Deneme
Toplumları Değiştirenler.. Muhammed Ali’nin Düşündürdükleri.. Savaş, Barış, Soykırım ve Başka Şeyler…

BATI SAVAŞ SİSTEMİNİ ANLAMAK
Batılıların savaş konusundaki üstünlükleri açıktır. Çok ince ve uzun vadeli, genellikle de dolaylıdır. Şimdilerde Çinlilerin de bu şekilde çalıştıkları anlaşılıyor. Tabii, bunun için kurumsallaşma ve istikrar gerekir. Planları hazırlayanlar emekli olur, yeni gelenler planların üzerinde çalışır, daha sonraki nesiller bunları sürdürür. Bu konuda dünyada kimse İngilizlerin eline su dökemezdi. Şimdi Amerikalılar onları geçti. Ama onların da işleri yüzlerine gözlerine bulaştırdıkları olur. Buna rağmen çok dert etmezler. Sonuçta onlar Amerika'dır, takmazlar. Yalanları ortaya çıkmışsa ne olacak yani. Irak'taki kitle imha silahları fiyaskosu veya Tonkin Körfezi olayının hesabını soracak olan mı var? İpinde olmaz.
Bir operasyon hazırlığı birçok klasörden oluşur. İlk klasör politika amaçlarıyla, ittifaklarla, diplomasiyle vs. ilgilidir. İkinci klasör askeri operasyonlarla, harekat, hazırlık, lojistik, üsler vs. ile ilgilidir. Sabotaj ve "beşinci kol" faaliyetleri de bu meyandadır. Üçüncü ve çoğu zaman en çok dosya içeren en kalın klasör aldatma operasyonları ve bazen "psikolojik harp" da denilen işlerle ilgilidir. Bunların yanı sıra işgal yönetimi, asayiş, mali işler, sivil uzmanlar, yerli ahali ile ilişkiler, komşu ülkeler, ilişki kurulacak ve tasfiye edilecek kişiler, işbirlikçiler, dini liderler, gazeteler, basın, TV, silahlandırılacak yerel güçler, beslenme, altyapı, ulaştırma vs. işleri ve istihdam edilecek muhtemel kadrolar için de en azından plan düzeyinde çalışma yapılır. Bunlarda başarılı olunmasa bile, hazırlıklı olmaları alternatif planlar üretmelerini kolaylaştırır.
Merak ediyorum.
Acaba, içimizde ve yanı başımızda tüm bu faaliyetler sürerken, bunları izlemesi ve hepsini hesaba katarak ona göre yol çizmesi gereken kurumlarımızın, "ittifaklar çerçevesinde" hareket alanı ne kadardır. Ne kadar takip, tepki ve baskıyı göğüsleyebilmektedir. Ne kadar insiyatif kullanabilmektedir. Dolaylı olarak bazı çıkarsamalar yapılabilir belki, ama bazı şeyleri şayet öğrenebileceksek, bunun en azından bir süre sonra gerçekleşeceğini söyleyebiliriz.
Buu arada lütfen birileri çıkıp da "bağımlı ülkeyiz, zaten her şeyimizi biliyorlar" diye ahkam kesmesin. Her ülkenin bir insiyatif alanı vardır. Ne kadar olduğu, nasıl kullanılacağı yöneticilerin basiretine bağlıdır.
Ne de kolay
İTHAM!
İlkokulda iken bir hikaye okumuştum. Yaşlı büyük balık, küçüklerine oltadan, ağdan, sepetten, tuzaktan kurtulma yöntemlerini anlatırken birden yukarıdan tepelerine bir serpme iner. Küçük balık sorar: "Şimdi ne yapacağız?" Yaşlı balık son anlarında umutsuz, "işte bunun bir çaresi yoktur" der. Belki biraz farklıdır ama aklımda kalan böyle.
Bizim için de böyle bir durum var.
Birçok şeyin çaresini bulabiliriz amma,
Küçük hesapçılık ve ilkelliğin çaresi yok...
Bazı konularda ahkam kesiyoruz, şöyle böyle diyoruz ama kendi aramızda dertleşiyor gibiyiz. Yaygın ilkellik batağını aşamıyoruz. Her adımda ayağımıza dolanıyorlar. İnsanlar belli bakışları ve değerleri kolay kazanmıyor. Buna karşın, aileden, çevreden, sanat ve edebiyattan ve eğitim sayesinde aldıkları değerleri unutup alçak ve işbirlikçi olanlara da sıkça rastlıyoruz. Bunlara Almanya'da filan da çok rastlandığını gidenler söylüyor. Buraya yansıyanlar da az değil. Özellikle talimatla oradan çirkinlik saçanları hep görüyoruz.
