Deneme
DİL DİLE DEĞMEDEN

Editör Notu: Fotoğrafı yazarımız seçti. Yazıyı ve resmi bize Elif Şafak “ifşaatından” bir gün önce göndermesi ilginç bir hissi kablel vuku örneği. Bu işte bir hikmet var dedik ve resim yayın çizgimizi biraz yamultsa da yazara itiraz edemedik…
Herkese merhaba. Uzun bi aradan sonra yeniden birlikteyiz. Görüşemediğimiz dönemde akamete uğrayan pek çok başka projem oldu. Bazıları kısmetse toparlanıp, tamamlanıp karşınıza çıkartılacak. Çoğu maalesef benim düşünce çöplüğümde beklerken çürüdü bile.
Neyse ne! Bugün alelacele bu yazıyı yazmama sebep, internette rastladığım bi haber oldu. Bildiğiniz üzre, ben zaten stimulussuz yazı yazamıyorum. Marksizm’de Emek’in ve Bahçelievler’in kutsallığı, UKKTH (bi nefeste okuyana bi soğuk bira var), kahrolası “liber”allerden dünyayı en hızlı ve garantili nasıl kurtarırız, cehape’nin ve fener’in hali noolur abi gibi başlıklar hakkında çok cahilim. Üyesi olduğum küçük burjuva altkümesinin ne iğrenç olduğuna dair yazılar yazmak için de ne merakım, ne de hevesim var (niye olsun hem?)! Düşünün, Proudhon diye birinin varlığından ha bu siteye girmesem haberim olmayacaktı. Ki bence çok da bişey kaybetmezdim, ayrı mevzu! Bakunin’i de Umut Sarıkaya’nın anlattığı kadar tanırım. Alın işte bu kadar:
http://karikaturistan.com/wp-content/uploads/2013/04/bakunin-belediye.jpg
O yüzden, öyle gominik hezeyanları olan aplalar, dil cambazlığı yaptığını sanıp sürekli ipten düşen abiler, logore fetişistleri (onlar şiirsellik falan diyo buna) falan benim yazıyı okumasınlar; ben peşin söylüyorum. Bizde yiğidin malı her daim meydanda. Barselona’nın düzenindeki orta saha gibi himini himini oynayamıyorum. Adeta Beşiktaşlı Takoz Recep gibiyim. Gelişine voleyi çakıyorum. Kale ister benim olsun, ister rakibin… Bam bam bam, taktik maktik yok (bu kısım takozdan değil, façası bozuk emperador’dan alıntıdır)!
https://pbs.twimg.com/media/CZJ8pv7WkAAAAB3.jpg
Ufff. Nerde kalmıştık? Ha, stimulusta! Neydi stimulusum (yani beni dürtükleyen şey)? Şindi tabii normal link versem kaçınız girecek? Bendeki linkler hep gavurcaydı. Eli yüzü düzgün bi bunu bulabildim. Alın size Ekşi linki:
https://eksisozluk.com/google-pixel-buds--5466104
Bu ne mi? Bizim Sonja iyi bilir. Onun çok sevdiği (benimse sevmediğim demeyeyim ama bi türlü ısınamadığım) Douglas Adams’ın meşhur bi kitabı vardır hani. Başlangıçta radyoda arkası-yarın model bi yayın için hazırlanmıştı diye hatırlıyorum. Tutunca kitaba dönüştürmüşlerdir. Hatta filmi de yapıldıydı. İşte o kitapta (arkası-yarın ya da film; her ne zımbırtıysa) bi Babil Balığı (Babel Fish) geçer. Böyle kulağın içine konunca karşıdaki varlık kainatın hangi dilini konuşursa konuşsun, siz anlarsınız. Beyin enercisini dönüştüren bi organizma gibi işte.
http://40.media.tumblr.com/5511cdf5e0eb3167c6dcfbfce4bb36a8/tumblr_nna706i8dj1u9zlnmo1_1280.png
Aha da o gerçek olmuş. Google onu bi aplikasyon haline dönüştürmüş. Kulaklığa ne gerek var ben anlayamadım (hem ciddi derecede sağırım, hem de kulaklıklar benim canımı feci yakıyo; hiçbi bok duyamıyorum). Ama 40 dili birbirine çevirebiliyomuş göya. Aslında İngilizce ve 39 dil büyük ihtimalle. Yani İngilizceyi 39 dile ve 39 dili İngilizceye çevirebiliyo (diğer diller arasında birbirlerine çeviri??) anlaşılan (ben öyle anladım en azından). Resmi açıklamaya göre bu dillerin arasında şu an Türkçe yokmuş. Ben tabii ki şaşırmadım ve bazılarınız dekreşendo bi “ağğğvvv” dedi maalesef.
Evet, biz bugün bu haber üzerinden (ve tabii beni daha evvelinde dolduran bissürü başka habere de değinerek) güzel ama “yannış” ülkemizdeki yabancı dil eğitimine dalıciğz. Bu tercüme aplikasyonlarının mevcut hallerine karşı duruşumu da daha ileride ayrıntılı olarak açıkliyciğm. Şindi hemencecik esas mevzuya giriyorum.
Bu ülkede bugün yabancı dil öğretiyomuş gibi yapan bi sistem var ve bilhassa ince a ile okunan “halk”ımız da yabancı dil öğreniyomuş, anlıyomuş ya da X dilden Türkçeye ya da Türkçeden X dile çeviri yapabiliyomuş gibi yapıyo. Bu biiir!
Korkunç İvan, Deli Petro ve Stalin (ki kendisi asla ve asla bi bostan mahsulü Gürcü değildir) yüzünden bu ülkede 1946’dan beri fiili dil ve kültür emperyalizmine maruz bırakılmış vaziyettesiniz. Bu da ikiii!
Tabii bu noktada baĞzılarınız hemen “a.y.a. manyaa yine manyah manyah sallıyo” dediniz. Ama elbette yanıldınız. Ben hiç mancınık olmadım. Sallamasyona girişeceksem zaten “kaynak işkembem ya da totom” diye belirtiyorum.
