DİN ve TOPLUM

DİN ve TOPLUM

Din konusunu ele alırken daima biraz sıkıntı olur. Her dinden, her inançtan insanları rencide etmemeye, kırmamaya özen göstermek, saygılı olmak gerekir. Bu nedenle din konusuna girmeye tereddüt ederiz. Antikçağda, birçok inancın tapınağı yan yana inşa edilirken, daha bir hoşgörü vardı. Tektanrılı dinler ortaya çıkınca tolerans azaldı. Eski tapınakların çoğu Hıristiyanlar tarafından yıkılmıştır. Bir zamanlar, tarihçi gözüyle İbrahimi dinlerin tüm kitaplarını okumuştum. Meraklısı Tevrat'ı inceleyip hoşgörüsüzlüğün ifadelerini görebilir. Sadece tarihçiye yararlı değildir, sosyoloji disiplini de dinleri ele almadan toplumsal analizlerini tamamlayamaz. Nihayet, her ilahiyatçı, İbrahimi dinlerin tüm kitaplarını okumak zorundadır. Aksi olmaz. Bir İslam ilahiyatçısı, diğer dinlerden meslektaşları kadar bilgili olmalıdır. Unutmayalım, antik çağların bilgisini günümüze din adamları taşımış, kendince adalet dağıtmış, felsefenin yönünü çizmiş ve buluşların bir kısmını da onlar yapmıştır.

İnsan kendini bildiğinden beri şu veya bu şekilde inanç sahibidir. Bin bir tehlikeyle, aksilikle, sıkıntıyla dolu dünyada ruh bütünlüğünü böyle sağlayabilmiştir. Doğadan veya ilahlardan medet ummuş, yeryüzündeki üç günlük varlığına böylece anlam kazandırmaya çalışmıştır. Bugün, modern bir yaşamın büyük olanaklarına sahip kişiler, dünyanın bir ucunda, bir teneke suyu bulup evine taşımak için dört saat yürüyenlerin çilesini, çaresizliğini anlayamaz, kalbindeki arayışı bilemez. İnsan bencil ve gururludur. Kendisini başkalarından daha iyi addetmeye eğilimlidir. Dereceleri vardır ama kimse bunun dışında değildir. Halbuki bunlar tarih boyunca insanların en olumsuz özellikleri olarak nitelenmiş, dinler tarafından da mahkum edilmiştir.

Dinin farklı insanlar için farklı anlamlara gelmesi kadar doğal bir şey olamaz. Nitekim Hıristiyanlığı veya Müslümanlığın birkaç tane değil, onlarca değil, yüzlerce, belki binlerce farklı yorumu vardır. Her toplum içerisinde farklı kesimler, dinleri farklı şekilde yaşar. Doğrusu da budur. Kişilere gelince, bazıları dini ve dünyadaki yerini kendileri yorumlayabilir, başka insanlar ise bunu yapacak kudrete ve zihin gücüne sahip değildir. Rehber ararlar.

Her iki büyük din de 1970'lerden itibaren kamusal hayata tekrar büyük bir güçle, hatta zorla girmeye başladı. Tabii, her ülkede farklıdır. Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyal başarısızlık dine tekrar güç verdi. Ancak, bunun dünya çapında bir olay olduğunu düşünebiliriz. Yeni sosyal hareketler ve rejimler her yerde hayal kırıklığı yarattı. Kilise, Vatikan skandallarına ve itibar yitirmesine rağmen sıkı durmaya çalıştı ve atılıma geçti. İslam dünyasında ise, benzeri bir gelişmenin yanı sıra, 1973 Petrol Krizi sonrasında ele geçen devasa kaynakların din propagandasına aktarılmasının ve İran devriminde iktidarı mollaların ele geçirmesinin etkileri tüm dünyada hissedildi. Rusların Afganistan'ı işgali de çok önemli dönüm noktaları arasında yer alır. Laik kesimlerin Afganistan'da, Lübnan ve Filistin'de direnişleri başarıya ulaştırmamaları, bu ülkelerde liderliğin İslamcı siyasetlere geçmesine yol açtı.