.....
30 yıldır "bu savaş bitmeyecek" diyerek her yıl doğru çıkan bir tahminde bulunuyoruz. Çünkü bitme koşulları ortada görünmüyor. Gayet objektif bir noktaya değiniyoruz ki kimse kendisini aldatmasın, barış hayallerine kapılmasın. Hemen atılıyorlar: "Sen savaş yanlısısın." Sanki biz çıkarıyoruz bu iğrenç savaşı. Hani imkan olsa kafalarını açıp birer çay kaşığı akıl koyacağız ama olmuyor işte...
Ya da örneğin, "basın ve muhalefet sorumlu olmalı, terörle arasına mesafe koymalı" diyoruz. Zıttırık herifin biri çıkıp, "sen muhalefet olmasın istiyorsun" diyor. Çünkü kafasında muhalefet terörü desteklemek anlamına geliyor. Daha kızarsa, "zaten AKP yanlısınız" diye başlıyor.
Bir başkasına "iyi bilim, kötü bilim var, ayırmasını bilmelisin" diyorsun, "sen bilim düşmanısın" diye üzerine geliyor. Herhangi bir şeyi eleştirirsen hemen birilerinin düşmanı ilan ediliyorsun.
Aslında eğitimli ilkellere pek aldırmam bunlara ama hem rahatsız edici, hem üzücü, hem de zararlı oluyorlar. Hangi topluluğa girersen gir etrafında bunlardan hiç değilse birkaç tanesi, mutlaka ortaya çıkıp canını sıkıyor. Kafaları daima kötü tarafa gidiyor, çünkü bu tür kötülük çoğunlukla küçük hesapçılıktan kaynaklanır, bu nedenle kıskanç, olumsuz, fitneci, müfteri ve itham edicidir. İçinden geçse de, prensip olarak dövemezsin. O zaman ilkellik sana kalır. Şişip kalıyorsun. Demokrasi ne zor şeymiş böyle. Ya sabır çekip duruyoruz. Ne de olsa "içselleştirememişik," tolerans eşiğimiz düşük kalmış. Bizim demokratlığımız bu kadar. Ama bomba patlatanlar makbul oluyor. Valla bir şeyler pek bi ters. Şiddet kullananı kınasan faşist diyorlar. Elli masumu öldürürsen her türlü alçak cenaze törenine geliyor. Bu ne yaa! Ama sakin olacağız değil mi. En azından öyleymiş gibi davranacağız.
.....
(Bakın burada birilerinin hakkını da teslim edelim. "YAE'cilerden ve diğer işbirlikçilerden nefret ediyorsun" diyenler var... işte onlar doğru söylüyor, ithamlarında haklıdırlar. Tabii onlar kendilerine işbirlikçi demiyor.)
.....
İlkellik ve küçük hesapçılık toplumun her kesimine eşit dağılmış gibi. Yani, toplumumuzun belki en demokratik dağılımı -trafik kazaları gibi- bu alanda görülüyor. Fakir, zengin, sağcı, solcu ayırt etmiyor. Bu arada... Fikir ayrılığı başka, ilkellik başkadır. Fikir ayrılığı ayağıyla ilkelliği gizleyemezler.
.....
Her şeyin çaresi bulunabilir ama
Küçük hesapçılık ve ilkelliğin çaresi yok..
"Demokrasi icabı,"
Kovamayız, dövemeyiz,"ikna" da edemeyiz.
Korkarlarsa bir kenara sinip ilk fırsatta tekrar çamur atarlar.
Atsan atılmaz, satsan satılmaz.
Belanın püsküllüsü.
.....
Bir yan sonuç:
Derin devlet yok, derin ilkellik var. Derin devlet şayet olsaydı, başımıza bunlar gelmezdi. Böyle rezillikler ancak derin devleti olmayan ülkelerde meydana gelir. İpini koparan, kendisini derin devlet yerine koymaya çalışır, sonuçta en azgınlardan, en komploculardan biri tepeye çıkar, diğerlerini ezer.
Düşman yaratmakla bir yere varılmaz
HER ŞEYİ YAZMIYORUZ ...
