SAĞLIKLI DÜŞÜNEBİLMEK İÇİN… ÖZGÜR, BAĞIMSIZ BASIN

SAĞLIKLI DÜŞÜNEBİLMEK İÇİN… ÖZGÜR, BAĞIMSIZ BASIN

Sağlıklı düşünme yetisi olmayınca, canlı varlığın hiçbir gücü, hiçbir varsıllığı işe yaramıyor.

Bunu, bizden olmayan başkaları bizden de önce görmüş ve bizim üzerimizde kendileri için gereğini yapmış olmalılar ki, toplumca sağlıklı düşünme yeteneğimiz elimizden hemen hemen alınmış durumda.

Bir toplum nasıl düşünür?

Ondan da önce… Bir insan nasıl düşünür?

Kafasıyla, diyoruz ama, yalnızca kafasıyla değil. Kafa da bir aygıt gibi çalışıyor bir bakıma. Ona verilenlerden, onun kendi bulduklarından ve hepsinin varlığıyla kendi yarattıklarından yararlanarak düşünüyor.

Ona verilenlerin niteliğini ve miktarını belirleyerek onun düşünme biçimini de, çıkaracağı sonuçların içeriğini de etkileyebiliyorsunuz.

‘Bir toplum nasıl düşünür?’ sorumuza geri dönelim.

Neresidir bir toplumun kafası?

Yarattığı örgütler, organlar mı?..

Bu örgütler görüş ayrılıklarıyla oluşan siyasal partiler, dernekler, bunlardan oluşan ortak meclisler, üst örgütler v.b. olacağı gibi, her görüşten kişilerin üyeliğiyle var olan meslek odaları, kamu yararına çalışan özel kuruluşlar v.b. de olabilir. Devlet de, egemen sınıflarının etkin yönetiminde bir örgüt olsa da, o toplumun yarattığı en üst (çatı) örgüt sayılır.

Nasıl çalışır bu örgütler, organlar?..

Aldıkları, uygulayıp uygulattıkları kararlarla… Bu örgütlerin, organların düşünüşleri, tek tek var olan bireylerin düşünüşlerinden çok daha etkin sonuçlar doğuran düşünüşlerdir. Çağımızda insanlık, ülkelerin örgütlerle yönetilmesinin benimsendiği bir noktaya geldi.

Demek, bir toplumun yönetimi için, o toplumun örgütlerinin düşünüşüne (kararlarına, eğilimlerine) gereksinim duyuluyor… Bir toplumun yönetimini, en üst örgütü olan devlet de içinde olmak üzere, o toplumun örgütleri belirliyor.

Bir toplumun yönetimini ne belirliyor? O toplumun düşünüş biçimi ve bu düşünüşüyle bulduğu sonuçlar…

Öyleyse, toplumun düşünüşünü belirleyenler, yönetimini de belirliyorlar.

Toplumun düşünmesinin nasıl, nerelerde işleyeceğini yanıtlamaya çalışırken, çağdaş toplumların yarattığı en önemli ve öncelikli ‘birlikte düşünme’ aracını ise, anmadık bile henüz:

Basın-yayın.

(Şimdi ‘medya’ diyorlar, ben bu sözcüğü benimseyemediğim için, ‘basın-yayın’ diyeyim.)

Gazeteler, televizyonlar, radyolar, internet siteleri… Buna, ‘sosyal medya’ denen, gerçekte ise kişisel olan basın-yayını da eklemeliyiz.

Toplumun düşünüşü, o saydığımız örgütlerden de önce, işte bu ‘basın-yayın’ dediğimiz işleyişle gerçekleşiyor.

Bir olayın önemli mi önemsiz mi olduğunu, hattâ olup olmadığını, konuşulmayı ne kadar hak ettiğini, haberleri seçişiyle, veriş biçimiyle, yazarlarının yorumlayışıyla en önce basın-yayın ele alıyor, değerlendiriyor, tartışıyor, değişik değişik, türlü türlü görüşler belirtiyor. Toplumun basın-yayını izleyen etkin kesimi, bu izlediklerini bir de kendi değerlendirerek sonuçlar çıkarıyor, bu sonuçlara göre eğilimlere giriyor, kararlar veriyor, örgütler kuruyor, örgütlerde davranış belirliyor, oy kullanıyor, tüm örgütlerde ve devlet örgütünde yöneticilerini seçiyor... Kısacası, toplumun yolunu çiziyor.

