Deneme
Rönesans Adamı Che!

Neden büyük adamların yaşamı sondan başlar. Onlarla ilgili birkaç satır yazmaya kalktığımızda kalem bizi hızla sonlarına doğru iter, başlangıçlarına değil; neden?
“Beni öldüreceğini biliyorum. Ateş et! Yalnızca bir insanı öldüreceksin.!” Bu sözler Che'nin, La Higuera'da celladı, Çavuş Jaile Teran'a söylediği son sözlerdi. Son çatışmada, ilk önce bacaklarından yaralanmış yürüyemez, ardından kolundan da yaralanarak silahını kullanamaz hale gelmişti. Yakalandı ve bir ilkokulun sınıfına elleri bağlı olarak konuldu. Cellatlar kura çekmişti. Çavuş içeri girmiş, Che bakmış, o ayağa kalkana kadar beklemesini söylemişti. Che “kıpırdamıştı.” Bu kıpırtıdan bile korkan çavuş dışarı kaçmıştı; ama dışarıda albay bekliyordu. İçeri girip onu öldürmezse kendisinin öleceğini söyledi. Çavuş içeri girdi. Che yaralı bacaklarının üzerinde doğrulmuştu; yukarıdaki cümleleri söyledi ve çavuş tetiği çekti.
Bebeklik yaşlarında annesiyle yaptığı bir deniz banyosu sonrası başlayan astımı ona hayatı boyunca güçlük çıkaracak, o astımıyla mücadele ederken kendisiyle de mücadele edecek ve hastalığını “ne olursa olsun hayatta kalma mücadelesinin” bir aracı haline dönüştürmeyi başaracaktı. Okul çağlarında ailesinin ve arkadaşlarının başaramayacağını düşündüğü bütün etkinlikleri hırsla başaracaktı. Saatlerce futbol oynayacak, solukları düzensizleştiğinde saha kenarına gidip, soluğunun düzelmesini bekleyecek sonra yine hızla ve hırsla sahaya dönecekti. Müzik kulağı olmadığı halde sürekli dans etti. Kenarda duran “çirkin kızları” dansa kaldırdı sürekli. “Neden” diye sorduğunda yeğeni; “Kendilerini dışlanmış hissetmesinler” yanıtını verecekti. O sıralarda tanıştığı bir komünist militan onu “siyasi görüşlerinden çok, ahlaki görüşleri olan biri” diye tanımlayacaktı. Yirmi beşinde hayatı boyunca ailesine yazdığı mektuplarından birinde “Oğlunuzla övünebilirsiz, artık Dokuzuncu Senfoni ile Beşinci Senfoni'yi ayırabiliyorum” diye yazacaktı.
Sürekli başkalarının “bunu yapamaz” dediği şeylerin üzerine gitmişti sanki. Uzun yolculuklara çıkıp, yüksek dağlara tırmandı. Uzun yolculuklarının ikincisi onu Sierra Maestra Dağları'yla buluşturacaktı. Lenin'in ülkesini hep merak etti. Avrupa yolculukları kurguladı, planladı. Bu yolculuklara çıkmak için sokaklarda fotoğrafçılık yaptı. Sokakta çektiği fotoğrafların parasıyla oralara gidemedi belki; ama devrimden sonra sosyalist Küba'nın elçisi olarak oralara gitti.
Sürekli okudu. Artık karakteri haline gelmiş, haksızlığa başkaldırı ve okudukları birleştiğinde, devrim mücadelesine hazırdı. Granma Küba kıyılarına varıp, mücadele başladığında bile kendisine sürekli kitaplar geliyordu. Bu kitapların arasında “matematik” kitapları olduğunu gördüğünde Raul Carstro ona “Rönesans adamı Che” diyecekti. Fidel'i o dönemde sol burjuvazinin otantik lideri olarak görüyordu. Granma'nın yolculuğa hazırlanmasını beklerken geceler boyu Meksika'da tartışacaklardı. Guetamala'da tanık olduklarından sonra annesine şöyle yazacaktı: “Orta yolun ihanetin ön aşaması olmaktan başka bir anlamı yok.” Devrimden sonra Küba merkez bankasının başına geçtiğinde bile, o daracık, yapılacak hep çok işin olduğu günlerde, uzun saatler boyu matematik dersi almaktan vazgeçmemişti. Bir yabancı gazeteci “ekonomist misiniz” diye kinayeli bir soru sorduğunda “Hayır” demişti “komünistim.”
