair kelamlar da olsa fena olmaz hani. çünkü aşk bir insanlık meselesi. ve bu konuda söz hakkı elbette her görüşten insana düşer ancak en çok solculara düşer. saygıyla MÜDÜRİYET NOTU: İsimsiz yorum yayımlamıyoruz, ama ara sıra böyle torpil yapıyoruz. Affınıza sığınarak.
10-02-2016 07:32 (9)
Sn. a.y.a., normalde geçmiş araştırması yapmam, siz diyince yazarın ilk yazısına baktım. Çokça euslu, zeuslu bir yazı olduğunu ve beni sarmadığını hatırladım. Yine okumaya çalıştım, yine anlamadım. Ama yine de o yazıya, anladığım bir noktadan yorum göndermişim, gerçi oradan da Sn. Arslanoğlu'ndan fırça yemişiz onu da gördüm. Özgür Ergen her iki yazısında da yorumculara cevap verse çok uzağa gidemeyeceğini gördüğünden mi acaba, wash and go yapmış, arkada bolca soru işareti ve ünlem bırakarak. Bundan sonrakiler kişisel, diğerleri okumayabilir; (Özgür Ergen'in ilk yazısındaki yorumda "başka siteye adsız dadanmamayı öğrensin diyerek non-hürmetsss" göndermişsin ki bir yerde daha geçmişti bu iddia, başka bir sitede isimli-isimsiz yorum yazmadığımdan, feci bir yanılgı olmuş orada. "Size olan atarım ve inadım" içerikli obsesyon ve perseküsyon sarmalından kurtulmanız için diyeyim ki; barış çubuğu içecek bir küslük durumu olmadı aramızda, sıkıntı yok. Esenlikle. mh). mehmet harma
10-02-2016 10:11 (10)
o da bişey mi? ben epey uzun bi süre solcuların aseksüel yaşayıp eğreltiotu usulü bi üreme modeliyle çoğaldıklarını sandımdı. gerçi bu eğreltiotu da problemli. hatta bi ara arnavutluk'ta bunları üretmek için çiftlik falan kurduklarını da düşünüyodum. tabii o sırada risperdal piyasaya sürülmemişti. şaka la şaka! her neyse. solcu uşakları bilemem ama, solcu aplaların ezici çoğunluğunun hayatlarının herhangi bi döneminde eşeylilik fenomenini yaşayabilmesi imkansızdı gözümde. o kadar yani! bi de boyna bunlardan şu insanıyüceltmek, insansevgisi naralarını duymak... şibumiler yaşıyorum valla. ula uşağum, sen ilk evvela bi "tek" insanı sev de. hani öyle ulvi sevgiyle falan değil. normal yoldan! X'e... Y diye biri afsss sığınsss
10-02-2016 10:11 (11)
peki sayın harma, ben kendi başıma (öyle vesilesiz falan) cayır cayır barış çıbıı çeksem sakıncası var mı? cumbo benim cebimden paketi almaya kalkarsa naapcaamdan eminim de!.. a.y.a. esenlikler diler. büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öper. bi de faulkner'i unutmaya çalışır. past is past! past is past!
10-02-2016 10:17 (12)
Şimdi ben oraya da değineceğidim. Şu yazı dizisi yazıyorum ya, sol estetik, edebiyat falan hakkında. Solculardaki bu cinsellik sandığınız gibi değil. Solcu derken devrimci, sosyalist falan onları kast ediyorum. Acayip bir hızlı, serbest seks yaşayan bir kesim de var, perhizde yaşayan da (dönem ve zorunluluklar icabı ve de onun getirdiği ahlak), normal yaşayan da. Yani kesim kesim damar damar insanı orada da bulmak mümkün. Bir romandan yapısal seksüellik örneği vereceğim mesela. Kaan Ars.
10-02-2016 16:21 (13)
Sayın M. Harma,akademilerle ilgili düşüncelerim birkaç akademisyeni değil, akademilerin genelini kapsıyor. Akademiler bugün Türkiye'de binlerce C. Şengör ve Murat Belge yarattı, yaratıyor ne yazık ki. Böyle sayısız örnek verebilirim. Hem alanım gereği okuduğum makalelerden, hem de gördüklerimden. Solcu görünenleri de böyledir. Ben bunlara tanığım. En basitinden, edebiyat, siyasal bilgiler fakültelerinde yazılan tez örneklerini incelediğimizde bile bu gerçeği görürüz. Yaşamla ilişki için mutlaka sokakta yaşamak gerekmiyor, üretilen şeylerin yaşamda, politik, kültürel bir karşılığı olmaması, bu ilişkinin zayıflığını gösterir bence. Mesela edebiyat fakültelerinde günümüz kültür-sanat iklimi asla eleştirilmez. Pek çoğu eleştirisizdir, dolaylı yoldan da olsa 12 Eylül'ü desteklerler. Bunların dışında kalan alanlarında yetkin akademisyenler vardır ama çok azınlıktadırlar.
10-02-2016 16:21 (14)
Neden böyledir? Çünkü Türkiye’de akademilerin çok büyük bir bölümünde bir şeyleri eleştirmenize izin verilmez. Sizin ya da benim saygı duyduğum akademisyenlerin olması, bugün Türkiye’de akademilerin genel yapısındaki aksaklıkların olduğu gerçeğini değiştirmez. Akademilere hiçbir zaman güvenmedim, güvenmeyeceğim. Suçun yapısında bu vardır; her suç, başka başka ortaklıkları içerir. Tek başına işlense de, suç işleyen tek başına değildir. Bütün bu suçlara göz yuman ya da yardım eden birileri vardır. Mesela edebiyat ortamı. Birileri suç işlerken birileri görmezden geliyor, birileri de teşvik ediyor. Ben aydınları sorumlu buluyorum, aydınlar sorumludur, gericiğin zaferinde aydınların payı büyüktür. “fazla uzağa gidemeyeceğini anladığından” ile başlayan yoruma katılmıyorum. Bana sorulan anlayabildiğim her soruya yanıt verdiğimi düşünüyorum çünkü, elimden geldiğince bunu yaptım. Saygılarımla.
