Zaman geçmişse harfler şimdinin kalır mı?

Zaman geçmişse harfler şimdinin kalır mı?

Koleksiyoncu, daha eski bir zamanda ve uzakta bir yerde olduğunu

düşünmekle kalmaz; daha iyi bir dünyada olduğunu da düşler.

Orada insanların gündelik yaşantılarını kolaylaştıracak şeyler yoktur ama

nesneler de bir işe yarıyor olma zorunluluğundan kurtulmuşlardır.

Walter Benjamin

 

 

Kurtulmuşlardır ve kişilik kazanmışlardır.

 

***

 

Dolmakalemseverler “klasik” kalemlere tutkuyla bağlıdır. Dikkat edilirse kalemler için kullandığımız “eski” nitelemesini burada kullanamadım; (Bu da tutkunun derecesinin bir göstergesi olarak düşünülebilir.) bir film, bir roman, bir şiir, bir resim için genelde kullandığımız bir nitelemeyi tercih ettim. Kullanamadım; çünkü dolmakalem tutkunları için “eski” bir dolmakalem yoktur. Hatta dolum sistemindeki giderilebilir arıza, kapak kenarındaki hafif çatlak... Hepsi o kalemin öyküsü karşısında aşılabilecek küçük sorunlardır.

 

Evet; öykü, dedim ve onların öykülerinin hemen hiçbirini bilmeyiz. En azından ben kendi adıma söylersem, onların öykülerinin izini sürebildiğimiz sürece o öyküleri kendimizin de kılabiliriz, ama o izi süremiyorsak onlara yeni öyküler anlatmamızın değeri de bambaşkadır.  (Öyle ya, öykü onlarla yazılmaz hep, onlara da öykü yazılır.) Bu öyküler o kalemi bizim kılmaz sadece, bir ruh da üfler. Yeni; ama anlatılmışlığıyla da kadim bir ruhtur bu.

 

1930'lu yıllardan yapılmış küçücük bir Japon kalemini düşünelim. İkinci Dünya Savaşı çıkmamış, Hiroşima ve Nagazaki'de atom bombalarıyla insanlar yakılmamış... İki kentte de gök hâlâ mavi... O mavi göğün altında küçücük bir atölye ve atölyede bir dolmakalem ustası, bu satırları yazdığım dolmakalemin ucunu damağına doğru bastırıyor. Gözünü kısıyor ve uca bakıyor... Şimdi benim yaptığım gibi bir kâğıt çekmiş olmalı önüne.  -O kâğıt elbette benim önümdeki yapay, sentetik kâğıtlardan değil.-  Ucu hafifçe bastırarak bir harf çizmeye başlıyor. -Çizdiği harfin hangisi olduğunu bilebilsem keşke.- Harfin ortalarına doğru ucu biraz bastırıyor, uç açılıyor, mürekkep biraz daha akıyor kâğıda, sonra yine elini hafifletiyor, uç toplanıyor, harf tamamlanıyor. Bir an için ince, kuru parmaklarını parmaklarımın üzerinde görüyorum. Harfi yapmaya başlamasının üzerinden seksen yıl mı geçti, o küçük dolmakalem atölyesinde başladığı harf, şimdi masamda tamamlanıyor. Defterimde harfin yarısı geçmiş, yarısı şimdi. Zamanın akışı üzeri eski bir mürekkeple çizilmiş saatte durup kalmış öylece. Parmaklarımın yandığını hissediyorum. Güzelce yaptığı bu Japon harfini merak ediyorum, internete “Japon alfabesi” yazıyorum, yüreğinin burkulduğunu hissediyorum ustanın, bir önemi var mı diyerek bakıyor sanki bana. Anlıyorum ve yazdığımı kolaycacık ekrandan siliyorum, harfe, kâğıda, mürekkebe dönüyorum...

 

Bana anlattığına göre Big Ben de Danimarka'da 1930'lu yıllarda dünyaya gelmiş. İkinci Dünya Savaşı'ndan önce, dünyanın öteki ucundaki Japon kardeşiyle akran... (Masamda bazen fısıltıyla söyleştiklerini duyarım. (Çoğunlukla ikisini birden mürekkepliyorum, masayı kuruyoruz, defterde buluşuyoruz.) Big Ben, Japon kardeşi gibi küçük bir atölyenin değil, o dönem Danimarka'nın en önemli kalem üreticilerinden biri olan The Benzon Pen fabrikasında, Danimarka orta sınıfı için üretilmiş bir kalem olduğunu söyledi bana. Yeşil ve siyah gövdesi pırıl pırıl... (Big Ben kalemlerinin gövdesi böyle ışıl ışıldır. Nedenini bilemiyorum.) Onun da ucu yumuşak ve orta kalınlıkta. Orijinal ucuyla kalmış az sayıda kalem gördüm ve esnekliği, ıslak yazımıyla Japon kardeşinden hiç aşağı kalmıyor. Kendini biraz beğeniyor ve övünüyor; ama ait olduğu sınıfın terbiyesinden de ayrılmak istemiyor hiçbir zaman. Her cümleyi sırtlayıp kâğıda dizi dizi dizebileceğini biliyor ve alçakgönüllüğünü çalışırken elden bırakmıyor. Sessiz övünüsü, bu övünüyü nazikçe göstermesi de emekçiliğinden kaynaklanıyor elbet. Birlikte bir harf yazdık bir gün: “æ” A harfini e gibi söylüyordu. Söz ve yazıyı karıştırmayı seviyordu, ben de öyle. “Eski bir harf bu”, dedim. “Danca bir 'cümle' kadar, dedi. Özlemişti, anladım.

