İyilik Mektupları-3, Neşe Yaşın’a

İyilik Mektupları-3, Neşe Yaşın’a

'üşümüş kuşlar'

 

Ana ile arka bahçeye bakan balkonda oturuyoruz. Eski tanışıklığın verdiği rahatlıkla konuşmadan yan yana susuyor; akşamın çatılardan sokaklara süzülüşünü seyrediyoruz. Ana’nın yüzü bildiği bir şeyle karşılaşmış gibi aydınlanıyor birden. Nedir, diye usulca soruyorum. Kuşlar, diyor, hep o binanın çatısına konuyorlar. Bana uzakta, kiremit bir çatı üstüne yayılmış kuş tarlasını gösteriyor. Gerçekten de kuşlar, kesinkes bir söz birliği ile etraftaki onca binanın yüzüne bakmadan eski bir binanın geniş çatısında toplanmışlar. Hay Allah.. neden böyle ki, diyorum.

Kuşlar eski binaları seviyor, diyor. Yeni binalarda ayakları üşüyor olmalı. Doğru mu bu diye bir kaşımı kaldırıyorum. Birlikte gülüyoruz, sonra yine kendi sessizliklerimize dönüyoruz, ben kuşları düşünüyorum.


Merhaba Sevgili Neşe Yaşın,

Bu mektubu size sabahları üşüyen kuşları seyrettiğim için yazıyorum. Ben kuşları merak ettiğim sıralarda sizin “Üşümüş Kuşlar” kitabınızın haberi düşüyor ağlara. İstanbul’da yapacağınız bir söyleşiye gelmeye niyetleniyorum, vazgeçiyorum. Sizin kuşlarla tanışmaya pek hazır değilim sanki. Söyleşi gününüz aklımda, üşüyen kuşlarla ormana gidiyorum. Kâinatın ve zamanın sırrını ağaçlara saklayan orman insana iyi geliyor. Sessizlik içinde kuşları dinleyerek uzun bir yürüyüşe katılıyorum.

Geçen bahar bir gün, dönem dönem seminer vermeye gittiğim Robert Koleji’nde, Mitchell’in merdivenlerinde oturuyorum. Teneffüs. Önümden gençler geçiyor. Hiç teneffüsü olmayan bir ülkede, bir bahar bahçesinde teneffüse çıkan gençler yeni hayatlar açıyor önümde. Onları seyrediyorum.. Kantine doğru koşan bir öğrenci arkadaşına soruyor: “Beş liran var mı, Barış?” Beş lirayı soran çocuğa Timur adını yakıştırıyorum. Sonra önümdeki patikadan bana doğru yaklaşan bir kız ve bir oğlanı görüyorum. Bale ayaklı, narin bir kız, ona Sinem diyorum. Sinem’in yanındaki inceden çocuk, Özgür. Birbirlerine doğru uzanarak konuşuyorlar, bir çekingenlik var aralarında belli. Konuşmanın öncesini bilmiyorum elbet, ama tam önümden geçerlerken Sinem omuzlarını boynuna doğru iyice çekerek üşüyor ve hafızama şu cümleyi yazıyor “Türk kızı dediğin üşür.” Türk kızı dediğin üşür! diye tekrar ediyorum içimden, gülümseyerek. Çantamdan defterimi çıkarıp bunu yazıyorum. Bu konuyu düşünüyorum. Üşür mü demek istiyor yoksa utanır mı, yoksa yanındaki erkeğe onu “düşünmesi” için bir fırsat mı yaratır? Kızlar hep erkeklere üşür mü sahiden? Böylesi mi makbul görülür? Yoksa üşümek, bilmekle mi alakalıdır? Bilmek istediğimiz şeyler yüzünden mi üşürüz aslında?

Gözlerinin bildiğini benden saklama

Kalbin mavi penceresinden bakar

Pervazda üşümüş kuşlar


 

Sizin gibi, çocukluğumda bizim evde de şiir vardı. Babam Hayyam ve Cahit Külebi okur, annem boş kâğıt bulamadığı zamanlarda biten OMO kutularının içini açar, içindeki mukavvaya yazardı o günün şiirini. Şiir hayatın gündelik hallerinden biriydi evde. Babam anneme şiirden latifeler yapar, annem, uzak şehirlerde yatılı okuyan kız kardeşlerime ve bana şiirden mektuplar yazar, şiire köyden havadisler katardı.

Henüz yatılıya gitmediğim bir yaz, bahçedeki pekmez ateşinin dumanına alçaktan uçan uçakların sesi karıştı. İlk kez bir uçak gördüğümü ve bilmediğim bir korkuyla donduğumu hatırlıyorum. Sonra ajans dinleyen erkekler Karaoğlan’dan bahsettiler. Kıbrıs adını da ilk kez böyle duydum. Bizim köy sizin Peristeron’a benzer miydi, bilmiyorum. Siz, Rumlarla komşuydunuz, bizim köyde Ermeni mezarları vardı. Onlar hakkında konuşulmazdı.

Susarsın

Susmak ki susuzluktur

gönül bahçelerinde

her hikâye yanlıştır başkasının dilinde.

