Artık böyle pis şeyler görmeyeyim ben bu evde,
farkındayım her şeyin, hiçbir şey kaçmaz gözümden,
çocuk değilim artık, ayırabilirim iyiyi kötüyü.
Çok şeyler görür, çaresiz katlanırım hepsine,
koyunlarım kesilir, şarabım ve ekmeğim harcanır,
ama sizin kalabalığınızla baş edemem tek başıma.
Gözüm Yves Saint Laurent’in “Parisienne” parfümünün reklam panosuna takılıyor. Eyfel Kulesi’ni arkasına alan, göğsünün üzerinde eliyle beyaz bir gülü tutan, dudakları aralanmış sarışın güzel kadının endamına dalıyor bakışlarım. Parisli olmayı bilmem, ama ömrümün altı yılını bıraktığım iflah olmaz
Qait Körfezi’ndeki surlardan bakarken bu dizeleri döküyorum Akdeniz’e. Hani karşı kıyıda ülkem. Orada kaç aydır görmediğim kızım. Kavafis de gelir miydi bu kaleye? Karşıda yanyana onun iki ülkesi. Benim aklım Kasımpaşa’ya gidiyor, Beyoğlu’na, Taksim’e. O Fener’i mi
bir buçuk milyonluk şehirde kimin haberi var? resmi heyetler geliyor; görüşmeler sürüyor; krallar ve kraliçeleri, prensleriyle saraylarında ünlü konuklarını ağırlıyor; araplar evlerinden kahvelere taşınıyor; filistinliler başıboş sokaklara akın ediyor; iraklılar çoktandır dileniyor ve çerkezler sakınarak yaşıyorken bu şehirde
Hilda’nın gelişine altı ay vardı. Hamileliğinin üçüncü ayına birkaç gün eklenmişti ki Sima sıkıntı içinde yatağına süzüldüğünde, eşi ve yaşamının geleceği hakkında içini kemiren belirsizlik bu gece de uyku tutmayacağını ona hatırlatıyordu. Tanrı’dan biraz uyuyabilmeyi ve sadece güzel
11 Ağustos günü, saat 23.30’du. Kendimi Heliopolis’teki Shereton (Yeni adıyla Fairmont) Oteli’nin lobisinde buldum. Sanki kaybedilmiştim. Hükümsüzdüm. Lobinin barında ilk Sakkara biramı ısmarladığımda, küçücük bir gazete ilanını andırıyordum. Kimse fark edemezdi.
Havaalanına beş dakika mesafedeydi otel