Ekim 1950'de henüz yirmi iki yaşındayken Chichina'ya evlenme teklif etti. Chichina'ya Cordoba oligarşisinden çok zengin bir ailenin kızıydı. Che'nin o yaşlarda artık iyice belirmeye başlayan asiliği ve sorgulayacılığı ilk başlarda bu zengin ailede bir sempati yaratmakla birlikte, genç âşıkların evlenmeyi düşünmeye başladıklarını fark etmeleri ona hızla tavır almalarını getirecek ve Che'nin “komünist” olduğunu söyleyerek kızlarını bu aşktan vazgeçirmeye çalışacaklardı. Chichina'ysa onun okulu bitirip doktor olmasını talep ederken o, Chichina'ya Amerika kıtasını bir karavanla dolaşmayı teklif edecekti. Che o ilk Amerika gezisine elbette onsuz çıkacaktı. Bu gezisi sırasında uğradıkları bir bir madenci kasabasında İngiliz maden şirketinin madenciler üzerindeki sömürüsüne tanık olduğunda, kapitalizme karşı öfkesi birikmeye başladı. Ardından Peru'da ırkçılığa ve devletin insanlara işkencelerine tanık oldu. Bu deneyimlerle ilk gezi bitiminden Chichina'yla tamamen ayrılacaktı.
Che'nin okumalarıyla birlikte ilgi alanları da sürekli genişliyordur. Arkeoloji en büyük tutkularından biri olmuştur ve bu tutkusu her zaman sürmüştür. Neyi sevmişse, ne yapmak istemişse onu bir “tutku” haline getirmeden yapamıyordu. Yolculuklar, kitaplar, şiir ve devrim... Sürekli bir kendini ve hayatı aşma tutkusu... Bu başlıkların hangi birinde tutku olmazsa başarı olasıdır ki... Ve onun hayatı bu birbirine girmiş tutkuların birbirlerine olanaklar yaratarak ortaya çıkardığı bir kaderdir sanki. Kitapları olmadan yolculukların özlemi, yolculuklarda çekilen sıkıntılarla tetiklenen şiir... Yolculuklarıyla vardığı Guetamala ve Sierra Maestra...
***
Guetamala'da ilk eşi Hilda Gadea ile tanışır. Bu tanışmada da “edebiyat” başköşeyi alacaktır. Birbirlerine şiirler okuyacaklar, Hilda, Che'ye Walt Whitman'ı tanıtacaktır. Tolstoy üzerine tartışırlar. Che, Hilda'yı da bir küçük burjuva solcusu olarak gördüğünden Marx da okuma programlarının içine girer. Che'nin, Hilda'ya ilk evlenme teklifi de bu sıralara rastlar. Hilda ikirciklidir. Nedir bu ikircimi onda yaratan? Büyük bir olasılıkla Che'deki “tutku”dan çekinmiş olmalı. Che'deki hızla karar verme, verdiği kararı tutkuyla hayata geçirme iradesinden. Bir altı ay kadar sonra Che yine evlenme teklifinde bulunur. Hilda yine ikirciklidir, ve birden Che “dost kalalım” diyecektir. Hilda da bunu beklemiyordur, ayrılırlar. Che'nin Hilda'yla ilişkisi sürekli bu gerilim içinde yaşanır. Sürekli ayrılır ve birleşirler. 1955'in yılbaşı günü Che, Hilda'ya bir kitap armağan eder. Kitaba şunları yazacaktır: “Hilda'ya ayrılık vakti geldiğinde yolculuk tutkum ve militan yazgıcılığım hakkında bir fikir verir umuduyla. Ernesto.” Bir ay sonra Hilda evlenme teklifini kabul edecektir. Che'ye “Kabul edeceğimi biliyor muydun” diye sorar? “Evet” der Che ve ekler; “Çünkü bu kez kabul etmeseydin beni kaybedeceğini biliyordun.”
Che'nin bu yanıtında neler gizli? Onun baştan beri özetlemeye çalıştığımız tutkulu karakteri, aşka gelince bu tutkusunu yitiriyor mu ki tutkusuz olmayacağını bildiğimiz “aşk”tan vazgeçebiliyor. Kitaplara, şiire, edebiyata, devrime olan tutkusuyla aşk tutkusu arasında bir fark mı var? Hiçbirinden asla vazgeçmeyeceğini biliyoruz, peki sevgilisinden neden vazgeçiyor? Burada ilginç olan bir başka nokta Che'nin ailesine sürekli yazdığı mektuplarda, ilişkisi evlenme aşamasına gelene kadar Hilda'dan onlara kesinlikle söz etmemiş olması. Neden ailesine hiç söz etmedi evlilik hazırlıklarından, sevgilisinden, aşkından....
