Deneme
Dostoyevski’nin Anti Kahramanları ve Yarılmış Medeniyet
Hayatın boşluğu ve anlamsızlığını felsefe katlanabilir hale getirdi, bunun dışında belleğimiz, bu boşluk duygusundan kaçışı olanaklı kılmak için adeta unutmaya karşı olan direncini azalttı. Hafızamız balığınkine doğru hızlı bir evrim geçiriyor. Hayatın zehirleyici hiçliğine karşı bir enstrüman daha var elimizde: şizofreni. Uygarlığımızın yarılmışlığının kişilikteki izdüşümü olarak şizofreni, uzlaşmacı bir tavır olarak tezahür ediyor. Çünkü medeniyetimizin şizoid bir yapısı var. Ayrıca bu yarık medeniyetin bir de her kötülükle mücadele etme iddiasında bulunan, ama yarılmış (şizoid) olması açısından mücadele ettiği kötülüğün kaynağı haline gelen bir ahlakı da var. İnsan bu ahlakla uzlaşma yoluna giderse, kaçınılmaz olarak bütünlüğünü yitirecektir, çünkü orada bir onaylanma adına kendi içinin sosyal ve etik inkârı mevcuttur. Gerçeğe, indirgenmiş bir açıdan bakmayı reddedenler için bir iç ve dış sosyal inkâr tehlikesi mevcuttur.
Bu zehirleyici hiçlikten ve içimizde hızla büyüyen boşluktan kaçmamıza yardımcı olan başka bir ruh hali olarak, bir de mutluluk var elimizde. Mutluluk neredeyse ruhun bir esriklik halidir ve onun üzerimizdeki bütün etkisi, ayıkken baskı altında tuttuğumuz suçluluk duygusunu serbest bırakmaktır. Buradaki suçluluk, insanlık ailesinin bir ferdi olarak mutluyken, başka bir yerde mesela küçük bir çocuğun açlıktan ölmesinden duyulan ıstıraptır. Bu farkındalık ve aşırı bilgi muhtemelen mutsuzluğa mahkûm edecektir. O anıklıktan sonra beni, çocukluğumdan aklımda kalan annemin onaylayan okşamaları dışında hiç bir şey avutamaz, çünkü “her şeyi anlayan bir adam olarak kendime nasıl saygı duyabilirim ki?” Fakat bu adeta mukadder mutsuzlukla gururlanarak ondan beslenmeye başladığım an mutsuzluğum, kaçınılmaz olarak habis ve patolojik bir nitelik kazanacaktır.
Görüldüğü gibi medeniyet imgeleminin beni mahkûm ettiği sürgün, bir mutsuzluk coğrafyasıdır. Ancak ilkel toplumlardaki bölünmemişlik (iktidar organı ve devlet mekanizmalarının olmaması, ilkel toplumun görece sınıfsız olması, hükmeden ile hükmedenlerin olmaması, bir değerler hiyerarşisi ile bir ahlak mevcut olsa bile bunun iktidar için araçsallaştırılmaması ve bu ahlakın yarılmış olmaması vs.) bana olası bir mutluluğun alt yapısını sunabilir.
Dostoyevski’nin anti kahramanları, mesela kumarbaz A. İvanoviç, Budala’daki yalaka Lebedev ya da acımasız Rogojin veya Suç ve Ceza’da kendi isteğiyle polise teslim olan Raskolnikov, mutlu muydu? Hiç sanmıyorum. Dış dünyanın absürdünden kaçıp iç dünyada kanlı bir iktidar mücadelesine girişmiş bu insanlar, müzmin mutsuzdurlar, zira bu iç savaş bir cevhere (vicdan) ulaştırır ve onun devreye girdiği yerde mutsuzluk artık neredeyse yazgısal bir olgudur, zira vicdan için bir kefarettir.