BİR’i açarsam… Bi dakka durun hele. Ben niye açıyorum hemen? Bana ne?! Benden bi Taylan Kara efendiliği beklememelisiniz neticede. Kapı gibi OECD ve Avrupa Birliği raporları var. İnternete kendiniz girin. Uşağınız yok burda. Çatır çatır, hepsinin dökümü mevcut. Türkiye, Azerbaycan ile birlikte sonuncu. Fekat Azerbazycan’da herkes Rusça biliyo, naaber?!
İKİ’yi yine de baĞzılarınızın güzel hatrı için açalım. Şanlı ecdadımız kuzeydeki ayıdan (ayı adamların dilinde iltifat ve hatta soyadı – nokta) o kadar çekmiş ki (hadi “tırsmış” demedim bakın), sürekli Batılı, hemi de uzak Batılı “müttefik” edinmeye çalışmış kendine. Tabii güzel ama yannış olmanın ilk şartı hep yannış ata oynamaktır. Samanyolu Galaksisi’nde en son güvenebileceğiniz yaratık türü olan Angl’lar bu asisti durmadan gole çevirmiş. Ve skor 8-0! Yani? Ülkemizde hala kargadan başka kuş tanınmamakta ve İngilizceden başka yabancı dil için yaygın eğitim yapılmamakta. Verilen İngilizce eğitimi ile nereye gelebildiğimiz de ortada.
Dil ve kültür emperyalizmi dediysek, sakın yannış anlaşılmasın! Ben yabancı dil eğitimine feci şekilde taraftarım. Ama hem amaç, hem de yöntem bakımından berbatötesi bi halde olduğumuzu yine bi ben görüyo olamam.
Tabisi de yabancı dil öğretilecek. Filhakika, bunu öğretmekteki amaç Bolonya’ya gittiğinizde makarnayı İtalyan gibi sipariş etmenizi, Okinava’da dönüş uçağına binerken yeni yaptığınız Capon manitaya Caponca allahaısmarladık demenizi, Mönşengıladbah otoyolunda karıştığınız kaza için tutanak tutan Hans-O’ya Alamanca teknik tarif vermenizi sağlamak değildir. Olamaz. Olmamalıdır. Bu saydıklarımın hepsini beden diliyle ya da göstererek de anlatabilirsiniz. Ki bizim 7 dil bildiği iddia olunan hanutçu tayfası ya da YMCA (vaaay-em-si-eyy) şarkısına danslarıyla eşlik edip kendilerinden en az 30 yaş büyük Britanyalı nenelere gece hizmet veren Bodrum Apaçileri de esasında beden dili ve işaret barnağıyla gösterme araçlarını kullanmaktadırlar.
https://www.youtube.com/embed/CS9OO0S5w2k
Peki yabancı dil niye öğretilir? Niye öğrenilir? Törmz en kondiğşınz canımındışı. Törmz en kondiğşınz! Yani? Nihayetinde “ticari” olan (herşey ticaret – siz solcular kabul etseniz de etmeseniz de bu dünya alma-verme dünyası – etme-bulma dünyası olduğu konusunda şüphelerim var) anlaşmalardaki “tanımlar” ve “şartlar”ı her iki taraf da iyi anlasın diye yabancı dil lazım. Gerçekte yabancı dil eğitiminin pratik tek hedefi budur. Yine yani? Traduttore, traditore demiş İtalyan gavuru bi vakit. Şimdi bunu yazmasam kesin bi çokbilmiş çıkar “a.y.a. bak bunu yazmamışın” derdi. O yüzden yazdım. Yine yine yani? Tercüman hain olur felan gibi bi anlamı çıkabilir. Ses benzeşmesi yüzünden öyle demiş tabisi İtalya’nın garagaçanı. Yok efendim “çevirmen asla ana metne çok sadık olamazmış” da… Falan da, filan da… Hepsi tırışka! Asıl mana bu: Yabancı dil bilmezsen, ne konuşulduğunu/ne yazıldığını annamazsan, her an tufaya getirilebilirsin!
http://www.adtoolhire.com/wp-content/uploads/2015/09/terms.png
Tartışma hakkımı sonraya (yorumlar kutucuğuna ya da feysbuk’a ve çok daha kanlı şekilde!) bırakarak bi not düşeyim: edebiyat ürünlerinin çevirisi yabancı dil kullanım pratiğinde “teknik anlamda” ihmal edilebilir düzeyde önemsizdir. Hele şiir kesinlikle ve kesinlikle çevrilmemesi gereken bi nanedir. Anafikrin (hönk?!) ne olduğu anlatılsa bile bence kafidir.
1 dil 1 insan hedehödösü de bambaşka bir açıdan ele alınmalıdır ki birazdan ona yazıdaki tespit ve öneri sıralamalarımda değineceğim.
Yes canımındışları, ömürtörpülerim, güzel ama yannış ülkemin yurttaşları, Rumiler (Rumi Kürtçede Türk demek oluyo; eskiden herkes kendinden az daha batıdakini Romalı saydığından biz de İ-Yonyan olan Yonanlara Urum demişiz – sonuç itibariyle şair burda Romalılar demeye getiriyo), işte yukarıda biraz giriştiğim konudaki ana tespitlerim ve önerilerim şunlardır: Ahandas
· Her insan Evrim’in garip bir cilvesiyle türümüze eklenmiş Dil Modülü’nü taşıyarak doğar. Hor görmeyin garipleri. Heyvanlar ve dahi bitkiler, trüfler, kuzugöbekleri, vajina/ayak mantarları ve bira mayaları, yosunlar ve türlü tek hücreli yaratuk da kendi efkarıyla gayet iyi iletişir ve dahi anlaşır.
· İnsan dilleri basit ünlemelerden kompleks sözlü iletişime ve hele de yazı diline ilerledikçe “sentetik”leşmiştir.