Santa Clara zaferinden biraz önce tanıştığı ikinci eşi ve dört çocuğunun annesini olan Aleida March'ın, Hilda'nın Che'den sonraki sessizliklerini de düşündüğümüzde nereye varabiliriz? Benim bu konuda vardığım yargı yadırganabilir belki ama yine de şöyle düşünmek olası: Che'yi Che yapan tutkularıyla, aşkı karşılaştırmak, kıyaslamak bizi yanlışa sürükleyecektir. Che insanlarla, özellikle aşk ilişkisinde, öteki tutkularının tetiklediği bir “kendiyle” mücadele duygusu yaşamıyor hiçbir zaman. Yolculukları, şiiri, devrimi sürekli tutkuyla sevmesi aynı zamanda bu tutkularının “kendi sınırlılığıyla”, bireysel sınırlılığıyla mücadelesini de içeriyor; oysa insanlar ele geçirilecek bir mevzi değil onun için. Hiçbir zaman kişisel sağlık sorunlarından şikâyet etmiyor örneğin. Savaşın en yoğun olduğu sırada ya da gerilla mücadelesinin bir parçası olan uzun yürüyüşlerde tutan astım krizinde ya da boğazından yaralandığında “yaralandım” diye kendinden tek bir satır yazmaması günlüklerine... Fidel'in bir gözlemi bunu doğrular nitelikte: “Kişisel hırsları olmayan biriydi, biri onunla yarışmaya kaktığında hemen aradan çekilirdi.”
Aleida March'la ilişkisinin başlangıcı da tıpkı Hilda'ya başlayan ilişkisine benziyor. Che, March'tan hoşlanıyor ama zaman içinde “büyük mücadele” içinde gelişen bir aşk oluyor. Hilda'yla başlayan ilişkisinde de bir “sıcak devrim ve savaş” koşulları içinde olmamalarına rağmen, orada da ortak bir var olma ve birbirini dönüştürme mücadelesi sürüyordu. Birbirlerini bu mücadele içinde sevmişlerdi. İnsanlar onun için ancak “kapitalist, zalim, sömürücü” olduklarında yani onun düşmanı olduğu kapitalist ve sınıflı dünyanın bir parçasıysalar hedefi oluyordu. Bunda da hedef tabii o tek tek insanlar değil, topyekûn bir devrim mücadelesinin içinde insanlara bakmayı başarmış olması önemli.
Hilda'dan ve Aleida'dan hiç söz etmemiş olması ve eşlerinin onu yitirdikten sonra susmayı tercih etmesini de açıklıyor. Devrim mücadelesi içinde gelişen aşkları, hep bir “insan” teması olarak kalıyor. Bunda sanırım aşkın bizim kültürel kodlarımızda yer alan biçimiyle değil, devrim mücadelesi içinde kültürleşen ve sürecin içinde bireyleri arzulanan ve arzulayan ilişkisinden çıkararak, eşit kimlikler olarak var etmesinin rolü büyük. Devrimden sonra Aleida'yla evlenmelerinin üzerinden çok kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Che devrimi dünyaya anlatmak ve görüşmeler yapmak için “yola” çıkacaktır.
Hilda ile Granma'ya binmeden önce ayrıldıklarında ikisi de artık tamamen ayrıldıklarını biliyordur. Hilda, Peru'ya küçük Hilda Beatriz'i de alarak dönmüştür. Bu ayrılıktan sonra Che sadece şunları yazacaktı. “Kafalarımız çok ayrıydı; ve ben yeni ufukların hayalini kuran anarşik bir ruha sahiptim.”
Santa Clara'ya Sierra Maestra'dan başlayacak yolculuğun hemen öncesinde Zoila'yı tanıyoruz. 26 Temmuz hareketine katılmış bir nalbatın kızıdır Zoila Rodriguez. Che bu melez kızdan çok hoşlanmıştır; Zoila da ondan. Birkaç gün sonra da Zoila, Che'nin kampına katılacaktır. Artık Santa Clara'ya büyük yürüyüşün zamanı geldiğinde o da katılmak isteyecektir. Che ise buna izin vermeyecek, onun kampta kalmasını isteyecektir. Devrimden sonra bir kez karşılaşmış ve sadece iki yoldaş olarak sohbet etmişlerdir. Zoila'dan da bu ilişkiye dair bildiğimiz ayrıntı bu kadardır. Che ve eşleri (İlk gençlik aşkını dışarıda bırakmalıyız.) hep bir mücadelenin içinde “aşkın nesnesi” olarak değil “insan” olarak var olmuşlardır.
***
Che, Chichinia'yı ilk Amerika kıtası yolculuğuna başlarken, Hilda'yı Granma'nın devrim yolculuğuna katılmak için geride bırakmıştır. Aleida'yı da geride bırakacaktır hem de bu kez hiç dönmemek üzere çıktığı devrim yolculuğu için.