Biliyorum, bu dizeler aşka dair… Ama tarih hikâyelerimiz de aşktaki gibi derin ve imkansız susuşlardan mütevellit değil mi? Büyük suskunlukları var insanların. Oysa susmak diğer yarımıza ihanet etmek değil midir? Siz etmediniz. Bir adanın yarısını değil tamamını yurt olarak gördünüz. Baba ve yavru vatan eşrafının yasaklarına çelme takıp, adanın diğer ucuna koştunuz. Bir 17 yaş şiirinde adanın tarafların yüksek kimlikleri nedeniyle bölünmesine itiraz ettiniz…

Yurdunu sevmeliymiş insan

Öyle diyor hep babam

Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından

Hangi yarısını sevmeli insan?

Yoğun militarist ve milliyetçi zamanlarda yumuşak bir yüreği korumayı bilip, sümbül ve nergis kız kardeşliğinden bahsettiniz. Muhalif şiirlerle bayağı bir vatan haini oldunuz hani. Bu muhaliflik adanın diğer ucundan şiirleriniz için zeytin dalıyla döndü size. Üniversitede öğrenciyken iki adımlık yoldan gelemeyeceği için Avrupa’yı dolaşarak postadan çıkageldi ödülünüz. O ödülü alıp pencereye yapıştırdınız. Ana vatana itiraz eden bir iyilik penceresi! ODTÜ’de.

Sen ne biçim anasın

Sağ olasın diye

Oğullarını öldürüyorsun

 

Hem evde hem sokakta itiraz etmeniz gerekti milliyetçi şair babaya ve devlet babaya, gölge etmesinlerdi. “Babalar gidince/ Kendi gölgesini görür çocuklar.” Kendimizi tanımak için kendi gölgemizi başka gölgelerden ayıklamaya ihtiyacımız var. Babaların gölgesinden kurtulmak gerek; “Ruhta bir ağırlık/ Baba koltuğu.” Yoksa kızların ruhu üşüyor ve kendi seslerinden utanıyorlar hep. Tarihin bir yerinde erkeklere gökten zembille bahşedilmiş otorite biz kadınların nefesini çoğunlukla çaktırmadan, fena daraltıyor. Oysa onlar, bize yüksekten baktıkları otorite mekânlarında çoğunlukla bizden daha yoksunlar.

Baktığın yerden

İçimdeki denizi göremiyorsun

/

Buyurgan ses

İsyanın ateşine üfler

/

Bakışların lekesi

çıkmıyor

Geçmişin gömleğinden

Üşümüş Kuşlar gibi şiir ve kitap isimleriniz de öyle güzel ki, onları kıskanıyorum: Yalnız Ruhlar Körebesi, Rüzgârda Üç Kadın Selvi, Kırılmalar Mevsimi, Ay Aşktan Yapılmıştır.

İnsanın sırlarına erdim

İçimin gecesini geçerken

Sırları merak etmeyi ve yolculukları seviyorum. Sırlar gece karanlığında olgunlaşıp, şafakta, ışıkla birlikte yeni bir gün gibi hayatı yeniden kuruyor sanki. Sır dediğimiz şey bizim bilemediğimiz bir kuytuda karanlığın ışıkla buluştuğu anlarda mı faş oluyor veya karanlığın bilgiyle buluştuğu anlar mıdır sır anları, yoksa insanın insana değdiği an mı?

Akıp gidenin ayak izleri

Unutuşun rüzgârlarıyla silinir

İnsan en çok bir bakıştır

Bakışın içinde gizlenen sır


 

Üşüyen Kuşlar’ın şiirlerini bir çırpıda okuyor, sonra dönüp yeniden okuyorum. İki insanın ilişkisinden, aşktan yayılıyor şiirleriniz kitaba. Şu halde aşka dair birkaç soruyu not düşelim buraya:

Kızlar üşüdükçe ve sustukça mı vardır aşk? Kızlar kanat çırptıklarında aşk biter mi? Onlar, hep üzgün kızların gizli tarihini yazanlar, aşkları tarihe yenilenler midir acaba?

Kızlar ve kuşlar…

Kuşları, onları oturup seyrettim kaç sabah. Birileri şehirleri yeniden kuranlara kuşların derdini söylemeli. Onlar sizin görkemli binalarınızın doruklarında ne sığınacak bir kovuk ne de içecek su bulabiliyorlar. Yeni binaların soğuk çatılarında ayakları üşüyor kuşların. Zarif kuş evlerini çoktan unuttuk, artık şehre biraz merhamet gerek.

Sevgili Neşe Yaşın, iyi ki varsınız. Sizinle şiirden, kuşlardan, barıştan ve biraz da puantiyeli şeylerden tanışıyoruz.

Sevgi ve iyilikle.


 

Elif Firuzi


 

Notlar:

  1. Bütün şiirler Neşe Yaşın'ın “üşümüş kuşlar” adlı kitabından alınmıştır. Ayrıntı Yayınları (2016).

  2. Aşkları Tarihe Yenilen Kadınlar, Nihat Ateş’in, Neşe Yaşin’in romanı Üzgün Kızların Gizli Tarihi üzerine yazdığı eleştiri. 2006, Varlık...

  3. Burada aşk ilişkisini, konuyu sınırlandırmak amacıyla heteroseksüel ilişki üzerinden aldım. LGBTQİ haklara hürmetle.

  4. Görsel, Sarah Yeoman, “Crows and Ravens.”


  • Neşe

    Neşe 16.09.2016

    Teşekkürler Elif 🌻

  • Miyase Aytaç Yılmaz

    Miyase Aytaç Yılmaz 15.09.2016

    Merhaba; İlle de baba meselesi değil mi? Ne güzel söylemiş şair meselenin özünü: Gitmeli ki gölgemize kavuşalım. İyiliğe saygılarımla...

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.