Deneme
Uzatmaları Oynamak

Yaşadığım köy Çanakkale ilinin Bayramiç ilçesi Yiğitler nahiyesine bağlı bir orman – dağ köyü. Anlatılanlara göre bölgedeki yerleşimlerin çoğu 1800’lü yılların ikinci yarısına dayanıyor. Osmanlı hükumeti bu dönemde “göçerliği” yasaklıyor ve göçer Türkmen kabile – aşiretlerine bulundukları yere yerleşme zorunluluğu getiriyor. Kaz dağlarının kuzeyindeki yerleşimlerin çoğunun öyküsü böyle.
Daha sonraki yıllarda Osmanlı balkanlarda toprak yitirdikçe bölgeye yeni göçmenler geliyor. Bunlar da kendi köylerini kurmaya başlıyorlar. Diğer yandan denize yakın bölgelerde yerleşik bir Rum nüfus olduğu söyleniyor fakat bugün bundan eser kalmamış. Bölgenin “yerli” diyebileceğimiz tek etnik grubu Kaz dağlarının batısındaki Roman ahali. Muhtemelen Romanlar da göçmen.
Benim köye gelişime kürsü başkanı vesile oldu. 8 yıl kadar oluyor. Önce onun hikayesi:
10 küsur yıl önce hocanın tesadüfen gözüne bir ilan ilişiyor. 40 dönüm arazi çok komik bir fiyata satılık. Önce ilandaki rakamın yanlış olduğunu düşünse de, üşenmeyip bir telefon açıyor. Rakamın doğru olduğu anlaşılınca babasıyla birlikte köye gidip 40 dönüm arazinin yanında yine 1 dönüm kadar bahçe içinde bir taş ev satın alıyorlar. Hepsi 10 bin lira kadar bir paraya mal oluyor.
Ben kürsüde göreve başladığımda arada köyün sözü geçerdi. Bir tatilde hoca beni de köye davet etti. Köy Kaz dağlarının eteklerinde, oksijeni bol, sözcüğün tam anlamıyla bakir kalmış nadir köylerden biri. Dolaşırken şurası satılık dediler. Köyün ovaya hakim bir yerinde 3 dönüm bahçe içinde 2 katlı bir taş ev. Fiyatı 15 bin TL. O zamanki parayla 2,5 aylık gelirim kadar. Gerçi “geçen sene gelsen 5 bine alırdın, İstanbullular gelince (benim hocamı kastediyorlar) buralarda fiyatlar fırladı” dediler, fakat neticede 15 bin liraya ne alınabilirdi ki?
Sonraki yıllar yaz tatillerimi köyde geçirmeye başladım. Kısa süreler kalsam da giderek köyü ve köylüyü daha çok tanıdım. Uzun yıllar bölgenin en büyük köyü iken, ben evi aldığımda köy 70 haneye düşmüştü. AKP hükumetinin köy okullarını kapatması nedeniyle çocuğu olan aileler ilçeye veya Çanakkale’ye göçmüş, köyde yalnızca göç edemeyecek kadar yoksul birkaç çocuklu aile kalmıştı. O sıralarda bir seçim oldu ve 130 nüfuslu köyde 100’ün üzerinde seçmen olduğu ortaya çıktı. Yani ben köye geldiğimde köyün yaş ortalaması zaten 50 civarıydı.
Bu yıl emekli olunca köye tamamen yerleşmeye karar verdim. Bu sayede köyde ve köylüyle daha çok zaman geçirmeye başladım. Geçen 8 yıl içinde köyde oturulan hane sayısı 40’a inmiş, ölenler ve göç edenler olmuş, nüfus da 100’ün altına düşmüş ve daha da yaşlanmıştı. Şu anda “ortalama” yaşın 60 üzerinde olduğunu sanıyorum. Köyde ufak tefek tamirat işlerini yapan Bekir “usta” 55 yaşında ve kendisi için “genç” diyorlar.