Bazı konulara girmiyoruz. Çekindiğimizden değil ama herkesi düşman ederek ya da kötü niyetlilerin propagandasını eleştiri yoluyla bile çoğaltarak bir yere varılmaz. Durumun onda birini bile yazdığımız zaman insanlar sarsılıyor veya karşı cephe oluşturuyorlar. Bazen zorluyoruz ama bir noktadan sonra fazla kırmak istemiyoruz. Her konuda hassaslıklar oluyor. İdeoloji, inanç, politika, eğitim, yönetim, etik ve daha birçok konuda kimi görüşlerimizi kendimize saklamayı yeğliyoruz, bazen de ima yoluyla anlatmaya çalışıyoruz. Anlamak isteyen anlıyor, anlamayana davul zurna az.
Toplumun bütün kesimlerinden insanlarla çok uzun süre bir arada yaşayacağız. Yazdığımız kadarıyla bile çok kişiyi gücendiriyoruz, üstelik üsluba takılanlar esas konuyu es geçiyor.
Öte yandan,
birçok kişi fi tarihinden kalma ideolojilerin en dandik yorumlarına sarılıp başkalarının önemli gördüğü her şeyi ayaklar altına alıyor. İnsanların ülkesini, inancını, mezhebini, tarihini, her şeyini aşağılıyor. Bu hem ayıp, hem de yanlış. İzan ve ayar gerekir. Biz ülkemizi sonuna kadar eleştiriyoruz ama aynı zamanda sonuna kadar savunuyoruz, çünkü ülkemiz her şeyimizdir. Keza toplumcuların sayısız hatasını objektif olarak ortaya koyup perişanlıklarının nedeni üzerinde duruyoruz ama toplumculuk ilkesini kötülemiyoruz. İnsanları kim olduklarıyla değil, ne yaptıklarıyla eleştiriyoruz.
.....
Sağda ve solda küçüklü büyüklü güçlerin siyaset sahnesinden silinmesinin en önemli nedenlerinden birisi de, varlıklarını düşman yaratmak üzerine kurmalarıdır. Bu kadar düşmanla zaten başa çıkamazsınız. Kendinizi ne sanıyorsunuz. Tarih filan da kimsenin yanında değil. Zaten, tarih bir süje de değil, bir kurmacadır. Kimsenin yanında olamaz. Ebediyen bir arada yaşayacağınız insanlarla sürekli düşmanlık mı oynayacaksınız? Uzlaşmazlık yaklaşımı tecride götürdü, hala aynı kafa. Cezası toplumdan tasfiyedir. Ve bir gün çok kuvvetli görünen siyasetler bile yarın tasfiye olur. Düşman ne kadar çoksa, tasfiye de o kadar hızlı olur. Uzlaşmayı ve destek yaratmayı bile daha uzun yaşar. 20. yy. tarihine bir bakın, hangi rejim ne kadar ayakta kalmış.
.....
Politikanın ABC'sini bile bilmeden ahkam kesmek yarı cahillere mahsus bir cürettir. Toplumun her kesimiyle diyalog kuramayan politika yapamaz. Ayrıca her sorun aynı anda gündeme getirilmez. Çatışma/uzlaşma/ileri adım/geri adım/durmak/çalışmak... hepsinin yeri gelince. Yepyeni bir dünyada, ancak bu dünyanın gerekleri yerine getirenler ayakta kalacak.
.....
Bir başka vahim örnek Ermeni olayları konusunda vicdan yalancılığı. Her iki toplumdan iyileri, kötüleri, masumları, mağdurları belirleyelim diyoruz ama olayları bütününden kopartıp bir zulüm hikayesine dönüştürüyorlar. İş itham/inkar temelinde gelişmeseydi şimdi çok yol almış olurduk. Atalarımız 1915 yılında, aynı anda İngiltere, Fransa ve Rusya ile savaşırken ve Çanakkale'de ip boğazlarına geçirilmek istenirken bu kararı keyifleri için almadılar. 1913 yılında Balkanlarda yüz bin Türk öldürülüp, bir milyonu sürüldüğü için aldılar, çünkü aynısı şimdi Anadolu'da tezgahlanıyordu. Ve Balkanlardaki Türk katliamına koşan gönüllü Ermenileri de unutmamışlardı. Biz de unutmuyoruz. Tek gözü kapalı vicdan olmaz. Olayları bütününden kopartıp bıçağı kendine saplayanlar ancak bu ülkede bu kadar çok olur. Bütünü ortaya koyun, cımbızlama yapmayın ki hep birlikte yaraları saralım. Tek taraflı itham sadece düşmanlığı tazeler. Bunu göremeyecek haldeyseniz, durum çok kötü demektir. Kalkıp bin bir zorluk içinde cepheden cepheye koşan atalarıma küfredeceksiniz, genç nesillerimize suçluluk aşılayacaksınız, sonra da vicdan diyeceksiniz. Önce ağzınızı değiştirin. Sonra gelin, adam gibi konuşalım, eğriyi doğruyu söyleyelim. Ama gidiş tırmalama yönünde, çünkü amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek. Almanın ipinde mi Ermeni'nin derdi. Kendi pisliğini on bin sene geçse örtemez. Adam yakma fabrikalarını sanki dedem kurdu. Canları tamuya havale.
