Yöneticiler ve siyasetçiler için dersler–3: Demokrasi, özgürlük ve sağlık!

Yöneticiler ve siyasetçiler için dersler–3: Demokrasi, özgürlük ve sağlık!

 

Bu yazıyı okuyan birçok insanın her şeyi demokrasi ve özgürlükle ilişkilendirmemi eleştirdiğini duyar gibi oluyorum. Ancak biraz sabredilirse demokrasi ve özgürlüğün iyi bir sağlık düzeyi için ne anlama geldiğini kendimce açıklamaya çalışacağım.

Demokrasi, insanın yönetim şekli olarak, sınıfsız ve statüsüz yaşadığı binlerce yıldan sonra ulaşılabilen en ileri yönetim biçimidir. Bizim aradığımız demokrasi felsefesi, Antik Yunanın şehirlerinden kalmış ve bugüne kadar ulaşabilmiştir. Tarihte yönetici sınıflara tarım devrimi sonrasında rastlandığı söylenir. O zamana kadar, avcı, toplayıcı insan karşılaştığı sorunları kolektif anlayışla ve işbirliği içinde çözmekteydi. Yardımlaşma esas olup, henüz rekabet kavramı ile tanışılmamıştı. Ancak avcı, toplayıcı toplum olarak bugünlere ulaşmak olanaklı değildi. Bu formatta yaşamak özellikle kıtlık dönemlerinde insanın varlığını tehdit ediyor, dünya üzerinde varlığını sürdürmek isteyen insanı yeni arayışlara sürüklüyordu. Çözüm bekleyen en önemli sorun aç kalmamaktı. Tarım devrimi insanın sadece açlık sorunu çözmedi, bugüne kadar yaptığı tüm devrimlerin de itici gücü haline geldi. Yeni toplumda artık bir ürün fazlası ortaya çıkmaya başlayacak, tarım yapılan bu yeni bölgelerde köyler ve şehirler ortaya çıkacaktı. Rahipler, askerler ve devlet adamları, önce bu ürünü elde etmek için gereken meşakkatli emek faaliyetinden kendilerini azledecekler, sonra da yönetmek adıyla ürüne el koyacaklardı. Köyler, şehirler derken devlet adamları yani iktidarlar ortaya çıkacak, iktidar dinlerin gücünü arkasına alarak kendisine kutsallık atfedecek ve tanrının yeryüzündeki temsili görevini üstlenecekti. Dinler kendi hakkını gasp eden bu insanların, köle halklar üstünde, ne yaparlarsa yapsınlar kutsallık üzerinden hâkimiyet kurmalarını kolaylaştıracaklardır. Tanrıların yönetici sınıflara verdiği insanlara hükmetme hakkı binlerce yıldır devam eden iktidar otoritelerine gerekçe olmuş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Böylece günümüze kadar insan baskıcı iktidarlara boyun eğebilmiştir.

 

Bugün Batı Avrupa başta olmak üzere sınırlı sayıda ülkede görülen demokratik geleneklerin gelişmesi için de yine aynı bölgede yaşanılan sanayi devrimi ve sonrasında yaşanan gelişmeleri beklemek gerekecektir. Burada uzun uzun anlatılmayacak olan bu süreç özellikle geçen yüzyılda yaşanan iki paylaşım savaşının ardından Batı Avrupa’dan başlayarak dünyanın bazı bölgelerinde orta ve alt sınıfların söz sahibi olabildikleri demokratik yönetim biçimlerini ortaya çıkarmıştır. En azından bu bölgelerde artık kutsal yöneticiler tarihe karışmıştır. Yönetim hakkı sınırlı süreler için halk tarafından verilmektedir. Yine halkın temsilcilerinin oluşturduğu yerel ulusal meclislerde sorunlar iktidar ve muhalefet ekseninde tartışılmakta ve çözümler aranmaktadır. Binlerce yıllık iktidarların karşısında muhalefet denilen yeni bir siyasi yapı ortaya çıkmıştır. Bu yeni yapı iktidarın yaptıklarını sorgulayan ve en fazla bir seçim sonrasında hükmetme yetkisini iktidardan alma amacını taşımaktadır. Yönetimler kişilerin ve ailelerinin egemenliğinden kurtulmuş ve her an el değiştirebilir bir yapıya dönüşmüştür. Modern demokrasilerde sadece seçimler, meclis, iktidar, muhalefet yoktur. Yurttaş vardır ve sivil toplum ve meslek örgütleri, sendikalar, medya ve yargı yoluyla iktidarı ve muhalefeti denetleyebilir ve yönlendirebilir. Seçimler iktidarlara mutlak hâkimiyet vermez. Anayasalar çerçevesinde, şeffaflık, denetlenme, yargılanma ve çoğunlukla da iktidarı terk etme zorunluluğu dayatmaktadır. Bu yeni yönetim biçimlerinde artık güçlü olan kutsal yönetici ya da devlet değildir; yurttaşın kendisidir. Devlet tek tek bireylerin refahı, özgürlüğü, sosyal hakları için vardır.

