Deneme
İrade ile İfade Arasında Bergül Varan'ın saçları
Epeydir güncel gelişmelere dair yazı yazmıyorum. Bir Bela Tarr olmadığımdan "sinemayı bıraktım" ve bir Teoman olmadığımdan "müziği bıraktım" türünden açıklamalar yapmadım. Yazmayı bırakmadığım gibi hiç kuşkusuz yazmadığım da pek dikkat çekmedi. Hani eş dost bile "yahu senin siyasi gündemler hakkında görüşlerini merak ediyoruz" demedi. Neden desinler?
Tarr izleyici, Teoman ise dinleyici kitlesini bu açıklamalardan epey önce "yarattıkları" için bu açıklamalar da kendilerini ifade etmelerine yarıyor, araçsallaşıyordu bir bakıma. Macar Tarr, Andrei Tarkovsky'nin takipçisi olarak siyah-beyaz, "sanatsal ve felsefik" filmler çekti. Siyah-beyaz görüntünün estetiği yönetmenin özgün sinema diliyle birleşince önemli bir "henüz hayatta Avrupalı sinemacı" haline geldi. Bizim Teoman, müzik gruplarında solistliğin ardından 90'ların sonunda tam anlamıyla görünür oldu. O dönemler "sosyal medya" diye bir zıkkım yoktu, gençlerin gönlünde taht kurmak kolaydı. Kurdu da Teoman, fakat listelerin yerini alan "sanal ortamlarda paylaşım düzeni" artık popüler olanı dahi silmeye başlayıp kısacası devri kapanmaya yüz tutunca müziği bırakası geldi, çok geçmeden geri döndü.
Ben bir şeyi bırakmadım. Genellikle yazmak, diğer ifade alanlarında olduğu üzre "bırakılabilen değil, bırakan" bir noktaya denk düşüyor. Bu söylem romantik gelmesin. İnsan ifadesi ile iradesi arasındaki iktidar ilişkisinden hareketle düşünürsek iradeyi; ifadenin önüne koymak, yukarıda verdiğim örneklere benzer şekilde bir kez daha "ifadenin kurbanı" olmak sonucunu beraberinde getiriyor. İfade, öyle böyle çatlağını bularak sızıyor. Bu çatlak kendini bende de buldu, bu satırlara başlamış oldum.
"Epeydir yazmıyorum" dedim. Bu süreye 15 Temmuz darbe girişimi, OHAL uygulamaları dahil... KHK ile işten atmalar, basın özgürlüğüne ve yargının tarafsızlığına dönük müdahaleler; Kürt siyasetçilerin tutuklanması... Hepsi dahil... Toplumun en küçük parçasına değin politize olduğu başkanlık referandumu, son olarak Semih Özakça, Nuriye Gülmen'in açlık grevleri ve 19 Aralık cezaevi operasyonunda kolu koparılan Veli Saçılık'ın yine aynı taleplerle (işine dönme talebi) başlattığı direniş de dahil.
Her insanın bir sınırı vardır. Benim sınırım Bergül Varan'ın o fotoğraflarını gördüğümde aşıldı. Varan'ın polis işkencesinde saçları koparılmıştı. Sonra şunu düşündüm: "Belki fazlasıyla ataerkil bir toplum olduğumuzdan erkeğe uygulanan şiddeti kanıksıyoruz ve şiddet kadına yöneldiğinde ancak damarımıza basılıyor. Buna itiraz edilebilir, çünkü bu ülkede kadına-kadınlığa yönelik şiddet vakaları az mı yaşandı ya da yaşanıyor? Taybet Ana'nın sokak ortasında günlerce bekletilen cansız bedeni, parklarda dövülen hamile kadınlar, şort giydiği için tartaklanan kadınlar... Kadın cinayetleri, üstelik neredeyse her birinde akla hayale sığdırmak istemeyeceğimiz zalimliklerin uygulandığı, denendiği cinayetler bunlar...
Burada, zannedersem öne çıkan şey sosyal medyanın, her kime ulaşıyor, kimi etkiliyor olursa olsun azalmayan ifşa gücüdür. Sosyal medya yaşanan olaylara yabancılaşmaya yol açarken diğer taraftan ifşa ettikleriyle zihnimizin sınırlarını da her defasında zorluyor.
Beni etkileyen, temelde, bir insanın "güzelliğinin" hedef alınması, bir kadının saçlarının kökünden sökülmesi bir yönüyle de cinsiyetçi bir eylem olarak karşımızda duruyor. Bergül Varan'ın tepeden çekilmiş fotoğraflarında dikkatimi çeken gözlerindeki ifade oldu. İfade ile irade arasındaki iktidar mücadelesi de böylece kristalize oldu ve o ifadeye kayıtsız kalamadım.