Sovyet komünizminin işleyişi ondan bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu düşüncülerini 1965 yılında yaptığı ünlü konuşmaların birinde anlatmıştı. Sovyet Birliği, Küba'dan Latin Amerika'ya devrim ihraç etmektense, var olan sosyalizmi korumayı ve sosyalist blok içinde yerini sağlamlaştırmaya çalışmasını talep ediyordu. ABD'nin dibinde “sosyalizmi” korumak, onu “ihraç” etmekten daha reel politik bir tutum olarak gözüküyordu. Küba da Batista diktatörlüğü sırasında ABD kerhanesi işlevi görmüş ülke ekonomisini, üreten ve işleyen bir sosyalist ekonomiye dönüştürmek zorundaydı. Che'nin de öncülük ettiği tarım reformu önemli bir dönüm noktası olacaktı.
Ancak Che, Küba Devrimi'nin yaktığı devrim ateşinin Latin Amerika'dan Afrika'ya kadar gerilla hareketleriyle yaygınlaştırmak gerektiğini düşünüyordu. 1965 sonbaharında Fidel Che'nin veda mektubunu okudu. Che yeni devrimler için Aleida March'ı ve Küba Devrimi'ni geride bırakmıştı.
Bu kendisiyle mücadelesinin de son aşamasıydı. CIA da hemen ardından onu öldürmek için büyük bir operasyonu uygulamaya koydu.
1967'de Bolivyalı Albay Zenteno, ABD özel kuvvetler komutanı Albay Shalby tarafından eğitilmiş altı yüz elli askeri Vallegrande'ye gönderdi... Che ve arkadaşları, Valle Serrano'da kuşatma altına alındı. Che Granma ile Küba kıyılarına çıktığında da sırtında bir ilkyardım çantası taşıyordu. Batista'nın askerleri gelişlerinden haberliydi ve bekliyordu. Çıkan çatışmada öyle bir an gelmişti ki Che ilaç çantasını atıp cephane çantasını alıp almamakta kısa bir tereddüt geçirmişti ve cephane çantasını alıp savaşmaya başlamıştı. Bunu daha sonra doktorluk ile gerilla olmak arasında yaptığı tercih başlangıcı sayacak ve bir daha elinden silahını düşürmeyecekti. Ta ki Albay Zenteno'nun askerlerince kuşatılıncaya dek. Kolunda vurulmuş ve silahını tutamaz hale gelmişti.
O çavuş sadece bir insanı mı öldürmüştü? Hayatın büyük diyalektiği içinde bu soruya verilecek yanıt hem hayır hem de evet olacaktır. Hayır, çünkü o son savaşına kültürünün var ettiği bir devrimci olarak gitmişti. Evet, çünkü sadece kendisinin, derinden bir itki olarak doğallığının yaşadığı kendi sınırlarıyla mücadelesini kaybetmişti.
Nihat Ateş
Resim: Mariano Rodriguez
Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.
Fahri Kumbul 08.03.2017
Che öldürüldükten sonra ellerinin kesilmesinden sorumlu olan Bolivya Konsolosu Albay'ı, dört yıl sonra Hamburg'ta öldüren Monica'yı, Che'nin aşkları arasında sayabilir miyiz? Veya Monica'yı okyanus ötesine götüren öfke, ateş ya da dürtüyü eklese miydiniz...
arif yavuz aksoy 02.03.2017
Demin bahsettiğim masalın minifilmi de var. Aha: (Bkz:
) --- ingilizcesi çok ağır değil. Aktörler şöğn. Tümesans adamı a.y.a. sunsss
arif yavuz aksoy 02.03.2017
Sitenin psikiatri konseyine sormak istiyorum. Grimm kardeşlerin derlediği bi masal vardır: Korkunun ne olduğunu öğrenmeye giden çocuk. Okuyan var mı? Bence bu Che de bundan muzdaripmiş. Emosyon yoksunluğu... a.y.a. meraksss
Akif Akalın 02.03.2017
Herkesin Che'si kendine. Benim Che'm, Sanayi Bakanı Che'dir. Sanayi Bakanı olduğunda İLK İCRAATI Sanayi Bakanlığı'nda MESAİ SAATLARİNİ düzenlemek oldu. Bakanlık personeli öğlene kadar Bakanlık'ta, öğleden sonra fabrika veya tarlada çalışacaklardı. Önce ŞAKA sanıldı, fakat birkaç gün sonra basında Che'nin üst tarafı çıplak, sırtında çuval taşıyan fotoğrafları görülmeye başladı. Hevestir, geçer sanıldı, fakat geçmedi, 4 yıllık BAKANLIĞI boyunca devam etti. Fidel de Che'ye özendi ve şeker kamışı hasatına katılıp orakla kendi bacağını kesti. Bunun üzerine Che, Fidel'i "gönüllü çalışma" işlerinden affetti.