 

Bu kadar sözün sağlıkla ne ilgisi var diye soranlar olacaktır.

 

Birleşmiş Milletler 1990 yılından bu yana ülkelerin gelişmeleri İnsani Gelişme İndeksi adı altında bir indeksle izlemektedir. Bu indeks, yaşam beklentilerinin, eğitimde geçirilen süre, gelir durumu gibi bağımsız değişkenlerle hesaplanıyor. Son yıllarda da eşitsizlik, kadın erkek eşitsizliği gibi değişkenler de izlenmektedir. İnsani gelişme indeksi yüksek olan on ülkeye bakıldığında Norveç, Avusturalya, İsviçre, Hollanda, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Yeni Zelanda, Kanada, Singapur ve Danimarka görülecektir. Bunlar içinde Amerika Birleşik Devletleri’ni ayrı bir yere konumlandırmak gerekecektir. Çünkü kapitalizmin sembol ülkesi haline gelen bu ülke diğerlerinden farklı olarak çelişkiler ve eşitsizliklerin de en travmatik örneklerini sunmuştur. Ancak bu konuyu tartışmak gibi bir amacımız yoktur. Diğer ülkeler için en göze çarpan farklılık sanayileşmeleri ve zenginlikleridir. Bazılarında bu zenginliğin yüzyılın ortalarına hatta sonuna kadar süren sömürge kültürü ile ilişkili olduğu da söylenebilir, doğrudur. Ancak bu durum bir noktayı görmemize engel olmamalıdır.

 

 

Bu ülkelerde yaşayan halklar, son yarım yüzyılda dünya üzerinde hiç yaşanmamış derecede özgür ve demokratik bir geleneğe ulaşmışlardır. Özellikle İskandinav ülkeleri bu konuda dünya lideri durumundadırlar. Yaklaşık yarım yüzyıldır bu ülkede dünyaya gelen beş çocuğun tamamı yetişkinlik ve yaşlılık dönemine ulaşabilmektedir. Bu ülkelerde kadınlar ve erkekler eğitim, iş, meclis temsiliyeti açısından dünyanın en ileri konumda bulunmaktadırlar. Doğal olarak sağlık haklarını da en yüksek standartta kullanmaktadırlar.

 

 

Yine bazı okurların sürekli olarak ekonomik duruma vurgu yaptıklarını duyuyorum. Ancak gelin düşünelim; Bu ülkeler ekonomik standartlarını niçin bu kadar istikrar içinde koruyabiliyorlar? Bazılarında dönem dönem koalisyon hükümetleri olmasına rağmen siyasi istikrarsızlıklar niçin yaşanmıyor? Bu ülkelerde yaşayan anne ve babalar çocuklarının geleceği için ne kadar kaygı taşıyorlar? Bu ülkelerde hiç sorun yok mu? Bu sorunlar için hangi çözüm yöntemlerini kullanıyorlar?

 

Şimdi düşünün; bu ülkelerde maden kazalarında bir anda 300 kişi hayatını kaybediyor mu? Bu ülkelerde her gün kadınlar eşleri tarafından katlediliyor mu? Bu ülkelerin bazıları enerji politikalarında nükleer ve termikten vazgeçip, yenilenebilir kaynaklara yöneliyor; neden ve nasıl? Bu ülkelerde insan hakları ihlalleri ne durumda? Bu ülkelerde okula gitmeyen kız çocuğu var mı? Gelir dağımı açısından eşitsizlikler diğerlerine kıyasla ne durumda?

 

Bu örnekleri uzatabiliriz. Ancak çıkacağımız yer aynı. Demokrasi dünyanın her yerinde farklı okunuyor. Bu farklılık insanların ihtiyaçları ve ulaştıkları yaşam standartlarında ölçülebilir uçurumlar yaratıyor. Demokratik yönetimler insanların sorunlarına çözüm üretebildikleri sürece, ekonomik, sosyal büyüme, adaletli bölüşüm, sosyal hakların iyileşmesi ve sağlık standartlarının yükselmesi gibi sonuçlar doğuruyor.

 

Aksi takdirde binlerce yıldır insanlara hükmetmiş kutsal krallar sandıktan çıkıyor. Aslında bu haliyle bakıldığında sandıktan çıkan krallar diğerlerine göre daha güçlüler. Çünkü onlar farklı olarak halk tarafından onaylanıyorlar.

 

Halen bu söylediklerinin sağlıkla ne ilgisi var diyenlere, Virchow’un şu sözle cevap vermek istiyorum:

 

“Tıp sosyal bir bilimdir ve politika geniş ölçekte uygulanan tıptan başka bir şey değildir.”