Şimdi benim kayıtsız kalamayışım bir Yılmaz Özdil'inki kadar yankı uyandırmaz, yazdığım yazı sosyal paylaşım sitelerinde yüksek paylaşım rakamlarına erişmez. "Haydar Ali Albayrak yazdı" demezler. Ayrıca kendime hatırlattığım iyi oldu. Ben bu yazıyı "bir insan", "bir dost" olarak yazıyorum. Bir Yılmaz Özdil olmadığım için tam da ondan ayrıldığım bu husus böyle bir anlama sahip olabilir diye umuyorum.
Sosyal medyadan kopmak ya da "sosyal medya sağlığa zararlıdır!"
Bu başlığın Bergül Varan'ın yaşadığı durum ile doğrudan ilgisi bulunmadığını düşünebiliriz oysa bizler, biz'in ezici çoğunluğu, Veli Saçılık'ın kıymetli annesinin yerlerde tekmelendiğini sosyal medyadan takip ettik. Veli Saçılık'ın sırtında patlayan gazlı plastik mermilere yine o kanaldan şahit olduk. Üzüldük, vah vah çektik, "insanlığın ölümü" üzerine duygulara kapıldık, görüşler bildirdik.
Sosyal medyanın "zararları" gösterirken unutturması yönünde hemen herkes hemfikir; ancak o mecradan kopulamıyor, irade bu edilgin ifadeye yenik düşüyor ve yaşamı bırakıyoruz.
Aslında, günümüz Türkiyesi'nde muhalif düşünenler "yaşamı bıraktıklarını" bildirmemişler. Bu hareketsizliği yalnızca yoğun baskı koşullarına yormak saflık olur. İrademizde ve yaşama katılımımızda, hani o meşhur "özne olma mücadelesi" var ya işte onda can çekişerek "günü kurtarma" peşine düşüyoruz. "Bir yeni iyimser yanlışımız" var: bardağı taşıran son damla olmayacaktır. Zira su bardağa akmamaktadır bugün, bardağımızı -nasıl becerebildiysek artık!- geri dönüştürüp çam formuna sokmuşuz ve eski bardaklar çam olmuş, eski iradeler çam sakızı olmuş, eski itirazlar çoban armağanı olmuş! Bizler çamları seyredip derin nefesler alıyoruz. Sosyal medyada, yaratmaya çalıştığımız eğlenceli dünyada alınan bu nefesler bizi her geçen gün boğuyor. Dehşete alıştırıldığımızda, dehşetin anlamını değiştirmeye, izlerini silmeye gayret ediyoruz. İnsan alıştığı şeyin yıkıcılığını kendine itiraf edemediği gibi çevresine karşı da savunmaya zorlanıyor. Bu savunma durumu, tepkisizliğin, pembe gözlüklerin teorize edilişi tüm değer yargılarını aşındırıyor ve ortaya suskun bile diyemeyeceğimiz insan çıkıyor. Suskunluğu bile aşınmış, alışmış, her şeye alışmış insan.
Sosyal medya akıl sağlığımıza ciddi zararlar veriyor, bizi mutsuzluğa sürüklüyor. Mutsuzluğumuz, üretimden gelmeyen bir mutsuzluk. Daha doğrusu üretemeyişimizden kaynaklanan, irademizi yansıtmayan ifademizin o yapaylığına dayanan, tek tipleştirici, fakat duygu ve düşüncelerde ortaklaştırmayıp aksine toplumsal köprüleri atmaya vesile bir mutsuzluk...
Nasıl sigaranın sağlığa zararlı olduğunu bilmemize rağmen içmeye devam ediyorsak sosyal medyayı da yıprandığımızı bilmemize rağmen bırakmıyoruz. Akıllı telefonların bu yaygın kullanıma tüy dikmesi zamanımızın da sağlığını bozdu.
Şunu unutmayalım, bugün sosyal medyada oyuncak haline getirilen "Alman rahip"in zamanında (30'lar Almanyası'nda) Twitter bile yoktu. O, gözleriyle, taraftarlığı ile seyirci kalmıştı olan bitene, artık rt'ler ile seyirci kalınıyor. Sürekli paylaşılan hikâyeden ders çıkarmıyor, rahibin yalnız kalmasını yalnız kalarak selamlıyoruz.
Bunların Bergül Varan ile şu ilgisi var: Eğer samimiysek onun gözlerindeki ifadeyi gözlerimizdeki ifadeyle karşılamamız, ifadeleri buluşturup tepkiyi de böylesi sıcak bir zeminde kurmamız gerekir. Çünkü ifademizi düzeltemezsek irademizi kavrayamayız ve yarın bir gün eller bizim saçlarımızı kavradığında duyulmaz sesimiz.
Haydar Ali Albayrak