10-02-2016 16:41 (15)
İsmimi eklemeyi unutmuşum. Özür dilerim. Özgün Ergen
10-02-2016 18:08 (16)
o zaman ben de itirazlarımı sıralayayım. 1. bir şeyin ne olduğu ya da ne olması gerektiği üzerine düşünürken o şeyin ne olmadığı ya da ne olmaması gerektiğiyle başlamak çok temel bi mantık kuralıdır. bunun neresinden eleştirilebilecek bişey çıkarabildiniz? şaşırdım. 2. işkencenin ağırı, hafifi olmaz. işkence işkencedir. işkence skalası çıkartmak tam da celal şengör'ce bi tavırdır ve bi mazur gösterebilme kapısı açar. 3. mantığınıza göre bi insanın aydın olabilmesi = önce solcu olmak. aslında bunu demiyosunuz doğrudan ama mealen buna geliyo. cıksss! hemi de feci cıksss. sorgulama becerisi solcularda ortalamadan daha yüksek değildir. septik olmak goşistlerin tekelinde bi haslet değildir; olmadı; olmayacak. vasatı ille ++
10-02-2016 18:08 (17)
++ köşelerinizin sivriliğiyle, non-eliptik morfolojinizle değil, kokunuzla ve tadınızla da rahatsız edebilirsiniz. 4. boyna bokladığınız burcuvazi aslında aydın-entellektüel-akademik-makademik ve bilumum sivil-moderen kavramların ebesidir. ebelere bu kadar hallenmeyelim. rahatsız olduğunuz şeyin adını doğru koyun. bunları bu hale burcuvazi getirmedi. insanın natürü bu olduğu için bunlar bu haldeler. 5. "Aydın bedel ödeyen insandır" ?!? pekçoklarının brehbreh diye alıntılayacağı klişe tillahını yazınıza yerleştirmişsiniz. e olmuş mu? olmamış! niye mi? aha da bu yüzden: "Bir kere bu ülkenin aydınlarına, rahat bir yaşam bile çok görüldü. Dolayısıyla “O Türkiye’dir” falan değil, “hain” dendi. “Vatan haini” dendi" diye bi +++
10-02-2016 18:08 (18)
+++ ifade 7-8 paragraf sonra aynı yazıda ışırsa olmaz tabii. naapcaktık? iç tutarlılığımız olcaktı önce! her daim hemi de. yani? hem "bedel ödenmeden aydın olunmuyo", hem de "vah benim kuşum aydınıma, uf mu yaptılar sana? öpiym de geçsin" he mi? cıks üstü cıksss! 6. üj nümrolu kendi dipnotunuzda yadırgatıcı durumu ele almışsınız ama o açıklama tatminkar değil (benim için değil en azından). a) hilmi yavuz soruyu sizin dönüştürdüğünüz gibi sormamış (ki kendisinden hiç hazzetmem). kalıp da farklı, anlam da! b) "neden hiç büyük kadın sanatçı yok?" şeklindeki soruya retorik üzerinden mantık takla attırmacalı yanıtlar anlamsızdır. çünkü o sorunun basbayaa bi yanıtı var. hemi de gayet evrim biolojisiyle ilgili! a.y.a. evrimssss
10-02-2016 20:50 (19)
Sn. Ergen, uzun uzun düşünüp emek vermiş ve teşhisi koymuşsunuz; "Toplumun halinden aydınlar ve akademisyenler sorumludur". Akademisyen neden toplumsal sorunların çözüm mercii olsun ki? Lise hocasından beklemediğiniz şeyleri neden akademi camiasından beklersiniz ki? Onlara böyle misyon yüklemeyin zira öyle bir isteği yok onların. Akademi dışında kafası normal çalışan yüzbinlerce insan var, siyaset yolula çözüm oradan çıkar, üç-beş akademik kişiye öyle tanrısal önem atfetmeyelim, sonra onlar da gerçek zannediyor. Aydınlar da aynı şekilde, gericiliğin zaferinden sorumlu tutulamaz. Örneğin Sn. Arslanoğlu neden sorumlu olsun ki bu zaferden? Gericiler kazanmıştır çünkü kalabalıktırlar. Kalabalık kazanır. O kalabalığı siz alın arkanıza, siz kazanın. "Bunların dışında kalan alanlarında yetkin akademisyenler vardır ama çok azınlıktadırlar." sözünüzde akademisyen yerine şair/romancı/edebiyatcı/tarihçi/sosyolog vs. koyun, insan malzemesi sorunumuzu zaten saptamış olursunuz tümden. Saygılar. mh.
10-02-2016 22:57 (20)
Aydın kavramını boşuna tartışıyorsunuz. Yazıda anlatılan şey o değil. Yazı işkence kavramına kafadan "etnik" diye giriyor. Dolayısıyla etnisite-odaklı bir bakışla aydın kavramı irdelenmeye çalışılıyor. Aslında bu bağlamda, Darwin teorilerine göre, hangi etnik-aydın gruplarının "maymuna", hangilerinin "avrupalı insan" tipine daha yakın olduğunu tartışmak, yapılacak ilk iş olabilir mesela. Daha sonradan da "pazarlık" ve "çocuk ölümleri" kavramları arasında bir korelasyon var mı yok mu, bi nevi aydın gözüyle bakabilirsiniz ayrıca. (B.Ö.)