.....
Eğer bir durumu gündeme getiriyorsanız, bütününden koparmayın. Nasıl ve niçin olduğunu anlatın. Bir de bunun amacını düşünün. Ne elde edeceksiniz. Vicdanınız mı rahatlayacak. Büyüyecek misiniz. Daha iyi bir adam mı olacaksınız. Yoksa sadece tezgahlara su mu taşıyacaksınız. Bu gidişin sonu 1911-1923 olaylarının tekrarıdır. Oluk gibi kan akmasını istiyorsanız, uyarırım. Kanla bir şey temizlenmez, kimin okka altına gideceği de belli olmaz. Bu yolu tercih etmeyin. Kendinizi ötekileştirmeyin. Geçmişle her konuda yüzleşin ama doğruları nedenleriyle birlikte ortaya koyun. Yoksa gene düşmanlığa hizmet ederiniz.
Muhammed Ali'nin
düşündürdükleri...
TOPLUMU DEĞİŞTİRENLER
He toplumda insanların hayata bakışını, düşünce tarzını, günlük davranışlarını, giyim kuşamını ve kullandığı ifade tarzlarını değiştiren olağanüstü etkili kişiler vardır. Bunlar şairler, sinemacılar, müzisyenler, sporcular ve -hatta- siyasetçiler bile olabilir. Geniş kitleler için model teşkil ederler. 1950'lerin sonlarında Elvis Presley'in, 1960'ların başında Beatles grubunun kendi ülkelerinde ve dünyada yol açtıkları değişimi bir düşünün. Sinemadaki karşılıkları James Dean ve Marlon Brando idi. Değişimin siyasi alandaki idolleri de Fidel ve Che oldu. Daha yüzlerce isim sayabiliriz. Muhafazakarları çileden çıkaran bu sanatçı ve siyasetçiler yerleşmiş kalıpları ve davranış biçimlerini yerle bir ederek 1960'ların asi kuşağını ortaya çıkardılar. Hiç kuşkunuz olmasın, Pekin ve Moskova'daki sol muhafazakarlar, bunlardan Washington veya Londra'daki sağ muhafazakarlardan çok daha fazla nefret ediyor ve "dejenere" olarak niteledikleri bu sanat eserlerini çok ağır yaptırımlarla yasaklıyorlardı. Tabii yasakları örümcek kafalarında patladı, tarihten silindiler.
Bunlar kuşkusuz 1960'lı yıllarda gençliğe adım atan bizim kuşağı ve bizden yarım kuşak önce olan 68'lileri fazlasıyla etkilemiştir.
.....
Muhammed Ali, dünyada değişim yaratan insanlardan birisiydi. Hem müthiş bir sporcu, hem de ırkçılığa ve haksız savaşlara karşı çıkışıyla dönemi derinden etkilemiştir. En verimli çağında, Vietnam nedeniyle dört yıla yakın bir süre ringlerden uzak tutulması gerçek bir fedakarlıktı ve o daha fazlasını da göze almıştı. Sonra Parkinson oldu ve bununla başa çıkmasını da öğrendi. 20. yüzyılın en çok sempatiyle hatırlanan simalarından birisidir.
.....
Burada bir soruyu da sormak gerekir. Bunlar mı toplumu değiştirdi, yoksa toplum değişime hazır olduğu için mi öne çıkarıldılar? Sanırım ikisi de. "Baby boomers" denilen 1945 sonrası kuşak, rahat giyim, fast food, hippiler, protest müzik, bluejean, kadın hakları, kürtaj tartışmaları, TV, pop kültürü, Katmandu, saç sakal serbestisi, Mad ve Playboy dergileri ve kendilerinden önce olmayan daha yüzlerce şeyle tanıştılar. Bunların bileşik etkisi zaten değişimin ta kendisiydi. Muhafazakarlar bir irkildiler ama bunları derhal sisteme dahil ettiler. Kapitalizm esnek bir sistemdir. Sosyalistler onların onda biri kadar esnekliğe sahip olsalar hemen yıkılmazlardı.