· Siz solcuların soyut imgelem demekten hoşlandığı şey devreye girdikçe dillerdeki sentetikleşme iyice arşa çıkmıştır (birbirlerini beslerler).
· Özellikle son 5000 yılın liturjisi (yani dini edebiyatı diyelim) ve son 1000 yıl içinde daha da gelişen “sivil” yazılı edebiyat örnekleri belirli coğrafi sınırlar ve hükümranlık alanları içinde aynı anadillerin konuşulmasını ve bilhassa bu anadillerde hukuk dillerinin gelişmesini tetiklemiştir. Din zaten hukuk belirlemek için vardır. Burası apayrı bi mevzu!
· Beğenseniz de, beğenmeseniz de, bu anadiller çerçevesinde yaygın ve örgün öğretim de son 200 yılın önemli bir kazığıdır (size göre kazık değil de kazanım olabilir – niyesini benle tartışırsınız).
· Dillerin kendi aralarında akrabalıkları çoktur. Bazılarının ayrı bir dil olarak alınması bile yeri geldiğinde tartışma konusudur. Mamafih, bazı diller ve dil aileleri arasında fonasyon stilleri, kelime türetmeler, fiil çekimleri ve söz dizilimi ve yazılı iletişimdeki cümle kurgu modelleri birbirinden gerçekten, ama gerçekten çok farklıdır.
· Bu farklılıklar üzerinden iğrenç bir Yurosantrik bakış açısıyla üstünlük ve aşağılık çıkmaz – çıkamaz – zorlasanız da çıkartılamaz.
· Bazı anadilleri konuşan insanların diğer bazı anadilleri öğrenmeleri bu yapısal farklılıklar nedeniyle çok zor olabilmektedir.
· Yapılan pek çok çalışma göstermiştir ki, 16 yaşından sonra ilk defa bir anadil öğrenecek insanların öğrenme becerileri bu yaş evvelinde yabancı dil öğrenmeye başlamış çocuklara kıyasla çok belirgin şekilde düşüktür.
· 40’lı yaşlardan sonra, entelektüel düzeyi yüksek insanlarda, özellikle de başka bi dili daha evvelden öğrenmişlerse, vokabüler geliştirmek (yani bildiği kelime sayısını arttırmak) mümkündür. Ama temel dil becerileri yine geri kalmaktadır.
· İki anadil konuşulan ailelerde (ya da sokakta ayrı – evde ayrı dil konuşulan ortamlarda) çocuklar o iki anadili de konuşma dili düzeyinde aynı yetkinlikle konuşabilmektedir. Fakat yazı dili ve uzmanlık jargonu sözkonusu olduğunda bilingual ya da poliglot insanların ezici çoğunluğunda da 1 dil baskın olmaktadır.
· Yerel “etnik” grupların dilleri kural olarak hakim anadil tarafından bir süre sonra yutulur. Yani? Bu çağda hala eğitim dili olamamış ve standart formunu üzerine inşa etmek için gerekli bi yazılı edebiyat kültürü geliştirememiş diller yakın tarihte sadece araştırmacıların ve koleksiyonerlerin merakına hitap edecektir (Bi gamyon küfür yiicem burdan; garantili!).
· Tüm dünya nüfusunun %90’ından fazlası “büyük” anadillerden (ana gruplarda toplam sayıları 40’ı geçmez) en az birini konuşmaktadır. O geriye kalan %10’un yaşadığı yerler henüz tam kolonize edilememiş ya da “Sistem”e tam asimile edilememiştir. Ama çok değil, 2 nesil sonra o iş de tamama erdirilecektir.
· Dünyadaki toplam nüfusun yarısından fazlası Hindistan, Pakistan, Afganistan, Bangladeş, Çin (hatta Maçin), Hindiçin (filmi de var ama Vietnam ve civarı diye bilseniz yeter size), Kore ve Japonya’da yaşamaktadır.
Azıcık beyniniz soğusun. Catherine Deneuve yaşlıyken de güzel karıydı. Bakın.
http://www.gstatic.com/tv/thumb/dvdboxart/14670/p14670_d_v8_aa.jpg
· Hint “sabkontinent”ini zaten geçtim. Nitelikli düzeyde Çince bilen insan kaynağımız UNESCO WWF tarafından koruma altına alınacak sayılardadır. Çin diyorum. Yorumsuzum (Yorum yazsam kitap çıkar).
· Üç tane araba ve 5 tane klima fabrikasında çalışan mühendisler olmasa Caponca ve Kore dili konusunda Fatsalı abilerden başka tutunacak dalımız yoktur. Sosyetik üniversitede Go, Kendo ve Manga klubü kurmakla olmaz o işler.
· Siz Caponlar dışındakileri çok sallamasanız da, bu ülkelerle tarihi ve ticari çok ciddi ilişkilerimiz mevcuttur.
· Dünyada anadil olarak en çok konuşulan Batı dili İspanyolcadır. Dehşetli bi edebiyat geleneği vardır. Neredeyse bütün Güney Amerika bu dili konuşur. Hatta Amerika Birleşik Devletleri’nin güney eyaletlerinde resmi olmayan esas anadildir (Houston’da 2 tane beyaz adamla oturdunuz diye orda Hispanik işçi çalışmaz sanmayın). Bizde Koca Cervantes’in orijinalinden çevirileri bile son 15 yılda damlamaya başladı.
· Brezilya, Angola, Mozambik ve gıvırzıvır bissürü Afrika ülkesinde anadil olan Portekizce yabana atılmamalıdır. En azından, başka bir Latinik dil olan Katalancadan çok daha önemlidir!
· Savaş yalnızca generallere (bizde o bile yok – astsubaylıktan terk abiye istihbaratı bırakmış vaziyetteyiz), Flaman dili de yalnızca Hollanda ve Belçika’daki Afyonlu işçilerin çocuklarına bırakılamayacak kadar ciddi bi meseledir.