10-02-2016 23:08 (21)
Sayın A.y.a, "Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok" ataerkil bir sorudur, evrim biyolojisi ile soruyu yanıtlamak anlamsızdır. "Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok'a" verilebilecek yanıtlar geçersizdir çünkü sorunun kendisi zaten yanlış bir sorudur. Çünkü kadın sanatçıların var olmasına izin vermeyen erkek egemen toplumdur. Bu sorudaki diyalektik aykırılık, entelektüel için de geçerlidir. Ben aynı iktidar yakasına yerleşen tavrı Hilmi Yavuz'da da görüyorum ve bu sebeple örtüştürüyorum. Yazarken en ağır-hafif işkence karşılaştırması yapmadım. Yine de işkence konusunda haklısınız. Diğer yazdıklarınız, burjuva adlandırması, temel mantık vs. konusunda yazdıklarınıza aynı şekilde bakmıyorum. Mesela "sürekli karşı çıktığınız burjuvazi bu kavramları o üretti.." Böyle mi? O zaman burjuvazinin kötülüklerine de göz mü yumalım, karşı çıkmayalım mı? Bu, bu demek midir? Eğer öyleyse ben buna karşı çıkarım. Kötü kötüdür ve burjuva burjuvadır.Özgün Ergen
11-02-2016 00:18 (22)
Bö'cüm, aslında seni seviyorum. Bak yine doğru bi saptaman var. Ama işte sonra sapıtıyosun. Maymunu, gorili oraya karıştırmasan olmazdı, di mi? Sen yok musun sen!!! Özgün Ergen'e cevaplarım var. Ama şimdi bi işim var. Sürpriz! a.y.a. cevap hakkını saklasss
11-02-2016 00:39 (23)
sayın B.Ö, metindeki bir cümleyi cımbızla çekip aydın kavramına etnisite ile bakılıyor demenin nasıl bir mantığı var, hiç anlamadım. Ben pes ediyorum! Ben üstün ırkları savunan bir faşistim, yazıda da bunu anlatıyorum. Böyle mi, bu mu? Yazı cidden bunu mu anlatıyor? Ya da ben bunu mu söylüyorum? Lütfen, haksızlık yapmadan biraz düşünün. Özgün Ergen
11-02-2016 08:24 (24)
"Neden Hiç Büyük Kadın Astronot Yok" sorusunu kısmen sorabilirsiniz. Fiziksel, biyolojik gerekçeleri bir kenara bırakalım, evet astronot yetiştiren sistem erkeklerin elindeyse, kadın astronot yetişmesini engelliyor olabilir. Ama sanatçı kime denir? büyüğü nasıl olur? sanatçı olmak için vizeyi nerden alabiliriz? hayın erkek vize memurlarının bloke edici etkisi nedir? bunları öğrenelim. Ardından aynı anlamsızlıktaki sorular gelecektir "Neden orta boy kadın sanatçımız yok?, "Neden küçük erkek sanatçımız yok?". mh
11-02-2016 08:25 (25)
Yemediğim için gerçekten üzgünüm. Ama cımbızım asıl "savaş"ı çekti. Ondan sonradır ki "etnik"i buldum. Neyse, bilinin şeyleri tekrarlamanın bir anlamı yok. Bu arada "Aydın" kavramı hakkında da şunları söyleyelim. Doğu Alman kökenli Avrupalı bir bayanın, "mülteci pazarlığı" yapması nerelerin ne kadar aydınlık olduğunu göstermesi açısından önemli bir örnek. Bir kuaför yarışmasında mı ne duymuştum. "Sarı nurdur, ışıktır; tabii ki sarıya boyayacağız" diyordu. Bence aydın olmak isteyenin ilk önce saçını ve varsa sakalını sarıya boyaması gerekli. İsterse renkli lenste takabilir. Böylece bi tür maymunluk yapılarak maymunluktan kurtulunabilir diye düşünüyorum. (B.Ö.)
11-02-2016 10:31 (26)
aslansın BÖ. bak ben senin tarif ettiğin aydına örnek de buldum. muhammed hans von eiberg! ayberk de olabilir. sarıya boyalı saç, sakal. gözlerde de mavi lens!.. a.y.a. 19sss
11-02-2016 10:53 (27)
Burada 770 çeşit karakteri ve her karakterin kendine özgü dillerini çözdüm, ama henüz sayın Bahadır Özdemir'in kodlarını, şifrelerini çözemedim :)) Öyle yorumlar gönderiyor ki, övüyor mu, sövüyor mu anlayamıyorum, ucu nereye saplanıyor, çoğu kez çıkaramıyorum. Bu da bir tarz ve yetenek, şiirleri de iyi, bunlarda bir olumsuz gönderme yok benden yana. Herkesi olduğu gibi kabulleneceğiz sonuçta, ama olduğu nedir bir kavrayabilsem. Hadi hayırlısı... Kaan Arslanoğlu
11-02-2016 11:14 (28)
aşkolsun başganım. bö benim 2 tık üstüm. zır'ın karesi yani. obsküritesini ve örtülü gibi gözüken mesajlarını çözmek için ayrı dekoder gerek. yoksa gözleri bozabilir. ve fekat saptamaları genelde çok doğru. problem şu: herif öyle bi yazıyo ki (bende de var bu; ordan biliyorum), ilk okuyunca "lan şunun bekmezini bi akıtiym; nerde la benim tokmak" der çok insan. oysa sense of humour'ı var adamın. mesaj kaygısı da... yine de unutmamak gerek. dinsizin hakkından imansız gelebilir. a.y.a. dinsss-imansss
11-02-2016 13:53 (29)
Ek olarak şunu söyleyeyim: Evet düşünceleri yüzünden işkence görmüş olanlar vardır, Bu ülkenin solcuları işkence görmüştür; etnik kimliği, Kürt-Alevi oluşu yüzünden işkence görenler vardır ve C.Şengör'ün alay ettiği bu kişilerdir. Düşünceleri yüzünden, yoksulluğu, sınıfsal konumu yüzünden işkence gören insanlar da vardır. Bu hakikattir. Bu işkencelerin sınıflandırılması, bazılarının haklı bulunduğu anlamına gelmez. Kitaplara, tanıklıklara baktığınızda bu bilgilere ulaşılabilir. İşkence her ne olursa olsun işkencedir ama C. Şengör'ün alay ettiği, satır arasında dahi olsa alay ettiği bu kişilerdir. Dışkı yedirme meselesi, bunları yaşayan kimlerdi? Şu an ülkenin doğusunda yaşanan nedir? "Düşünceleri yüzünden işkence gören insanlar yok" demektir bunun dersi. Ama vardır. Savaş vardır. Acı çeken birileri vardır. Tersini savunmak bu durumda saçmadır. Özgün Ergen
11-02-2016 14:26 (30)
Birleşik Arap Emirlikleri gibi petrol denizinin üzerinde oturalım, yerden para fışkırsın, feodal düzenimizi devam ettirelim, ağalar-şıhlar tam gaz devam etsin, üretimsiz, arkaik toplumsal yapımız devam etsin, emperyalizm bizi pışpışlasın, savaş ağaları kucağına alsın, biz de hem temukraaasicilik oynayalım, hem de avanak türk solunu ham yapalım. Yaşanan budur. mh
11-02-2016 14:53 (31)
Aydın arkadaşlarımız şu sorumun cevabını verebilir mi? Ben çözemiyorum, kafam karışıyor. Şimdi her türden medyada Rusya'nın PYD ve PKK'yı desteklediği manşetlerden veriliyor. Rusya çok kaka. Ara sıra da ABD'nin PYD'yi desteklediği ama PKK'yı terör örgütü saydığı tekrarlanıyor. Bu denirken aynı anda PKK'nın Kuzey Irak'taki merkezleri ABD koruması altında. Ve ayrıca ABD ve Rusya kıyasıya soğuk savaş veriyor. Onlar sıcak çatışmanın kıyısındayken ikisi birden IŞİD'e karşı. Türkiye PYD'ye posta koyuyor, ama bir şey yapamıyor, yapamaz görünüyor. Ama Türkiye ile ABD fena halde anlaşmış durumda. Ama Türkiye IŞİD'i düşman gösterirken gizliden göz kırpıyor. Bazıları Rusya ile Türkiye arasında savaş çıkacağını söylüyor. Türkiye içinde Esad'ı destekleyen bazıları Erdoğan'ı da destekliyor. Esad PYD ile iyi geçiniyor. Ama burada bazı Esad taraftarları PYD'ye çok düşman.. Nedir bu? Kaan Ars.