.....
Pekala, dünyada böyle de, Cumhuriyet'in 29. yılında doğan bir kişi olarak, ülkemizi değiştiren kişiler arasında kimleri sayabilirim. Dünyayı gözlemeye ve okumaya başladığım yıllarda, toplumumuz belli kalıplara şimdikinden çok daha bağlı bir ülkeydi. Gazeteler belli bir "edep" çerçevesinde çıkar, yayınlar "ağırbaşlı" bir eda içerisinde kitlelere sunulur ve çok az seçenek bulunurdu. Memur çocukları olarak düzgün okur, en büyük taşkınlığımız mahallede biraz fazla yaramazlık olurdu. Ebeveynlerine birinci şahıs kullanarak hitap etmek kültürlü denilen kesimde ayıp sayılırdı. Bunların hepsi, dağdan inan bir selin önünde kalmışçasına ve nitekim bir demografik sel tarafından birkaç sene içerisinde silip süpürülecek, iskelede "buyurun efendim, rica ederim efendim" diye birbirine yol verenlerin yerini ite kaka minibüse doluşanlar alacaktı.
.....
1950'lerin sonunda Akbaba dergisi ve Aziz Nesin'in kitapları, bakışımızı değiştiren ilk "farklı" şeylerdi. Kuşkusuz Zeki Müren de gelenekleri sarsma konusunda ancak bir "deprem" benzetmesiyle tanımlanabilir. Sinemada Sadri Alışık'ın "Turist Ömer" tiplemesi de öyledir. Ne var ki bunun hemen ardından Öztürk Serengil isimli kişinin "yeşşeee" gibi sevimsizlikleri, insanlarımızın laübaliliğe yatkınlığını göstermişti. Bir süre sonra çıkacak olan Gırgır adlı derginin mizahımıza ne getirip ne götürdüğü de çok tartışmalıdır. Bunlarla, Süleyman Demirel'in "Çoban Sülü" imajı arasında muğlak da olsa bir bağ olduğunu düşünmeden edemiyorum. Ve nihayet, 60'ları hatırlarken, Metin Oktay, Lefter Küçükandonyadis, Can Bartu, Metin Kurt ve Fethi Heper gibi efendi sporcuları düşününce, şimdi sahalarda dolaşan ve sürekli çirkin faul yapan kirli sakallıları futbolcu olarak göremiyor ve bu nedenle maç izleyemiyorum.
60'larda bakışımızı değiştirenler arasında Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı'nı saymadan geçemem. Be bu eseri 12 fasikül olarak bulmuş ve üstü üstüne birkaç tur okumuştum. Meşhedi Cafer'in hikayeleri kadar gülmüş, ama fazla düşünmemiştim. Ancak müzik toplumu edebiyattan çok daha fazla etkiliyordu. İnce Mehmet'i okuyanlar bile kaç kişiydi Ama Barış Manço ve Orhan Gencebay milyonlara hitap ediyordu, tabii ikincisi çok daha fazla. TRT arabesk'e karşı umutsuz bir mücadele verdi ama sonuç başından belliydi. Böylece 1960'ların sonuna geldik. O dönemde 68 gençliği kitlelere mal olan iki önemli isim yarattı. Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan. İkisi de çok farklı ve tartışmalı kişiliklerdir ama o kadar genç öldüler ki, bunların tahlili kanımca anlamsız olur.
.....
1960'larda, değişim baş döndürücü bir hız almıştı ve bunun muhafazakarlara saç baş yoldurarak devam edeceğine inanıyorduk. Fakat işler ters gitmeye, taşlar başka kafalara düşmeye başladı. Dünyada gerici dalganın çoktan yükselmeye başladığını, bunun geçici olmadığını Reagan ve Thatcher iktidarlarında ancak anladık. Afganistan'ın işgali ve Humeyni ile sıkıntı arttı. O zamana kadar iki darbe daha yaşamış, sonuçlarına katlanmıştık. Dünya değişecekti ama başka yöne doğru. Siyasi ve ekonomik alanda muhafazakarlığın giderek gericiliğe dönüşmesi ile sosyal alanda ve sanatta avamlığın prim yapması arasında acaba bir ilişki var mıdır? Zinhar vardır.