· Dancayı ve İsveç dilini (hadi torpil geçtim, Norveç dili demedim) düzgün konuşan insanlar sadece bizim Demet Abla ve Zafer Abi olmamalıdır.
· Beğenmediğiniz İzlanda da bir ülkedir ve Dancaya benzese de orada farklı bir dil konuşulmaktadır. (Bu yazı yazılırken İzlanda henüz bize küsküyü geçirmemişti!)
· Helsinki’ye staja giden uşakların gelin getirmesini bekleyerek Fin dili uzmanı sayınızı arttıramazsınız.
· Baltık ülkelerinin dilleri de aynı kategoridedir.
· Balkanlar ve eski Yugoslavya’dan göç eden vatandaşlarımız olmasa Arnavutça ve güneybatı Slav dilleri konusunda halimiz haraptır.
· Taylan Kara’ya Stanislaw Lem çevirecek Leh dili uzmanı vardıysa ve ben onu Kielbasa sanıp yemişsem beni dövebilirsiniz. Kielbasa – kolbastı oluyo; mealen uscuk! Güneş işliyo. Anagrama gerek yok. Bu da NANİK!
https://www.youtube.com/watch?v=9C8OnTJrZSQ
· Şanlı ecdadınızın 400 yıl yönettiği Macaristan’ın göya dilimizle bibioğlu olan dilini bilen insan sayısı da yine UNESCO WWF listesinde yer almaktadır. Allahtan adamlar Türkoloji’ye meraklı!
· Kaya Minik’in hiç hazzetmediği Milan Kundera’nın anadili, Prag’a Kafka’nın evini görmeye giden okumuş, ortayaşlı aplalar ve Çekya’nın en büyük ihraç kalemini yakından tetkik etmek isteyen godaman ağbiler tarafından bile hiç ama hiç dikkate alınmamaktadır.
· Gazıklı Voyvoda nam Vlad Drakul’un güzel Rumencesi nakliyeci abilere ihale olunmuş vaziyettedir. Hey gidi Eflak-Boğdan, hey!
· Çağdaş Yunanca konusunda uzmanımız kıttır. Antik Yunanca konusunda mortingen vaziyetteyiz. Memlekette Fedon’dan ve Nilgün Belgün’den başka Rum ahali de bırakmadınız. Trabzon’un dağ köylerinde o Rumca varyantlarını konuşan nene de galmadi!
· Az buçuk Ermenice konusunda rahat sayılabiliriz diyecektim ama Ermenistan’la da ilişkimiz yok (niye yok la baboli harbiden?).
· Rahmetli Refaiddin Şahin’in köylü Gürcücesini hepten geçtim. 1500 yıldır iyi kötü ilişkimiz olan Gürcüler ile iletişimimiz buraya sizin bakmadığınız nenelerinize bakmaya gelen gogolar ve oraya mazot kaçırmaya giden tırcılar üzerinden yürümekte.
· Yanıbaşımızdaki coğrafyada 3000 (yazı ile – üçbin) yıllık devlet geleneği olan İran’ın dili konusunda da (sadece çağdaş Farsça değil kastım) durumumuz içler acısı.
· Ayn çatlatma (ayna değil, ayn), gırtlaktan H-KH çıkartma, S’leri ve Z’leri peltekleştirme, DAD derken dişlerin sol yandan içine dokunma ve ayet ezberleme dışında müthiş bi Sami dili olan Arapça ile ilgimiz yok düzeyindedir. Her yere İmam-Hatip açıp 50 gram Arapça konuşacak adam bulamamak ancak bu hödüklükle mümkündür. Koskoca memleketin Arapça istihbaratı Suriye ve Lübnan muhacirlerine kalmıştır.
· Sayıları 25 bin bile kalmamış Türkiye Yahudilerinin içinde bile İbranice bilen çok azdır. Ama bölgedeki en önemli ülke olan İsrail’in dilini konuşacak, hele de İbranice liturjik metin takipleri yapabilecek adam bulmak (adam dedim – seksistim) İngiltere’de iyi yemek yapacak karı bulmaktan (karı dedim – yine seksistim) daha zordur.
· Son 300 yıldır kedi-köpek gibi didiştiğimiz Rusların dehşetli külliyatını o anadilden takip edebilecek insan sayımız çok, ama çok, ama çok ama çok azdır. Perinçek’in oğlu, Ataol Behramoğlu ve Rahmetli Mümtaz İdil’den başka 10 tane daha çevirmen sayabilene şampanya ısmarlarım. Bu işler Laleli esnafıyla yürümez. Hele de yengeler üzerinden hiç yürümez! Heyula gibi bi emperyal güçten bahsediyoruz!
· İtalyanca yalnızca Ferzan Özpetek ve Serra Yılmaz’la veya türevleriyle götürülemez. Yine 2,5 İtalyan lisesiyle bu işler olmaz. Hele Latince konusundaki cehaletimiz utanç verici düzeydedir. Düşünün hele: ROMA, KİLİSE, TARİH… Tavşanın suyunun suyuyla yahni, çevirinin çevirisinin çevirisiyle akademi olmaz!
· Çok az sayıdaki “elit” okulda (okul derken ilk ve orta öğretimi kastediyoruz) öğretilen Almanca ve Fransızca konusunda eksiğimiz çoktur. Nitelikli kaynak eser çevirileri hala tamamlanamamıştır. 50 yıl daha tamamlanacağı da yoktur!
· Memlekette elinizi sallasanız İngilizce bilene çarparsınız. Ama bu “bilme” eylemi yazık ki bildiğini sanmanın ötesine geçmemektedir.
· İngilizce ironik bir şekilde dünyanın yeni lingua franca’sıdır.