11-02-2016 16:23 (32)
aydın değilim. ama bu sorunun cevabını biliyorum. ahandas! https://www.youtube.com/watch?v=By5-xcMuLQ0 --- kanaatimce uşak burada türkiye oluyo. a.y.a. gruba karşı!
11-02-2016 17:34 (33)
Yahu nerden buluyorsun böyle şeyleri :))))) K.A.
11-02-2016 18:02 (34)
dedim ya, bö'nün logaritma ifadesiyim. işim bu. yazı-çizi-hasta-masta... herkesin derdi zilyon olmuş. azıcık gülmek lazım. ne mutlu güldürebildiysem. gerçi asıl cmylmz'a teşekkür gerek. bugün için yazıp oynamış. a.y.a. cmylmz'a da hürmetsss
11-02-2016 18:36 (35)
Ben de aydın değilim ama bu soruyu cevaplayayım. İktidar ile Kürt hareketi arasındaki çatışmalarda Suriye'deki yaşanan gelişmelerin etkisi büyük. PYD'ye gelirsek ABD ile iyi ilişkileri vardı. Barzani destek için Türkiye üzerinden peşmerge göndermişti. Barzani Türkiye arasındaki ittifak devam ediyor. (Başika) PYD'nin başta ÖSO gibi gruplarla ilişkisi vardı. Esad'ın direndiğini gören Rusya (çıkarları için) savaşa müdahale etme kararı aldı. Rusya'nın müdahale edeceğini anlayan PYD Rusya ile ilişkiye geçti. Bu süreçte Türkike ABD arasında İncirlik mutabatı yapıldı. Türkiye'deki çatışmalar başladı. Rus yanlısı bir konuma girmemesi için PYD-ABD ilişkileri devam ediyor.(Fransa Esad'a karşı müdahale yanlısıydı Paris'te IŞİD saldırısı yaşandı) Ulusalcıların siyasi konumlaşına gelirsek bende anlamıyorum. Büyük siyaset yapacağız diye tutarsız siyaset izliyorlar. Anti emperyalizm gibi öncelikleri olmayınca da böyle oluyor. Arif Yavuz Aksoy'un açıklaması benim açıklamamdan daha iyi olmuş:) ç.
12-02-2016 09:08 (36)
Yazı uzun ve emekli, ama çok da bütünlüklü ve akademik bir bakışa sahip gibi gelmedi. Burası format olarak ayrıntılı değerlendirmeye elvermiyor, kafama takılan bir kaç şeyi sormak istiyorum:1- "Aydın önce “sınır” ve “kural”ları sorgulayabilen kişidir." demişiniz. "Tam da aydın olmanın kendisi, sınır koymayı gerektirebilir, bazı kişilere/tutumlara" desem, buna itirazınız olur mu? 2- Akademiyi sorgularken Celal Şengör gibilere en çok sokakta, medyada rastladığımızı söylemek bir çelişki değil mi? O halde akademisyenin günahı ne? "Bileşik kaplar yasası"na göre zaten böyle olması beklenmez mi? 3-Ben 12 Eylül'de çocuktum, bu nedenle aydın olamamama mazeretim var:) sanırım siz o zaman doğmamıştınız bile, ona rağmen -herhalde aydınsınızdır- aydın olmaklığınızı neye bağlıyorsunuz? 4-12 Eylül'den çook öncenin insanı anne-babamın (ki 12 eylül'ü destekleyen %90 küsurdan oldukları için bile aydın değilmişlerdir) aydın olmamasını neye bağlamalıyız?+++ MineM
12-02-2016 09:08 (37)
+++ Devam: Peki, 12 Eylül öncesi aydın bolluğu mu vardı, öyleyse 12 Eylül nasıl oldu? 12 Eylül böyle basit bir çizgi midir, öncesi iyi-sonrası kötü, net ayırabileceğimiz? 4-"Hilmi Yavuz iyi değildir" demek, sizi ya da böyle düşünen bir başkasını iyi yapıyor mu? Kendisinin entellektüalitesi hakkında bilgimizin olmadığı birinden böylesi yargılayıcı bir yazı/yorum geldiğinde ne yapmalıyız? 5- Akademisyen=Aydın önermesinin dayanağı nedir? Aydın kimdir? Siyaset alanında aydın kabul ettiğimiz biri, tıp, hayvancılık, ekonomi alanında da aydın olacak mıdır? Tersine, Ör. Zootekni, Botanik, Oftalmoloji prof.den beklentinizin sınırları nedir? Akademide okumak şöyle dursun, ortaokul terk oto işçisinin aydın olma potansiyeli nedir? 6-Aydın bedel ödeyen midir illaki? Yoksa bedel ödemeyi göze alan mıdır? Bu bedelin alt-üst sınırını kim/nasıl belirler? +++ Mine M.
12-02-2016 09:09 (38)
7-Sağcı/dinci/ulusalcı zinhar aydın olamaz mı? Herkes kendi aydınını, kendi hayat yolu aydınlatıcısını tanımlama hak ve hürriyetine sahip olabilir mi? 8- Bu yazının amacı nedir-hedef kitlesi kimdir? Aydınlar mı, ol(a)mayanlar mı? Sitem mi, eleştiri mi, iç dökme mi, yerme mi, çözüm arama mı? Aynı görüşü paylaşanlara destek mi? Ben doğrusu fazlaca duygusal-romantik-öfkeli biraz da karışık bir düşünce izlekli buldum. ancak, emek ve tartışma vesilesi için teşekkürler. Saygılar. Mine M.