Onlar uzlaşmacı tavırlar sergilemezler, onları bir tutunamama kavşağında adeta bir “yeraltı ve isyan vizyonu” buluşturur. Dostoyevski’nin anti kahramanlarında, dürüst bir ahlakla iyi bir topluma erişmenin mümkün olmadığı sınır eşiğinde, o sınırı zorlama ve mevzuatta olana meydan okuma stratejisi üzerine kurulu bir başkaldırı durumu gözlenir.
Engellenmiş hayatları tanrıya doğru evrilen ve sönmeye matuf tutkularıyla son sözü yazgının söylediği, ruhsal fizyonomisi yarılmış bu insanları Dostoyevski adeta bir ermişlik mertebesine yükseltir, fakat ermişlik büyük günahkârın başlangıç yeridir. Bu anti kahramanlarda gözlenen metamorfoz, güçlü bir moral iletisi üzerine kurulu bir başkalaşım sürecidir.
Tamamlanmamış, oluşma halindeki bu insanlar kasvetli ve mıhrız mekânlarda, adeta ahlaki, ontolojik ve epistemolojik bir yumağa dönüşürler.
Bu şaşırtıcı varlıklarla ortak birçok yanımın olduğunu, Roskolnikov’u tanıdıktan sonra, onun elindeki kanın bana da bulaşmış olması ihtimalinden anladım; o benzeşmeyi, bir uçuruma doğru o yolculukta bana eşlik etmelerinden fark ettim.
Huzur ve ıstırap arasındaki ince çizgide, “başkalarının zavallılıklarına bakıp kendi halime şükrettiğim” andan itibaren, küçük burjuva konformizmimden nefret etmeye başlamamla birlikte, onlarla bir suç ortaklığı kurdum.
“Yeraltından Notlar “ı bitirdiğim an, pişmanlık ve utanma kavramının dünyayı kurtaracağına dair içimde güçlü bir hissin uyanmaya başladığı andı.
Ben Dostoyevski okudum artık iflah olmam türü entel cıvıklığına girmek istemiyorum, ama adeta çirkinlik ve itilmişliğin abideleri olan Dostoyevski’nin anti kahramanlarını tanıdıktan sonra, o gündür bugündür huzurum yok, daha sonra toparlayamadım. Zaten ülkemin solcularıyla da aram yok, çünkü insanların ümitsiz sefaleti, acının estetize edilmesiyle bir üçüncü dünya solculuğuna ve bir arabesk solculuğuna devşiriliyor, çünkü birçok sol akım var ama neredeyse hepsi Marx ve Lenin’in on dokuzuncu yüz yıl mutfağında çalışıyor ve o mutfaktan bir kuramsal yağma geleneği sürüp gidiyor. Bu yağma da, sonradan görme bir siyaset entelektüelliğiyle halka solculuk ve devrimcilik olarak pazarlanıyor.
Hayatı ve insanı düalist bir yaklaşımla okumadım şimdiye kadar, ama insanda birbirine zıt iki farklı tözün olduğunu Dostoyevski’nin anti kahramanları ve Türkiye toplumunun yarılmışlığı gösterdi bana:
“Hiç kuşku yok ki her insanın içinde bir öfke canavarı, acı çeken kurbanın haykırışlarından aşırı zevk duyan bir şehvet canavarı, zincirinden boşalmış bir canavar yatar…”
İnsandan canavara doğru metamorfoz, ikisinde de çekirdekten var olan yıkım kabiliyeti üzerinden gerçekleşir. Her ikisinin de geçmişinde cinayetler ve kan izleri vardır, gerçek bir canavar kan dökmeyi umursamaz, normal bir insan için canavarlaşma süreci, açtığı derin yaraya bir yara bandı yapıştırmaya kalkıştığı andan itibaren başlar. Kanamayı durdurmak için yara bandıyla kapattığı yaranın hep içine doğru kanamakta olduğunu, saklanmak için uğraştığı yalanın bir tek onu aldattığını fark etmez artık.