· İçinden geldiğim Tıp Camiası’nın efradı (ki en eğitimli göya bunlardır) onca yıllık yabancı dil öğrenimleri sonrasında yazık ki 2 kelimeyi bir araya getirip kurallı ve anlamlı bir İngilizce cümle çıkartamamaktadır. Yayınlarda kullanılan dil o kadar berbattır ki, hakemli dergiler Türkiye menşeli yayınları %95 oranında dil düzeltmesi için ayrı redaksiyona göndermekte ya da direkt reddetmektedir.
· Günlük konuşmalardaki temel ifadelere hakimiyet ve listening comprehension yerlerde sürünmektedir. Geçtim Belfast’lı çok okumuş memur ile Vancouver’da büyümüş kentsoylu adamı ayırdetmeyi.
· Gazete ve internet jargonlarına, yazım kurallarına veya alışkanlıklarına nüfuz edebilen adam sayısı 1000 (yazıyla – bin) değildir.
· İngilizceden çevirilerde bile (düşünün, İngilizce) rezalet dizboyudur. Çoğunlukla o dilin ya da metni hazırlayan adamın eğitim background’unun ona verdiği yazma “mekaniğinin” ne olduğundan habersiz amatörlerce yapılmış bir “kelime salatası” ortaya çıkmaktadır.
· Okuduğunuzda kelimeler Türkçedir. Fakat o Türkçe kelimelerin Türkçenin anlam bütünlüğünde dizilmemiş olduğu ya da orijinal metindeki “nüans”ların hiç farkedilmemiş olduğu azıcık profesyonel herhangi birinin gözüne batar.
· Ve maalesef, sosyal medya denilen Gayya Guyusu’na her gün tonlarca böyle çöp-çeviri boşaltılmaktadır (DUMPING bu demek – “indirim” ikinci anlam). Bunun yarattığı dezenformasyonla başetmek ise neredeyse imkansızdır.
· Bunun da esas nedeni çeviri heveslilerinin İngilizceyi iyi bilmemeleri değil, maalesef ama maalesef, Türkçeyi, yani kendi anadillerini hiç kavramamış olmalarıdır.
Bunlara mükemmel örneklerim var.
1998’de Hacettepe’de en sevdiğim arkadaşlarımdan olan rahmetli Nazmi Fırat Özdemir bana bi kitap ödünç vermişti. Bertrand Russell’ın Why I am not a Christian’ını arıyoruz. Kütüphanede tabii ki yok. O zaman Amazon da yok. Fırat’cım da bana Türkçe bi baskı bulmuş; onu getirmiş.
Yayınevinin adından ve çeviride kullanılan dilin ağdasından baĞdemlik akıyo. Fonda Talealbedrüaleyna çalıyo desem yeri var. Neyse! O kadar berbat bi çeviri ki, insanın o kitaptan bi bok anladığını iddia etmesi “şahitlerim var, havada durdum” demesinden daha az inandırıcı! Zaten dinci bağdemlerimiz de Russell’ın “neden Hristiyan değilim?” diye yannış çevirdikleri kitap başlığından herhal heyecan duyup bunu basmaya karar vermişler. Çünkü “koskoca Russell Hristiyan olmadığına göre Müslümandır; tıpkı Kusto gibi zaar” demiş olduklarını ben o an hissedebilmiştim (duyumsayamıyorum ben).
Nerde kalmıştık? Berbat çeviride! Evet. Kitabın 96. sayfasında gördüğüm cümleyi hiç unutamıyorum. Hafızamda zaten fotoğraf gibi pırıl pırıl duruyo. Alın:
“Peru’daki And Dağları’nda İspanyollar Hindistanlı çocukları cennete gitsinler diye önce vaftiz edip sonra öldürüyorlardı!”
Bu ne şimdi? OHHAAA, BÜRSSSST, HOVVV, ÇÜŞŞŞ falan yetmez buna gardaşlar, Ersen Abi ve dadaşlar! Hindistanlı çocuk ne arar la Peru’da? Bkz: Artiz ne arar la bazarda? Bunu çevirdiğini sanan ileri zekalı ibiş orijinal metinde geçen Indian’ı Hintli veya Hindistanlı diye koymayı münasip görmüş. Afedersiniz ama, ben öyle münasipliğe başlarım şimdi! A ibiş, o Indian, Indian Tonic Water’daki Indian deyıl. Gızılderili ya da yerli manasında kullanmış onu yazan, a benim zübüğüm!
Yakın zamandan ve sosyal medyadan da örnekler mebzul. Bu aralar “denizel” lafına takmış vaziyetteyim misal. Yahu MARINE’in çevirisi (misal marine mammals’daki marine’in) DENİZEL olmaz arkadaşlar. Öztürkçe uydurukingen yapacağız diye böyle zortlatma (zorlama değil) yapılmaz! Marine mammals deniz memelileri demektir. Nokta. Siz metne “denizel memeli” yazınca ben onun orijinalde “marine mammals” olduğunu annayabiliyorum. Ama 9 yaşındaki çocuk denizel memeliden annamıyo. Siz de şunu annasanız keşke!
Sonra yengem bana kızıyo. “Niye D-evrim Ağacı’na atar yapıyosun; asabi olma bu gadan” diyo. Yengecim, bu dimağ iğfalidir. Buna bugün müsamaha gösterirsek, yarın başkaları fiziki iğfal için doğrudan kapımıza gelirler. Asabiyetim ondan. Yoksa ben kuşgömü gibi adamım, bilirsiniz! Kıs kıs kısss!
Örnekler bende boy boy. Hususi konuşuruz sonra. Şindi ara verdiğimiz yerden devam ediyoruz. Yesss
· Ülkemizde Türk Dili eğitiminin kalitesi yine yerlerde sürünmekte ve yaygın sınav sonuçlarından da anlaşılacağı üzere, bu niteliksiz eğitimle anadilimiz kendi insanımıza öğretilememektedir.