Dinle ilgili ilginç hususlardan birisi de, tarihteki en büyük din düşmanı olan Stalin'in, İkinci Dünya Savaşı sırasında zoru görünce Ortodoks Kilisesi ile tekrar uzlaşmasıdır. Tiflis'te papaz okulunda okumuş olan bu insanımsı yaratık, kilise ritüellerini komünist partisine taşımış, dogmaları tartışılmaz kılmış, parti uluları yaratarak, kiliselerde din ulularının gösterildiği ibadet köşeleri gibi, bunların resimlerinin yerleştirildiği inanç tazeleme köşelerini parti ve kamu binalarına yerleştirmişti. Geçit törenlerinin de dini törenlere ne kadar benzediğini görülür. Ortodoks Kilisesi yerine "Ortodoks Parti" büyük ölçüde onun eseridir. 20 yıllık parti ortodokslaşınca 2.000 yıllık kilisenin altında kaldı. İnsanın bir "homo economicus" olmadığı hatırlandı. Dinin "akıl" ile mücadelede yıkılacağını ve insanlığın daima iyiye yöneleceğini ileri süren aydınlanma düşüncesi boş çıktı. İşin ilginci, aydınlanma sonrasında savaşlar korkunç bir vahşete dönüşerek sivillerin katliamına dönüştü, örneğin eskiden insanlar tek tek yakılırken, bu iş için sanayileşmiş fırınlar yapıldı. Ne din, ne siyaset, ne de ahlak; insanın içindeki korku ve istikrarsızlık nedeniyle artan karanlığı yok edemiyor, ancak büyük mücadelelerle geriye itebiliyor. Üstelik bu karanlık kimi yerde hepsini kullanabiliyor. O halde şunları hedeflemeliyiz: (1) Korkuyu ve vahşeti tetikleyen istikrarsızlığa karşı politika geliştirmek, (2) Bunu engelleyemediğimiz durumlarda savaşta üstün gelmek, (3) Emperyalizmin dini kullanmasına karşı, izan ve ahlak sahibi yurtsever din adamlarının -tıpkı Kurtuluş Savaşı'mızda olduğu gibi- seslerini duyurmalarını sağlamak, (4) Dinin siyasete alet edilmesini azaltacak, vicdani bir din anlayışını yaygınlaştırmak. Bunlar muhtemelen hiç gerçekleşmeyecek, insanlık karanlık içerisinde yuvarlanıp gidecek ama yol budur. Gene de bunların mücadelesi yapılacak.

Öte yandan, yepyeni bir dünyaya giriyoruz. Bu dinleri de sıkıntıya sokuyor. Suni zekâ, bazı tedavi yöntemleri, büyük kent yaşamı, etnik çatışmalar, dini hoşgörüsüzlük ve dinin siyaset için kullanılmasından tutun da, kürtaj, uyuşturucu ve aile kurumunun değişmesine kadar düzinelerce konuda karar verilmesi bekleniyor. Bu kararlar çatışma yaratabiliyor. Esasen dinler içerisinde çok farklı kararlar üreten ve rehber olduğunu iddia eden tarikat veya mezhep liderleri çıkıyor. Bazıları, bizdeki, liderleri Batı ülkeleri tarafından korunup yönlendirilen sinsi ve korkunç örnekte olduğu gibi yabancı istihbaratçıların emrine giriyor. Bazı marjinal gruplar ise şiddeti veya teknolojiyi reddediyor. Her çeşit var.

İnsanlığın yaklaşık yüzde 40'ı iki büyük dine inanıyor. Bir de cemaati az ama etkisi büyük olan üçüncü din var. Bu dinler arasındaki gerilimler, tüm aksi iddialara rağmen, dünyadaki çatışmaların çoğunda rol oynuyor ya da kullanılıyor. Örnekleri siz düşünebilirsiniz. Her halükârda, bu dinlerin siyaset üzerinde ve içerisinde oynadıkları rol görmezden gelinerek bir yere varılamaz. Şu anda dünya siyaseti Nijerya'dan Doğu Türkistan'a, Kafkasya'dan Somali'ye kadar birçok bölgede ve Avrupa ile ABD'yi de içine katarak din üzerinden yürütülüyor. Yeterli ilgiyi göstermeyen altında kalır.

Mehmet Tanju Akad


  • Bahadır Özdemir

    Bahadır Özdemir 21.09.2017

    Fili tarif etmeye çalışan körün hikayesi gibi olmuş. Çok şey anlatıyor ama anlattığı şey fil değil. (B.Ö.)

  • Taylan Kara

    Taylan Kara 20.09.2017

    *"Tiflis'te papaz okulunda okumuş olan bu insanımsı yaratık..." Bu soğukkanlı bir değerlendirme yazısında olacak bir ifade değil. Soğuk savaş döneminin antikomünist ideologları dahi böyle ifadeler kullanmıyordu. *Kurtuluş Savaşında din adamlarıyla işbirliği yapmak iyi, Stalin'in kiliseyle uzlaşması "zoru görünce"... Aynı tutumu duygu durumumuza göre iyi ya da kötü ilan etmek... Bu iki tutumun farkı nedir ki biri olumlu, diğeri olumsuz ilan ediliyor? *"Ne din, ne siyaset, ne de ahlak, insanın içindeki, korku ve istikrarsızlıkla artan karanlığı yok edemiyor." Bu cümlenin düzeltilmesi gerekiyor.

Bu sayfalarda yer alan okur yorumları kişilerin kendi görüşleridir. Yazılanlardan www.insanbu.com sorumlu tutulamaz.