12-02-2016 21:06 (39)
Dinci aydın mı? "Üç yaşında kız çocukları külotla amcalarının yanına çıkmamalı. Ondan sonra bluğ çağında tesettür azaba dönüşür" diyen efendi, kendi güruhunun hayat yolunun aydınlatıcısı oldu mu oldu. Ee, şimdi aydın mı denecek ona da. Dinci takıma herşeyi uyarlamaktan vazgeçin, sağcı'dan farklıdır kafaları. mh
12-02-2016 22:24 (40)
Verdiğiniz örneğin muadilini sağcılar arasında da solcular arasında da bulmak mümkün mh. "Dinci takıma herşeyi uyarlamaktan vazgeçin" ne demek? Bu tuhaf ima kime? Üzerime alınmayacağım. Mine M.
13-02-2016 00:07 (41)
Tuhaf ima mı? Un pes yani. Daha açık ne yazılır. Dincinin, demokratı olmaz, dincinin ilericisi olmaz, dincinin vicdanlısı olmaz, dincinin merhametlisi olmaz, dincinin açık fikirlisi olmaz, dincinin aydını zinhar olmaz. Dinci, insani olan her konunun tamamen dışındadır. Bu nedenle insani olan hiç bir şey ona uyarlanamaz. O nedenle sağcı/solcu/ulusalcılara sorduğunuz sorular ona sorulamaz. Tabii No 38, 7. soruda dindar demek istiyorduysanız o başka bir şey elbette Mine M. mh
13-02-2016 10:24 (42)
Şu MH, MM atışması hakkında bi şeyler söyliim. Marilyn hanıma nispii temsil yöntemiyle katılabilirim. Ama bu memlekette, sağdan soldan ileriden geriden aydın-maydın çıkıcağna hiç bir şekilde inanmıyorum. Aydın diye çıktığı iddia edilen şeylerin ise sadece salgı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kimlikleri oluşturduğu söylenen bütün fikirler süzme hezeyanlardan ibaret. Aya ve KA na teşekkür ederim. aya gerçekten harika. Ayberg ideal interneyşınıl Türk aydını örneği.. KA ise mesaide sakız çiğneyip bulmaca çözen personelin bedduasını almış gibi duruyor.. Kafası bayağ bi karışık ve hiç bir şeyi çözemez hale gelmiş izlenimi veriyor. (B.Ö)
13-02-2016 10:24 (43)
Tuhaf ima şu: "Her şeyi uyarlamak" diyorsunuz? Neler uyarlanmış size göre, aydından başka? Bu ne biçim genelleme? 3 yaşında kız çocuğunun, 13 yaşındakinin, 23 yaşındakinin, 33, 43, 53, 63, 73... yaşındakinin ötekinin yanına çıkmasını yanlışlayan pek çok sapık var, dinci veya dinci olmayan... Sizin, benim veya bir başkasının "dindar ve aydın" kabul ettiklerinin yanısıra, "dinci"lerin de "kendi aydınları" var, sizin reddetmeniz, "pes"lemeniz değiştirmiyor durumu. Herkesin aydını, herkesin aydınlığı, ışığı kendine vuruyor. Mine M.
13-02-2016 10:26 (44)
Çeşmelere fatiha okumak bence gereksizdir ancak toplum nazarında anlamı su götürmez. Yorumlarda "sayın" diye önüne sıfat getirilemeyecek, neyse... Bu yazının taban alarak yazıldığını öncelikle fark etmelisiniz yani bir taraf olmanın bilinciyle hareket ediyor bu yazı. Demek istediğim sosyal örgütlülük durumu değil, kişi -ona yazı diyelim- kendi içinde bir örgütlülük yaşıyor. Yoksa bu doluluğu nereden bulabilirdi; sadece Marksist öğretiden mi yola çıkmış sanıyorsunuz? Her felsefenin yorumu vardır halbuki! Yazıyı eleştirirken yazıyı kendi çerçevesi içinde anlayarak eleştiriniz. Bir yazı o zaman insan olur. Yazıdan sonra siz aynı kişi kaldınız, bu dayanılmaz. Dünya'da sürekli yanlış vardır. Yanlışı yönlendirenin iktidar olması ya da olmaması önemli değil. Ancak yanlış varsa bir yerde aydından söz ederiz. Aydının neden sivri ve karşıt olduğunu buraya sakladım. Örsan Gürkan
13-02-2016 10:26 (45)
Türkiye'de akademisyenlerin aydın olma vasıfları, akrabalarına akademik kadro ayarlama vasıflarının gerisinde kalmaktadır. Siyasetçilerden yakınmaları da genellikle istedikleri imkanları elde edemedikleri ölçüdedir. Koltuklarını bırakmaktansa kişiliklerini bırakırlar. İstisnalar varsa da giderek azalmaktadır. Çoğu akademisyen gemisini kurtaran kaptandır. Ezel Parsa
13-02-2016 12:02 (46)
Sayın BÖ, kafamın bazı şeylerde karışık olduğu doğrudur. Fakat çok net olduğu şeyler sanırım önde geliyor. İnsan bir tür olarak son derece geri zekalı ve şerefsiz bir yaratık. Bunda hiç kuşku yok. Buna kendi içinde ölümü pahasına itiraz edenler çıkmıştır hep. Azınlık bir kişilik tavrı. İşte bu karşı çıkışta ne kadar kendini yırtmalı, ne kadar oluruna bırakmalı??? Kafam daha çok bu noktada gidip geliyor. Saygılar. K.Ars.
13-02-2016 12:57 (47)
Ulu Manitu aşkına!, şu akademisyenlere aydın olma vasfı biçmeyin, siz söyledikçe onlar da inanıyor, sonra yüzlercesi heder oluyor imza kampanyalarında. Paşa babalarının ayarladığı kadrolara yerleşen akademisyenler yok mu? Var, ama muhalefet etmek için siyasetin görevini üstlenmelerini beklemek de insafsızlık olmaz mı?. Geçim derdi ve survive etmeyi küçümsemeyiniz diğer yandan. Gemi kurtulsun ki yeni sulara yelken açılabilsin. mh
13-02-2016 12:58 (48)
Sayın KA. Aslında olay çok da karışık değil. Yani bi tarafta içgüdülerinin ve hormon değişikliklerinin yönlendirdiği ve gerektiğinde her türlü yalan yemini etmeye hazır, güya aç kalmaktan korkan çıkarcı ve gizli ilişkiler yürütmeye meyilli tipler var. Diğer tarafta da erdemli ve yararlı olmaya çalışan insanlar var. İşte bu iki tür arasındaki uçurumun açılması; daha da ötesinde, değerlerin ilk grubu haklı çıkarır şekilde değişmesi herkesi rahatsız ediyor. Yani değer kavramlarının çıkar yönünde değiştirilmesi, ya da yeniden üretilmesi sonucunda tutunacak kavram bulamıyorsunuz ve uğraşlarınız size boşmuş gibi geliyor. Ayrıca doğruyu yapmaya çalıştıkça da tepki alıyorsunuz. (B.Ö.)