Öyleyse şunu kesin olarak söyleyebiliriz: Toplumun görüşünü basın-yayın oluşturuyorsa, basın-yayının hem devlet baskısından, hem toplumun baskısından, hem de patronun baskısından korunması gerekiyor. Bağlanmışlıkları olan basın-yayın ise, bu baskılardan kendini koruyamıyor.

Diyeceğim, basın-yayın organı sahiplerinin ve yöneticilerinin de, haberci ve yazarlarının da, siyasal partilere bırakın yönetici olmayı, üye bile olamamaları gerekiyor. Basımevi işçisi ya da kapı görevlisi gibi haber ve düşünce üretimiyle ilgisiz işler dışındaki tüm basın üyelerinin, basından başka bir iş de yapamamaları gerekiyor. Çünkü bir yandan hükümetten ihale beklerken ya da sıcak para politikasının kararlarını dinlemeye yatmışken öte yandan da özgür gazetecilik, yorumculuk yapılamıyor. Üyesi olunan siyasal partide ya da örgütte nasıl karşılanacağını düşüne düşüne özgür haber ve yorum yazılamadığı gibi…

Türkiye’de basına güven duygusundaki ağır yitimin nedeni, bu bağlanmışlıklardadır.

Ancak bu bağlanmışlığı koca ülke kendiliğinden seçmedi, buraya çekile çekile, itile itile sürüklendi.

Bu sürecin, benim gözlemleyebildiğim ilk halkası, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’nin öldürülüşüdür. Bu öldürüm, basının gazeteci yöneticilerden ve patronlardan alınıp denetim altına alınmış, alınabilir ya da görece daha deneyimsiz/başarısız yöneticilere ve patronlara devredilerek el değiştirtilmesinin ilk halkasıdır. Abdi İpekçi’nin öldürülüşü Türkiye’nin, 12 Eylül sonrasına, Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP’a) dışarıdan hazırlanışının basın alanındaki kanlı operasyonlarından biridir.

Bu öldürümle popüler sol, en saygın ‘görüş oluşturma’ ustasını yitirmiş oldu. Ondan sonra, ülkenin en büyük ve etkin gazetelerinden biri olan Milliyet, o işlevindeki yönünü ve saygınlığını bir daha geri kazanamadı, tersine sürekli daha çok yitirdi.

Türkiye’de basına yönelik operasyonlar yalnızca öldürümlerden ve yasaklamalardan oluşmuyor. Yaygınlık sıralamasında ilk üçteki Hürriyet, Milliyet, Günaydın gazetelerinin gazeteci ailelerden işadamı patronlara geçmesi de, gerçekten bağımsız bir devletin soruşturmasına, ayakta kalmak isteyen bir toplumun aydınlarının araştırmasına değer el değiştirmelerdir. Bu gazetelerin patronları, gazetecilikte çekirdekten geliyorlardı, başka taraklarda (bankacılıkta, fabrikatörlükte v.b.) bezleri yoktu, bu bakımdan emperyalizmin istemediği gazete patronlarındandılar: Demek, emperyalizmin istemeyeceği ölçüde bağımsızdılar. Sermayenin (Türkiye denince ‘işbirlikçi sermaye’nin) denetiminin istenmeyecek ölçüde dışındaydılar.

Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’in öldürülüşünün gizi bugün de çözülmüş değildir. Hrant Dink öldürüldükten sonra Agos gazetesinin hangi çizginin eline geçtiği, ilgiye değer bir değişikliktir. Toplumun görüşünü oluşturan haberci ve yorumcu gazetecilerden öldürülenlerin yalnızca sayısı bile, bir toplumun düşünüşünde basın-yayının önemini göstermeye yetecek denli çoktur.

Emperyalizm, halkın sağlıklı düşünmesini adam satın almalarla, basına, gazetelere el değiştirtme yoluyla, bunlar işlemediğinde gazeteciyi öldürtme yoluyla engellemeye çalışıyor, başarıyor da.

