Deneme
Düğün, Şampiyonluk ve Ölüm

Sıkışık bir haftasonunu geride bıraktık. Gülenler ve ağlayanlar her zaman olduğu üzere kesin çizgilerler ayrıldı birbirinden. Pek tabii aklımızı sarsacak, bizi heyecanlandıracak ve üzüntüye boğacak şeyler yaşandı.
Düğün
Aklımızın sarsılmasıyla başlayalım. Cumhurbaşkanının kızı Sümeyye Erdoğan evlendi sade süsü verilmiş şaşaalı bir nikâh töreniyle. Şaşaayı nerden mi biçiyorum? Ertesi gün yandaş basının amiral gemisi Yenişafak düğünü sürmanşetten "düşman çatlatan düğün" diye verdi. "Düşman çatlatmak" kıskançlığa düşürmek biçiminde kullanılır ve övünç anlamı taşır. Bir düğünün övünülecek 'başarısı' sanırım imzaların firesiz atılması değil güç gösterisine dönüşebilmesidir. Neyse ki bu durumu bu sürmanşet olmasa da anlayabildik çok şükür.
Aklımızı sarsan, dudaklar uçuklatan bir fotoğraf cumartesimizi ve ülkemizi özetliyordu adeta. Sokağa beyaz brandalar gerilmiş, her iki tarafına da polisler ve özel korumalar sıralanmış... Halk paravanın yanından şaşkın şaşkın yürüyor! Aklımız brandalara sarılıp sarmalandı böylece.
Güvenlik güç gösterisinin olmazsa olmaz bir parçasıydı, kuş uçurtulmadı, ayrıca siyasi yarılma dedikodularına masanın şahit tarafından cevap verildi. Davutoğlu gelinin mutluluğuna şahit oluyordu! Ya da "biz kavga edemeyiz aynı gemideyiz" düşüncesinin zihinlere yerleşmesine. Bu verilmek istenen fotoğraftı, öte yandan genelkurmay başkanının şahitliği fotoğrafı tamamlıyordu. Evdeki hesap çarşıya uymadı akıllarda kalan brandalı fotoğraf oldu. Yoksullar, brandanın ardında, polis nezaretinde evine kimlik ve ikamet kontrolüyle ulaşabilirken sade süsü verilmiş tören şaşaalı ve bol şahitli bir biçimde sürdü, sona erdi.
Şampiyonluk ve ölüm
Pazar akşamı ise Beşiktaş taraftarı İstanbul'un her yerini sarmış, atkısını bayrağını kapan sokağa dökülmüş, bol kornalı konvoylar oluşturarak meşaleli alaylar halinde yolları kapatmıştı. Şampiyonluk doyasıya kutlanıyordu. Beşiktaş yıllar sonra bileğinin hakkıyla ermişti bu başarıya, her ne kadar kulüp başkanı takımı saraya bağlamak için çırpınsa da yeni stadı inşa edilirken senelerdir sürgün oynamanın acısını çıkarıyordu taraftar, başkanla aynı fikri ve boyun eğikliği, yalvar yakar vaziyeti paylaşmıyordu. Ayrıca Çarşı'nın Gezi'den beri tırmanışa geçen gazı vardı. Beşiktaş Köyiçi yanıyordu, renkten renge kırmızıdan yeşile bir cümbüş alevi alıyordu gözleri.
Bir haber okudum, Beşiktaş taraftarı Toma'yla diyaloga girmiş! Karşılılıklı tezahürat yapılmış. Anlayacağınız Toma siyah demiş, bizimkiler beyaz ya da tam tersi...
Bu durumu düşünüyordum, bu davranış ne kadar doğru? Aklıma birkaç yıl önce Van'da yaşanan bir olay geldi. Bir toma çukura düşüyor, göstericilerin yardımıyla çıkarılıyordu. Sonra karşılıklı taşlamalar ve su sıkmalar sürüyordu. Çok değil birkaç yıl önce içimizde mizah vardı, her şeye rağmen gülüp eğleniyorduk.
Ya şimdi?
Şimdi katlediliyoruz. Düpedüz, ünlemsiz katlediliyoruz. Alıştık ölüme, ölümlere... Ortadoğu ülkesi olduğumuz hatırlatıldı yahut empoze edildi. İnsan komşusunun acısına kayıtsızlaştırıldı. Bir kutuplaşma aranacaksa ilkin burada aranmalı. Ortada senin-benim ölü'm meselesi yok. Ortada sahipsiz ölüler var ve ölüleri sahipsiz bırakan 'büyük insanlık'
Bu sahipsiz ölülerden sonuncusu şampiyonluk kutlanan saatlerde Gazi Mahallesi'nde vuruldu. Polis bir eyleme müdahale ediyordu. Biliyorsunuz, iki yıl önce Okmeydanı Cemevi bahçesinde Uğur Kurt adlı vatandaş katıldığı bir cenazede, polis silahından ateşlenen kurşunla katledilmişti. Bu kez iki aylık bebek annesi Pınar Gemsiz evinin balkonunda kurşunlara hedef oldu.
Bir tarafta Beşiktaş'lılar 'coşkun akan bir sel' gibi seyahat özgürlüğünü kullanırken, zafer sarhoşluğuyla kendinden geçerken Gazi Mahallesi'nde genç bir kadın evinin balkonuna çıkma özgürlüğünü kullanamadı. Suçu neydi? Gazi Mahallesi'nde ikamet etmesi dışında bir kusuru bulunabilir miydi?
Afyonun perdelediği tezatlar sonumuzu mu getirecek?
Bu ne acı bir tezattır! Siz kornalarınıza basıp geçerken bir kadın balkonda canını teslim ediyor. Siz gollere seviniyorsunuz kadının yakınları hastane önünde ağıtlar yakıyor, iki aylık bebeği ağlıyor.