13-02-2016 14:51 (49)
Peki Sn. Mine M. ısrarınız devam ediyor. O halde başka bir şekilde daha açıklayayım. Hitabım üçüncü genel şahısa yönelik olup size karşı değil idi ancak siz fazlaca üstlendiniz yorumu. Ve fakat dincilerin kendi aydınlarının olabileceğini hala iddia etmeniz sorunlu bence. Yöntem olarak en başa dönmeliyiz bu durumda. Kavramı tanımlamalıyız. Yani "Aydın kimdir, neye yarar?" Dinci'nin ideologu olur, rol modeli olur, şeyhi olur, şıhı olur, lideri olur vs. ancak aydını olamaz. Yine reddediyor ve pes diyorum. Dinci'nin aydını yoktur, olamaz. Varsa bile o başka birşeydir. Ona aydın demek eşyanın tabiatına aykırıdır. mh
13-02-2016 16:34 (50)
Sayın Mine Miskinoğlu, evet bu süreç 12 Eylül'ün gerisine dayanıyor; 12 Eylül’den bir sınır çizgisi olarak söz etmiyorum ya da geçmişin bir olumlanması değil bu. Bir 12 Eylül iklimi var diyorum. Evet bu dönemde ben doğmamıştım ve birebir bir tanıklığım yok ama bunu görüyorum. Gördüğüm en temel şey vicdanını yitiren, birbirine tıpatıp benzeyen, yabancılaşmış insanlar… Bu insanla ilgili evet ama çağ, insandan ayrı değil bence… Ben sadece aydın kavramını önemsiyorum. Vicdanlı, hakikatten yana, etiğe bağlı tavrı önemsiyorum. Aydının kendisini önemsiyorum. Eğitim bence eğitim kişinin önce kendi vicdanını eğitebilmesi. Bruno’yu, Şeyh Bedrettin’i, Nâzım Hikmet’i, Aziz Nesin'i önemsiyorum ve çok uzun bir liste bu anlamda. Kitleleri uyandırmaya çalışmışlar. Bu önemli bence, bir işçi ya da okuma yazmayı hiç bilmeyen bir kişi de bunu yapabilir. Böyle kişiler görmüştüm.
13-02-2016 16:34 (51)
Kirlenme tepeden başlıyor, halka yayılıyor. Akademisyenler için şunu söyleyeceğim, her kopuk zincirin bir bütünü oluşturması, giderek daha gerici kurumları ve kurumlarda ezberci, intihalci insanların yetişmesini, koşullara direnmemeyi haklı çıkarmıyor bence. Sınır, egemen olanın, iktidar olanın dilindedir. Sınır ve kurala bağımlılık, başka türlü bir düşünme yolunun önününün daha en baştan egemenlerce kesilmesidir. Sınırsızlık konusunda başka bir bağlamda size katılıyorum. “Entelektüel yok” “şiir öldü” ve “yokluk” üzerinden kendini olumlayan bakış açısı… Kendi mikro iktidarını yaratıyor herkes. İktidara karşı çıkanların başka bir iktidar ağzıyla konuştuğuna tanık oluyorum. İktidarın yaptığına çok benzer, başka türlü bir linç girişimi ile… H.Yavuz’un kendi oğluna ödül vermesi nedir? Bu yeterli geliyor bana. İşledikleri bütün buna benzer suçlara bakmadan C.Şengör'ü eleştiren herkesin bir anda "entelektüel" olduğunu, böyle adlandırıldığını görüyorum.
13-02-2016 16:34 (52)
Bu da benim gözümde tüm o bedel ödeyen aydınlara haksızlık. Nuray Mert'in şimdilerde iktidar karşıtı tanımlanmasını da öyle. Sonra bildiri, vs... Vicdanlı olmak, gerçeğe bağlılık, sorumluluk… Bunlar benim gözümde hakiki olan... Yazar, sanatçı kavramlarının aşınmasına nasıl karşı çıkıyorsam bu kavramın aşınmasına da aynı şekilde karşı çıkıyorum ve bunu önemsiyorum. Aydın olduğumu hiçbir zaman iddia etmedim, böyle bir iddiadan yola çıkıp yazmadım zaten. Ben bu kavramı tartışmayı önemli buluyorum. Bu kavramı tartışmayı tercih ediyorum. Diğer kavramlar da aynıdır diyerek bunu eleştirmekten vazgeçmek bana mantıklı görünmüyor.
13-02-2016 16:34 (53)
Şunu eklemek isterim: Prometheus yazısında da bu yazıda da, Avrupalı olana dönük vurgulara rastladım ki asla düşündüğüm bir şey değildi. Benim o yazıda eğildiğim Aiskhylos'un yazısına, oyunun yorumlanmasına bakarak bir aydın eleştirisi yapmaktı, burada da kavramın aşındığını ve iktidar karşıtlarının neden iktidar karşıtı olmadığını yazdım. Bu konuda taradığım bütün kitaplarda Türk aydını eleştirilen konumdaydı. Çok geniş ve bağlamları, uzantıları çok olan bir konu aslında bu. Belki bunun ötesine nasıl geçilebilir onu düşünmeli. Ben bugünden yola çıktım. Bugüne bakıyorum. Bugünü nasıl eleştirilebilir üzerinden gidiyorum. Bugünü nasıl algılayabiliriz, bunu düşünüyorum. Sorular soruyorum. Belki farklı olarak kopuk kopuk da olsa yanıtlar vermeye çalışıyorum. Sorudan daha çok ve kesin yanıtlar vermiş olabilirim. Ama bazen buna ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bazı şeyleri tekrarlamaya, kalıcı olabilmesi için tekrarlamaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bedel ödemek bunlardan biri.