· Çok iyi eğitim almış olduğu varsayılan insanlar arasında bile okuduğunu doğru anlama ve kendini düzgün ifade etme becerileri sınırlıdır. Bkz: Çanakkale Boğazı (Benziyo mu la biraz?)
https://www.notusta.com/wp-content/uploads/genel-kultur/Dardanelles_landsat.jpg
· Matematik size bakkal hesabı yapmayı öğretmek için tasarlanmış bi uğraş değildir.
· Matematik bi bilim de değildir.
· Matematik bi dildir!
· Matematik soyut bi dildir!
· Matematik, insanoğlunun geliştirebildiği en soyut dildir!
· “Bizim çocuğun matematik kafası yok ama ezberi kuvvetli” demek tam olarak “bizim oğlan gerizekalı” demekle eşdeğerdir.
· Adam gibi (evet, adam gibi – maçistim!) matematik eğitimi vermeyen bi ülke her alanda kaybetmeye mahkumdur.
· Ve Abbas Güçlü komik derecede haksızdır.
· Ve Ali Nesin sapına kadar (sapına kadar ya – ay lav biğing e maço) o ayarı vermekte haklıdır.
· Ve Ali Nesin’i sevmesem de, yiğidi öldürdükten sonra duluna ve yetimine maaşını bağlamak borcumdur.
· Ve Recep ve Zehra ve Ayşe ve SSSS. Şlapsss! Tamam. Kendime geldim!
· Ama insanlar arasında modernitenin verdiği sahte bi gaz neticesinde ve Marksist olduğu iddia olunan bazı hezeyanlar sayesinde, herkesin eşit olduğuna dair feci yannış bi iman mevcuttur.
. Herkes eşit değildir.
· Bazıları daha eşit de değildir.
· Sonuç? Herkes birbirine eşit değildir.
https://www.youtube.com/watch?v=dO5XYp--joI
· Yani? Herkesin eşit olduğu varsayımıyla yola çıkartılan bi örgün öğretim çok zararlı bişeydir.
· İnsanlar arasında florürden değil ama hayvan menşeli protein tüketim kıtlığından, fenilketonüriden, hipotiroididen ve istatistiki dağılım eğrilerinin mecbur kıldığı bazı tıbbi tanımlardan ötürü ciddi oranda öğrenme güçlüğü çeken bi yüzdelik dilim mevcuttur.
· Bu insanların bi kısmı Halk Sağlığı’nın kahramanlığı değil ama kanunları sayesinde kurtarılabilir.
· Ama refrakter oran yine de yüksek olacaktır.
· Bu kardeşlerimize gaz kokusu duyduklarında ışığı yakmak için düğmeye basmamaları, denizdeyken “burası boy” dememeleri, ateşli silahlara dokunmamaları (bilhassa namlu başkasına çevrili ise) ve kırmızı ışıkta gerçekten durmaları gerektiğini hatırlatan; otoyolda yayan olarak karşıdan karşıya geçilmeyeceğini onlara belleten ve “Coğ, bu kağıtları lütfen şu masaya götürür müsün” ya da “Ceyn, lütfen patatesleri soyar mısın” türevi temel komutları anlamalarını sağlayacak bi eğitim verilmesi kafidir. Fazlası hem zaman, hem enerji israfıdır.
· Geriye kalan “sağlam” yüzdeliğin sandığınız kadar büyük olmadığını söyleyeyim ama moralinizi bozmamak için oran vermeyeceğim.
· Bu “sağlam”ların arasında ileride ciddi “akademik” başarı gösterebilecek olanların oranı da %5’i (en gelişmiş toplumda bile!) geçmez.
· Herkes yabancı dil öğrenimine “istidatlı” değildir.
· İyimser oranla ülkemizde bunun %3 olduğunu kabul edelim.
· Bu %3’ü çok küçük yaşlarda tespit edebilmemize olanak tanıyan ve prediktivite, sensitivite değerleri gayet yüksek ölçüm yöntemleri mevcuttur.
· Gerçek eşitliğin fırsat eşitliği olduğunu içimize sindirip, sadece bu %3’lük dilimdeki çocukları 8-12 yaşları arasında saptamak ve içinden geldikleri sosyal sınıf ne olursa olsun asıl yatırımı onların eğitimine yapmak dışında “toplumsal” ve “toplumcu” bi çözümümüz (bu andan itibaren) yoktur. Kaynaklar sınırsız değildir. İnsan da bi kaynak kalemidir. İsraf edilemez!
· Coğ ve Ceyn’lerin dışında kalan tüm öğrencilere Türk Dili’nin eski yazı formları (bilhassa son 500 yıllık epizot – siz Osmanlıca diyosunuz) öğretilebilir. Arap alfabesi öğrendikleri zaman çocuklar arabofil olmazlar. Olacaklarını iddia edenler memlekette kürT (D değil canimo) alfabesi yokken bu kada kürdofilin nerden geldiğini bana açıklamak zorundadırlar.
· Ayrıca İslam Tarihi’nin hardkoğr kritiklerinden İlhan Arsel ve Turan Dursun da çatır çatır o alfabeyi kullanabiliyodu. Demek ki laiklik de elden gitmezmiş.
· Ve tabii Mustafa Kemal de Harf Devrimi’ne kadar, özel durumlar hariç, arap harfleriyle yazıyodu.
https://i.pinimg.com/736x/7a/95/3e/7a953e2e89e37ab367b144e9943294cd--humour-fun.jpg
· Ve hiçbi kitabın kutsal olmadığını bilen ben, Nutuk’un kutsal olmadığını da eklemeliyim. Mamafih, onu “Söylev” yaptığınızda sizden iyice tiksiniyorum. Atatürkçülük ayaklarında Mustafa Kemal’in orijinal metnini ortadan ben kaybetmedim. Onu da bi zahmet bulup uşaklara ordan okutmaya çalışalım. Bişey kaybetmeyiz. Müthiş bi dehanın o dönem hakkındaki politik anılarını onun anadilinden (yani kendi anadilimizden) takip etmek gayet şık olurdu. (Nutuk’un orijinal metni internetten bile çok kastırarak bulunuyo – ayıptır!)