Ajitasyon yapmıyorum, bu tezat canımı yakıyor, can acısıyla konuşuyorum. Bu suskunluk derine işliyor, oydukça oyuyor namussuz! Pınar Gemsiz'in mahallesi hepimizin mahallesidir. Bu olayın bir benzerinin yarın 'mahallemiz'de yaşanmayacağının garantisi var mıdır? Can korkusuna kapılmaksızın balkona dahi çıkılamayan bir ülkede şampiyonluk kutlamak ne kadar gerçekçidir?
Futbolun yarattığı güruh psikolojisiyle bir deşarj alanı açtığı, vatandaşın taraftar kimliğiyle, çimlerde yürümeden, çimlerde top koşturanlar üzerinden negatif elektriğini attığı muhakkak; bu yönüyle futbolun uyuşturucu vasfı tartışılmaz.
Tartışmayı belki de yanlış yerde arıyoruz, çarçabuk gaza geliyoruz. Bir yaşam savaşı verdiğimizi unutuyor, dahası unutmak istiyoruz. Fakat aynı yaşam savaşı bir yerlerde sürüyor, balkonlarda sürüyor. Balkonuna çıkamadığımız bir yaşamın sahte sokaklarında turluyor gibiyiz! Jim Carrey'in başrol oynadığı Truman Şov'u kendimize ve yakın çevremize uyarlamışız sanki. Gittikçe yalnızlaşmış, acılara kapanmışız; evlerimizdeyiz, sımsıkı çekmişiz perdelerimizi. Işık sızmıyor buna karşın kurşun adres sormayabiliyor, çatkapı ziyarete gelebiliyor.
Sokakta yürüsek bile, çimlerde koşsak bile, pikniğe de gitsek evlerimizdeyiz. Sahte bir ufuk çizgisine hapsolmuşuz ve bu izole yaşama tutunma uğraşı veriyoruz.
Ne acı! İnsanlar o yaşama tutunamıyorlar. Pınar Gemsiz tutunamadı!
Ne zaman yaşadığımızın farkına varacağız?
Ölünce mi?
Haydar Ali Albayrak
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Miyase Aytaç Yılmaz 21.05.2016
Merhaba; Topluluğuz da ondan. Toplum olsaydık yani ortak bir kültürün taşıyıcıları, sahipleri, emanetçileri; yüzümüzü acılarımıza çevirebilirdik başka yere değil. Toplum ağlar, toplum sevinir, toplum kültürlenir, toplum değiştirir; gerçekse. Topluluk ise kabaca toplanır işte. Gün ne diyorsa o da onu der; ya ya şa şa. Olmadı başkan sen yaşa. Haklısınız Albayrak, hem de çok; nereye gidersek gidelim EVDEYİZ. Evimizin karanlığı batsın. Bir yakınımızı kaybettikten sonra bir düğüne katılmak zorunda kalıyoruz elbette. Ama yasımızı inkar etmeden. Yüzümüzü başka yere çevirmeden. Mahalle mahalledir incelikler. Her ölen hayvan olur ama her ne hikmetse mahalleye göre edilir yaslar ya da edilmez. Çünkü en fazla topluluğuzdur; eş dost akraba. Toplum olsaydık sorumluluğumuzun ne olduğunu sorardık; en çok da utanırdık. Öldürdüğümüz için tabii. Doğum, ölüm; arada büyük bir DÜĞÜN. Bu topluluktan biri olduğum için utanıyorum. Kurtulacağım. Evet; ÖLÜNCE...
Kaan Arslanoğlu 21.05.2016
Futbola gelince. 20’li yaş altında üstündeyken çocukluğumdaki fanatikliğime karşın futbol düşmanı olmuştum. Bunca önemli siyasi işler yapılırken büyük bir güruhun maç muhabbeti yapmasına sinir olurdum. Sonra 12 Eylül faşizmi ezdi geçti solu. Cezaevlerindeki devrimcilerin en büyük eğlencesi ne oldu biliyor musunuz? Futbol oynamak ve takım konuşmak… Büyük lokma yememek lazım hiçbir zaman. Her şeyin abartısı kötü. Futbolun da siyasetin de… Fazla futbolculuk ne kadar çiğlik yaratırsa fazla siyaset de aşırı kaçmış tuz gibi kendini dışa vurur, tadı fena halde bozar. Bu yazı için demiyorum. Genel bir naçizane uyarı anlamında.
Kaan Arslanoğlu 21.05.2016
Ölümler karşısında duyarlılığımızı sorgulayan, artırmaya çalışan bir yazı. Fakat bence biraz dar siyasi perspektifli ve fazla tarafgir (angaje) bir bakış değil mi? Değerli Haydar Ali Albayrak’a sorularım: Bir yakınımızı kaybettikten birkaç gün içinde bir düğüne katılmak durumunda kalmıyor muyuz hepimiz? Bizzat kendi ailemizin düğünü bir komşunun, bir akrabamızın ölümüne denk gelmiyor mu? Bu ülkede doğrudan insan keyfiyetinden kaynaklı trafik kazalarında terörden daha fazla insan ölmüyor mu? Ya iş kazalarında? İş kazasında birkaç işçinin her gün öldüğü bir ülkede aynı gün solcular bayram yapıp halay çekmiyor mu? Bunlar önlenmesi imkansız bazen de gereksiz insani durumlar değil mi on binlerce yıldır? Birileri hergün PKK kurşunuyla şehitler verilirken düğün mü yapılır diye bağırsa mesela. İyi ki şimdilik onlar öyle demiyor daha. Buna faşistlik diye bir alay küfür etmez mi malum “solcular”?