Artık köyün ve bölgedeki birçok köyün “uzatmaları” oynamaya başladığını anladım. Gerçi benden sonra da birkaç İstanbullu köyden yer aldı fakat hocam dahil hiçbirinin köye yerleşmeye niyeti yok. Hatta çoğu köye yılda bir kez dahi gelmiyor. Diğer yandan hayatın acımasız gerçekleri var: insanlar yaşlanıyor ve ömür sınırlı. Elbette kimin ne zaman öleceğini kimse bilemez fakat köy kahvesine söyle bir bakıldığında 70 yaş üzerindekilerin önlerinde çok uzun zaman kalmadığı da açıkça görülebiliyor.
Artık doğumların pek olmadığı, yılda belki birkaç düğün olan ve evlenenlerin de hemen hepsinin köyden göçtüğü bölgede “ölümler” ağır basıyor ve bölgedeki yerleşimi açıkça tehdit ediyor. Bu durum bende garip duygular uyandırıyor: bir uygarlığın tarihe karışmasına “canlı yayında” tanık olmak. 10 bilemediniz 20 sene sonra bugün konuştuğum insanların belki çoğu ölmüş olacaklar.
Köye ilk geldiğim yıllarda köyde yalnız yaşayan biri ölmüştü. Evi hocamın evine çok yakın olduğundan sabah bir çığlık duymuştuk. Sonra birkaç kişi eve girip cesedi aldılar ve camiye götürdüler. Aynı gün öğle namazında cenaze kaldırılmıştı. Bu arada muhtar mezarlığa birkaç kişi gönderip kazdırmış. Ceset namazdan sonra hemen gömülmüş ve köy gündelik yaşamına hiçbir şey olmamış gibi devam etmişti.
Geçen hafta köyde ekmek satan bir kadının evine giderken, ölen kişinin evinin önünden geçtim. 6 – 7 yıldır kapalı olan ev artık çökmeye başlamıştı. Zaten köy bunun gibi çökmüş evlerle doluydu. İnsanlar ölüyor, çoktan köyden göçmüş çocukları ve yakınları bir daha köye uğramayınca evler bakımsızlıktan harabeye dönüyor ve yıkılmaya başlıyordu.
Hepimiz ölümlüyüz ve etrafımızdaki yerleşimlerin hiçbiri sonsuza kadar yaşamayacak. Bunu çok iyi bilmemize rağmen, yaşadığınız yerdeki insanların kısa bir süre sonra öleceğini ve bugün önünden geçtiğiniz evlerin 10 – 15 sene sonra harabe olacağını ve belki de artık köyün sizin için de yaşanamaz bir hal alacağını bilerek köyde dolaşmak çok zor. Nitekim şimdiden etrafta böyle “hayalet” köyler var, hatta biri benim köye kuş uçuşu 3 – 4 kilometre mesafede. Bölgede 150 yıl kadar önce padişah fermanıyla başlayan “yerleşik” yaşam artık uzatmaları oynuyor.
Acaba 20 – 30 yıl sonra insanlar, bugün Fethiye’deki Kayaköy’ü gezer gibi benim köyüme de gelir mi? Benim bahçeme girip, çocuklarına evin yanındaki kerpiç ocak kalıntısını göstererek, “bak oğlum/kızım, eskiden burada ekmek yapıyorlardı” derler mi?
Akif Akalın
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Melahat Sönmez 01.07.2016
Tükenişe, adım adım ölüme gidişe "canlı yayında" tanıklık etmiş gibi oldum ben de. Elbette pek çok çağrışımla birlikte... Yazarın kalemine sağlık.
Davut RESNELİ 30.06.2016
Akif Bey keşke bu dünyadan göçmeden yeni nesile bir katkı bırakabilseniz.Nasılsa kaybedecek pek birşeyiniz yok hem bu sayede köyünüzde ölümsüzleşirdi,insanlık tarihi boyunca hep yaşardı.
İlknur Arslanoğlu 30.06.2016
Burada böyle güzel yazıları okuyup "derun" düşünceler döktürmeye de hazırlıklı olmayınca ama sessiz kalmak da istemeyince keşke burada da beğen butonu olsa diye düşünüyorum. Okudum, sevdim. Dayan Akif, biz ziyaretine gelmeden sakın terk etme :)