Bu durumda o ülkenin aydınları ne yapmalı? Hiçbir işadamına, hiçbir partiye bağlı olmayan, haber-görüş organları yaratmak gerekiyor. Gazete-dergi dağıtımı o patronların ve işadamlarının elindeyse, o bağımsız yayınları çıkaran aydınların bağımsız dağıtım örgütlerini de kurmaları gerekiyor.

Çünkü bu toplum, bağımsız gazeteleri, özerk devlet televizyonu elinden gittiğinden beri sağlıklı düşünemiyor. Bütün bu el değiştirtmelerden ve öldürümlerden sonra, doğal olan sonuç da buydu zaten. Basına yıllar süren kanlı kansız operasyonlar da bunun için yapıldı.

Yanılgılarından dolayı halkı suçlamak, halktan uzaklaşmak, halktan yüz çevirmek doğru değil. Halkın doğru düşünme olanağı elinden alındı. Bu tuzağa aydınlar, okumuşlar, önderler, halktan sonra düşmediler. Laf geveleyen, ne dediği belli olmayan sol görüntülü sahte gazete ve dergilerden… Ekonomide sıcak paradan başka şey, dünyada emperyalist Batı’dan başka yaşanacak yer yokmuş düşüncesini bilinçaltına sürekli işleyen etki ajanı televizyonlardan… Okumuşlarımız halktan da önce etkilendi. “Sivil toplum, derin devlet, küreselleşme, yeni dünya düzeni,” gibi düşünce tuzaklarına onlar halktan bile önce düştüler. Bu gerçekler ortadayken, halkı suçlamak çözüm değildir. Kaldı ki, halkı suçlamak, aydın için hiçbir zaman çözüm değildir.

Sözün kısası…

Bir halkın doğru düşünebilmesi için, düşünmesini belirleyen, yönlendiren işleyişlerin özgür-bağımsız olması zorunludur. Bu işleyişlerin en başında da basın-yayın geliyor. Basın-yayının bağımsızlığı, siyasal örgütlerden ve kapitalizmin patronlarından bağımsızlığı da kapsıyor. (Hiç boşuna yorulunmasın, bir partiye, bir siyasal örgüte bağlı olan basın da –ne denli ilerici, ne denli sol olursa olsun–, özgür haber ve düşünce üretemiyor. Örneklerini gördük, görüyoruz.) Bu özgür ve bağımsız basında haber-yorum üretenlerin siyasal partilerde yönetici, hattâ belki üye bile olmamaları, kapitalist yapılarla yöneticilik, danışmanlık v.b. düzeyinde bağlarının da olmaması gerekiyor.

Halkın öncüsü olan aydınlar bu özgür-bağımsız ve etkili basın-yayını yaratamadıkça, halkın sağlıklı düşünmesini sağlayamayacaklar; halk işbirlikçi egemenlerin istediği gibi düşünmeyi sürdürecek, daha doğrusu sağlıklı düşünemeyecek.

Halkın doğru düşünmesini ve doğru düşünen halkla yan yana olmayı isteyen aydının öncelikle başarması gereken, özgür-bağımsız düşünce üretmek ve o düşünceyle halka ulaşmak, halkla buluşmaktır. Bunun yolu da o basın-yayını yaratmaktan geçiyor.

Para mı?

Önce özgür-bağımsız basın-yayın gerekliliğinde birleşilsin, para da, öbür olanaklar da, inanılmaz başarılarla yaratılıyor.

Hürriyet Yaşar


  • Zor Adam

    Zor Adam 08.03.2017

    Bütün bu yazılanlar doğru fakat bugün yapacak pek bir şey yok gibi, önemli olan her şey daha sakinken bu teşhis ile beraber müdahale etmekti. Geçmişte basın yayın ile ilgili bu tarz durum için kanun tasarıları hazırlandı, görüşmeler yapıldı ama güç yetmedi. Bugün ise son durumda, sermaye ile basın yayın ilişkisi hafif kaldı, çünkü en büyük güçler doğrudan müdahale eder duruma geldi. Bu durumda sermaye yaptırımı az bile kalır duruma geldi. Böyle bir ortamda bu işlerin düzelmesi beklenemez, sadece toplum bilgilendirilebilir. Sonuç mu: "Ne Özgür ki Basın Özgür Olsun"

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.