 

Sorunlarımızı ancak demokratik ve özgür ortamlarda bilimsel yöntemlerle tartışabiliriz. Aksi takdirde kendimizi Orta Çağ’da Avrupa’nın günümüzde de Orta Doğu’nun yaşadığı kaosun içinde bulmak kaçınılmazdır. Biz Tanzimat’la başlayan ve Cumhuriyet’le büyük bir ivme kazanan modernleşme süreci sayesinde yukarıdaki örneklerden daha uzaktayız. Nispeten demokratik bir tecrübemiz var. Ancak yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Üniversitelerde bile demokrasinin iyi örneklerini sunabildiğimizi söylemek zor.

 

Politikacılar eğer daha zengin, üreten, dünya ile rekabet edebilen, eğitimli, özgür ve mutlu insanların yaşadığı bir ülke yaratmak istiyorlarsa önce demokratik standartları yükseltmeleri gerekmektedir. Demokrasi yurttaşın kendi sorununa çözüm bulma kabiliyetini arttıracak ve bireylere bağlı olmayan, kendini yenileyebilen bir sistem yarattığında; ülkede sağlık sorunları başta olmak üzere birçok alanda bilimsel çözümler üretildiği de görülecektir.

 

Son olarak da bazılarının bu örneğin dışında kalan bir ülkeyi dillendirdiğini duyabiliyorum: Küba. Küba örneği bu yazının dışındadır. Batılı anlamda demokrasisi tartışılabilecek olan bu ülkede devrim önceliğini insanların refahından yana belirlemiştir ve sonuçlarını almıştır. Bu sürecin Castro’dan sonra nereye savrulacağını ise bize tarih gösterecektir.

 

Doç. Dr. Coşkun Bakar

Halk Sağlığı Uzmanı

Facebook
yorumlar ... ( 3 )
26-04-2015
27-04-2015 11:24 (1)
Doç.Dr.Coşkun Bakar,demokrasi-özgürlükler-tıp bileşenleri arasındaki bağlantıları,sâhiden son derece rasyonel ve biçimce öyle görünmese bile içerikçe de etik(ahlâki)kıymeti yüksek bir düzeyden vurgulamış.Bilindik/alışılmış (ön)yargıları,köklerinden sarsan,en uç dallarına değin silkeleyen bir sentezdir bu.Hocamızın, Virchow'dan taşıdığı Aristoteles'in"altın orta"sına eşit"Tıp sosyal bir bilimdir ve politika geniş ölçekte uygulanan tıptan başka bir şey değildir."sözünün açılımları üstünde ise kendimizi paralarcasına düşünmeliyiz.-bünyamin durali
28-04-2015 23:26 (2)
"Doğal olarak sağlık haklarını da en yüksek standartta kullanmaktadırlar." diye bir ifade var. buradaki en yüksek standardın ne olduğunu örneklerle açıklaması mümkün müdür acaba yazarın? norveç, danimarka, hollanda, singapur ve isviçre gibi 5 benzemezi sadece zengin oldukları için mi aynı başlıkta değerlendireceğiz? avustralya, yeni zelanda ve kanada'yı birbirinden ayıran özellikler nelerdir? sağlık derken kastedilen ne? bu yazıyı okuyunca aklıma bunlar geldi. saygıyla. dr. e.b.
29-04-2015 00:09 (3)
Yazar aslında "can alıcı" mevzulara değiniyor. Bu topraklar salt sonuçlarla ilgilenen zihniyete sahip; süreçleri anlama çabası yok. "... Bu ülkeler ekonomik standartlarını niçin bu kadar istikrar içinde koruyabiliyorlar? Bazılarında dönem dönem koalisyon hükümetleri olmasına rağmen siyasi istikrarsızlıklar niçin yaşanmıyor? .. Bu ülkelerde hiç sorun yok mu? Bu sorunlar için hangi çözüm yöntemlerini kullanıyorlar?" Bu ve benzeri soruların yanıtı şu; Avrupa 1200-1600 yılları arasında özerk kent sistemi içinde yaşadı; Doğu ise her yeniliği, her farklılığı boğan Merkezî İktidar despotizmi içinde. Avrupa'da "Mutlakiyetçi" Merkezî İktidarlar bu kentlerin birliği üzerinde kuruldu ki, bu gelenek nedeniyle de Mutlakiyet hiç bir zaman Doğu kadar katı olamadı. Modernizasyon da bu özerk, rekabetçi kent yönetimleri ilişkisi içinde mümkün oldu. (Bu konudaki yazılarımı Gün Zileli'nin sitesinde okuyabilirsiniz. Tamamlanması sanırım iki ay sürecek.)ogürsel
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210861
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.