Temkinli olmakta fayda var, zira Dostoyevski’nin anti kahramanları her gün biraz daha çoğalan kalabalık kitleler halinde aramızda…
Yanık
küçük bir kıvılcımdan
küle bırakıyor öfkesini ateş
ben yalım biriktirdim
Olympos’tan dünyaya geçiş bileti için…
sadece ateşin çizdiği sınırdan bakabiliyorum sana
siyah kalın bir hırka gibi
yangın
isten perdelerini kapatıyor başka bir dünyanın
seni göremiyorum artık…
halvet oluyorum ayrılıkla
deliliğin eşiğinde
bir cinnet dili sayıklıyorum…
ateşin suskun yuvasıdır kül
sesime kül geceler yankısı
uzaktan azalıyorum sesinin her tonuna…
ben kekeme çocuğuyum artık zamanın
ve yanık bir türküyüm
şarabın mor dudaklarında…
Josef Kılçıksız, PhL
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Josef Kılçıksız 21.07.2016
1.Dom dom Tosun Yusuf Kemiksiz kim ya 2. Sözüm ona bu medeniyet, empatiden yoksun, yalnız ve kendi yaşam alanlarının ihlal edilmesini sevmeyen, otonom küçük burjuva anklavlarından (enclave) oluşması açısından şizoid belirtiler gösteriyor. 3. Birey kendini böyle "mıhrız" (cimri, dar anlamında) mekanlara sıkıştırmakla daha özgürlükçü sasyal alanlar yarattığı yanılsamasına kapılır 4. Anıklık sevgili Bilge Karasu hocamın felsefe terminolojisine kazandırdığı bir kavram, onu da bir zahmet sen araştır Tosuncuğum 5. Kimlik ve güven bunalımı yaşayan modern insan, ahlaki, ontolojik ve epistemolojik öyle bir yumağa dönüşür ki, kendisi bile bunun ayırdına varamaz. 6. Kimlik ve güven krizleri bu insan türünü bir çeşit şizofreniye sürükler, ama bu yarılmış ruhsal fizyonomi sayesindedir ki, kapitalist kodlamanın dışında kalmayı başarır...
dom dom tosun 20.07.2016
1. Ben buna ta çıktığı gün yorum yazacağıdım. Ama "esas feys editörü uyuma" ikazınız nedeniyle şeyedemedim. 2. Yusuf Kemiksiz sizce de şizo, şizoid, şizofren(i) kavramlarına fazla takık yazmıyo mu? 3. Ve fakat feci şekilde anlamdan bihabermiş gibi geliyo bana. Bi bana mı acaba?.. 4. Medeniyetin şizoid yapısı ne demek? Skizis ayrılma, yarılma. Eyvallah. Da... Şizoid, hiç de yarık demek değil. 5. "Mıhrız mekan" ne demek? 6. Ruhsal fizyonomisi yarılmak?!? 7. Anıklık ne demek oluyo? Bünyamin Durali türkçesi mi bu? 8. Ahlaki, ontolojik ve epistemolojik yumağa nasıl dönüşülür? 9. Ben vallahi bunları anlamıyorum. Demek ki boşuna değilmiş. Adamın yazılar pek sükse yapıyo. Ama bence şu yazdığım örnekler bile dikkate alındığında adeta bi Deleuze görülmüyo mu? Bu sitede postmodernite ne zamandır bu kadar onay görür oldu? Yoksa zaten postmodernite her zaman afsunlu stiliyle galebe çalar mı? 10. Feyse giremiyorum. Haberiniz ola. a.y.a. nam dom dom tosun barsak skizis'inden sulu şekilde muzdaribsss
Kaan Arslanoğlu 20.07.2016
Bu yazının bana gönderilen ikinci değiştirilen hali varmış, ben yanlışlıkla birinci halini koymuşum. Daha demin fark edip düzelttim. Alttaki şiir yoktu mesela öncekinde. Bu arada buna ne gönderen editör arkadaş dikkat etmiş, ne de yazarın kendisi. Belki de sayfayı açıp hiç okumamışlar :) İnternet dünyası işte... Gittikçe anormalleşen dünyada ve biricik çirkin ülkemizde kimi internetin başından bir saniye ayrılma, kimi yazılar gönderir kendi yazılarına bakmaz :)) Saygılar, sevgiler herkese.