· Demin bahsettiğim %3 çok önemli. Şimdi oraya dönelim.
· Bi lingua franca olarak İngilizcenin bu gruba öğretilmesine karşı değilsem de, bu çocukların yine kendi aralarında belirli yetenek testleriyle stratifiye edilmeleri ve öncelikle Rusça ve Arapça, sonra da Çince ve hiç değilse Caponca için kısmen izole eğitim vermek üzere kurulacak çok sayıda okula yerleştirilmeleri kısa-orta vade için hayatidir.
· İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Flamanca, İskandinav dilleri ve İbranice’nin her biri için de andığım yaş grubundan başlayarak eğitim verecek ve en az 2 farklı şehirde 1’er tane olacak devlet okullarının olması şarttır.
· Artvin ve Rize’de ortaöğretimde seçilmiş bi öğrenci grubuna Gürcüce öğretilebilir.
· Rumence, Macarca, Fin dili, Arnavutça ve (Rusça dışındaki) Slav dillerinde de haftada en az 6 saat olacak ve devamlılığın esas olduğu dersler (hiç değilse İstanbul’daki nispeten seçkin bazı devlet okullarında) zorunlu “ek” olarak müfredata girmelidir.
· Yunanca ve Farsça eğitim veren en az 1’er ortaöğretim kurumu olmalıdır. (İran’da Türkçe bilen farısi nüfus azımsanmayacak büyüklüktedir.)
· Bütün bu okullarda hardkoğr Türk Dili ve Matematik eğitimi esas olmalıdır.
· Bu okullardan çıkan çocuklar ayrıca (yabancı diller için) hem sözlü, hem yazılı komponentleri olan bitirme sınavlarına tabi tutulmalıdır. Bu bitirmeyi geçebilenler yabancı dil ile ilgili yükseköğrenim kurumlarına sınavsız alınır.
· Karşılaştırmalı dilbilim çalışmaları (ne olduğunu açıklamiyciğm – yorgunum) yükseköğretimde yaygınlaştırılmalıdır.
. Latinceden Antik Yunancadan, Arapçadan, Çinceden, Hint dillerinden ve İbraniceden klasik metin çevirileri acilen tamamlanmalıdır. Hasan Ali Yücel çok büyük insandır. Ama klasik çevirileri Fransızcadan, İngilizceden yapılmaz. O dönem için kabul edilebilirdi. Şimdi öyle olmaz o işler!
· Edebi çeviriler temel kaynak çevirileri için alıştırma babında ele alınmalıdır. Daha ötesinde değil!
· Sümerce, Hititçe ve ölü diller ve alfabeler üzerine verilecek eğitimler insanımız açısından Saydvolk İnciniğrink Fakültesi’ne kayıt şeklinde algılanmaktadır. Lakin ki öyle de değildir. Yani olmamalıdır. Orda ne müthiş hazineler yatmakta. Lütfen geriatri kliniğinde takip edilmesi gereken kişilere kalmasın o alanlar.
· Yerli dillerini takip etmek de adam gibi bi ülkenin düzgün araştırmacıları için farzdır. Siz Urus ya da Amarihalı, Fıransız ve Dingil-iz gibi balta girmemiş ormanlardaki “cıbıl”ları tanımak için adam göndermediğinizde gurur duyulacak bi iş yapmış olmuyosunuz. Benden yine söylemesi!
· Farklı anadilleri konuşan insan gruplarının o dillerin belirli sözdizilimi tercihlerinden ve kelime türetme kurallarından kaynaklanan bi spesifik “weltanschauung”u olacağına %99 eminim. Bu yüzden, eylem bildirimini cümlenin sonuna koyan bi dil (misal Türkçe) ile eylemi başlarda ifade eden bi dili (misal İngilizce) konuşan insanların bunları neden böyle yaptıkları mutlaka araştırılmalıdır. Bunda genetiğin ve sosyal iletişim ve öğrenmenin katkılarının incelenmesi farzdır (Hac’dan daha önemli farz hem de).
· Türkçe’nin ifade analizleri matematik-mantık temelli olarak ilerletilmeli ve yazılımlar için teorik altyapıda kullanılabilirlikleri araştırılmalıdır.
· Türkçede kompozit cümle kurgularının çözümlemeleri için yazılımlar hemen geliştirilebilir. Bu, azıcık insan kaynağı oluşturulmasına ve hevese bakar.
· Şifreleme çalışmaları “milli” olmak zorundadır. Şifreleriniz kırılabilir. Elin eli armut toplamayacaktır. Daha iyisini yapmak zorundasınız demektir.
· Bu matematik temelli ifade analizlerinin ve şifrelemelerin tamamlanmamış olduğu bi dil için X dile ya da X dilden çeviri programı yapmanız mümkün değildir. Peru’daki Hindistanlı bebeleri bile arar hale gelirsiniz alimallah!
· Şindi buna da baĞzılarınız çemkirecek ama belirtmek zorundayım. Müzik de bi dildir.
· Bu dilin komponentlerinin yöresel farklılıkları düşündüğünüzün çok daha ötesine gidebilmektedir.
· Farklı insan topluluklarının neden farklı ritmler kullanageldikleri araştırılmalıdır. Hele de aksak ve senkoplu ritmlerin hangi sinir hücresi ağlarına ve ne şekilde hitap ettiği mutlaka ıcık-cıcık edilmelidir.
· Dave Brubeck gelip sizin müziğinizi araştırmıştır. Toprağı bol olasıca Dave özenti bi adam değildir. Sizin içinizden “özenti olmadan” gavur müziğini araştıran kaç adam çıkmıştır? Çin’i, Maçin’i hepten geçtim zati.
· Müzik deyip geçmeyin. Etkisi hipnotiktir. Boru değildir. Boru = Pipe, Pipe = Pipo. Öyleyse müzik bi pipo da değildir. Ama bi pipo genellikle bi pipodur.