DOĞRUSAL (Linear) DÜŞÜNME
Bu tür düşünce, birbirini izleyen adımlarla mantık yürütmeye dayanan bir yoldur. Hiç düşünmeyenlere göre gene de iyi bir yol olduğu söylenebilir. Ancak birçok düşünme yolundan birisidir ve yararlılığı eldeki konuya göre değişir. En önemli zaaflarından birisi, size düşünmeye nereden başlayacağınızı söylemez. Yanlış yerden başlarsanız, ne kadar tutarlı (veya en azından öyle görünen) bir yol izleseniz bile, sizi istediğiniz çözüme yaklaştırmaz. Fakat, elinizdeki sorun başlangıç ve bitiş noktaları itibariyle tanımlanmışsa, yani size bazı veriler sunulup, bunları veri alarak ulaşmanız istenilen bir durum tanımlanmışsa, bu tür düşünce işe yarayabilir. Ama burada da verilerin/varsayımların doğruluğu ayrıca tetkike muhtaç olduğu gibi, mantık yürütmenin tutarlılığı da genelde sorunludur.
.....
Bu tür bir düşünce, toplum sorunlarını incelemek için özellikle yanıltıcı bir yoldur. Aslında birçok halde doğayı incelemek için de öyledir. Hayatın aritmetik dizgeleri veya geometrik şekilleri vardır ama düzeyler karmaşıklaştıkça bunlara bağlı kalmaz. Basit haliyle matematikle (ya da fizik ve kimya formülleriyle) ifade edilebilen örgülerin giderek karmaşıklaşan düzeyleri ortaya çıktıkça, bunlar arasında bağlantı kurulması zorlaşır, nihayetinde olanaksız hale gelir. Nitekim, doğadaki dört temel güç arasındaki temel ilişkileri ortaya koyması beklenen birleşik alan teorisi bir türlü formüle edilemiyor. Tıpkı insan davranışlarının formüle edilememesi ve toplumsal analizlerin gerçekleşenlere uygun düşmemesi gibi. Günümüzde evrenin işleyişiyle ilgili modellemelerin işlerli olması için evrendeki varlığın % 85'inin (başka rakamlar da var) karanlık madde veya karanlık enerji olması gerektiği anlaşılıyor. Bunun içinde yaşıyoruz ama ne olduğunu bilmiyoruz.
......
Bununla birlikte,
Elbette neden-sonuç arasında doğrusal bir münasebetin olduğu sayısız durum vardır. Ama bunların toplamından çıkacak olan şey karışıklıktır, çünkü mantık yürütme uzadıkça araya giren sayısız faktörü analize dahil etmek olanaksız hale gelir.
.....
Çoğu durumları basit neden-sonuç ilişkileri bularak değil, karmaşıklığın içindeki önemli faktörleri sezerek bulabilirsiniz.
.....
İnsan zihni basit açıklamalara yatkın olup düşünmekten kaçar. Bu nedenle (linear mantıkla) çözümsüzlük içerisinde bocalar. Bunu aşmak için doğru sezgiler ise kolay bulunmaz. Yanlış sezgiler ise gayet boldur. Ancak doğrusal düşüncenin ötesine geçip karmaşıklık içerisinde daha önemli unsurları doğru tespit edebilirsek -ki bu çoğu zaman ideolojik tutumdan uzaklaşmayı iktiza eder- terakki kaydedebiliriz.
.....
Doğaya veya topluma bakışlar doğrusal, dikey, yatay, sıçramalı, akışkan, kümeli, kademeli, diferansiyel veya başka şekillerde olabilir. Adını siz koyun. Her birisi belli dönemlerde, belli, toplumlarda öne çıkar. Örneğin paleolotik çağ insanının yatay bakışı doğayı daha derinden kavrarken, neolitik sonrasında dikey ve hiyerarşik bakış kabileden devlete, totemden zigurata geçiş sürecinin karmaşıklıkları ve acıları içerisindeki insanın düşüncesini sınırlamıştır. Bazı toplumların insanları dünyaya yalınkat bakarken, kimileri de görüntünün arkasında gizlenmiş bir mana arar. vs.
.....
Hepimiz düşünce yoluyla bir şeylere ulaşmaya çalışıyoruz. Üstelik bunlar bilinmeyen şeyler. Ancak düşüncenin zihinde nasıl oluştuğunu bile bilmiyoruz. Bilinmeyeni nasıl düşünüyoruz?
Buna rağmen hepimiz, hiç değilse bazı alanlarda iddialı bireyleriz. Valla helal olsun. Bu özgüven de olmasa nasıl sıkarız o kadar palavrayı. Hadi kolay gelsin.
Mehmet Tanju Akad