AYNALARA HOŞÇAKAL

1.

Her akşam bir antipsikotik içip aynanın karşına geçiyorum. Yaklaşık yarım saat sonra, bu bazen bir saat de olabiliyordu, yüzüme bir hüzün çöküyordu. Diline kadar gelen kelimeyi söyleyemeyen bir kekemenin ıstırabı bunun yanında solda sıfır kalır, inanın. Alın ve yanak çizgilerim silikleşiyor, gözlerim büyüyüp küçülüyor, dilim hava basılmış gibi şişiyor ve sonra tuhaf kırmızı bir renk ilaçlardan mütevellit hüznümü gölgeliyordu. Düşüncelerim, duygularım, hayallerim hulasa beynimin içinde ruha ait ne varsa ortadan ikiye bölünüyordu, bunu iliklerime kadar hissediyordum, bir ağacın yıldırımla ortadan ikiye ayrılması gibiydi bu. Bu tükenişten henüz daha soluklanmadan ah o kahrolası hafakanlar korkunç bir gürültülerle gümbürdüyor, unutuşun kara bulutları üstüne çuvallanıyordu zavallı hafızamın. İlaçlar kanımda eriyip beynin kapılarından sinsice sızmaya başladığında, işte o an kendimden uzaklaştığımı iyiden iyiye hissediyordum, evham yağmurları yağıyordu bilinçaltımın çukurlarına ve bu vehimlerden neşet etmiş bir sel gittikçe kabarıyor, önüne kattığı hatıraları sürükleyip, bilincin kapılarını belki de düşünceden bile hızlı geçerek, kemikten kabında boğuyordu ruhumu.

Gözlerimdeki görüntüler iyice bulamaç olunca soruyordum kendime:  Aynanın içinde miyim yoksa dışında mı? Yürüyordum, adımlarım beynimin içindeydi, pat pat, o düşünceden bu düşünceye uğruyordum ta ki bir kuytuda pusuya yatmış hayaller yolumu kesene dek. Bu sefer de hayallerin pembemsi dünyasına dalıyordum bir daha çıkmamak üzere. Hayalle hakikatin tam ortasında, rüyalar çağırıyordu gel gel diye. Rüyalar uzun mu uzun, güzel mi güzel. Koşuyordum peşi sıra rüyaların. Takatim tükeniyordu böylece ve artık beynimin bu muğlak sokaklarında dolaşma yasağı başladığının ayırdına varıyordum. Ruhumun hapisliğinden kurtulup gövdemin kıvrımlarına sığınıyordum. Böylesi daha mı iyiydi: Hiçbir şey düşünmemek. Bu ikilemle meşgulken aynanın sisi dağılıyordu yavaş yavaş. Ve ey yolcu yolun ucu gözüktü diyordum biraz da hayıflanarak. Bu gizemi terkediş acı verse de ama yine de memnundum, ne diyebilirimki, bir başka hazzı tadıyordum böylece, çoğu insanların farkında bile olmadığı bir haz, deliliğin kadim ve kekremsi tadını.

Ama bu ilaçları yani antipsikotikleri ne düşüncemi durdursun, ne dertlerimi bitirsin, ne de uykumu düzenlesin diye alıyordum. Ruh hastası değildim ve hatta düşündüğünüzün fevkinde sağlıklıydım. Peki, niye mi alıyordum mantıkla irtibatımı koparan bu ilaçları.

“Onu anlayabilmek için”di cevabı.

Onun çektiği psikotik acıların mahiyetini anlamak. O insafsız acılarla kudretim ve metanetim ölçüsünde cebelleşmek. Çehresini matlaştıran o psikotik mahpusluğu hissetmek. Ruhunu bir zırh gibi saran bedeni maskenin arka planındaki kargaşayı görmek. Düşüncelerin kelime kelime bölündüğü giyotinin kıldan ince keskinliğini tecrübe etmek. Ve çaresizlikten neşet etmiş hıçkırıkların ilaç kırıntılarına çarpa çarpa sürüklendiği başkalaşım gayyalarına yuvarlanıp dibe vurmak.

Kimi geceler yaptığım şeyin doğruluğunu sorguluyordum. Başka bir yolu olmalıydı onu anlamanın, bilmediğim, varlığından haberdar olmadığım,mantıkla bağdaşan bir yolen azından. Geleceği hiç düşlemeden yalnızca o cinnet anını düşünüp kıyasıya sabretmek mesela, olabilir. Sabır her derdin ilacıydı öyle ya! Kalbim olmasa kendimi çoktan kandırmıştım. Ama kalbim beynimin mantıkla bağdaştırdığı hiçbir şeye razı olmuyordu ve her gece bahsettiğim o ilaçların insafına bırakıyordu beni, gönüllü bir denek olarak.

Bir gece, hatırladığım kadarıyla mehtaplı güzel bir geceydi, ilaçları içip aynanın karşısına geçtiğimde bana katil diye bağırdı. Sesi boğuk olmasına rağmen kararlıydı. Emin olmak için kulak kabarttım. Onu sen öldürdün katil herif, en alasından suçlusun sen, bu masum rollerini yutacağımı mı sanıyorsun diye söyleniyordu. O yani ilacı içip karşısına geçtiğim ayna bu cümleyi ruhuma tünemiş bir papağan gibi tekrarladığında dozu artırmaya başladım ve her seferinde 1 mg ekleyerek nihayetinde 8 mg kadar çıktım. Tahmin edeceğiniz üzere epey yüksek bir dozdu bu. Nerdeyse zararlı olabilecek bu doza rağmen ruhumdaki papağan bir türlü susmuyor, tüylerini sağa sola dökerek çırpınıyor, huysuzluk ediyordu. Makul bir açıklama onu teskin edebilir diye umuyordum. Bakışlarımı tam ortasına gelecek şekilde hizalayarak:  Ben katil değilim, onu ilaçların mahpusluğundan kurtarmak istiyordum sadece dedim. Boğazlanan bir hayvan gibi hırıldayarak bağırdı: Katil bunları yutacağımı mı sanıyorsun, bu yok oluşa ikimiz de şahidiz, kendini kandırsan bile beni kandıramazsın. Dayanamayıp bir tekme indirdim biraz önce bakışlarımı odakladığım yere. İki küçük cam parçası kayarak indiler aşağıya, tıpkı masum bir çocuğun yanaklarından süzülen gözyaşları gibi.

Kendimi toparlayıp aynanın kırılgan pusunda kan çanağı gözlerimi gezdirirken, onlar yani antipsikotikler bir kunduz gibi ruhumu kemiriyordu ve ben bu gönüllü yok oluşta ilaçların ve hafızamdaki son kırıntıların müsaadesi ölçüsünde onu hatırlamaya çalışıyordum.  Aynanın çatlaklarından puslu bir gölge gibi sızarak hoşça kal diyordu bana, ilaçların bu amansız mahpusluğundan kurtulana kadar hoşça kal, aynanın kırılgan pusunda kayboluyordu sonra, bir daha dönmemek üzere, bir daha hatırlanmamak üzere.

Hoşçakal canımın içi, hoşçakal cam kırıkları misali beynime saplanan hatıralar, hoşçakal.

Ahmet Cemal Çobandede

 

 

17-03-2016
Facebook
DOST SİTELER
Toplam Giriş Sayısı : 2210500
Arama

İmzasız yazı yayımlanmaz. Yazıların sorumluluğu öncelikle yazarına aittir.