· Kültür emperyalizmi ilk ve en kolay, müzik ile başlatılır. Müzik ruhun gıdasıdır. Ruhunuz transa geçtikten sonra acıyı fazla hissetmezsiniz (duyumsamak yine NO).
· En az 3 tıp fakültesinde nöroloji ve psikiatri anabilim dallarının dahil olacağı anatomo-fizyolojik dil laboratuarları (enstitüler de olabilir – diğer disiplinlerin katılımıyla) kurulmalıdır. Bu sayede dil ve müzik ile beyindeki kompartmanların ve kimyasalların ilişkisi derinlemesine araştırılabilir. Sayborg diyorum, annadınız mı?
http://s3.india.com/wp-content/uploads/2014/12/arnold-schwarzenneger-copy.jpg
--- İstikbal sayborglardadır!
· Buradan GARDOLAP (gardrop bile olamazlar) ATATÜRKÇÜLERİ’ne ayrıca seslenmek isterim. Yukarıda sıraladıklarımın neredeyse hepsini adam ta 1930’larda zaten söylemişti. Söylemekle kalmamış, eyleme de geçirmişti (harf devrimi hariç – ordaki sorun başka). Bunları hatırlatmak benim değil aslında sizin göreviniz olmalıydı.
· Sadece dil ve kültür araştırmaları sayesinde neler yapılabileceğini iyi idrak edebilmeniz için size 2 film önericiğm. İzleyin. Memnuniyet garantili.
https://www.youtube.com/watch?v=4gMt1PBC5BU
https://www.youtube.com/watch?v=SU-bdMPV0V4
· Bunları benim hezeyanlarım olarak okuyanlara ya da “kendinibeğenmiş aya hıyarı, adi megaloman, iğrenç narsist, sanki biz bunları bilmiyoduk” diye geğirenlere (konuşmuyolar onlar) diyecek bişeyim var, ama burda demem. Kıs kıs kısss!
· Sonuç? Efendiler, bi memlekette dile bakış mevcut halinizdeki gibi olursa başınız bitten kurtulmaz. İstihbarat dediğiniz şey Ceymis Bont’larla yapılmaz. Bilgi bu devirde açıktan toplanır. Entelijansınız bu ise, İntelicıns Ajans’ınız da böyle olur. Başka birinden ödünç aldığınız kopulasyon organıyla primae noctis’e girmemelisiniz. Dünyadan haberiniz olmalı ki kendinize yön verebilesiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=d5oHT6ojvIs
Ha bu linki buraya niye koyduğumu anlayacak bi okuyucu istiyorum. Yılları durdurmasına, güneşi doğdurmasına, dünyamı doldurmasına hiç gerek yok!
Hufffsss! Yoruldum. Yatıcam. Bugünlük bu kadar yeter. Şindi istediğiniz kadar çemkirebilirsiniz. Faşistliğim, seksistliğim, Qamalistliğim, kemanistliğim falan kalmayacak. “Neticede eğitim şart demiş işte” diyen mallar olacak. Deyin. Bana ne!
Keşke siz iyi olsanız da bana da ucu dokansa.
Bu arada, küfredenlere küfürlerini misliyle iade ediyorum. O peşin! Kıs kıs kısss
Hadi öptüm. KİB. BYE!
a.y.a.
Arif Yavuz Aksoy
P. S. 1: What was the meaning of life, Sonja? I mean the one in the hitchhiker’s guide to the galaxy?
P. S. 2: Sevgili Conn, o resmi ben seçtim. Baban için herşeyi diyebilirler. Ama homofob diyemezler. Sen de homofob olma. İnsan sev demiyorum bak.
Ayrıcana, DİL DİLE DEĞMEDEN DİL ÖĞRENİLMEZMİŞ canım oğlum. Sakın bunu unutma!
Ve bi gerçek daha: Opozisyon Dil’i döver. Yoksa hipopotamlar da medeniyet kurabilirdi. Aldanma çocuksu, mahzun yüzüne!
P. S. 3: “Biraz İngilizce bilmekle, birkaç dilbilim kitabını okumakla etimoloji çalışması yapamazsınız, çok daha fazlasını bilmek gerekir” diye buyuran ve benim Kaan Arslanoğlu’nun referanslarını da çevirdiğimi dolaylı olarak iddia eden Badem’e cevabımdır: referansların çevirileri bana ait değil. Benim unuttuğum İngilizceye siz 3 ömür sonra ulaşamazsınız beyfendi! He who has not seen his brother in law’s, thinks that his willy is an ox-goad!
P. S. 4: İngilizcenin ve İngilizceden uydurukça çeviri dilinin toplumunuza Çarlz in Çarc ile vereceği etkiyi tasavvur edemeyenlere yine Umut Sarıkaya’dan örnek veriyorum. Ve evet. Siz seksist meksist dedikçe ben inadına seksist takılıyorum. Kıs kıs kısss
http://4.bp.blogspot.com/_5lVvSU5G3tM/Sq04SI-suhI/AAAAAAAAEKY/fcaaSAB3kXg/s400/umut1.jpg
Birikimciler? Onlara örnek vermeye zaten gerek yok. İçimizde yaşıyolar!
P. S. 5: Soyadları –ov ve -ski ile biten abilerin gomonizm, momonizm üzerine 100 yıl, 150 yıl önce yaptıkları teorik çözümlemeleri tartışmak çok önemlidir. Ona bi itirazımız yok. Ama daha adamların yazdıkları metinleri orijinal dillerinden kendi anadilinize çevirmek konusunda bu kadar eksiğiniz varken… Ne biliym?! Sonra iş Saffet Murat Tura’nın Lacan çevirileriyle tarikat kurulmasına benzeyecek. Ben tarikat olayına soğuğum. Harma beni fetofil sansa da soğuğum. Belirteyim de…
Hadi şindi bi daha cümlenize esselamualeyküm ve mucucuksss
Sonra görüşürüüüüz