 

Bir gece yine böyle üç kişi sohbet ediyoruz, uç esneklikleri yüzünden iddiaya girdiler; hakem oldum, denedim, karar veremedim. Big Ben bana biraz gönül koydu. Mürekkebi vakumlu bir mekanizmayla (buton filler) çekiyor ve çok alıyor. İyi içiyor. Ucunda ve klipsinde adı yazıyor. Big Ben'in yazım şekliyle de ayrıca övündüğünü duydum bir gün; ben de beğeniyorum, demiştim de yeşilleri daha bir parladıydı.

 

***

 

“Bilgisayarlarımız web aracılığıyla dünyaya bağlıyken, her an her yerde birileriyle bu olanakla sürekli iletişim halindeyken odamızın, masamızın başında yalnız mıyız,” diye soruyordu Ben Agger “Sanal Bellek” kitabında. Bu soru web'in daha ilk yıllarında sorulmuştu. Bugünse odalardan, masalardan çıktı; ellerindeki, ceplerindeki telefonlarda bile dünyaya bağlı bir insanlık var.

 

O gün cebime Japon ustayı koymuş, yola çıkmış, metrobüste gidiyorduk. Önümüzdeki kişi, iki saniyede bir telefonun ekranına bakıyordu. Telefonu kaldırıyor, ekranına bakıyor, indiriyordu; sonra  yine bakıyordu. Cebimden ustanın fısıldadığını duydum: “Bu kadar beklediği nedir acaba” diye soruyordu. Duymazlığa geldim. Aklım bir gece önce yapmaya başladığımız ama tamamlayamadığımız o yarım Japonca harfte kalmıştı.

Nihat Ateş


  • Nihat Ateş

    Nihat Ateş 07.07.2016

    Çok teşekkür ederim Serkan Kardeşim... Sevgiyle

  • Serkan yılmaz 78/1 santralci

    Serkan yılmaz 78/1 santralci 06.07.2016

    Nihat abi emeğine yüreğine sağlık selamlar abime.

  • Nihat Ateş

    Nihat Ateş 05.07.2016

    Çok teşekkür ederim Recep Çavuşum:)) Sevgiler, selamlar...

  • Recep Sandık

    Recep Sandık 05.07.2016

    Nihat abi yüreğine sağlık 77/1

  • Nihat Ateş

    Nihat Ateş 04.06.2016

    Dediğiniz gibi Sevgili Elif Firuzi; kalemlere, hikâyeleri bize yaklaştırdıkları için ve kendi hikâyeleri için tutkunuz. Bir vesile işte:)) İçimize bir "ruh üflemesi" de bundan. İnsülini ise hiç düşünmemiştim... O zaman formül şöyle: Kalemler ruh, telefonlar insülin iğnesi:)) Sevgiler.

  • ELİF FİRUZİ

    ELİF FİRUZİ 03.06.2016

    Merhabalar, Siteye gelip gittikçe bir görsel albümüne düşmüşüm gibi kafam karışıyor. Bu sadece bana ait bir his mi acaba... Demek istediğim şu; İnsanBU gibi yazma ve düşünme ağırlıklı bir sitede ana sayfadaki görsel-yazı orantısı bana ters geliyor. ‘Görsel tıklatır’a teslim mi oluyoruz ?.. Eski insanBU kimi zaman fazlasıyla kırmızı-siyah keskinliğindeydi belki, ama görsel ve yazı orantısı şimdiki instagram tadından daha iyiydi bence (there I said it!). Bu yazıyı 7 Mayıs'ta yollamıştım az önce yeniden yolladım ama sanırım bu sorun devam ediyor. Sanırım yazılardan bağımsız bir yorum, öneri, link, haber gibi 'sıcak' bir sayfaya ihtiyaç var, yoksa ben bu yorumu çok ilgisiz bir şekilde buradaki yazının altına (yeniden) eklemek zorunda kalıyorum. Veya ben sık uğramadığım için tam çözemedim formatı...Kolay gelsin, iyilikle.

  • ELİF FİRUZİ

    ELİF FİRUZİ 03.06.2016

    Bu devirde iki dolmakalemle masa kurmak ve yeşilleri parlatmak nereden çıktı allasen? Yazar önce kalemine bir ruh üflerse kimbilir o kalem neler yazar...Hikayelerin içimizden geçen bir patikaya veya bir nehre dönüşmesi onun nasıl, ne koşulda yazıldığı kadar küçük ayrıntıların kıymetinde de saklı değil midir?.. Bir cümle kadar eski harfler belki ve ancak ayrıntılardaki itinayla düşebilir kağıda. Dolmakalem tutkunu değilim ama hikayelerin ve hikayelerin içindeki inceliklerin insanı sanata yaklaştırdığını biliyorum, kaldıki bu kalemler tam bir ince işçilik ürünü ve yazanın eline ruh üfleme sihrine kabil-i imkan verebiliyorlar (gülümseme). Kalemlerinizle uzun ömürlü ve keyifli sohbetler diliyorum size Sevgili Ateş, yazı için teşekkürler. Son not: İnsanların cep telefonlarından bekledikleri şey belki de acil bir insülin iğnesidir..

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.