13-02-2016 16:34 (54)
Aydınları hala önemli buluyorum. Vicdanlı ve dürüst insan olmak benim gözümde bu kategorilerin üstünde; ve elbette gericilikle savaşılmalı ama nasıl? İnsanlar öldürülüyor, savaşın yakınındayız ve bu ortamda belki de bugünün bütünlüklü bir tanımı mümkün değil. İktidar karşıtı olanların aynı iktidar dilini kullanması acı olan. İğneleyen bir alaycı tutum karşısında ne yaparsanız yapın savunmasızsınız ve bu tartışmasız. Bu tür yorumlara karşı söyleyebilecek hiçbir şeyim ve yanıtım yok. C. Şengör, Hilmi Yavuz sadece belirli kitleleri temsil eden iki kişidir; yazıda da belirttiğim nedenlerle... Burası çok uzun yazmaya el vermiyor, ama aslolan eylemdir, yazılanlardır... Yorumlarınız için teşekkür ederim. Fikirlerinizi not ettim, ediyorum. Saygılarımla. Özgün Ergen
13-02-2016 18:19 (55)
Tüm yorum ve sorulara teşekkür ederim.Az önceki notumdan bir tek Mine hanima teşekkür ediyorum gibi algılanmasın diye ekleme gereği duydum. Saygılarımla. Özgün Ergen
13-02-2016 18:23 (56)
Solcu-sagci aydın meselesine söyle deginebilirim, bunu atlamışım. Önemli olam bence vicdandir, gerçeğe bagliliktir, yalan soylememek, haksızlık karşısında susmamak insanları uyuşturmamak farkındalıga cagirmaktir. Bu yüzden yazar entelektüel olmalı demistim. Akademisyen-aydin baglantisini ben kurmadim, tarihe dayaniyor bu baglanti. Boyle iliskilendirilmis. Bilim insanı olarak görülmüşler. Onlarin aydın olmasi, var olani degistirmesi onemsenmis dünyada da böyle görülmüş genel olarak. Yazıda bir bütünlüğün olmadigi gorusu icin sunu diyebilirim, bu sorunu başka türlü yazmak mümkün olmadı benim açımdan. Bu yüzden böyle yazdım. Başka türlü yazamadigim böyle düşündüğüm icin. Saygılarımla. Özgün Ergen
13-02-2016 19:25 (57)
Akademisyenler, aydınlıklarını "a priori" kabul ederler. Tartışmaya açılmalı. Ezel Parsa
13-02-2016 20:18 (58)
Aydın “1.Işık alan, ışıklı, aydınlık 2.Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver” Dinci “Dinî görüşleri her alana yaymak isteyen kimse” Dindar, “Din inancı güçlü, din kurallarına bağlı (kimse), mütedeyyin” demek.(Kaynak TDK)Tanımlarda dinin adı yok. Hristiyanlığın geçmişi de bugünü de dincilikten de dindarlıktan da muaf değil; ancak, kendimizi içinde bulduğumuz ortamı ve gözümüzün önündekileri değerlendirmek bazen daha kolay. Bir Müslümana “Sen nesin?” diye sorarsanız, “Elhamdülillah Müslümanım” der. Kendini “dinci” diye tanımlayan birine rastlamadım. Varsa, ulvi ifadelerle dinle ilişkisini veya şeriatçılığını ortaya koyar. Kendine “muhafazakar” diyeni biliriz de kendine “gerici” diyeni duydunuz mu hiç? Kafanızda kendinizce bir şablonla değerlendirme yapıyor olabilirsiniz, karşınızdaki için bu kavramları münasip bulmak bakımından. Ama karşınızdaki için geçerli olmayan bir kavram üzerinden “karşılıklı konuşma/anlaşma/uzlaşma” olanağı elde edemezsiniz.+++ Mine M
13-02-2016 20:18 (59)
+++Devam. Ve elbette, dindar dediklerimizin, dinci denen/kabul edilenlerin, şeriat düzeni arzu eden ve/veya getirmeye çalışanların arasında, kendi hayat ölçütlerine göre yüksek düzeyde bulunan, ilmi, irfanı, aydınlığı diğerlerinden fazla olup kutsal amaçlarına hizmet için bedel ödeyen/ödemeyi göze alanları mevcuttur. Sonuçları çok üzücü ama cihat realite; din misyonerliği, kendi dinini yayma emeli realite; buna savaşla veya barışla hizmet edenlerin varlığı da. Yok sayarak, anlamlarını kavramayı reddederek insanlığa yarar sağlamaktan çok zaten yaygın olan kin, nefret, intikam ateşine odun atmış olursunuz. Bu nedenle, “aydın”, “dindar/dinci” sağcı/solcu” gibi bizi kısır döngüye sokucu kavramlarla boğuşmak, ilerlemek şöyle dursun çıkmaza girmek ve zaman kaybetmek yerine, daha etkili ve tereddütsüz herkesin aynı anlamı çıkaracağı, bölücü değil bütünleyici bir üst dilden/kavrayıştan hareket etmek bence daha önemli… +++ Mine M
13-02-2016 21:42 (60)
+++ Devam. Öldürmemek, barışçı olmak, şiddetsizliği seçmek, adil, hakkaniyetli, dürüst , yalansız olmak… gibi… Sayın Özgün Ergen, bu tartışma için tekrar teşekkür ederim, eklediğiniz yorumlara katılıyorum. Saygılar. Mine M.
14-02-2016 12:19 (61)
1. Madımak'ta içinde insanlarla yanan oteli tekbir getirerek seyredenler, bazen klitorisi bazen de tüm vulva'yı kesip atarak kadın sünneti yapanlar, kesik insan kafalarıyla top oynayanlar, 14 yaşındaki çocuğu eş diye koynuna alan 30 yaşındaki herifler, "oğlan teni sıcaktır, kadın teni soğuktur, yaz olunca avretlere kışın oğlanlara meylet" diye öğüt veren ecdatlar, "Kızılbaşların canları, malları helâldir" diyen fetvacının mezarını kafile kafile ziyaret edenler, "7 yaşında bir kız çocuğu 25 yaşında bir erkekle evlenebilir, evlilik için bir yaş sözkonusu değildir" diyenler, deve sidiği içenler, "Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil!" fetvası verenler, "bir kertenkele öldüren bir kafir öldürmüş gibi sevap alır, kadının aklı ve dini eksiktir"e inananlar... Tüm bunlar ve daha fazlası... Ve bunlara sesli, sessiz, alenen, zımnen onay verenler kendilerini nasıl tanımlıyorlardı dersiniz? Cevap: dindar/muhafazakar/inançlı vs. Peki biz bunlara ne diyoruz? Cevap: Dinci!/Gerici! mh
14-02-2016 12:20 (62)
2.Dinciyi tanımladıktan sonra geçelim size, "...dinci denen/kabul edilenlerin ...kendi hayat ölçütlerine göre yüksek düzeyde bulunan, ilmi, irfanı, aydınlığı diğerlerinden fazla olup kutsal amaçlarına hizmet için bedel ödeyen/ödemeyi göze alanları mevcuttur." diyor ve o bedel ödeyenleri, o dincilerin aydını ilan ediyorsunuz. Sonra da, "dinci gibi kısır döngüye sokucu kavramlarla boğuşarak zaman kaybetmek yerine bölücü değil bütünleyici bir üst dilden/kavrayıştan hareket etmeyi" belirtiyorsunuz. Valla şimdi ve tarihteki kan dökücülük potansiyellerini göz önüne alırsak ve dinci-gerici'nin "bütünleyici bir üst dil/kavrayış içinde olmak" yerine kendisi gibi olmayan son bireyi de yok etmeye güdülendiğini hesaba katarsak, "barışçı olmak, şiddetsizliği seçmek" sevgi sözcüklerinin, duygu tomurcuklarının fayda sağlayacağından şüpheliyim ve bu pasifist "sevgi" dili, dinci-gericiliği sekonder olarak meşrulaştırdığından, müsaadenizle ben kediye kedi demeye devam edeceğim. İyi pazarlar. mh
15-02-2016 19:19 (63)
Tartışma sağlıklı bir yerden ilerlemiyor. TDK'nın aydın tanımından hareket etmeyi de doğru bulmuyorum. Müsait kelimesi TDK'nın sitesinde flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın) şeklinde tanımlanmış. Aydın kavramı aydınlanma felsefesinden gelmektedir. İslamcı gelenekte Aydın kavramı kullanılmaz, Alim,Pir,Şeyh,Hoca gibi kavramlar kullanılır. ç.
15-02-2016 19:19 (64)
Gericilik,ilericilik kavramları ise modernizmle birlikte yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Determinist,pozitivist anlamda bir ilerlemeden söz edemeyiz. Bu konuda doğru bulduğum,önemli eleştirilerde bulunulmuştur. Sıkıntı da burada çıkıyor. Neye göre gericilik neye göre ilericilik olduğu tanımlanmalıdır. Muhafazakar, sınıfsal ilişkilerin değişmemesini savunur. Bu anlamda ilerici değildir mevcut durumun değişmemesini savunur.Toplumsal cinsiyet açısından da ilericilik gericiliği tanımlayabiliriz. (Kadının geleneksel konumunun korunmasını savunanlar ile kadının toplumsal konumunun değişmesini savunanlar) ç.
16-02-2016 02:08 (65)
61-62, Sn mh, anlamamışsınız, anlamayacak gibi görünüyorsunuz. Beyhude çaba :(( Mine M.
16-02-2016 02:11 (66)
63-64,Sn ç, bir kaç husus:1-TDK'nın müsait kelimesini tanımının nesi sorunlu? "yollu" diye bir benzer sözcük de var argoda ve sözlükte. İngilizce'de de var benzer ifadeler, başka dillerde de vardır. Ayrıca, velev ki sorunlu olsun, sözlükteki tüm sözcüklerin tanımını artık yok mu sayacaksınız? Münevver=aydın, 1300'lü yıllardan beri mevcut kelimelerin halihazırda denk gelen karşılıklarının uygun biçimde kullanılmasında nasıl bir sakınca var? Eski gelenekte bazılarının isimlendirmelerinin farklı olması, günümüzün İslamcı aydınlarının oluşmasına engel değil, geçmişteki bazı şahsiyetlerin aydın kabul edilmesine de. ++
16-02-2016 02:11 (67)
Dücane Cündioğlu, Cemalnur Sargut, İhsan Eliaçık, Necip Fazıl gibi isimler bir kesim için muteber aydınlara küçük bir örnek. İlericilik de dediğiniz gibi mevcut durumun değişmesini savunma ise, Atatürk Türkiyesi'nin kadınının toplumsal durumunu değiştirmeyi hedefleyen girişimler, şeriatçılar için ilericilik. İlerici-gerici-aydın, durduğunuz yerden bağımsız kavramlar değil. Mine M
16-02-2016 11:27 (68)
Sn. Mine M, anlayan anladı da, 67'de saydığınız 4 benzemez isim örneği ve kavramları kanırtmaya çalışma azminiz, gerçekten de çabanın beyhude olduğunu gösteriyor. Neyse, Coldplay'den Confusion Never Stops dinlemeye devam ediyim ben. mh
16-02-2016 17:24 (69)
Her toplumsal değişimin ilerleme olduğunu nereden çıkardınız. Pozivist anlamda bir ilerlemeden söz edilemeyeceğinden söz etmiştim. Örneğinizden hareketle toplumsal cinsiyet açısından kadının eğitim, çalışma hayatına katılım gibi konularda ilerleme mi söz konusu sorusunu sorarım. Aydın örneklerinizden hareketle aydınlanma değerlerini modernizmi reddediyor mu sorusunu sorarım. Postmodernistlerin dediği gibi ilerici,gerici diye bir şeyin olmadığını kabul etmem. Feyerabend'ın üfürükçü ile doktoru eşitleyen anlayışını doğru bulmam. Pozivistler gibi bilimsel bilgiyi de mutlaklaştırmam. Sorgulayıcı tavır içinde olurum. ç.
16-02-2016 17:24 (70)
İlerici gerici sözcüklerini de kullanmayı tercih etmiyorum. Kaan Arslanoğlu solmetre gibi bir şey yapsa solun büyük çoğunluğu gerici çıkar. ç.
16-02-2016 21:49 (71)
Sanırım Kaan Arslanoğlu solmetre icat etmişti. Çağrı Erhan
08-03-2016 11:09 (72)
32 numaralı yorumuma selfsayteyşın yapıcam. ama odatv harbi bizi okuyo diye düşünüyorum. tesadüfse de kareası olur. alın bakın. bugün çıktı bu yazı. http://odatv.com/asci-bahcivana-bahcivan-sofore-sofor-usaga-sonra-hepsi-turkiyeye...-0803161200.html --- suriye, kuzey ırak, göçmen, ortadoğu... hisseli harikalar kumpanyası! a.y.a. erol evgin'i ve kartal kaan'ı ansss
08-03-2016 11:11 (73)
Okumazlar mı.... Eşşek gibi okuyorlar, ama daha fazla okunmasın diye tıssss.. ses çıkarmıyorlar... samimiyetsisssss K.A.
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210156
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.